Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm Üç ~Eziyet~

@sitarekiraz

Daha doğmamışız yaşamasına

Günlerimiz dün bir bugün iki

Sakın bir şey bırakma yarına

Yarın yok ki

Özdemir Asaf


keyifli okumalar 💓

Karakola geldiğimizde Zeynep’i babasının adını öğrenmek için mecburen uyandırmıştık. Nerede olduğunu algılamayan çocuk başta korksa da, bana alıştığı için hemen söylemişti. Daha sonra gözünü yuman çocuk tekrar kucağımda uyuya kalmıştı. Yusuf ve Harun, polislerle konuşurken, bende bir yandan kucağımdaki kızı sallayıp bir yandan da onları dinliyordum. Zeynep’in babasına ulaşmışlardı, adam geleceğini söylemişti fakat iki saattir onu bekliyorduk. Ne gelen vardı ne de giden.

Polis sıkıntıyla nefes verip, buldukları numarayı tekrar tuşladı. “Tam beş kere aradık. İlki hariç hepsini meşgul attı. Evine gönderdiğimiz ekibe de kapıyı karısı açmış. Çocuğun sürekli evden kaçtığını, evde tutamadıklarını söylemiş” dediğinde Zeynep'e baktım. Kesinlikle yalan söylüyorlardı. Eğer evden kaçmış olsaydı, dün köpekten korktuğunda eve geri dönerdi. Üstelik bana babasının karısı olacak o kadının onu evde istemediğini söylemişti. Yani bu çocuk çoktan gözden çıkarılmıştı. Onun güvenli olacağı tek yer onun yaşında çocukların olduğu bir yuvaydı. Ben buradan gittiğimde Suay'ı, onu sık sık ziyaret etmesi için, sıkı sıkı tembihleyecektim. İzinlerimde yanına gelmek içinde elimden geleni yapardım. Bu kıza kendi yaşadığım hiçliği yaşatmayacaktım.

“Hanımefendi sizin de dediğiniz gibi çocuğu kuruma yerleştirelim. Dilerseniz siz gidin, biz hallederiz” dediğinde Zeynep'in kolları beni sıkıca sardı. Ne yani onca zamandır uyanık mıydı? Onca konuşulanı duymuştu. Gözlerim dolarken ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Yapayalnızdı ve artık bunun farkındaydı.

“Hayır bu durumla biz ilgilensek daha iyi olur. “ kafasını sallayıp elindeki kağıda bir şeyler yazdı. Yusuf'a baktığımda durumdan rahatsız değil gibiydi. Anlaşılan çocuklar onunda hassas noktasıydı. Polis elinde ki kağıdı Harun’a verip “Burada ki yurda götürün. Sizin için işlemleri hızlandıracağım. İyi günler” dediğinde bizde kalkmıştık. Odadan çıktığımızda Yusuf’a bakıp Zeynep'i işaret ettim.

“Yusuf benim karnım çok acıktı. Burada hamburger satan bir yer bulsak.. ay üstüne de çikolatalı bir pasta fena olmazdı. “ çocuk taklidi yaptığım sesimle Zeynep’i denediğimi anlayıp, gülümsedi

“Bende çok açıktım. Buraya yakın bir AVM var gideriz değil mi komutanım” dediğinde Harun anlamaz bakışlarla bize bakıyordu. Ay iki dakika çocuk olsa ağır ağabeyliğinden bir şey kaybederdi sanki.

“Ne yemeği oğlum Yeşim abla bekliyor” ona sert bir bakış atıp Zeynep’i işaret ettim. Durumu anladığında eliyle alnına vurup “Madem bu kadar acıktınız pastalar benden “ dedi

Yusuf

“İyi ama Zeynep uyuyor onu ne yapacağız” dediğinde kucağımdaki çocuk iyice kımıldanmaya başladı. Bir şey düşünür gibi sesler çıkarıp,

“Zeynep’i arabada bırakırız, o uyur bizde yemek yer geri döneriz. Ay kesin o da acıkmıştır, ama uyuyor uyandırmak olmaz şimdi” dediğimde tek gözünü açıp, aşağıdan bana baktı,

Yusuf “Belki sonra oyuncak almaya da gideriz. Geçen gittiğimde kocaman bir oyuncak ayı vardı. Zeynep uyumasa ona da alırdık” dediğinde bu defada ikinci gözü açıldı. Ellerini yana kaydırıp sanki yeni uyanmış gibi sesler çıkardığında kahkahama mani olamadım.

“Ay çok uyumuşum ismini bilmediğim abla ne konuşuyordunuz. Hadi bana da anlatın” dediğinde Harun ve Yusuf’ta kahkahayı bastı. Dudaklarını büküp bize bakan kızı daha fazla dayanamayıp yanaklarından öptüm.

“Bir şey konuşmuyorduk ki”

“Ya yalancı duydum işte”

“Tamam sen kazandın ufaklık. Acıktık biz sende acıktıysan yemeğe gidelim diyecektik” kafasını hızla salladığında Harun’un saatine baktığını gördüm.

Zeynep’i kucağımdan indirip, Harun’a döndüm

“Yeşim Hanım saatlerdir uğraşıyor, sen git istersen bizde yetişebilirsek geliriz... “ deyip Yusuf’a döndüm yüzünün ifadesiz olduğunu görünce “Senin adına konuşuyorum ama istersen sende git. Ben bir polis arkadaştan rica ederim.“ dediğimde etrafta ki Polislere bakıyordum. Tam birine seslenecektim ki

“Saçmalama İnci seni elin adamıyla yalnız bırakacak değilim” diye dişlerinin arasından konuştuğunda gülümsedim “Teknik olarak sende elin adamısın Yusuf. “ dediğimde daha da sinirlenen adam Zeynep’i omuzlarına alıp bana ters bir bakış attı. Zeynep'se etrafa şaşkın bakışlar atıp,

“Yusuf ağabey beni sakın yere indirme. Burası çok güzel. Yaşasın artık ben de dev oldum” diyen çocuk sesiyle kahkaha attık. Harun “İyi madem haber verirsiniz bana. Zeynep hanım kendinize dikkat edin” deyip onu öpüp uzaklaştı.

AVM'ye geldiğimizde yemek yiyebileceğimiz bir yere oturup, sohbet etmeye koyulmuştuk. Daha doğrusu Yusuf ve Zeynep konuşuyor ben onları dinliyordum.

“Ya Yusuf ağabey, ben çikolatalı pasta istemiyorum çilekli istiyorum “

“Ama bu mevsimde çilekler taze değil ki her şey mevsiminde yenmeli” dediğinde göz devirdim. Yarım saattir bunu tartışıyorlardı. Ellerinde ki menüyü çekip aldım. “Sizi beklersek her yere geç kalacağız. Bakar mısınız biz bir tane çilekli iki tane de çikolatalı pasta alalım. “ dediğimde Zeynep ellerini çırparak, Yusuf’a yandan bir bakış attı. Yusuf onu umursamayıp, beni izliyordu. Her boş bulduğunda arsızca beni izlemesi biraz sinir bozucu olsada hoşuma gidiyordu. Tabii onun bakışlarıyla hülyalı hülyalı onu seyredecek yaşta değildim.

Evet hoşlanıyordum ama bunu ona söylemeyecek kadar akıllıydım. Pastalar geldiğinde Zeynep direkt pastaya dalarken, ikimizde onun bu heyecanına gülüyorduk. Hamburgeri de aynı bu iştahla yemişti kim bilir kaç saattir açtı. Onu seyrettiğimizi görünce utançla çatalı bırakıp kafasını yere eğdi. Kaşlarımı çatıp,

“Ne oldu ne güzel yiyordun. “dedim ses etmeyince ellimle çenesini tutup, bize bakmasını sağladım

“Ne oldu ufaklık ne tatlı yiyordun”

“Ben çok yedim benim param yok ki”

“Benim de yok. Hepsini Yusuf’a kitleyeceğiz. Ben dert ediyor muyum” dediğimde Yusuf sahte bir kızgınlıkla

“Benimde param yok desem bulaşık yıkayıp, tüm karizmayı çizdireceğiz desenize” dediğinde kırkırdadım. O ise Zeynep’e dönüp

“Daha oyuncak ayı alacağız çabuk ye pastanı üstelik onun da dediği gibi hesabı ben ödeyeceğim” ona nispet olsun diye pastayı daha iştahla yemeye başlamıştım ki Zeynep

“Yusuf abi siz bu ablayla evli misiniz. Hem bu ablanın adı ne ona sürekli isimsiz abla diyorum” demişti pasta boğazıma takılıp öksürdüğümde Yusuf kocaman bir sırıtmayla önündeki suyu uzattı. Tam sudan bir yudum almıştım ki bu defa da Yusuf

“Hayır güzelim henüz o seviyeye gelmedik. Ama yakındır” demişti suyu zorlukla yuttuğumda keyifle beni seyrediyordu. Zeynep “Hmm iyi ama senin adın ne. “ bu defada bana sorulan soruyu cevaplamak için dudaklarımı araladığımda benden önce davranıp “Onun adı Eslem” dedi bir şey söylemedim. Çünkü bu konuyu sürekli bana hatırlatıp, vicdanıma oynuyordu. Zeynep ismimle ilgili bir kaç şey daha konuşurken onlardan soyutlamıştım kendimi. İkisi de pastayı bitirdiğinde Yusuf hesabı ödemeye gitti. Zeynep bana bakıp,

“Şey bence Yusuf ağabey seninle evlenecek. “ dedi elindeki peçeteyle yüzündeki pasta izlerini sildim. Ona cevap vermediğim için kaşları çatılırken, Yusuf çoktan gelmişti. Yanımda çanta olmadığı için hemen ayağa kalkıp, Zeynep'in elini tuttum. Oda Yusuf’un elini tuttuğunda, sağ eli benim elimde sol eli ise Yusuf’taydı. Onu götüreceğimiz Yuva buraya beş dakika uzaklıktaydı. Üstelik Yılmaz komutanın evine de yirmi dakikalık bir uzaklığı vardı. Ondan ayrılacak olmak tüm neşemi kaçırırken, o henüz nereye gideceğini bilmiyordu.

Yuvanın önüne gelmiştik. Yusuf’la göz göze geldiğimizde aynı anda iç çektik. Anlaşılan o da bu kızı bırakmak istemiyordu. İmkanım olsa Zeynep’i evlat edinirdim. Çünkü burası o kadar soğuktu ki içiniz asla ısınmazdı. Ben düşüncelere dalmışken Yusuf, Zeynep’in önünde diz çöküp,

“Güzellik bak burası yeni evin” dedi Zeynep hemen onun boynuna sarılıp

“Sizde burada mı yaşayacaksınız. Yoksa kalmam ben burada. Çok büyük hem kaybolurum. Eslem abla bırakmaz beni hem” dediğinde Yusuf’tan ayrılıp benim bacaklarıma sarıldı. Bende Yusuf gibi eğilip sarıldım ona.

“Canım biz burada yaşayamayacak kadar büyüdük. Hem burada sadece senin yaşında çocuklar var. “ dediğimde benden ayrılıp, dolan gözleriyle

“Bir daha göremeyecek miyim sizi. Eslem abla ne olur gitme. “ dediğinde artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Onu kendime çekip sıkıca sarıldım. “Ben burada yaşamıyorum ama seni görmeye geleceğim. Hatta yarın sana bir çok sürprizle geleceğim. Zeynep bak benim gelmediğim zamanlar Yusuf ağabeyin gelir. Sonra bir çok arkadaşımız var bizim. Seni onlarla tanıştırırız. Ağlama canım lütfen “ ben ona ağlama diyordum ama ondan daha fazla ağlıyordum. Benden ayrılıp

“Söz mü geleceksin değil mi” dedi başımı sallayıp

“Geleceğim ama sende söz ver bana eğer geliş sürelerim çok uzarsa, çok çok uzun zaman gelmesem bile burada kalacaksın. Ben seni özleyip geldiğimde seni burada bulacağım söz mü” burnunu çekip söz diye bağırdı. Benden ayrılıp Yusuf’a koştuğunda, onu kucağına alışını izledim

“Bende hep gelmeye çalışırım. “ dediğinde başını boynuna gömdü. Onlar içeri girerken ben dışarıda kaldım. Sandığımdan fazla dağılmıştım. Saate bakmak için telefonumu çıkardığımda saatin sekiz buçuk olduğunu gördüm. Beyza’dan aldığım sayısız aramalara artık cevap vermem gerektiğini düşünüp, numarasını tuşladım. Daha ilk çalışta telefonu açınca yüksek sesle

“Neredesin sen kaç saattir haber alamıyorum senden. Aklıma neler geldi biliyor musun. Bana cevap ver İnci” dediğinde kaşlarım havalandı. Ona cevap vermem için susması gerekirdi. Bunu ona ben mi öğretecektim.

“Bir sussan cevap alacaksın zaten. İyiyim. Bir kaç işim vardı. Telefon sessizdeydi ve bende seni özledim “ sakin sesim onu daha da sinirlendirmiş olacak ki sinirle inledi.

“İnci beni deli ediyorsun” sinirle söylediği şeyi umursamayıp

“Bana deli olduğunu biliyorum. Ama konumuz bu değil. Çocuklar nasıl. Ortalık sakin mi” dedim bir süre sesi çıkmadı. Ardından derin bir nefes alıp “Ortalık sakin. Görevin üstesinden geldiğimiz için daha doğrusu Fatih’in yasını tutmamız için, bir ay kafa izni verdiler. Süveyda gitti. Birde Yiğit.. “ deyip susunca kaşlarımı çatıp “Ne oldu” diye sordum beni bekletmeyip, direkt konuya girdi.

“Bunu benim söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama, üstlere senin beş ay göreve çıkmaman için bildiri göndermiş. Ne söyledi bilmiyorum ama bugün onay bildirisi geldi” duyduklarımla sinirle ayağa kalktım. Bunu neden yaptığını iyi biliyordum. Aklınca bana aileme alışmam için zaman ayırıyordu. “Nasıl izin verirsin. Beş ay iş yok ne demek.” Dediğimde aynı benim gibi bağırıp “Bana diyor mu Allah’ın ayısı, resmen dört adamla kafayı yemek üzereyim. Bende geleceğim yanına. Seni çok özledim. Birde bu dağ ayılarından uzaklaşmış olurum” dediğinde benim de onu çok özlediğimi fark ettim. Gelse fena olmazdı. Hem bir ay izinleri vardı.

“Bende seni çok özledim. Gelirsen beraber kalırız. Sonra da beraber döneriz. “ dediğimde sevinçle çığlık attı. “Ya seni çok seviyorum İnci mercanım hemen bilet ayırtıyorum” dediğinde sesli bir şekilde gülüp, telefonu kapadım. Arkama döndüğümde Yusuf’u tam karşımda görmeyi beklemiyordum. İyi ama neden sinirliydi. Evet şuan resmen burnundan soluyordu.

“Sana deli olan pi..” tam küfür edecekken karşısında bir kadının durduğunu fark etmiş olacak ki “Kim o herif “ dedi her şeyi yanlış anladığına gülecektim fakat şaşırdığım şey şuydu ki Yusuf Asaf sinirlenince laz şivesiyle konuşuyordu.

“Sen Karadenizli misin?“

“Konumuz bu değil İnci. Kim o elin adamı”

“Teknik olarak sende elin adamısın Yusuf Asaf” dediğimde iyice sinirlenip bana bir adım yaklaştı. Amacının beni korkutmak olmadığını biliyordum. Ondan dolayı geri adım atmadım. Aksi olsaydı da o adımı geriye değil onun münasip yerlerine atardım zaten. Bana iyice yaklaştığında başımı kaldırıp, yüzüne baktım yüzlerimiz o kadar yakındı ki ikimizde aynı anda yutkunup, geri adım attık.

“Kimdi o adam” sesi eskiye nazaran daha yumuşak çıkıyordu. Aslında onu delirtmek istiyordum fakat, bunun için doğru zaman değildi. Yürümeye başladığımda yanıma gelince daha fazla bekletmeden “Ona adam dediğini duysa kafana sıkacak manyak bir kadınla konuşuyordum. “ dediğimde rahat bir nefes verdi.

“Aklım çıktı elin adamlarıyla konuşuyorsun sandım” dediğinde otuz iki diş sırıtarak

“Teknik olarak sende elin ad.. “ bir anda bana dönüp eliyle dudaklarımı kapatınca kalakaldım. Kalbim hızla çarparken bana bir adım yaşlaştı. Elini dudaklarımdan çekmemişti. Ve git gide daha da yakınlaşıyordu. Gözlerimi bir saniye bile yüzünden ayırmıyordum. Kafamı iki yana sallayıp, ondan uzaklaştım. Resmen gözleriyle beni etkisi altına almıştı. Yüzümün kızardığına yemin edebilirdim. Ama o sadece gülüyordu. Gerçekten arsızdı bu adam. Öfkeyle ayağına tekme attığımda acıyla inledi.

“Ne yapıyorsun kızım manyak mısın” dedi. Omzumu silkip, “Şu bir kaç gün bana yaklaşmasan iyi edersin. “ dememle kaşlarını çatıp

“Gidecek misin? “ başımı olumlu anlamda salladığım da bir şey dememe fırsat vermeden

“Bu haksızlık. Yeşim ablanın daha fazla üzülmesine kendini suçlamasına izin vermeyeceğim. Sen söylemezsen ben söylerim. “ dediğinde bir süre sessiz kaldım. Yeşim hanım olanlardan dolayı çok üzgündü. Evet bu bencillik olabilirdi fakat ben de onları düşünüyordum.

“Eğer beni öğrenirlerse haklı olarak beni yanından ayırmak istemeyecek. Üstelik yaptığım işin zorluğunu bilse, kendini iyice harap edecek. Benim öldüğümü sanması onun için daha iyi. En azından nerede olduğumu biliyor. Aksini düşünsene Yusuf Asaf aylarca belki yıllarca haber alamayacak benden. Ayrı kalacak, ayrı kaldığı bir yana aradığında ulaşamadığı bir evlat olacağım. Şimdi söyle bana hangisi daha iyi. “ dediğimde kederle bana baktı. Hak vermiş olacak ki, bir süre sessiz kaldı ardından aklına bir şey gelmiş olacak ki

“Yeşim teyze bilmese dahi Yılmaz komutan kesinlikle öğrenmeli. Yeşim teyzemin aksine o senin öldüğüne hiç inanmadı. Yıllardır izini sürdü, ama bir şey seni bulmasına engel oldu. O şeyin ne olduğunu şimdi anlıyorum. “ dediğinde hayretle ona baktın. Eğitmenin birinin beni araştırdığından hiç bahsetmemişti. Ailemin kim olduğunu bildiğini söylemişti bana, ama onların bana ulaşmak için çaba harcadıklarını hiç bilmiyordum. Sanırım kafam karışmasın diye ben merak edip, sorana kadar söylememeyi seçmişti. Hep ince fikirli bir adam olmuştur, benim ne istediğimi benden önce bilir ona göre hareket ederdi. İş konusu olduğunda oldukça sert, taviz tanımayan bu adam, benim yanımda merhametli yumuşak huylu bir dedeye dönüyordu. Dede diyordum çünkü teşkilatın neredeyse en eski elamanlarındandı. Şuan çalışmadığından ona karşı özlemim çok derindi.

Yusuf’a bir cevap vermediğimi fark edince “ Hocam bunu engellediyse bir bildiği vardır” dedim. Sözlerim onu kızdırmış olmalı ki derin nefesler alıp “İnci baban o senin farkına var artık ne olur. “ sesi çaresiz çıkmıştı. Ona cevap vermedim çünkü evin önüne gelmiştik. Siteye girmek için bir adım atmıştım ki kolumu yakalatıp, beni kendine çevirdi. “Seni duydum . Beş ay görev yok dedin. Tamam Yeşim teyzeye söyleme ama Yılmaz komutan bilsin. Ve gitmeyi de aklından çıkar. “ Deyip kolumu bıraktı.

“Gitmene izin vermeyeceğim. Bilhassa kendim için yapacağım bunu” ve çekip gitti. Beni karmaşık duygularla baş başa bırakmıştı.

✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*

Ertesi sabah kimseye görünmeden evden ayrılmıştım. Dün gece Zeynep için üzüldüğümden ev ahalisi ile konuşmadan Suay'ın odasına gidip uyumaya çalışmıştım. Ama Yusuf Asaf’ın sözleri kafamın içinde dolanıp durmuştu. Anlaşılan bana asla hak vermeyecekti. Bense bir kaç hafta daha burada kalmayı, Zeynep için düşünmeye başlamıştım. Hem Beyza da gelecekti, bir kaç hafta burada kalır, ardından uzun bir tatile çıkardık.

Ailem...

Onları düşünmek istemiyordum. Eğer düşünürsem vazgeçeceğimi beş ay burada kalacağımı hatta her şeyi anlatıp, hakkettiğim o yuvaya kavuşacağımı biliyordum. Yeşim hanımın sıcak kollarından ayrılıp, teşkilata gitmek zor gelecekti. Ya Yılmaz komutan, yıllardır hasretiyle yanıp kavrulduğum adam, olmazdı. Yapamazdım benim eğitmenim olan o yaşlı kurta verilmiş bir sözüm vardı. Kendi zaaflarım için mesleğimi bırakamazdım. Onu hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum.

Telefonum çalınca düşüncelerimden sıyrıldım. Beyza arıyordu. Gerçekten şu bir kaç günde onu ve diğerlerini çok özlemiştim. Yaklaşık on altı senedir birlikte olduğum ekiple görev süreleri hariç ayrı kalmamıştık. Telefonu hemen cevaplayıp, kulağıma götürdüm.

“İnci mercanım biletleri ayırdım. Maalesef tek gelmiyorum. Uğur ayısına yakalandığım için ekibin geri kalanı da durumdan haberdar. Yarın sabah yanında oluruz” tek nefeste söyledikleriyle kahkaha atarken, kendimi dizginleyip,

“Tamam tamam sakin ol. Ben burada bir otel ayarlayacağım. Bir kaç hafta burada kalır, süreci takip ederiz. Ondan sonra da ver elini sıcak denizler” dediğimde çığlık attı. Uzun zamandır ilk kez bu kadar mutlu hissettiğine emindim. Fatih’in kaybı en az benim kadar onu da etkilemişti. Neredeyse üç hafta olacaktı ve hepimiz yeni yeni toparlıyorduk.

“Kapat kapat çanta hazırlayacağım. Sana mesaj atarım.” Telefonu suratıma kapatınca gülümseyip, önünde dikildiğim AVM’ye giriş yaptım. Zeynep için alışveriş yapacaktım. Orada hiç eşyası olmadığını biliyordum. Yurtta bulunan öteki çocuklara da bir şeyler alacaktım. İstanbul’dayken düzenli olarak, yaptığım bu alışverişler benim rutinim haline gelmişti.

Girdiğim bir dükkanda Zeynep için elime geçen elbiseleri pantolonları tişörtleri elime dolduruyordum. Bu kadar fazla şey almamın sebebi uzun süre yanına gelemeyecek olmamdı. Yaşına göre olmayanları Müdüre teslim edecek her yıl vermesini isteyecektim. Zeynep’in kaldığı yurt karma bir yurttu. Kızlara bir kaç elbise tişört alırken, erkekler için tişört pantolon alıyordum. Buraya gelmeden önce müdürü arayıp kaç çocuk olduğunu sormuştum.

Toplam otuz çocuk vardı, zaten küçük bir yuttu. On iki yaşına kadar burada kalıyorlar, daha sonra farklı kurumlara yerleşiyorlardı. Bu kadar bilgiyi bilmenin sebebi benimde bir zamana kadar böyle bir yurtta kalmamdı. Kıyafetlerin tamamını aldığımda kasaya gittim. Kasadaki kadın bana garip gir şekilde baksa da umursamayıp, seçtiğim kıyafetlerden Zeynep için olanları ayırdım. Onları ayrı poşete koymasını söyleyip, öteki çocuklar için aldıklarımı da ayrı poşetlerle koydurdum. Hepsinin üzerine isimlerini yazıp, hediye edecektim. Eğer hepsini aynı poşete koysaydık, kargaşa çıkacağına emindim. Kasadaki kadın

“Üstüme vazife değil ama bu kadar alışverişi kendi çocuğunuza yapmadınız herhâlde “ sesinde ki sitemi fark ettiğimde gülümsedim. Muhakkak beni müsrif biri olarak görüyordu. “Hayır benim çocuğum yok zaten. Buradaki kurumlara aldım “ dediğimde başını salladı.

“Bir kalem alabilir miyim isim yazmak için” kadın masanın üzerinden aldığı kalın tahta kalemini bana uzattığında, telefonumu çıkarıp, çocukların adının yazılı olduğu listeyi açıp, poşetlerin üzerine yazmaya başladım. Orada işim bittiğinde ücreti ödeyip, ayrıldım şimdi sırada ayakkabı ve oyuncak almak vardı. Saate baktığımda dört olduğunu görmemle bir banka oturup, Suay'ı aradım muhakkak okuldan çıkmıştı. Gelip bana yardım etse fena olmazdı. İlk çalışta açılan telefonla sesi kulaklarıma doldu

“Efendim İncik” bana taktığı lakapla tebessüm ettim. Deli dolu tarafları bana Beyza’yı çağrıştırıyordu.

“İşin var mı? Zeynep için alışveriş yaptım, ama tek başıma bu torbaları taşımak zorladı. Müsaitsen yani yardıma gelsen “ ondan bir şey isterken ister istemez mahcup oluyordum. Evinde kalıyordum, odasını işgal etmiştim, birde üstüne sürekli arayıp rahatsız ediyordum. “Ay tabii müsaidim, bak yanımda doktor bir arkadaşım var, ona da söyleyeyim, beraber geliriz. Konum at bana” deyip telefonu suratıma kapattı. Dedim ya aynı Beyza’ya benziyor diye, artık ikiz olduklarına emin olmuştum. Sanki Suay benim değil onun kardeşiydi.

Elimde ki poşetler beni ister istemez yurt yıllarına götürüyordu. Benim o yaşta çok arkadaşım yoktu. Sadece bir kızla konuşuyordum. Onu da sekiz yaşındayken avukat bir aile evlat edinmişti. Zaten ondan sonrada on yaşındayken ben ayrılmıştım, yurttan. Sessiz sakin geçen yurt zamanlarımın aksine, teşkilattaki on altı yılım daha bir dolu daha bir mutlu geçmişti. Çocukluk nedir orada görmüştüm. Tabi hepsi yaşlı kurt’un sayesindeydi. Ondan bahsederken dahi ister istemez yüzüm gülüyordu. Şuan nerede ne yapıyor bilmiyordum. Teşkilattan ayrıldığında yirmi yaşında üniversite eğitimi gören genç bir kızdım. Bana

“Bana ulaşmaya çalışma ben bana ihtiyacın olduğunu anladığım zaman seni bulurum” demişti. Şuan onun öğütlerine o kadar ihtiyacım vardı ki, anlatamazdım. Kollarına girip, ağlamak geliyordu içimden. Beni hep uzaktan izlediğini biliyordum. Şuan burada dahi olabilirdi. Tabii hâlâ yaşıyorsa. Ölmüş olsa haberim olur mu bilmiyorum çünkü onun aklından geçenleri onun dışında kimse bilmezdi. Belki de şuan kendi ailesinin yanındaydı. Kızının boşandığını duymuştum en son. Karısı ise iki sene önce ölmüştü. Bunların hepsini biliyordum. Ama onu bilmiyordum işte. Nerede ne yapıyor bilmiyordum.

Aradan geçen yirmi dakika sonrasında önümde duran kırmızı arabayla bakışlarımı oraya çevirdim. İçinden inen Suay'ı görünce gülümseyip ayağa kalktım. Bana sarıldığına karşılık verip, arabadan yeni inen kadına selam verdim. Tesettürlü yirmili yaşlarının ortasında bir kadındı. Muhtemelen aynı yaştaydık ya da bir kaç yaş büyüktü. Elini uzatıp

“Merhaba ben Nisa” dediğinde bende kendimi tanıttım. Güler yüzlü samimi bir kadına benziyordu. Suay “Ben ömrümde bu kadar poşeti bir arada görmedim İncik” dediğinde Nisa ve ben sesli bir şekilde gülerken, poşetleri arabaya taşımaya koyulduk.

“Şimdi sırada ayakkabı var. “ dediğimde kafasını sallayıp arabaya bindi. Nisa da bindiğinde arka koltuğa oturdum. Araba hareket ettiğinde Nisa arada bana sorular soruyor samimiyet kurmak adına ortak noktalar arıyordu. Bende oma karşılık verince en az Suay kadar sevmiştim onu. Yaklaşık on dakika sonra bir ayakkabı mağazasında durduğumuz için indik. İçeriye girdiğimizde benimle aynı boylarda genç bir kız yanımıza gelip bizimle ilgilenmeye başladı.

Ben siyah üzerinde simleri olan bir ayakkabı beğenmiştim Zeynep için. Yaklaşık on çocuğa ayakkabı beğenip, aldığımda kızlarında aynı benim gibi alışverişlerini bitirdiğini görünce kasaya gittik. Burada ki adam sorgulamadan işini yapmıştı. Ben hepsini ödemeyi teklif etsem de kızlar kendi aldıklarını ödeyip, arabaya bindiler.

“Yusuf ağabeyi aradım oda gelmek istedi ama izin günü olmadığı için gelemedi. Oyuncakları seninle birlikte almak istediğini de söyledi “ Suay'ın imalı sesiyle yanaklarım kızarırken, imalı sesini umursamamaya çalıştım. Tam cevap verecektim ki telefonuma gelen bildirim sesiyle telefonuma odaklandım. Tanımadığım bir numara mesaj göndermişti

Bilinmeyen Numara: Duydum ki çocuklar için alış verişe çıkmışsın. Zeynep’e oyuncak ayı sözüm var.

Bilinmeyen Numara: Sakın bensiz alayım deme! Birde gitmeyi aklından çıkar İstiridye güzeli...)

Mesajını okurken Suay'ın ima dolu çığlığını duymamla bakışlarım ona döndü.

“Görüyorsun değil mi Nisa nasıl gülüyor. Sen abayı yakmışsın kızım. İyiki vermişim numaranı. Ben nikah elbisemi ayarlayayım” dediğinde Nisa kıkırdayıp, bana baktı “Hak veriyorum. Otuz iki diş sırıtıyor resmen. Kim bu şanslı bey” dediğinde kendi aralarında konuşmaya başladılar.

Bende numaranın üzerine tıklayıp Kahve adam diye kaydettim onu. Mesajına cevap vermezken, kızların bir kafenin önünde durmalarıyla bakışlarım onları buldu. Ne ara plan yapmışlardı anlamamıştım. Fakat yinede onlara uyup indim arabadan. İçeri girdiğimizde cam kenarı bir yere geçtik. Kızlar bir şeyler söylerken Suay bana da kendi yediğinden söylemişti. Siparişler geldiğinde Nisa bana dönüp,

“Sen ne işle meşgulsün İnci “ Sorduğu soruyla, gülümsedim. İstanbul üniversitesi hukuk mezunuydum yani zor bela mezun olmuştum. Çünkü eğitim gördüğüm süre boyunca görevlerde de yer almıştım. Aslında üniversite şartı sunmamışlardı Selim ve ben her ihtimale karşı meslek sahibi olmak istemiştik. Ötekiler bizim gibi düşünmeseler dahi şimdi işi bıraksalar ömür boyu hayatlarını idame edecek kadar paraları vardı. Tabii paraya güvenip işi bırakmıyorlardı, çünkü bu işte hâlâ kalmamızın sebebi vatan sevgisinden başka bir şey değildi.

“Ben Hukuk okudum şuan da İstanbul’da bir büroda Avukatım. “ avukat olduğum yalan değildi. Ama avukat olarak çalıştığım tamamen yalandı. Suay benim mesleğimi babasından ötürü az çok bildiği için sesini çıkarmadı. Nisa başını sallayıp,

“Ne güzel benim de erkek kardeşim hukuk okuyor. Her aradığımda bölümü bırakacağından bahsedip dursa da son sınıfa kadar sapa sağlam geldi” söylediği şeyle güldüm. Gerçekten zor bir bölümdü. Öyleki iki yetmişlik bir ortalamayla mezun olmuştum. Nisanın kardeşi hakkında konuşurken saatin epey geçtiğini fark eden Suay

“Kalkın hadi geç kalacağız” dedi hesabı ödeyip kalktık.

Şimdi zaman otuz çocuğun sevinç çığlıklarına gelmişti.

Yurda geldiğimizde tedirgindim. Çünkü dün Yusuf Asaf beni Eslem diye tanıtmıştı. Zeynep’le önce ben konuşmalıydım. Aksi halde Suay bir terslik olduğunu anlardı. Tabii o duruma terslik olarak bakmaz beni bağrına basardı orası ayrı. Müdüre hanımım odasına girdiğimizde bizi gülümseyerek karşıladı. Hepimizle selamlaşırken koltuklara oturduk. Bir kaç durumdan bahsettiğinde onu dinlemiyordum. Aklım Zeynep’teydi. Ellerimi dizlerime vurup,

“Ben Zeynep'le özel olarak görüşebilir miyim” kadın telaşıma anlam veremeyip, ayağa kalktı onunla birlikte kızlarda ayaklanırken iyice telaşlanmıştım. Ama yüzümde mimik oynamadığına emindim. Suay'a dönüp

“Siz bahçede hediyeleri hazırlayın ben de çocuklarla geleyim” dedim kızlar beni onaylayıp çıktıklarında müdire hanımım peşine takıldım. Zeynep'in kaldığı odaya geldiğimizde öteki çocuklar kendi aralarında oyun oynarken Zeynep, yatağın bir köşesinde oturuyordu. Beni fark etmediği için usulca yanına yaklaşıp yanına oturdum. Hâlâ yüzüme bakmıyordu. Kalkıp gitmediğim için siniri bozulmuş olacak ki

“Oyun oynamak istemiyorum. Resim çizmekte istemiyorum ve arkadaşta edinmek istemiyorum “ diye bağırdığında yanağını tutup kendime çevirdim beni görünce asık yüzü bir anda kocaman bir gülümseme ile açılmıştı.

“Eslem abla” diye boynuma atlarken müdire hanıma baktım. Ona kendimi İnci diye tanıtmıştım. Şimdi Zeynep'in bana farklı bir isimle sesleniyor olması garibime gitmişti. Buraya gelmeden önce bu durum tamamen aklımdan çıktığı için Yusuf Asaf'a en içten küfürlerimi iletiyordum. Umarım telepati yoluyla bunları duyardı.

“Arkadaşım bana Eslem der. Dün de onunla geldiğimiz için adımı Eslem sanıyor. “ kadın söylediklerime inanmasa da başını salladı. Bense Zeynep’e dönüp durumu açıklamaya koyuldum.

“Ufaklık dün Yusuf ağabeyin sana adımı yanlış söyledi. Yeniden tanışalım mı” kafasını hızla sallayıp minik ellerini uzattı. Bu hareketi beni güldürürken bende elini sıktım.

“Merhaba ben Zeynep senin adın ne “ resmen laf cambazı bir kızdı. Beyza ile onu muhakkak tanıştıracaktım. Suayla da anlaşacakları aşikardı.

“Benim adım da İnci. Sen neden kimseyle oynamıyorsun. “ diye sorduğumda yüzünü astı. Az önceki gibi yatağın öteki tarafına gidip ellerini kucağında kavuştururken kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Onu duymak için iyice yaklaştığımda, hemen sustu sadece “özledim” dediğini duymuştum.

“Kimi özledin “ bir süre sessiz kaldığında daha fazla sessizliğe dayanamamış olacak ki tekrar bana döndü

“Annemi. Burada ki çocuklar dedi ki ben başka birinin kızı olacakmışım. Başka birine anne diyecekmişim. Ama benim annem var zaten “ gözleri dolduğunda onu kendime çekip sarıldım. İmkanım olsa ben evlat edinirdim, ama buna imkanım yoktu. Gerçi yuva kuracak bir kocam da yoktu. Ama konumuz bu değildi.

“Biliyor musun bende senin yaşlarındayken yurtta kalıyordum. Sonra beni de bir aile gelip aldı. Bana kızım dediler, ben onlara uzun bir süre anne baba demedim ama bunu gerçekten çok istediklerini bildiğim için onları kırmadım. “ dedim sözlerimin hepsi yalandı. Benim dosyamı inceleyen aileler benimle görüşmek istediğinde hiç bir sorularına cevap vermiyor, sürekli ağlayıp kendimden soğutuyordum. Kabul ettiğim tek kişi teşkilattan gelen insanlar olmuştu.

“Yani onlara anne baba demek zorunda değil miyim” kafamı iki yana salladım. Zaten Zeynep’i almak isteyen biri olduğunda derinlemesine araştırma yapacağım için sorun yoktu. Kötü anlayışsız bir aileye girmesine müsaade etmezdim. Ayağa kalktığımda elini tutup onu da kaldırmıştım. “Nereye gidiyoruz” diye sorsa bile cevap vermedim. Biraz sonra sevinçten çığlık çığlığa bağıracağı için heyecanlanmıştım. Öteki çocuklara dönüp

“Çocuklar Zeynep’in size bir sürprizi var hadi bahçeye” diye bağırdığımda hepsi koşarak oraya gitmişti. Zeynep şaşkın bir sesle

“Ben bir şey yapmadım ki. “

“Yaptın yaptın ama haberin yok hadi gidelim bizde” peşime takıldığında ben ondan daha heyecanlıydım.

Bahçeye çıktığımızda çocukların elinde gördüğüm hediyelerle kaşlarım çatıldı. Çünkü bizim aldıklarımız dışında ellerinde çeşit çeşit oyuncaklar vardı. Zeynep elimi bırakıp,

“Yusuf ağabey” diye bağırdığında bakışlarım onu buldu elinde kocaman siyah bir ayıyla, bize doğru geliyordu. Yarı yolda Zeynep onu yakalamış kucağına atlamıştı. Beni görünce bile bu kadar sevinmemişti. Biraz alınsam da belli etmedim. Çünkü şuan Yusuf'u gördüğüme çok sevinmiş olsam da isim konusunda ona sinirliydim. Zeynep'e ayısını verdiğinde elinde orta boylarda bir kutu tuttuğunu fark ettim. Muhakkak Zeynep için aldığı başka bir hediyeydi. Yanıma geldiğinde Zeynep'i bıraktı. O yanımızdan ayrıldığında tam konuşacakken onu susturdum

“Sakın bana istiridye güzeli deme, sana sinirliyim”

“Amazon kadın moduna girdin yani. Olur ben onu da severim” söylediği şeyle yanaklarım kızarırken yüzümü keyifle izliyordu. Elimi yanaklarıma götürüp. Isıyı azaltmaya çalıştım. Bu halim onu güldürürken, aramızda ki mesafeyi kapatıp elindeki kutuyu açtı. İncilerden oluşan papatya desenli bir kolye vardı onun altında da Özdemir Asaf’ın şiir kitabı

“Sinirli olduğunu tahmin edip, sana da hediye aldım. Takı takmayı seviyorsun. Boynunu hiç boş görmedim. Belki bunu da seversin” dediğinde kolyeyi avucuma bıraktı. Beni bu denli incelemiş olması hoşuma gitmişti. Elimdeki kolyeyi iç cebime koyup,

“Yo aslında o kadar da sevmem. Ama kolyeyi düşünüp almışsın kabalık etmeyeceğim. Teşekkür ederim “ deyip ondan uzaklaştım. Kitabı ise vermesine müsaade etmemiştim. Çünkü biraz daha kalırsam heyecandan ölecektim. Kızların yanına yaklaştığımda Nisa çocukları muayene ediyordu. Arif’in’ de onun yakınlarında olduğunu görünce ekibin komple geldiğini gördüm. Çocuklar Zeynep’in etrafına toplanmış, ona teşekkür ediyorlardı. Onlarla samimi olsun diye böyle bir şey yapmıştım. Ve sanırım başarılı olmuştum.

“Senin işin değil mi” Yusuf’un sesini duyunca bakışlarımı onlardan çektim. Yusuf’a baktığımda gülümseyerek çocukları seyrediyordu. Kafamı salladığımda bana döndü. Karşı karşıya duruyorduk.

“Geldiğimde kimseyle oynamıyordu. Eğer böyle bir şey yaparsam alışır onlara sandım” dediğimde gülümsedi. Kitap hala elinde duruyordu. Benim Özdemir Asaf hayranlığımı bildiği için onu özellikle bana vermiyordu. Çünkü kıvranmam daha çok hoşuna giderdi. Yüzüne baktığımda tamda düşündüğüm gibi olduğunu gördüm. Keyifle bana bakıyordu. Ama istediğini alamayacaktı. Onu orada bırakıp, boş bir banka oturdum. Tabii ki beşimden gelip yanıma oturmuştu. Kitabı kucağıma bıraktığında gülümsedim. En sevdiğim şiir kitabı bu olabilirdi. İçini açıp kokladığımda küçük bir fotoğrafın düştüğünü gördüm. Elime alıp incelediğimde, Yusuf’un habersiz çekilmiş bir fotoğrafı olduğunu gördüm. Şaşkın bakışlarım onu bulduğunda kafasını iki yana sallayıp,

“Ne benden hoşlanıyorsun diye verdim. Görevlere çıktığımda özleme diye” alayla söylediği şeyle omzuna yumruk attım. Tam konuşacakken benden önce davranıp,

“İnce düşünceli bir adam olduğumu biliyorum. Bugün muhakkak birlikte bir fotoğraf çekilelim. Senin için yani anı biriktir diye” gözlerimi çevirsem de kendimi gülmekten alı koyamadım. Artık adama nasıl bakıyorsam ondan etkilendiğimi hemen anlamıştı.

“Belki sonra “ dedim. Ben de onun gibi alaya alarak.

“Sakın bir şey bırakma yarına yarın yok ki” dediğinde sesli bir kahkaha attım. Annesi ya da babası ona Asaf ismini verirken ne düşünüyordu bilmiyorum ama Yusuf, Özdemir Asaf’ın ta kendisi olmuş gibiydi. Elimdeki fotoğrafı çantama koydum. Bizim için her şey çok hızlı gelişmişti. Önce bir kafede çay içerken gördüğüm adamın daha sonra iş için gittiğim kışlada asker olduğunu öğrenmiştim. Karşılıklı birer bardak çay içemeden dağda terörist avlamıştık. Üstelik benim ailemi öğrenmemle de aramızda ki tüm konu oraya evirilmişti. Bana nasıl yaklaşması gerektiğini bilmediğini görüyordum.

“Yeniden tanışsak ya biz” dediğim şeyle gülümseyip kucağımdaki kitabı kaptı. Ne yaptığını anlamaya çalışırken, ayağa kalkıp boğazını temizledi.

“Özdemir Asaf’ı seviyorsun demek” ilk karşılaşmamız aklıma gelince güldüm. Bende onu taklit ederek

“Nereden biliyorsun belki de sadece okuyanı beğendim” kendinden emin bir şekilde gülümseyip,

“Bu kaçınılmaz son zaten.” Deyip kendini övünce gülümsedim onun yanında resmen ağzım kulaklarımda oluyordu.

“Sanki böyle bir şey söylememiştin.” Dediğimde bana aldırmayıp, kitabı ellerime bıraktı. Tam bir şey diyecektim ki çalan telefonumla arayana baktım. Yılmaz komutan arıyordu. Beklediğim haber olsun diye dua ederken buldum kendimi. Hemen cevapladığımda sesi kulaklarıma doldu

“İnci sorguyu ayarladım. Kışlaya gel” telefonu suratıma kapatınca omuzlarımı dikleştirip, Yusuf’a baktım.

“Tanışamadık yine “ dediğimde sesli bir şekilde kahkaha attı

“İlk buluşmamız dağda olmuştu. Hatırlıyorsun değil mi sırt sırta şerefsiz vurmuştuk. Bizden çokta normal bir çift olmaz gibi” bende sesli bir şekilde gülerken. Ayağa kalktı. Elini uzattığında hemen tutup, bende kalktım.

“Yılmaz komutan. Seçkininin sorgusunu ayarlamış kışlaya çağırıyor. Baştan söyleyeyim, sorgular da biraz acımasız olabiliyorum. Üstelik arkadaşımın katillerinden biri o kansızken vicdanımı burada bırakmaya da oldukça niyetliyim.” Dudakları iki yana kıvrılırken,

“Sanırım buna fazla inanmıyorum “ dediği şeyle yüzümde mimik oynamadı. Bir saat sonra ne kadar ciddi olduğumu anlayacaktı.

✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*✧・゚: *✧・゚:*

“Vay Nehir hanım ya da adın her neyse” sorgu odasına girdiğimde karşısına oturmuştum. Önümdeki çeşitli işkence aleti bu adamın üzerinde hiç kullanılmamışa benziyordu. Yüzünde bir kaç yumruk morluğu hariç bir şey yoktu. Sanırım çok insancıl davranmışlardı. Ellerine ise bir şey geçmediği belliydi.

“Nehir ya. Özledin mi beni” dediğimde masanın üzerinde ki bıçakla oynuyordum. Beni hafife aldığı için, suratıma alayla bakıyordu.

“Hem de nasıl. Ama sende erken gittin be güzelim. Eğlenemedik seninle. Ama sözüm olsun, buradan kurtulduğumda sana yapacaklarım aklının ucundan bile geçmeyecek. Canın yanacak ama benim eğleneceğimden emin olabilirsin. “ sustuğunda suratına alayla baktım. Elimdeki bıçağın tersini omuzlarına sürterken, vücudunun gerildiğini yüzünde çıkan damarlardan anlamıştım. Bıçak omuzlarında gel git yapıyorken, arkasına geçtim.

“Cık cık cık Seçkin aldığın zıkkımların etkisi bu kadar derin mi sahiden. “ dediğimde kahkaha attı. Ama sesinde ki korkuyu anlayabiliyordum.

“Sana deneteyim bir gün, mesela baş başa kaldığımız bir gün. Onun etkisiyle sana yaptıklarımdan belki sende keyif alırsın. Ah Nehir tüm benliğinle benim olmanı ne kadar isterdim” dediğinde sorgu odasının kapısına tekme atılınca daha da sırıttı

“Ağır ağabeyleri kızdırdık sanırım. “ dediğinde elimdeki bıçakla omzunu kestim. Çok derin kesik atmamıştım ama canı nazik olmalıydı ki tiz sesi kulağımda yankılanıyordu. Elleri bağlı olduğu için bana karşılık vermek için can atsa da yapamadı. Masayı biraz ileri çekip karşısında durdum. Elim kanlı gömleğinin düğmeleri ne gittiğinde acı dolu da olsa bir kahkaha patlattı

“Hadi ama burası pek uygun değil. Seni benim odama götüreceğim” dediğinde yüzümde mimik oynamadı gömleğini çıkardığımda, ileriye ittiğim masanın üzerine oturup, yüzüme bir tebessüm yerleştirdim.

“Şuan kalbini söküp elimde oynamak için deliriyorum. Ama ben bunu yapmadan önce senin bir takım şeyleri ötmen gerekiyor. “ sustuğumda elimdeki bıçakla teninde yaralar açmaya başladım. Bıçağın sivri ucu göğsünde dairesel hareketlerle geziniyor, pek derin kesikler atmadığım için fazla kanamıyordu. Ama bıçak ucu dişli olduğu için canı bir hayli yanıyor olmalıydı. Neredeyse gözünden yaş gelecek adam için içimde zerre merhamet yoktu.

Ellerimle saçlarını kavrayıp bıçağı korkutmak için gözüne tuttuğumda korkuyla haykırdı. Saçlarını bırakıp, elimle göğsünde açtığım yaralara bastırdım. Acı içinde kıvranırken,

“Nasıl kadınsın sen, vicdanın nerede O Fatih denen bile bu kadar acı çekmemiştir “ deyip Fatih’i ağzına dolamasıyla, elimdeki bıçağı sert bir şekilde sol omzuna batırdım. Acı içinde haykırdı.

“Şakam olmadığını anladığını düşünüyorum” dediğimde başını hızla salladı. Bu kadardı işte bunlar. Öyle tehdit falan işe yaramazdı. Çünkü bu itler kendileri hariç herkese düşmandı.

“Hayır ama bu kadar değil. Hemen pes ettin sende. Daha dişlerini sökecektim. Tabii tırnakların da sökmek istiyordum. “ dediğimde korkuyla bağırıp sandalyesini ileri attı. Ona bir adım yaklaştığımda

“Alın bu manyak kadını buradan. Ne biliyorsam anlatacağım” dediğinde yüzümü asıp

“Ama Seçkin hep senin eğlence anlayışlarından konuştuk. Birazda ben konuşayım ne olur sanki” dediğinde iplerden kurtulmak için çırpınırken yere düştü. Aklıma gelen Fatih’in yüzüyle öfkemin dinmediğini fark ettim karnına sert bir tekme atarken saçlarından tutup yüzünü kendime çevirdim.

“Ulan benim arkadaşım dünya iyisi biriydi lan. Evlenecekti” dediğimde yüzüne bir yumruk savurdum. Süveydanın ağlamaktan perişan olmuş yüzü geldi aklıma daha da öfkelenip burnuna savurduğum yumrukla kemik kırılma sesi duymuştum.

“Sevdiği vardı. Hayalleri vardı. Sen hepsini aldın elinden. O pis ellerinin parmaklarını kırmadan bana rahat yok. Anladın mı beni” diye bağırdığımda içeri giren Yılmaz Komutan ve Harun adamı elimden zor almıştı. Bir yandan deli gibi ağlıyor bir yandan da ona tekme atmaya çalışıyordum. İçeri Yusuf Asaf girdiğinde belimden kavrayıp dışarı çıkardı beni. Kafamı omzuna koyduğumda ağlamam şiddetlendi. Bu acı geçmiyordu. Hep bir yerde bekliyor, en olmaz zamanlarda ortaya çıkıyordu. Yusuf Asaf sırtımı sıvaçlarken bir yandan da telkin edici şeyler söylüyordu. Ama bu acının tesellisi olmadığını en iyi o bilirdi. Ondan ayrıldığımda yüzüne baktım. Gözleri kızaran adamın benden pek bir farkı yok gibiydi.

“Özür dilerim öfkeme hakim olamadım.” Kafasını iki yana sallayıp

“Kim olsa aynı şeyleri yapardı. O itin sana söylediği şeylerden sonra bende ufak çaplı bir kriz geçirmedim değil” diyerek yamulmuş kapıyı gösterdi. Şaşırdım desem yalan olurdu. Çünkü adım gibi emindim o sesin Yusuf’tan geldiğine.

“Bizden olmaz gibi. Baksana ben yakarken sen benzin dökmek için kendini paralamışsın” dudakları yukarı doğru kıvrıldı

“Aksine tam da bizden olur bir kere mayalarımız aynı. “ söylediği şeyle bende gülerken elimi yanağına götürdüm. Temasımla kasılan yüzüyle yutkundu. Deliksiz bir şekilde arkamda bir yere bakıyordu. Elimi yüzünden çektiğimde arkama döndüm, gördüğüm kişiyle bende aynı onun gibi yutkundum. Çünkü karşımda Yılmaz komutanın ta kendisi duruyordu. Bize bir adım yaklaştığında Yusuf’a bakmadan

“Git ve odamda bekle” verdiği emirle bir süre daha orada kalmak Yusuf’u kurtarmak istesem de başaramadım. Çünkü karşımdaki adam boru değildi, koskoca Yarbaydı ve ne kadar henüz kabul edememiş olsam da benim babamdı.

Odasına girdiğimde az önce yaşanan ufak sinir krizini atlatmıştım. Yaklaşık on dakika sonra Yılmaz komutan içeri girince hemen ayağa kalktım. Eliyle oturmamı işaret ederken gerisin geri yerime oturdum. O da yerine oturduğun da bir süre bir şey demeden beni izledi. Kızgın gibi görünmüyordu, bana bakarken takındığı o ifade vardı yüzünde.

Şüphe.

Benim en iyi bildiğim şeydi. Zekamın yetmediği yerlerde şüphem devreye girer, beni olmadık durumların içinden çekip alırdı. Onda da aynı şeyi görüyordum.

Sanırım zekamı ve karakter eğilimimi bu adamdan almıştım. Yüzüm ne kadar Yeşim Hanıma benzese de karakterim tam manasıyla, Yılmaz komutandı.

“Anlamıyorum.” Sesini duymamla merakla ne diyeceğini dinlemeye koyuldum.

“Normalde içerdeki hâlin için seni tebrik etmek gerekirken, senin adına endişeleniyorum. Bunun senin mesleğin olduğunu, defalarca böyle durumlarla belki daha kötüsüyle karşı karşıya kalabileceğini biliyorken, bu işte olmanı istemiyorum. Evet bir yanım çok başarılı olduğun için seninle gurur duyarken bir yanım sana karşı hattinden fazla sevgi ve merhamet dolu. “ sustuğunda kederle yüzüne baktım. İşte şimdi başlıyorduk. Benim kızı olduğumdan şüpheleniyordu. Ve işimin riskli olmasından yakınıyordu. En korktuğum şeyde buydu. İşim ve ailem arasında kalmak.

“Suay Polis olmak istiyordu” konuşmaya başladığında sessizce onu dinlemeye koyuldum. “Kendi kızımın önüne engel koydum. Neden biliyor musun, çünkü alacağı en ufak darbe benim ölüm sebebim olurdu. İster bencillik de ister başka bir şey, ben kızıma olan sevgimden o incinmesin diye önüne engel koyacak kadar ileri giden bir babayım. ” Dediğinde hiç şaşırmamıştım. Yüzüme baktığında tekrar o ifadeye büründü.

“İnci sana bu işi yapma demeye hakkım yok. Ama risk gördüğünde geri adım atmayı ihmal etme. Bazen geri dönmek, sandığın kadar kötü değildir “sustuğunda başımı olumlu anlamda salladım. Onunla daha fazla konuşmak istiyordum. Fakat biraz daha onu dinlersem içimdeki sert kabukların yok olacağını biliyordum. Bir süre sustu sonra gitmeme müsaade edip, bakışlarını önündeki raporlara çevirdi. Bir şey söylemeden ayrıldım oradan.

Dışarı çıktığımda derin bir nefes aldım. Zor geliyordu. Gözlerinde gördüğüm evlat acısı, evlatları olduğumu bilmeden beni korumaya çalışmaları, en kötüsü de onları suçlayacak tek bir şey yapmamış olmaları, beni derin düşüncelere itiyordu.

Ne olacaktı kızı olduğumu öğrendiğinde Suay'ı engellediği gibi beni de mi engelleyecekti? Tüm ömrüm bu iş için feda olmuşken, tüm emeklerimi korktuğu için heba mı edecekti. Bu iş benim kimliğim olmuştu. Kendimi teşkilat dışı bir yerde hayal edemezdim. Yılmaz komutan da bunu bilmemeliydi. Eğer kızı olduğumu bilirse, yanında kalmam için her şeyi yapacağına emindim. İzimi bir şekilde kaybettirmeliydim. Ya Yusuf ne olacaktı, hayatımda ilk kez bir adama bu kadar yakın hissetmişken, ailem beni öğrenmesin diye onu da mı bırakacaktım. Bunu belki şimdi yapabilirdim, peki ya ona iyice alıştığımda ne olacaktı. Koca bir hiçlik içinde kaybolacaktım. Kafam o kadar karışıktı ki Yaşlı Kurta ihtiyaç duyduğumu hissediyordum. Beni doğruya yönlendirmesine, içimde ki garip duyguları bertaraf etmesine ihtiyaç duyuyordum.

Telefonumu çıkarıp, Yiğit’i ararım. Her ne kadar beni görevlerden uzaklaştırdığı için ona kızgın olsam da. Yardıma ihtiyaç duyuyordum. Belki bana Eğitmenimin numarasını verebilirdi. Telefon bir kaç çalışta açıldı.

“Azar çekmek için aradıysan, yarın geleceğiz zaten. Bir kaç saat daha idare et “ neşeli sesi kulağıma dolduğunda onu umursamadım.

“Eğitmenime ulaşmam gerekiyor, bana numarasını bulabilir misin” dediğimde derin bir nefes alıp,

“Bulamam çünkü iki gün önce kendisiyle bizzat konuştum. Nerede olduğunu sordu. Muhakkak şuan Şırnak'ta o seni bulacaktır” dediğinde gülümsedim. Beni hiç bırakmayacağını biliyordum. Gözü hep üzerimdeydi. Şuan burada olmasına da çok sevinmiştim.

“İnci ihtiyarı fazlaca sevdiğini biliyorum. Onun da sana olan sevgisinin farkındayım. Fakat onun teşkilat için harcamayacağı kimse olmadığını unutma. İyi bir istihbaratçısın senden vazgeçmek istemeyecek. Aileni bulduğun için kafanın karışık olduğunu biliyor. Eğer sana seçim yapman için ısrar ederse... “ sustu bu konuda onunda verecek bir cevabı olmadığı aşikardı. Eminim işimi seçmem için can atıyordu. Fakat ben bir tercih yapmak istemiyordum. Ayda yılda bir de olsa ziyaret edeceğim bir ailem olsun istiyordum. Fakat onlar bana hasret kaldıkları için bu durumu kabul etmeyeceklerdi. Üzülsünler istemiyordum. Yirmi altı yaşında kendi kararlarını verebilecek yaşta bir kadındım. Beni birinin yönlendirmesine elbette ihtiyacım yoktu. Tabii içinde olduğun durum bu kadar kargaşa halinde olmasaydı.

“Tercih senin İnci. Kimsenin seni yönlendirmesine izin verme. Belki de sandığımız gibi olmaz. Kimse seni bir seçime sürüklemez. “ az önce Yılmaz komutanın söylediklerini bilmediği için bu kadar rahattı. Onunla vedalaşıp telefonu kapattım.

Kendimi bahçedeki bankların birine attığımda yeni yeni kararmaya başlayan havayı görünce kafamı gökyüzüne çevirdim. Yıldızlar, şimdi sönük dursalar bile muhtemelen yarım saat sonra ışıl ışıl olacaklardı. Burnuma gelen kahve kokusuyla gözlerimi yumdum. Sanırım tam arkamda duruyordu.

“Ne kadar süre daha orada bekleyeceksin” dedim gözlerim hâlâ gökyüzünde belirginleşmeye başlayan yıldızların üzerindeyken. Yanıma oturduğunda bakışlarını üzerimde hissediyordum.

“Bazen istihbarat mensubu olduğunu unutuyorum. Fakat ben olduğumu nereden bildin “

“Kahve kokuyorsun. “ Gözlerimi ona çevirdiğimde gülümsedi. Gözlerimin önüne gelen perçemlerimi kulağımın arkasına sıkıştırdığında, yüzümdeki tebessüm silinmemişti. Elleri bir süre saçlarımda oyalandığında, aramızda sessiz bir sohbet var gibiydi. Konuşmuyorduk fakat gözlerime baktığında çok fazla şey anlayabiliyordum. Sessizliği o bozdu

“Sen kendi kokunun farkında mısın? Limon çiçeği gibi kokuyorsun. Senin yanında kokunu her aldığımda kış ayında baharı yaşıyor gibiyim. “ sözleri bittikten sonra bakışlarımı yeniden göğe çevirdim iyice kararan havayla kızaran yanaklarımı görmediğine emindim. Utandığımı fark etmiş olmalı ki keyifli sesiyle

“Sanırım sen haklısın, böyle utanırsan pek iletişim kuramayız gibi. Ben başka kızlara bakınayım” söylediği şeyler yüzümdeki tebessüm silinirken ona döndüm. Bakışlarımı ifadesiz tutarken,

“Dilersen boynunu da kırabilirim” dudakları kıvrıldı. Ellerini dizlerine vurup

“Oldu o zaman boynum bedenimden ayrılmadan seni eve bırakayım. Yılmaz komutan bu gece eve gelmez” dedi ve elini uzatıp kalkmamı bekledi. Elini tutup kalktım.

Arabaya bindiğimizde ikimizden de ses çıkmıyordu. Suratımda silemediğim tebessümle yan koltuğunda oturuyordum. Yarın sabah arkadaşlarım gelecekti, fakat ben onlara otel ayarlamak yerine burada Kahve Adamın etkisinde otuz iki diş sırıtıyordum. Beyza otel ayarlamadığımı öğrense beni çiğ çiğ yerdi. Hemen telefonumu çıkarıp, benim ayrıldığım otelden hepimize yer ayırttım. Yılmaz komutanın evinde daha fazla kalmak istemiyordum. Üstelik Beyza da tek kalmak istemezdi.

“Otel mi? “ Yusuf’un sorgu dolu sesiyle ona bakmadan başımı salladım.

“Arkadaşlarım Seçkin davasını yakından incelemek istediler. Bir kaç hafta daha buradayız” sözlerimle kaşlarının çatıldığını hissediyordum. Çünkü gitmemi istemiyordu. Bir süre bir şey demese de arabayı durdurduğunda kilitli kapıları açmadı. Bende açmadı için bir komutan vermedim. Ama sessizliği de daha fazla sürdürmedim

“Yusuf, biliyorum onlara durumu açıklamamı istiyorsun. Daha öncede söylediğim gibi, işime karşı çıkacaklar. Beni yanlış anlama eğer onların yerinde ben olsaydım, bende uzun süre öldü bildiğim kızımdan ayrılmak istemez, böyle bir işte çalışıyorsa onun için endişelenirdim. Ama benim açımdan bakarsan tüm ömrümü verdiğim işim tanımadığım ailemin önüne geçiyor” sustuğumda kafasını olumsuz anlamda salladı

“Onları tanımak için çaba harcamıyorsun. Çünkü onlara alıştığında işin ve onlar arasında ki tercihini onlardan yana tutacaksın. İnci yirmi altı yaşında genç bir kadınsın. Seni kimse ben ya da ailen yönlendiremez. Yanındayım istiridye güzeli eğer istemediğin bir şey yapmak zorunda kalırsan, kendi komutanım dahi olsa karşı çıkarım. Ne olur onlardan bunu daha fazla saklama” sesi oldukça ılımlı çıkıyordu. Kafamı olumlu anlamda salladım en azından düşünecektin. Kafam şuan allak bullaktı. Kilitleri açtığında bir şey demeden arabadan indim. Tam eve girecektim ki binanın sağ tarafında eski bir karavanın içinde köfte satan İhtiyarı gördüm..

Evet ihtiyar gözlerim sevinçle dolarken hızlı adımlarla oraya doğru ilerledim. Karavanın yanında bir kaç masa vardı. Bir kaç müşteri yemek yerken, bende ona en yakın masaya oturdum.

“Ustam bana da bir çeyrek” dediğimde gülümseyerek başını kaldırdı. Beni gördüğünde tebessümü genişlerken,

“Soğan olsun mu”

“Soğansız olmuyor be ustam” başını sallarken hâlâ gülümsüyordu. Bu tezgahı hangi ara kurmuştu, bilmiyorum ama onu çok özlediğim belliydi. Müşteriler tek tek gittiğinde saat neredeyse on bir olmuştu ama bana hâlâ köfte ekmeği vermemişti. En son müşteride kalktığında elinde iki köfteyle masaya geldi.

“Soğansız olmuyor ha deli kız” köfteleri masaya bırakmasıyla ayağa kalkıp boynuna sarıldım.

“Olmuyor ustam sensiz olmuyor. Yolumu kaybediyorum. “ elleri sırtımı sıvaçlarken benden ayrıldı. İkimizde masaya oturduğumuz da benim için ayırdığı köfteyi ağzıma aldım. İçinde soğan olmadığını anlayınca gözlerim doldu. Çünkü ben soğan sevmezdim, ve bu adam bunu unutmamıştı. Babam gibiydi işte babaydı.

“Ağlayacak mısın.. “ gözündeki gözlükleri düzeltti, kısık gözlerle bana baktığında önündeki peçeteyi uzattı

“Ağlıyorsun ha. Soğan sadece çocuğum. Çocukken yemezdin koymadım ondan” söylediği şeyle güldüm soğan yok diye ağlamadığımı çok iyi biliyordu. Kelime oyunlarını fazlaca seven bu adam, Allah bilir ne anlatıyordu.

“Unutmamışsın. İhtiyar seni onlar gönderdi değil mi” usulca kafasını salladı. Bu üstlerin işiydi, onu gönderip, durumu gözlemliyorlardı. İşi bırakmam onlar için de kötü olacak gibiydi. Çünkü bir istihbaratçı kolay yetişmiyordu.

“Onlar elbet, ama bilirsin bana kimse istemediğim bir şeyi yaptıramaz. Kızım ben buraya senin durumun için geldim. Kafan karışık hissediyorum.... “ kırışık ellerini ellerimle buluşturdu “ Seni ben yetiştirdim, onlar da biliyorlar senin de en az benim kadar dik başlı olduğunu. Bir seçim yapmak zorunda kalmayacaksın. Ailenle konuşacağım. Her şeyi ben anlatacağım. Elbet başta senden ayrı kalmak istemeyecekler, bu beş ay izni de ondan ayarladım” sustuğunda şaşkınca ona baktım. Beni görevden uzaklaştıranın o olduğunu bilmiyordum. Sesli bir şekilde gülerken elini elime vurdu

“Seni hâlâ şaşırtıyor olmak güzel. Şimdi söyle bana ne diyorsun. Her şeyi anlatayım mı? Usulca kafamı salladım. Buna onay vermesem de yapardı. Çünkü doğru bildiğinden hiç şaşmayan bu adam, yanılmış olacaksa bile denerdi.

“Sanki söyleme desem söylemeyeceksin sana güveniyorum. İşin sonunda mesleğimden olmayacaksam söyle. “ güldü gözünde ki gözlüğü çıkarıp önlüğünün cebine koydu. Köftesinden kocaman bir ısırık alıp, tek yanağı doluyken konuşmaya çalışmasıyla kendimi gülmemek için zor tuttum

“Her şey yoluna bulacak. Seni onlardan saklayarak yeterince kul hakkına girdim zaten. Bırakta kavuşturma sevabına nail olayım” dedi. Beni senelerce sakladığını biliyordum. On sekiz yaşımda ailemi bulduğunu söylemişti. Bende onlarla ilgilenmediğimi beni eğitmesi gerektiğini söylemiştim. Pişman değildim. İşimi seviyordum. Çünkü hizmet ettiği şey vatanımdı.

“Biliyorsun. Ben asla inandığım çizgiden dışarı çıkmam. Benim korkum onları kırmak. “ başını salladı. Biraz sonra ikimizde Köfteleri yemiştik. Yaşlı Kurt bir süre öylece yolu izledi. Ardından bana dönüp

“Kim o delikanlı” diye sordu. Kimden bahsettiğini anlamıştım. Beni buraya Yusuf getirmişti. Ve yılların istihbaratçısı elbette onunla buraya geldiğimi görmüştü. Onu umursamadım. Bunu genelde utandığım zaman yapardım. Bunu bildiği için üzerime gelmezdi.

“Ne zamana kadar buradasın” konuyu değiştirdiğimi anlayınca sesli bir şekilde güldü

“Ne yani sahiden görüştüğün bir adam mı var” demek ki beni bu gece oldukça zorlayacaktı. Bakışlarımı ondan kaçırdığımda önünde ki köfteden kalma kağıtları yüzüme fırlattı. Bunu yaparken de hâlâ gülüyordu.

“Ya ustam, kahraman bir Türk askeri sadece eve bırakmak istedi kabul ettim. “ serzenişimle daha da keyiflenirken kafasını olumsuz anlamda salladı.

“Ah çaylak, sadece seni denemiştim. Kimseyle görmedim seni. Fakat bu Kahraman Türk askerî ile tanışmak isterim. İki gün burada kalıp döneceğim getir onu bir köfte mi yesin” dediğinde yumruğunu gösteriyordu. Sesli bir şekilde gülerken yumruk yaptığı ellerini tuttum.

“Usta nasılsın. Ceyda abla nasıl kızı büyümüştür şimdi öyle değil mi” dedim. O beni biliyor uzaktan hep izliyordu. Fakat ben Ceyda’nın arada arayıp verdiği bilgilerle yetiniyordum. Evet Ceyda ile bizi arkadaş etmişti. Hayatımdan çekilmesinin nedeni ise benim onsuzda başarılı olduğumu kanıtlamaktı.

“17 oldu. Ceyda anlatmıştır belki boşandı o hayırsızdan. Neslihan öldükten sonra bana yerleştiler. Ondan gençliğimi esirgedim, bak şimdi ihtiyar halimle ilgileniyor” sonuna doğru kısılan sesiyle ellerini tuttum. Ceyda’nın ona bakmaktan gocunacağını sanmıyordum. Her telefon konuşmamızda babası ile ilgili yeni şeyler öğrendiğini söylüyordu. Birde sürekli ne kadar şanslı olduğumu vurguluyordu. Halbuki ben kendi öz babama baba diyemeyecek kadar şans yoksunu biriydim. Ama bir yönden de haklıydı Yılmaz komutanla geçiremediğim çocukluğu bu şahane adamla geçirmiştim. Onu baba bilmiştim. Çünkü en çok baba konusunda özlem duymuştum bir aileye. Elimdeki tek baba figürü de ihtiyardı. Bildiğim her şeyi ondan öğrenmiştim.

“Yaşlandıkça duygusal bir adam olmuşsun. Ceyda duysa ne kadar güler. O senin yanında olmaktan gocunmayacak kadar çok seviyor seni. “ sözlerimle kaşlarının çatıldı.

“Ben yaşlı değilim hanımefendi. Ayrıca kalk ve evine git. Yarın sizi ziyaret edeceğim” söyledikleri ile kafamı olumlu anlamda salladım. Ayağa kalktığımda ona sıkıca sarıldım. Bir şey söylememe fırsat vermeden elindeki boş tabaklarla karavana girdi. Bende daha fazla oyalanmadan siteye girdim. Saat on bir buçuk olmuştu. Evdekilerin uyuduğunu düşünüyordum. Anahtarım olmadığı için Suay’a mesaj atıp, kapıyı açmasını söyledim. On dakika sonra kapı açılınca,

“Kızım neredesin sen apar topar gittiniz kimse bir şey söylemedi” dedi. Yılmaz komutan aradıktan sonra hızla çıkmıştık. Haliyle onlara durumu açıklamamıştık. İçeri geçip oturma odasında ki koltukların birine oturdum. Yanıma gelip oturduğunda, bir şey söylememi bekliyordu. Daha fazla oyalanmadan,

“Kışlada işimiz çıktı. Pek mühim bir şey değil” sözlerimle yüzündeki merakı görebiliyorum. Ayaklarını bağdaş yapıp kucağına küçük kırlenti aldı.

“E neymiş bu mühim iş. Kızım sen avukat değil misin ne işin var kışlada. “ dediğinde güldüm. Hiç bir avukatın işkence ettiğini duymamıştım. Merakla bana bakarken, yanaklarını avucumun arasına alıp.

“Sana sıradan bir devlet memuru olmadığımı söylediğimi hatırlıyorum. “ dediğimde ellerimden kurtulup, saçlarını geri attı. Teması hiç sevmediği aşikardı. Ben de çok sevmezdim ama ablalık damarından mıdır nedir sürekli sevesim geliyordu. Evet yirmi dört yaşındaki kızı beş yaşında gibi sevesim geliyordu.

“Onu biliyoruz herhalde. Şey oluyor devletin istihbarat ajanları onlardan mısın? Ay havalı görevlere çıkıyorlar. Bellerinde silahları hep siyah giyimli oluyorlar” sustuğunda koca bir kahkaha patlattım. Anlaşılan küçük kardeşim fazlaca ajan filmi izlemişti. Ama benim silah taşıdığım yoktu. Tabii görevlere çıktığımda yanıma küçük bir tabanca alıyordum. Fakat onun dediği şeyle bir alakası yoktu. Sürekli bir hır gürün içinde değildim. Hır gür beynimin içindeydi.

“Saçmalama Suay biraz mantıklı ol. İstihbarat ajanı olsam sana söyler miyim ”kafasını olumsuz anlamda salladı.

“Söylemezdin ki söylemiyorsun da zaten. Buradan istihbarat mensubu olduğunu anlıyorum” havalı bir şekilde saçlarını geriye atıp, “Çünkü zeki bir kadınım. Bir şeyleri bilmem için öğrenmeme ihtiyaç yok. Şüphem ve kıvrak zekam yeter” sözlerini bitirip ayağa kalktığında gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Tam salondan çıkacakken tekrar bana döndü,

“İstihbarat mensubu birinin düzenli bir hayatı olmadığını duymuştum. Seni görebilecek miyim? Yani burada ki işin bittiğinde “ sesi çok hüzünlü çıktığı için kalkıp ona sarıldım. İşte bundan ölesiye korkuyordum. Bana alışıyorlardı ve onun da dediği gibi benim düzenli bir hayatım yoktu ondan ayrılmadan hemen önce “Elbette göreceksin. Hem beş ay daha buradayım. Yarın bir kaç arkadaşım ziyaretime gelecek, onlara otel ayarladım onlar için bir kaç hafta ayrılacağım evden” dedim. Güya bir kaç hafta kalıp gidecektim. Ama şimdi bu süre beş aya çıkmıştı. Az öncede dediğim gibi beynimin içinde hır gürden ibaretti.

“Hayır gitme. Beş ay boyunca seni burada ağırlamaktan gocunmayız. İnci arkadaşını da çağır o da bizimle kalsın. Zaten babam eve gelmiyor vaktinin çoğu kışlada geçiyor. Bizim için sorun olmaz” sözleri bittiğinde gülümsedim. Usulca kafamı salladığında sevinçle bana sarıldı. Beyza burada kalabilirdi. Erkekler ise otelde kalırdı. Benden ayrılıp, odaya gittiğinde bende daha fazla beklemeden uyudum. Yarın uzun bir gün olacağa benziyordu.

Sabah güneş ışıklarının yüzüme vurmasıyla oturduğum koltuktan kalktım. Tüm gün hiç uyumamıştım. İhtiyarın söylediği şeyleri kafamda evirip çevirmiştim. Bugün Yılmaz komutanı ziyaret edeceği ona her şeyi anlatacağı gündü. Onlar için yirmi altı yıllık hasretin bitmesinin günüydü. Bense hazır değildim. Şu hayatta en çok istediğim şey bir babam olmasıydı. Ama şimdi ölesiye korkuyor kendimi bu durumun içinden çıkarıp atmak istiyordum. Peki Yeşim Hanım ona içimden bile anne diyemiyordum. Hiç bir suçu olmamasına rağmen yıllarca ona beslediğim kini içimden atmıştım. Hatta onu seviyordum da fakat bir abla gibi bir dost gibiydi sevgim. Bu durum düzelir miydi onu anne gibi görür müydüm bilmiyorum. Bildiğim tek şey onlara hak ettikleri gibi davranacağımdı.

Aklımdaki düşünceleri bir kenara koyup, elimi yüzümü yıkadım. Saat neredeyse yedi olmuştu. Suay için kahvaltı hazırlayabilirdim. Saat sekizde okulda oluyordu. Ve uyumayı çok sevdiği için çoğunlukla aç gidiyordu. Yeşim hanım da ona yemek yediremediği için artık erken kalkmıyordu. Anladığım kadarıyla onun da kahvaltıyla pek arası yoktu. Benimse yemek yemekle aram çok iyiydi fakat yapması konusunda berbattım.

Dolaptan çıkardığım kahvaltılıkları masaya dizdim. Eğri büğrü olsa da salatalık ve domates doğradım. En son Suay'ın yerken gözleri parladığı tereyağlı omleti de yaptığımda masa hazırdı.

Suay’ın odasına girdiğimde tam da beklediğim gibi buldum onu. Elini yanağının altına almış cenin pozisyonunda uyuyordu. Usulca yanına gidip üzerini örttüğü battaniyeyi çektim. Ardından pencereyi sonuna kadar açtığımda üşüdüğü için çığlık atarak uyandı. Evet gözlemlerime göre soğuk havaya asla tahammülü yoktu.

“Kızım manyak mısın dondum” Elimdeki battaniyeye uzandığım da hemen geri çektim.

“Kahvaltı hazır mutfakta sıcacık ben Yeşim hanımı uyandırana kadar mutfakta ısınırsın “ elimdeki battaniyeyle birlikte Yeşim hanımın odasına girdim. Oda aynı Suay gibi uyuyordu. Sanırım ben Yılmaz komutana karakter olarak daha çok benziyordum. Suay ise Yeşim hanımın kopyası gibiydi. Ona Suaya davrandığım gibi davranmayıp, yatağın yanına eğildim. Ellerimi omuzlarına götürdüğümde dokunmadan geri çekmiştim. Son bir cesaret omzuna dokunup,

“Yeşim abla” diye seslendim. Abla demek atık bana bile saçma geliyordu. Kendimi anne demeye hazırlamalıydım. Yusuf haklıydı. Onları tanımak için çaba harcamıyordum. Bugün öğreneceklerse en azından kendimi buna hazırlamalıydım.

“Yeşim abla kalkın lütfen kahvaltı hazır” gözleri aralandı, uyku sersemi olduğu her halinden belliydi. Elini yanağıma koyup

“Kızım geldin mi? Neden bu kadar beklettin bizi? “ sanırım kendinde değildi. Yatağın öteki ucunda bana ait olduğunu düşündüğüm patikle sertçe yutkundum. Gözlerim dolmasın diye tavana baktım. Yeşim hanımın bu kadar kötü durumda olduğunu bilmiyordum. Yanağımda ki ellerini tutup, belki de ilk kez ona anne demeye hazırladım kendimi.

Fakat o tek cümle bir türlü çıkmadı ağzımdan. Boğazımda yumru oldu, göğsümde taş ama bu kadına hitap olamadı...

































































































































































































































Loading...
0%