@siyahbir_inci
|
MERAL’DEN… Eflal yatmaya gittiğinde biz de çok durmadık, odalarımıza dağılmaya karar verdik ve bahçeden içeri girdik. Hepimiz kendi odamıza geçmiştik, ben de geçmiştim ama odamda içeri ayakkabılarıyla girmiş, kollarına birbirine dolamış ve sırtını duvara yaslamış halde duran genç bir adam olmasını beklemiyordum açıkçası. İçinde olduğum durumu yeni anlamıştım ve çocuğa aval aval bakan gözlerimi hemen ondan ayırarak masanın üstünde duran kalın bir romanı elime aldım ve çocuğa bağırdım. “Sen kimsin lan!?” Diye bağırdım ve elimde olan romanı çocuğa fırlattım. Kolum acıdı lan, kitapla beraber kolumu da fırlattım sanki. Kaç sayfa bu kitap? Fırlattığım kitabı tek eliyle tutan çocuk, umursamaz bir edayla romanın arkasını çevirdi ve konusunu okumaya başladı. Bir dakika, çocuk tek eliyle o kadar kalın romanı tutmuş muydu!? Kim bu be? “Hey, beni bu kadar ciddiye alma dostum, SANA KİM OLDUĞUNU SORDUM!” Diye bağırdım tekrardan. Kitabın kapağından kafasını kaldırdı ve yan gözle bana bakarak konuşmaya başladı. “Ne zaman tanıştık da dost olduk?” Diye bir soru sorunca donup kaldım. Ciddi ciddi bu mu önemli şu an? “Evime hırsız mıdır nedir bilinmez genç ve yakışıklı bir çocuk girmiş, ona kim olduğunu soruyorum ve soruyu sürekli geçiştiriyor. Sence şu an dost olup olmadığımız mı önemli!” Diye azıcık cırladım. “Yakışıklı gibi mi duruyorum oradan?” Diye sordu çocuk yarım ağız gülümseyerek. Ben ne dedim lan? Allah kahre- “İçinden bir bela okuma bence, nasıl belalar okuyorsan hepsi tutuyor anasını satayım. Şimdi, daha fazla oyalanmadan pencereden aşağıya iniyorsun ve bahçedeki siyah arabaya biniyorsun. Gayet açıklayacağı oldu bence.” Dedi ve arkasını dönerek camdan aşağıya atladı. Lan! Öldü mü yoksa? Ayrıca niye böyle bir şey yapıyorum ben? Camın yanına gittim ve tam aşağı bakacakken gözümün önüne halat tarzı bir şeyin fırlatıldığını görünce refleks olarak yakaladım. Çocuk aşağıda beni bekliyordu. Bununla inmişti anlaşılan. İlk başta inmeyecektim ama arabaya doğru giden Yıldız ile Evla’yı görünce halatı omzuma ve belime bağladım. Nasıl ineceğim ben buradan ya? “Aşağıya atla direkt, biraz hızlı ol ayrıca.” Deyince çocuk, aşağıya atlamak için cama çıktım. Tam atlayacakken aklıma korkunç bir düşünce geldi. “Ya bir yerim kırılırsa? Ameliyat parasını verecek misin?” Diye seslendim aşağı doğru. “Tutacağım seni emin ol, biraz daha orada kalırsan sonun mezar olacak haberin olsun.” Deyince ‘mezar’ kelimesini duyar duymaz kendimi boşluğa bıraktım. “Kural bir, tanımadığın birine hiçbir şekilde sakın güvenme.” Dedi sırtım yerle buluşunca. Odun oğlu odun! Canım çok acımamıştı, ip acıyı hafifletmişti ama yine de kaburgam isyan ediyordu. “Ne kuralı be, ayrıca ne ölmekten bahsediyorsun?” Diye sordum ayağa kalkmaya çalışırken. “Hiçbir şeyden bahsetmiyordum, sadece seni acele ettirmek için söyledim. Benim olduğum bir yerde ölmek filan yok. Bunu aklının bir yerine sok. Tabii senin için zor olacak bu ama idare et.” Dedi beni aşağılayarak. Mal mı bu? “Ölmek mi istiyorsun?” Dedim ağzımın içinden. “Ben az önce ne dedim, bu kadar çabuk mu unutur bir insan…” Diye homurdanınca söylediğimi duyduğunu anladım. Kulak zehir maşallah. Hiç konuşmadan birkaç dakika yürüdük ve arabaya bindik. Kızların hepsi içerdeydi, beni görünce rahatlamış gibi oldular ama yine de seslerini çıkarmadılar. Ama hepsinin çok korktuğunu hissedebiliyordum. Çünkü ben de korkuyordum. Bunların kim olduğunu bile bilmiyorduk ve zorunda kaldığımız için tanımadığımız insanların arabasına biniyorduk. Yeterince korkunç bence. Evla, Eflal’e sarılmış bir şekilde ağlıyordu. Yıldız ise öylece camdan dışarı bakıyordu. Oturduğumuz yeri gözlerimle tarayınca 4 tane daha adamın yanımızda oturduğunu fark ettim. Bir tanesi de araba sürüyordu, sanırım en büyükleriydi çünkü diğerlerine göre daha olgun duruyordu vücut olarak. Kimse konuşmuyordu, oturduğumuz yerde bir tek Evla’nın ağlama sesi vardı. Bu da havada gergin bir atmosfer oluşturuyordu. Baktım herkes susuyor, ben de konuşmaya karar verdim. “Keyfinizi bölmek gibi olmasın beyler ama, bizi kaçırmanıza rağmen sizi tanımıyoruz. Kimsiniz siz, organ mafyası filan mı?” Diye dalga geçerek konuştuğumda Evla’nın gözleri faltaşı gibi açıldı ve daha şiddetli ağlamaya başladı. Sanırım hata yaptım. Sanırım. Eflal gözeriyle içimden geçerken yanımızda oturan çocuklardan biri söze girdi. “Eğer öyleyiz desek ne yapacaksın?” Dalga geçtiği belli oluyordu ama yine de içimi bir his kapladı. “Nesiniz o zaman siz, siz bizi tanıyorsunuz ama biz sizi tanımıyoruz. Diliniz olduğuna göre açıklama yapabilirsiniz.” Dedi kafasını camdan çevirince oldukça rahat bir şekilde Yıldız. “Sizi tanıdığımızı nereden biliyorsun Kutup Yıldızı?” Diye sordu başka bir çocuk. Vayy, kutup yıldızı demek. “Çok belli ediyorsunuz çünkü. Mimiklerinizi az gizli yapın. Bebek olsa anlar bizi tanıdığınızı.” Deyince Yıldız, düşünmeden söze girdim. “Yo, ben anlamamıştım.” Deyince yanımda oturan yakışıklı suratsız (!), yarım ağız güldü. Çok seviyor herhalde bu şekilde gülmeyi psikopat. Eflal dediğime karşılık göz devirdi ama Evla gülümsemesini saklayamadı. İyi, en azından morali yerine geldi azıcık. “Konuyu dağıtmayın, kim olduğunuzu açıklayın.” Diye emir verircesine konuştu Eflal. “Amma meraklı çıktın sen de huysuz kedicik, anlatalım bari, ben Baran. Yeterince açıklayıcı oldu bence.” Dedi adını öğrendiğim velet (gerçi velede değil de dağ ayısına daha çok benziyor bu cüsseyle) “Senin o huysuz kedicik diyen ağzını yır-“ Diye sözünü tamamlayacakken Eflal’in sözünü kesti Dağ ayısı. “Hiçbir şey yapamazsın o yüzden o güzel çeneni yorma bence.” Dedi alaycı bir şekilde sırıtarak. Eflal daha fazla uğraşmayacağına dair bir mırıltıyla Evla’nın saçlarıyla oynamaya başladı. O sırada beni arabaya getiren yakışıklı suratsız (artık ona karşı olan lakabım bu) konuşmaya başladı. “Ben de Miran, buradaki hiçbir erkeğin sabrını sınamayın tavsiyemdir. Sebebini daha sonra öğrenirsiniz.” Dedi. İçimde bir merak baloncuğu oluştu ve o baloncuk patlamadan merakımı gidermeliyim! Ben bunları düşünürken sürekli Yıldız’ı izleyen ve karşısında oturan çocuk konuşmaya başladı. “Ben Matteo, Alman kökenli olduğum için Alman ismi koymuşlar ama annem babam ve ben bu ülkede doğup büyüdük. Soyumuzu devam ettirebilmek için de Alman ismi koymuşlar bana. Daha sonra sormayın diye anlattım.” Diye uzun bir konuşma yapınca Matteo, sözü diğer çocuk aldı. “Ben Karim.” Dedi çocuk ve arabada olduğumuzdan beri baktığı telefona geri döndü. Baya açıklayıcı. “Ben de Aras. Aralarındaki en küçüğüm ama sanmayın beni saf, bilmiyormuş gibi yaparım her şeyinizi bilirim. Giydiğiniz donunuzun rengine kadar hem de.” Dedi gözlerini kısarak. Ne diyor lan bu?! Araba aniden fren yapınca tutunmak için yanımda oturan Yakışıklı Suratsız’a tutununca ben sırtüstü yere, o da benim üstüme düştü. Noluyor lan?! Ben o düşmez malum kaya gibi sem sert diye ona tutunmuştum. “Karşılaşmamızdan beri bu anı mı kolluyordun?” Dedi göz kırparak. “Ne diyorsun lan eşşek!” Dedim ve alttan alttan yumruk attım. Tabii ki onu etkilemediği için onun kalkmasını bekledim. En azından çok beklemeden kalktı. Yalnız, karın kaslarını anlamadım değil. Aman, banane. Kıyafetlerimi düzelttim ve yerime geri oturdum. Biz bunları yaşarken arabada ufak(!) bir kaos yaşanıyordu. “Oğlum mal mısın amk ne diyorsun!” Diye bağırıyordu önden Baran. “Abi mübalağa yapayım derken aşırıya kaçtım sanırım doğaçlama geldi valla.” Diye kendini savunmaya çalışıyordu Aras. Bunun yaptığı mübalağaya ben… “Ölmek mi istiyorsun ağzı bozuk gergedan!” Diye bağırarak Aras’ı elindeki çantayla dövmeye çalışıyordu Yıldız. Bu sırada Eflal her şey normalmiş gibi boş gözlerle bize bakarken yanında oturan Evla utançtan kıpkırmızı olmuş, camdan dışarı bakıyordu. Bunlar bir süre daha kavga ederken ben gülerek onları izliyordum fakat bir anda arabayı tiz bir çığlık doldurdu. “EFLAL!”
Umarım beğenmişsinizdir bölümü canlar :) |
0% |