@siyahsi
|
BÖLÜM.2
Hırsla dişlediğim dudağımdan gelen kan tadıyla kendime döndüm görüntüler sis bulutu gibi dağıldı. Hortum misali beni hışımla sarıp hırpalayan anılara elveda dedim. Kahvemden aldığım yudumla kanım birbirine karıştığın da yüzümü buruşturup fincanı tezgaha koyup Akasyaya bakmaya üst kata adımladım. İçeriden gelen gülme sesleriyle kaşlarımı çattım kendi kendine mi gülüyordu. “Sanmıyorum çıkamam canım ablamla yeni kavga ettik.” Sesi sitemkardı. Kapıyı büyük bir gürültüyle açıp içeri öfke saçarak girdim. “Sen ne yaptığını sanıyorsun!” Elinde tutuğu telefonla gözlerim büyüdü. “Sen çıldırdın mı nereden buldun onu.” Elimi şaşkın ve öfkeli şekil de elin de tuttuğu telefonu işaret ettim. “Canım basıldık daha sonra ararım.” Hızlıca çağrıyı kapatıp bana döndü. “Bomba tasarlamışım gibi davranmaktan vazgeçer misin?” Gözlerini büyüterek yapmıştı bu konuşmayı. Gözlerimi kapatıp sesimi ayarlamaya çalıştım. “Elindekinin bomba dan bir farkı yok zaten.” Gözlerini devirerek yerinden kalktı. İki adım da karşısına geçtim. “Bana bak yeter tamam mı şımarık küçük kız çocuğu gibi davranmaktan vazgeç tüm bunlardan zevk mi aldığımı düşünüyorsun. Bana o telefonu nereden bulup kiminle konuştuğunu hemen söyle!” Gözlerini kısarak yüzüme baktı. “Artık zevk alarak yaptığını düşünüyorum.” Diyerek sinirle odasından çıktığın da olduğum yerde birkaç saniye kala kaldım. Bunu nasıl söylerdi ikimiz için nelere katlanmıştım. Buruk bir şekil de gülüp sol gözümden akan yaşı yavaşlıkla sildim. Ne olacaksa olsun bu kadar kolay vazgeçiliyorsa boşuna çaba sarf ediyordum. Montumu ve botlarımı ayağıma geçirdim. “Nereye!” duymazdan gelerek kapıyı çarparak kapattım. Nereye gideceğim hakkın da hiçbir fikrim yoktu. Önüme çıkan taşlı yolda ilerlerken sağ tarafımda kırmızı yazılı markete girdim. Kendimi direk boya rafının önünde bulduğum da girişte elime tutuşturduğum sepeti turuncu boyalarla doldurdum. Turuncu bizi saklardı acımızı da unutturmazdı. Turuncu iyiydi. Güvenli. Gözlerimi kısarak etrafa baktığım da eldivenlerden de dört beş tane sepete attım. Kasaya gittiğim de kasiyer beni muhtemelen kuaför sanmıştı aksi halde deli olmalıydım. Yüzünde büyük bir gülümsemeyle. “Buyurun para üstünüz. İyi günler.” onun yüzünün aksi bir suratla. “İyi günler.” Diyerek marketten çıktım. Kaç kere aynı sokaktan geçtim asla bilmiyordum başka yerlere gidemezdim evin çevresi dışın da bildiğim bir yer, mekan yoktu bilmiyordum. Tehlike olarak gördüğüm gezinti kararım iki saattir sürüyor hava kararmaya başladıkça ellerim titriyordu. Yokuş merdivenleri olan kara bir sokaktan geçerken eve ışınlanmayı diledim. “Pardon bakar mısınız?” Adımlarım hızlandı. Hava karardı, hava karardı. “Hey!” Koşmalı mıyım geçen sefer koştuğum da olanları görmüştüm bu nedenle koşmak yerine biraz daha hızlı yürümeye başladım ta ki kolumda hissettiğim ele kadar. Büyük bir çığlık dudaklarımdan çıktığın da bir el ağzımı kapattı. “Bağırmayı kes” sesi yılmış çıktı. Eli ağzımdan çekildiğin de yüzüme düşen saç nefes verişimle havalandı. “Kimsin sen.” Sesim fısıltılı çıkmıştı. Kaşlarını çatarak bana baktı. “Sen birinden falan mı kaçıyorsun.” Ardından rahatsız edecek kadar büyük bir dikkatle baştan sona üzerimdekileri incelediğin de yerimde kıpırdandım. “Kimseden kaçtığım yok sorunun ne?” kaşlarını havaya kaldırdı. “İkidir benden kaçıyorsun ve sorunu olan ben mi oluyorum.” Eliyle üzerimi gösterdi. “Garip giyiniyorsun.” Hırıltılı bit nefes aldım. “Seni ilgilendiren ne!” Ellerini teslim eder gibi havaya kaldırdı. “Peki anladım arkadaş canlısı değilsin. Marketten çıktığından beri peşindeyim.” Gözlerimi kocaman açıp yumruk atmak için elimi kaldırdığım da gülümseyerek bileğimi havada tuttu. Neden gülüyordu. “Hey tamam dinle. Cüzdanını cebine koyarken düşürdün farkında olmadın bende sana getirmek istedim. Hepsi bu.” Hala neden sırıtıyordu. Elinde ki kahverengi yıpranmış cüzdanı bana uzattı. Elinden çekip aldım. “Teşekkür ederim.” Bir iki adım ilerleyip durdum ardından ona döndüm. “Bir dahakine sinsice peşime düşmek yerine direk konuşmaya bak.” O hayretle bana bakarken aklıma gelen şeyle gerilediğim yolu hızla ona dönerek burun buruna geldim. “Sen o gün ki çocuksun.” “Kaçtığın.” “sence de fazla tesadüf değil mi?” kuşkuyla gözlerimi kıstım. Güldü. “Belki tesadüf belki değil ne yapabilirsin ki.” Sinirle yüzüne baktım. “Bu son olsun.” Ardımda bırakarak yürümeye başladım. “Abla neredeydin endişelendim.” Eve girdiğim de yorgunluktan neredeyse ölecek haldeydim. “Biraz da sen endişelen Akasya.” Dudaklarını birbirine bastırıp sustu. Ayağımda ki botları çıkartıp kenara koyup mutfaktan su şişesini elime alıp büyük bir yudum aldım. Gözleri mutfak masasına koyduğum poşetlerdeydi. “Bir dolap dolusu boya var zaten.” Sorguluyordu. Sorgulamak iyiydi insanı hayatta tutardı. “Lazım olur nasılsa buradan da gideceğiz yanımıza ne kadar alırsak iyidir.” Hızla yanıma geldi. “O ne demek nereye gidiyormuşuz?” içime nefes çektim. “Gidiyoruz buradan.” “benim burada bir hayatım var tamam mı.” “tamam değil. Nerede o hayat benim neden haberim yok.” Ellerini saçlarının arasından geçirdi. “Eğer insanlara yanaşsaydın senin de hayattan haberin olurdu.” Gözlerimi yumdum. “Akasya!” “Akasya akasya yeter tamam mı ben senin çantan değilim.” “sen benim kardeşimsin ve ben kardeşimi korumaya çalışıyorum. Nereden bulduğunu bilmediğim bir telefonla biriyle konuşurken seni koruyamam burası bize iyi gelmedi.” Parmağını şaklattı. “yine aynı konu problem bu değil mi tüm sorun lanet olasıca telefonu nereden bulduğum.” Kafamı sallayıp eksiğini tamamladım. “ve kimle konuştuğun.” Arıtmadan bardağa su koyup kafasına dikti. “Aşık oldum.” “Ne!” “Duydun.” Ne saçmalıyordu aşık olmak da ne demekti bu kız kendinde miydi. “tamam anlıyorum” kafamı iki yana salladım. “Hayır anlamıyorum.” Sabırla nefes aldığın da gözlerimi kıstım karşılık olarak gözlerini devirip konuşmaya başladı. “Dışarıda markete gittiğim bir gün tanıştık başta çok korktum sonra.” Ara vererek gülümsediğin de gözlerimi devirdim. “Bilmiyorum abla mutluyum anlaşıyoruz, yemin ederim zararı olan biri değil. İlk başta bir kaçık olduğumu düşündü. Postallar hırkalar garip tavırlarım.” Kafasını iki yana salladı. “Bir şekil de yaşananları anlatmadan gerçi bilmediğim şeyi nasıl anlatacaktım ki zaten neyse konuştuk o bana ben ona alıştığım da birikim yaptığım parayla ucuz bir telefon aldım.” Anlatırken gözlerimi dikip dinledim. Yutkundu. “Bakma öyle almasam nasıl konuşacağız sık sık dışarı çıktığım yok. Ne kadar bize yakın otursalar da bir şey değişmiyor.” Gözlerimi büyüttüm. “Evine mi gittin Akasya!” “Ne tanrım Bengü sohbet ederken söyledi evine falan gittiğim yok.” Derin bir nefes çektim fazlasına kalbim dayanmayacaktı. “Ne fark eder biriyle sevgili olmaktan aşık olmaktan bahsediyorsun çıldırdın mı!” “Bunda ne var sevmek kötü bir şey mi.” “Bizim sevmememiz lazım sevdiğimiz insanlar da tehlikede olur.” Yerimde ilerlemeye başladım. “Annem duymasın o öğrenmesin.” Bilmesin bilmemeli. Gelip omuzlarımdan tuttu. “Abla iyi misin lütfen sakinleş istersen gel tanıştırayım.” Ellerimle kulaklarımı kapattım. Annem bilmesin annem görmesin. Mırıldanmalarımla birlikte üzerime geçirdiğim hırkayla son dakika askıdan aldığım çantamla dışarı çıktım.
Elim de kolamla odanın bir yerine sinip kablolu telefon kulağım da fısıldıyordum. “Güldürme lütfen biri duyacak.” Gülümsedim. “Bende seni seviyorum.” Sessizce kıkırdadığım da kapıdan gelen tıkırtıyla telefon elim de dona kaldım. Annem büyük bir öfkeyle içeriye girdiğin de telefon elimden kayıp yerde sallanmaya başladı. Kırmızı kablo gibi sağ sola gidiyordum. “Anne canım yanıyor.” Saçlarımdan kavrayıp olduğum yerde biraz daha çekiştirdi. “Sen kime çektin ha kime Allah’ın cezası mısın bana!” babam duyacaktı babam beni öldürecekti. “Anne bağırma ne olur.” “Kimle konuştun söyle.” “Arkadaşımla.” Hıçkırık. “Yürü.!” Saçlarımdan tutup beni ocağın başına getirdiğin de korkuyla titredim. “Anne.” “Anne deme bana!” önce ocağı açtı ardından telefonu tutmuş olduğum elimi alıp avuç içimi ocağa bastırdığın da çığlık attım. Yaşım on sekiz suçum sevmek. Odam da kitli kaldığım kaçıncı saatti acıkmıştım ancak umurum da olan bu değil bir de babam gelince yaşanacak olanlardı. Ardından önce anahtar sesi doldu kulaklarıma gözlerimi yumdum. Bağrışları duydum ardından gelen adım sesleri. Allah’ım yardım et. Yorganın altına girip gözlerimi yumdum uyumadığım titrediğimden anlaşılıyordu. Odanın kapısı açıldı bir iki üç yatağımın başındaydı titrek bir nefes aldım. Yorganın üzerimden çekilmesini bekledim ancak olmadı. Üzerime bastırılan yastıkla gözlerim kocaman açıldı. “Baba!” sesim boğuk çıkmıştı. Üstüm de olan yorganla zor nefes alıyorken beni gecelerin ağlarken sarıldığım yastığımla nefesimi kesiyor, boğuyordu. “Nefes alamıyorum baba.” Tıkandığım son raddede üzerimden yorganla yastık çekildi. Babam işaret parmağını sabit bir şekil de bana doğrultup “Kara yılan.” diyerek odadan çıktı.
Bir bedenin yarattığı sarsıntıyla geçmişten çekildim. “Affedersin.” Duymazdan gelip yere saçılan çantanın içinde bulundurduğum boyaları titreyen ellerimle topladım. “Turuncuyu seviyorsun ha?” Yüzüm ani bir hareketle söyleyen kişiye döndü. Bu ikidir karşılaştığım çocuktu içim de bir ürperti hissettim bu kadarı kesinlikle tesadüf değildi takip ediliyorduk tehlikedeydik. Yerimden çantamı alıp hızla doğruldum. “Kim tutu seni!” “pardon?” “ne istiyorsun bizden!” “siz kim?” gözlerimi yumdum bir adım geri çekildiğim de kaşlarını çattı. “Tedaviye ihtiyacın olmadığına emin miyiz?” hırlayarak bir iki adım ileri gittim. “Sana kimsin dedim.” Omuz silkerek cevap verdi. “Çınar ben sen kimsin?” Kim olduğumu zaten bilmiyor muydu beni takip eden zaten oydu. Tanrım bilinmezlikten nefret ederim. “Bak çınar mısın her neysen beni takip etmekten vazgeç!” kaşlarını çatarak bana bakmayı sürdürdü. “Sen kimsin de seni takip edeceğim şizofren falan mısın? Yaz ayınca postallar kışlık kıyafetler.” Ellerini boşlukta sallayıp devam etti. “Hadi ama bakma öyle kim çantasında kutu kutu boya taşır, kim sürekli birinin onu takip ettiğini iddia eder.” Kaşlarını kaldırarak yanıt bekledi. Bir iki adımda burunun dibine girdiğim de kaşları normal hali aldığın da bal rengi gözleri anlamaya çalışır gibi bakmayı sürdürdü. “Ben gibi benim gibiler. Kaçanlar boyalara sığınanlar.” Yanından geçip giderken kolumdan tutu. “Kimden kaçıyorsun?” sesi şaşkınlık kokuyordu. “Kaderimden.” Kolumu tutan elinin gevşemesinin verdiği boşlukla kolumu geri çektim. Gözümden akan yaşı yanan avucumun içiyle sildim. Ellerim de sarılı bezler olurdu her daim. İnsanlar gördüklerin de korkar yabancılaşırlardı. En kötüsüyse konuşmayı hak bulurlardı. Kafamı iki yana salladım sadece yorum yapar üstlerine bin katarlardı konuştukları şeyleri ama şahit oldukları şiddette gözlerini kapar yardım çığlıklarına sağır olurlardı. İnsana olan nefretim yoktu insana olan saygım azalmıştı. Eve girdiğim de hava kararmıştı gündüzle geceyi ayırt edemez hale gelmişken başıma buyruk dolaşmak rahatlatmıştı. Anahtarın çıkarttığı sesin ardından eve girmiş kendimi mutfağa atmış sade kahve yapmış camdan dışarıyı izliyordum. “Konuşmamız gerek.” “Gerekmiyor.” “taşınmak istemiyorum.” “Tamam.” “Ne” “Duydun.” Görmesem de yüzün de oluşan rahatlamayı hayal edebiliyordum gözlerimi devirdim. “Kararını değiştiren ne?” sıkıntıyla nefes verdim. Bana yapılan tepkiyi seni korumak için bile olsa sana yapmamak için diye düşünsem de şöyle dedim. “İstediğin oldu neyi sorguluyorsun.” Sesim çelik gibiydi. Geri cevap almak istemiyordum o da anlayarak susup odasına çekildi. Derin bir nefes alarak kahvemi yudumladım uyumayalı ne kadar olmuştu olup biten her şeyi yok sayarak yatağıma ilerledim. Düşüneceğim bir şey yoktu bir şeyler yaşanmıştı ve bitmişti acının en sert tonunu turuncuya boyamıştık bunu yaparken en savunmasız haldeydik.
“Abla neden saçlarımızı boyuyoruz.” “Renk gelsin diye bir tanem.” “Siyah renk değil midir?” “Siyah tüm renkleri yutan babadır.” Kardeşim dudaklarını büktü. “Ama filmler de küçük çocuklara zararlı olduğu söyleniyor.” Dudaklarım titredi. “Evet ama bunu bir saklambaç olarak bakalım tamam mı renkler bizi saklıyor.” Başını anlamasa da kabullenerek salladı. Peşimizi bırakmayan adamdan kardeşimi alıp kaçırmış yurtta yaşamaya çalışıyorduk daha küçüğüz en azından tuğla tozlarından kendimizi renkle saklayacak kadar. “Abla güzel kokmuyor.” Bu iyi koku bizi yok ederdi. “Olsun tatlım ama renk çok güzel turuncu olduk.” Bana bakarak gülümsedi. “Turuncu beni rahatlatıyor.” Gülümsedim beni de biriciğim beni de.
Aklıma gelen çocukluk anımıza tebessüm ettim. O zaman boya nedir bilmez tuğlaları kırar suyla karıştırır kendimizi gizlerdik. Büyüdüğümüz de değişen şey boyayla tanışmak olmuştu. İç çekerek yorgana sarıldım. Gün kendini göstermiş yelkovan bir kes daha ilerlemişti. Gözlerimi kırpıştırarak bir süre tavanı izledim. İnsanın bazen yaşama hevesi olmuyordu. Her şey aynı ilerler saklanırdık, çocukluğumuzdan başlayan oyunumuz hala bitmiyor sobelenmemeye çalışıyorduk. Kurtulduk mu yoksa hala peşimizde miydi? Bu düşünceyle yerimde kasıldım. Ayağımla yorganı itip yerimden kalktım. Burnuma gelen kızartma kokusuyla kaşlarımı kaldırdım Akasya anlaşılan bir şey isteyecekti yoksa asla benden önce uyanıp kahvaltı hazırlamazdı. “Günaydın Bengü.” Başımla masayı işaret ederek cevap verdim. “Hayırdır?” buna karşıt gözlerini devirdi. “Tanıştırayım kahvaltı.” Gözlerimi dikip baktığım da tekrar konuştu. “Tamam. Dün ve diğer günler fazla üstüne geldim tek istediğim biraz normal olmaktı.” Kafamla onaylayarak devam etmesini bekledim. “Kahvaltıya gelecekler.” “Kim o gelecek olanlar?” “Aksel erkek arkadaşım ve onun abisi.” Sinirle başımı yukarı kaldırıp nefes aldım. “Daha önce söyleyemez miydin.” “İzin vermezdin.” “elbette vermezdim.” Tepki olarak omuzlarını kaldırdı. Zilin çalmasıyla sessizleştik.
Akasyanın anlatımıyla
İçim de büyüyen heyecanla kapıya koşturdum ablam odasına çekildi masaya gelmesini umdum. Bunca zaman neyden kaçıyorduk bizi bu duruma sürükleyen neydi bana anlatmamıştı bende anlamadan küçük yaşım da minik ellerimi ablamın eline bırakmış nereye gidiyorsa oraya sürüklenmiştim. Açıktan bitirdiğim lise zamanını düşündüm. Sınava gittiğim de üstümdekilere bakıp kınayan çoğu zamansa alay eden yüzler canlanırdı zihnim de. Ablam umursamaz olmayı öğrene bilmişti ben bambaşka bir karakterdim. Hayatımı yaşamak istiyorum. Zil bir kes daha çalınca olduğum yerde sıçrayıp elimi kapının kulpuna koyarak açtım. Yüzümde bana yabancı samimi bir gülüş oluştu. “Hoş geldiniz.” Aksel yanağımdan makas alıp içeri girdiğin de abisi ıslık çalarak içeri girerek evi inceledi. “Ben bodrum da falan yaşarsınız sanıyordum. Malum saklanıyorsunuz ya.” Alayla söylenmesini yok sayarak masaya ilerledim. Aksel abisinin kolunu sıkıyordu. Masaya oturduğumuz da abisi konuştu. “Ablan bize eşlik etmeyecek mi?” üzerindekileri değiştirmiş ablam merdiven basamağın da belirirken bize doğru hareketlendi. “Edeceğim.” Sesiyle ona döktük. Topuz yaptığı saçları yüzünü ön plana çıkartmış oldukça hoş görünüyordu. “Ah buna sevindik şey ben Aksel Akasyanın arkadaşıyım.” Ablam boş gözlerini kısarak karşısında ki çocuğa bakarak masaya oturdu. “Memnun oldum bende Bengü.” Çayı bir köşeye bırakarak kendine kahve doldurmaya koyuldu. Aksel’in abisi telefonundan açtığı şarkıyı mırıldanarak kahvaltı yaparken ablam kahve fincanını sert bir şekil de masaya koyup ona döndü. “Yemek yerden müzik dinlenmez.” Abisi kaşlarını kaldırdığın da ablam dik dik bakmaya devam etti. Bu böyle giderken araya girerek ablama döndüm yoksa öldürecek gibi bakmaya devam edecekti. “Ah şey abla şu okul mevzusunu konuşalım mı?” “sırası mı.” “Sırası gelmiyor bir türlü ama.” Aksel araya girerek konuya dahil oldu. “Üniversite mevzusu değil mi? Buraya yakın bir okul var bende oraya gidiyorum.” Ablam Aksel’le dönüp iç çekti. “Açıktan okumayı düşünüyor.” Kaşlarımı çattım. “Bunu hallettik sanıyordum.” Ablam bana döndü. “Bende öyle sanıyordum Akasya.” Sesi buz gibiydi. “Hep bunu yapıyorsun her anımı zehir ediyorsun!” elimde olmadan bağırdığım da elin de tutuğu kahve bardağını kıracağını beyazlaşan parmaklarından anladığım da yutkundum. Beklediğim olmadı yerinden kalktı masaya Aksel’le abisine bakarak. “Kusura bakmayın afiyet olsun.” Diyerek evden ayrıldı. Ellerimi şakaklarıma bastırarak ofladım. “Biraz sakin olmalısın. Seni neyden korumaya çalıştığını bilmiyorsun. Ne yaşadığını da.” Aksel’e döndüm ağzımdan kaçan hıçkırıkla kollarını bana sardı. “Ben ablana bakayım.” Abisi ayaklanıp montunu giyip çıktığın da hala kafamı sallıyordum. Ben normalleşmek istiyorum herkes gibi olmak. “hey hey tamam yanındayım.” Burnumu boynuna yasladığım da kokusuyla rahatlamaya çalıştım. |
0% |