Yeni Üyelik
20.
Bölüm

20. Bölüm

@siyahbeyazyarim

Keyifli Okumalar

Legolas, sabahın ilk ışıklarıyla uyanmıştı. İçinde çözemediği bir sıkıntı vardı. Mia, çadırından çıkmış, sessiz adımlarla Legolas’ın yanına gitmişti. Legolas, onun geldiğini fark etmiş, fakat farkında değilmiş gibi davranmıştı.

“Sende mi erkencisin?” dedi Mia.

“Evet, doğru düzgün uyuyamadım. Sen neden erken uyandın?” dedi Legolas.

“Uyku tutmadı. Biraz konuşabilir miyiz?” dedi Mia.

“Tabi, gel otur.” dedi Legolas yanını işaret ederek.

Mia, Legolas’ın yanına oturmuş, bir süre konuşmadan gökyüzünü izlemişti. Sessizce geçen zamanda Mia, kafasındakileri toparlamıştı.

“Bir sorun yok değil mi?” dedi Legolas.

“Var mı? Yok mu? Henüz ben bile çözemedim. Rüyamdan gelecekten bir şey gördüm.” dedi Mia.

Mia gördüğü rüyayı ayrıntısına kadar Legolas’a anlatmıştı. Mia’nın lafını bölmeden sonuna kadar dinlemiş, ne anlama geldiğini araştıracağını söylemişti. Legolas, Mia’nın gördüğü rüyadan tedirgin olmuş, fakat bunu ona belli etmemişti. Çünkü Mia’nın gördüğü rüyanın gerçek olmasının imkansız olduğunu düşünüyordu. Çadırdan çıkan kardeşler Mia ve Legolas’ın yanına gidip oturmuşlardı.

“Günaydın.” dedi Arman.

“İyi uyuyabildiniz mi?” dedi Legolas.

Kardeşler hep bir ağızla onaylamışlardı. Bugün onlar için güzel bir gündü. Sorularının cevaplarını alacakları için mutluydular. Fakat tedirginlik vardı üstlerinde. Sorularına kaçamak cevap vermelerinden, hatta hiç cevap vermemelerinden korkuyorlardı.

“Sorularımıza cevap alabilecek miyiz?” dedi Mia.

“Öyle olmasını umuyorum.” dedi Legolas.

Toplantı vaktine kadar kendi aralarında sohbet etmişlerdi. Ara sıra Legolas ve Aaron birbiriyle tartışmışlardı. Büyük an gelip çatınca içlerindeki heyecan git gide artmaya başlamıştı. Yavaş ama bir o kadar emin adımlarla eve doğru yürüyorlardı.

Evin önüne ulaştıklarında bir süre orada beklemişlerdi. Ne kadar süre orada beklediklerini bilmeyen Legolas, ilk adımı o atmış ve içeriye girmişti. Ardından kardeşler onu takip etmişti. Merdivenlere yönelip ikinci kata çıkmışlardı. Merdivenlerin sonunda Merlin onları bekliyordu.

“Hoş geldiniz. Bizde sizi bekliyorduk. Toplantı odasına geçerim lütfen.” dedi Merlin.

Toplantı odasına ilk önce kardeşler, legolas ve en sonda Merlin girmişti. Merlin tedbir amaçlı kapıyı kapatmış, kimse dinlemesin diye şeffaf bir kalkan oluşturmuştu. Herkes masanın etrafındaki yerini almıştı.

“Evet, geldiğinize göre konuşmaya başlayabiliriz.” dedi Oromis.

“Merak ettiğiniz ne varsa sorabilirsiniz. Elimden geldiğince sorularınızı cevaplayacağım.” dedi Bilge.

“Doğruları söyleyeceğini nereden bileceğiz?” dedi Perseus.

“Kendi onurum ve kanım üstüne yemin edebilirim.” dedi Bilge.

“Müsaade olursa ilk soruyu ben sormak istiyorum.” dedi Mia.

Mia ortamda ki gerginliğin farkındaydı. Kardeşler ile Bilge arasında tartışma çıkmasından korktuğundan araya girmişti. Aklındaki ilk soruyu bilgeye sormak ve bunun nedenini öğrenmek istiyordu. Bilge, Mia’nın soracağı soruyu tahmin edebiliyordu. Yine de sorması onay vermişti.

“Rüya gördüğümü bildiğinizi tahmin ediyorum. Rüyamda gördüğüm her şey gerçekleşiyor. Ben bunun nedenini merak ediyorum.” dedi Mia.

“Bu soruyu soracağını biliyordum. Bildiğim kadarıyla bunu sağlayan kadim güçler. Onlar senin geleceği görmeni istiyor. Ve neden seçtiklerine dahil hiçbir fikrim yok. Kadim güçleri merak ettiğinizi tahmin ediyorum. Onlar ejderha ruhları. Varlıkları çok ama çok eskiye dayanır. Bir hikaye var bu konu hakkında fakat doğrusunu bende bilmiyorum. Bunu anca onlardan öğrenebilirsin.” dedi Bilge.

“Onları nasıl bulabiliriz?” dedi Mia.

“Onlar bulunmayı isteyene kadar kimse bulamaz, yerlerini bilmez.” dedi Oromis.

Bilge’nin açıklaması kardeşlerin kafasını karıştırmıştı. Akıllarında bir kaç soru vardı; Kadim güçler Mia’ya bu gücü neden verdi? Amaçları neydi? Kardeşlerden ne istiyorlar? Bu sorularının cevapları onlardaydı ve ancak bu soruları onlar cevaplayabilirlerdi. Tek bir sorun vardı, onların nerede olduğu kimse bilmiyordu. Onlar bulunmak isteyene kadar kimse onları bulamıyordu.

“Cadı bizden ve Derfia ülkesinden ne istiyor? Biz ona ne yaptık?” dedi Arman.

Mia’dan sonra ikinci soruyu o sormuştu. Bilge bir süre bu sorunun cevabını düşünmüştü. Kardeşler bilgenin cevabını iyice merak etmeye başlamışlardı. Bakışlarını tekrar kardeşlere cevirmiş, ardından konuşmaya başlamıştı.

“Sorduğun sorunun cevabı çok uzun aslında. Aynı zamanda eski bir efsane sayılır. Ne kadar gerçek ne kadar değil kimse bilmiyor. Dilimin döndüğünce anlatacağım size. Derfia’nın kurulmasından çok önce yaşanmış bu efsane.” dedi Bilge.

Yüzlerce yıl önce Alagesia Krallığını dört kardeş yönetiyormuş. Dört kardeş ülkelerine karşı adaletli ve merhametli olmalarından dolayı halk onları seviyormuş. Birçok krallıkla dostlukları vardı, tek bir krallık hariç. Saleran Krallığı. Saleran Krallığını yöneten kraliçe o kadar zalim, o kadar gaddar ve kötü birisiymiş ki, kimse onu sevmiyormuş. Kendi halkına işkence ve zulüm uyguluyormuş. Alagesia Krallığı dışında kimse ona ve ülkesine karşı gelemiyormuş.

Gel zaman git zaman iki krallık arasında sorunlar git gide büyümeye başlamıştı. Saleran krallığı ilk başlarda saldırılarını gizliden gizliye yapmaya başlamış, ardından kendini belli etmişti. Kimse neden saldırdığını bilmese de çeşitli teorileri varmış. İlki; Güç içindi. Kimsenin kendisinden güçlü olmasını haz edemiyor, herkesin ona karşı boyun eğmesini istiyormuş. İkinci teorisiyse; Alagesia krallığını yöneten kardeşlerden en büyüğüne aşık olmasıydı. Fakat bu aşk karşılıksız olduğundan kendisine yedilemiyordu.

Günler günleri kovalarken, bir gün Saleren krallığı Alagesia krallığına ani bir saldırı gerçekleştirmişti. Alagesia krallığı ani saldırı karşısında hiçbir şey yapamamıştı. Askerlerin yarısı ölmüş, halkın çoğu zalimce katledilmişti. Dört kardeş kalan güçleriyle savaşmaya devam ediyorlardı. Onlar halkın son umuduydu.

“Kraliçem bu yaptığımız doğru mu sizce?” dedi asker.

“Doğru veya değil. Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum!” dedi kraliçe.

“Ama kraliçem, Alagesia krallığı-“

“Yeter! Daha fazla konuşmada dediğimi yap!” dedi kraliçe.

Saleran kraliçesi hain planlarını uygulamaya başlamıştı. Lakin kraliçe sonunu tahmin edebilseydi ne bu savaşa girerdi, ne de planlar yapardı. Savaş alanı mahşer yeri gibiydi. Ölenlerin cesetleri her yeri kaplıyor, hareket edecek yerleri kısıtlıyordu. Savaş alanında kılıç sesleri devam ediyor, kardeşler ve askerleri kalan güçleriyle savaşmaya devam ediyorlardı. Sayıları git gide azalmaya başlamıştı. Savaşı kaybetmek üzereydiler.

Uzun boylu, oldukça kalıplı, lacivert giysili, siyah pelerin giymiş, ağzını siyah bir kumaşla kapatmış birisi emin adımlarla kardeşlere doğru ilerliyordu. Yaptığı büyüyle tıpkı bir aslanın avını kapana kıstırması gibi kardeşleri köşeye sıkıştırmıştı.

Kardeşler ona karşı direnmeye, kurtulmaya çalışıyorlar, fakat başarıyı oldukları söylenemezdi. Kardeşlerin dayanacak güçleri kalmamıştı. Ölüme bir adım daha yaklaşmışlardı. Pelerinli adam kardeşleri öldüreceği sırada her şey değişmeye başlamıştı. Ortaya çıkan ani beyaz ışık göz kamaştırıyordu.

Herkes beyaz ışığın nereden geldiğini, ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Beyaz ışık en ufak bir ipucu vermiyor, gizemini koruyordu. Bir süre havada kaldıktan sonra her yeri yavaş yavaş her yeri kaplamaya, yok etmeye başlamıştı. Ani bir parlamaya her şey bitmişti. Yaşayan tüm canlılar, savaşırken ölenler, tüm her şey yok olmuştu.

Fakat her şey yeni baştan yaratılmaya, yeni bir dünyada her şey yeniden can bulmaya başlamıştı. Kardeşlerin ruhu doğacakları vakte kadar arafta beklemişti. Derler ki, binlerce, yüzlerce yıl sürecek bir bekleyiş olacakmış. Kraliçe ve askerlerine, Alagesia halkına ne olduğunu, nerede olduklarını bilinmiyormuş.

“Tahminimce kraliçe ile cadı aynı kişi.” dedi Bilge.

“Kraliçe neden saldırdı? Bununla ilgili bir bilgi var mı?” dedi Perseus.

“Hayır, hiçbir şey yok maalesef.” dedi Bilge.

“Cadı’yı yenme imkanı var mı?” dedi Mia.

Yayınlanma Tarihi:15.09.2024

Loading...
0%