@siyahbeyazyarim
|
Keyifli okumalar... İsimleri, Perseus, Arman, Aaron ve Mia olan dört kardeş vardı. Bu kardeşler anneleri tarafından amcalarının yanına küçük yaşta bırakılmıştı. Amcalarının yanına neden bırakıldığını bilmeyen kardeşler, onlara baktığı için amcalarına minnettardı. Kardeşlerin en büyüğü olan Perseus, tüm kardeşlerin yükünü taşıyordu. Hem kardeşlerine, hem de dışarıya katı, kuralcı ve suratsız gözükse de aslında öyle değildir. Kardeşlerini korumak için öyle gözüküyordu. Yemyeşil gözleri, Simsiyah saçları vardı. Esmer tenliydi ve oldukça yapılı birisiydi. Onu gören kızlar âşık oluyor, peşinden koşuyorlardı. İkinci büyük olan Arman, kardeşlerine oldukça düşkün birisiydi. Kardeşlerini kaybetmeye korkusu vardı. Abisinin aksine sıcakkanlı, kuralları dinlemeyen ve oldukça neşeli bir yanı vardı. Griye çalan ela gözleri, kumral saçları vardı. Esmer tenliydi. Abisi kadar olmasa da yapılı birisiydi. Kardeşlerin en küçükleri olan Mia ve Aaron, ikiz kardeşlerdi. Birbirine zıt karakterli olsalar da, çoğu zaman çok iyi anlaşıyorlardı. İkiz kardeşler abilerini çok seviyorlardı. Mia ve Aaron’un gözleri mavinin en koyu tonunu taşıyordu. Dikkat çeken sarı saçları vardı. Buğday tenleri vardı. Abilerinin neşe kaynağıydı onlar. Lakin Aaron çoğunlukla huysuzluk yapıyordu. Aaron hafif yapılıydı, Mia’ysa sap zayıf yedikçe kilo almayan birisiydi. Amcaları, evli değildi ve çocuklarla birlikte çok büyük olmayan bir evde yaşıyordu. Amcalarının, neredeyse bütün yüzünü kaplamış dağınık kahverengi saçları olan hafif tombul bir adamdı. Ela gözleri ve buğday teni vardı. Evde kâhya veya hizmetçi olmasını istemez, kendi işini kendisi halleden birisiydi. Bazı katı kuralları vardı. Bunlar; Evde gürültü olmaması, Evin her zaman düzenli olmasını ve en önemlisiyle, ona ait özel eşyaları karıştırılmaması gibi kuralları vardı. Amcalarının evi kasabadan otuz metre uzaklıkta, ormana beş metre yakındaydı. İhtiyaçlarını almak için kasabaya inmeleri yarım günü buluyordu. Geçimlerini sattıkları sütten ve ekinlerden sağlıyorlardı. Çocukları kaldıkları odalar, ormanlık alana bakıyordu. Geceleri ormandan kurtların uluma sesleri geliyordu. O sesler Mia’yı korkuttuğundan geceleri büyük abisi Perseus’un yanında yatıyordu. Arman abisi ve ikizi Aaron bu durumu kıskansa da bir şey diyemiyorlardı. “Perseus abi! Şu Aaron’a bir şey desene ya. Yardım etmiyor bana.” dedi Mia. Mia, tarlada ki ekinleri toplamış, onları ambara taşımak için Aaron’u bekliyordu. Lakin Aaron bu işleri sevmediğinden hep kaçıyordu. Fakat ne kadar kaçarsa kaçsın, eninde sonunda Mia’ya yardım etmek zorunda kalıyordu. “Aaron, Mia’ya yardım et. Bir an önce bitsin şu işler. Amcam gelmeden önce daha yapacak çok işimiz var.” dedi Perseus. “Tamam, abi ya!” dedi Aaron. Aaron homurdanarak ikizi Mia’a yardım etmeye başlamıştı. İkiz kardeşler kısa sürede ekinleri ambara taşımışlar, ardından da kışlık için hazırlıklara başlamışlardı. Amcaları kasabadan akşam gelmiş ve kardeşlere yardım etmişti. Kışlık yapımı bir günlerini almış ve oldukça yormuşlardı. Fakat kış için oldukça hazırlardı. Gece olunca kardeşler kendilerini zar zor odaya atmışlardı. Odaları çok büyük değildi ama onları idare ediyordu. “Sonunda bitti ama bende bittim.” dedi Aaron. “Aynı şekilde bende. Bu işler gerçekten yorucu oluyor.” dedi Arman. “Öyle, ama yapmaktan başka çaremiz yok.” dedi Aaron. Mia, kendi aralarında konuşan kardeşlerine bakmıştı. Kulağı onlardaydı, lakin aklı başka yerdeydi. Aklı gece gördüğü rüyadaydı. Rüyasında, mahşer alanına dönmüş kalenin etrafında savaşan askerler vardı. Askerlerin çoğu yaralanmış olduğu halde savaşmayı bırakmıyordu. Ne kadar süre geçtiğini bilmeyen Mia, askerlerin tek tek öldüğünü gördü. Mia’nın ayakları istemsizce hareket etmeye, savaşan askerlerin arasında yürümeye başladı. Gördüğü görüntüler, vahşet derecede kötüydü. ‘Acaba neden savaşıyorlar?’ diye geçirdi içinden. İlerledikçe savaşanların sayısı git gide artmaya başladı. İstemsizce onların yüzüne bakmaya başlamıştı Mia. Az ileride savaşan abileri, ikizi ve kendisi vardı. Karşısında ki askerlerle çetin bir savaş halindeydi. Birini öldürdükçe diğeri saldırıyordu. Saldırılanların sayısı azalmak yerine çoğalıyordu. Mia gördüğü görüntülerden korkmaya başlamış, sabah kan ter içerisinde ve çığlık atarak uyanmıştı. Abileri ve ikizi onun sesiyle yanına gitmişlerdi. Kardeşleri ona bir şey oldu diye çok korkmuşlardı. Mia sakinleşince gördüğü rüyasını kardeşlerine anlatmış, kardeşleriyse bunun sadece bir rüya olduğunu ve gerçekleşmeyeceğini söylemişlerdi. Lakin öyle olmadığını hissediyordu. O rüyanın ona bir işaret olduğunu, gelecekte öyle bir savaşta savaşacaklarını düşünüyordu. “Hadi herkes yatağına, sabah erken kalkacağız.” dedi Perseus. Birbirlerine iyi geceler diledikten yataklarına yatmışlardı. Yarın onlar için yorucu bir gün olacaktı. *** Kardeşler güneşin ilk ışıklarıyla uyanmışlardı. Günlük rutinlerini halleden kardeşler, aşağıya kahvaltı yapmak için inmişlerdi. Mutfağa girdiklerinde amcasının masada otururken buldular. Dalgın ve düşünceli görünüyordu. Kardeşler amcalarının bu halini sevmemişlerdi. “Amca neyin var?” dedi Perseus. Kardeşlerin ona seslendiğini duyan amcaları, düşünceli halinden çıkmış onlara bakmıştı. Kardeşlerin aklında tek bir soru vardı. ‘Amcama ne olduğu?’ sorusuydu. “Siz mi geldiniz? Fark etmedim geldiğinizi.” dedi amcaları. “Bir sorun yok değil mi amca?” dedi Mia. Amcaları onların yüzüne bakmıştı bir süre. Onlara söylemeyi miydi? Tehlikenin yaklaştığını bilmeli miydiler? Yoksa bilmeden, tehlikeden uzak yaşamaları daha mı doğruydu? Amcaları ne yapacağını bilmiyordu. Lakin bir süre onlara bunlardan bahsetmeyecekti. Kardeşler bir süre daha güvende olmasını sağlayacaktı. “Hayır, bir sorun yok. Sadece babanızı düşünüyorum. Şuan nerede ne yapıyor bilmiyorum.” dedi amcaları. “Amca babam neden gitti?” dedi Arman. “Bilmiyorum, bana da bir şey demedi. Fakat yakında gelecektir. Öyle umuyorum.” dedi amcaları. “Pekâlâ. Babam gelmeden bu sorunun cevabını öğrenemeyeceğiz demek ki.” dedi Arman. “Neyse bunu boş verin. Şimdi güzel bir kahvaltı yaparım. Sonrasında dışarı da yapılacak birkaç iş kaldı. Onları hallederim.” dedi amcaları. Kardeşler başlarını sallamakla yetindiler. Amcalarıyla birlikte kahvaltı hazırlamaya başlamışlardı. Mia ve büyük abisi Perseus kahvaltılıkları hazırlarken, diğerleri masayı hazırlıyorlardı. Kısa bir süre içerisinde kahvaltıyı hazırlamışlar ve güzel bir şekilde kahvaltıyı yapmışlardı. Aynı hızda kahvaltı masasını toplamışlardı. Amcalarıyla birlikte dışarıya çıkmış, yapılacak işleri el birliğiyle halletmişlerdi. Günün geri kalan vakti kardeşler için boş geçecekti. Kardeşler, büyük abilerinin odasında toplanmış kendi aralarında konuşmaya başlamışlardı. Mia, pencereye doğru ilerlemişti. Odanın penceresi ormana baktığından, göreceği tek şey ağaç olacaktı. Lakin içinden bakmak geliyordu. Ağaçlara baktıkça içinin huzur bulduğunu düşünüyordu Mia. Ağaçlarının arasında bir şey Mia’nın dikkatini çekmişti. Oraya dikkatli bir şekilde bakmaya başlamıştı. Gözleri yanılmıyorsa gördüğü kişi bir insandı. Sap sarı saçları vardı ve uzun boyluydu. Elinde ok ve yayı vardı. Yayı gergin bir şekilde tutuyor, etraftan tehlike gelecekmiş gibi tetikte bekliyordu. Mia’nın ona baktığını fark ettiği an, oradan hızlı bir şekilde uzaklaşmıştı. Onun hızlı hareket etmesine şaşırmıştı ve bir o kadar korkutmuştu Mia’yı. Neden onların evine baktığını anlamamıştı. Fakat bunu öğrenmesi yakındı. Kardeşlerine şimdilik bundan bahsetmemeye karar verdi. Bahsetse ona inanmayacaklarını biliyordu. “Mia, nereye daldın gittin öyle?” dedi Aaron.
Yayınlanma Tarihi: 08.09.2024 |
0% |