@sizi_seveni_uzun
|
Selam arkadaşlar, bu benim yeni kitabım olduğu için bazı hatalarım olabilir -umarım yoktur- varsa da gelişmeye çalışacağım. Kitabım kısa bir hikaye olacak ve bunu yazmak gerçekten aklımda olan bir şeydi, umarım beğenirsiniz, sizin yorumlarınızı ve düşüncelerinizi o kadar merakla bekliyorum ki, neyse fazla uzatmadan iyi okumalar diliyorum. Kış aylarının başlarını çok severim, kışın içilen sıcak kahvenin kokusuna hayran kalırım, ama sevmediğim bir şey vardı, kemiklerime kadar üşümem. Titremeyi sevmiyordum ama soğuk havanın tadını çıkarmak iyi geliyordu. Bankta oturmuş etrafı izliyordum her zamanki gibi, bir elimde yarım sigaram diğer elimde karalama defterim. Çizdiğim karalamaya göz attım, yine düşüncelerimi, hastalığımı, yorgunluğumu defterime yansıttım. Bir kadın çizmiştim; çırılçıplak bedenini ve içi siyaha bürünmüşlüğünü, kalbi ise boşluğa el sallıyordu. Daha fazla durmadım, defteri kapattım ve evimin yolunu aldım. Sokaklardan geçerken etrafı izliyordum, ilham arıyordum, etrafımda herhangi bir değişiklik yoktu, insanlar aynıydı, düşüncelerim aynıydı, şehrin boğucu kasvetli havası yine aynıydı. Değişen tek benim galiba, giderek daha çok çöküyor bedenim. Evime geldiğimde cebimden anahtarımı çıkardım ve içeri girdim, beni dünyadan soyutlayacak kadar büyük, geniş ve güzel bir evim vardı, ama yalnızca ben vardım. Eskiden bu evin içine girmek cehennem azabı gibiydi, şimdi ise arafta kalmıştım. Bu evde delirmemek en büyük başarım olabilirdi. Elimdeki anahtarı ve defteri koltuğun üzerine bıraktım, üstümdeki buz mavisi ceketimi çıkarıp koltuğun koluna fırlatıp odama gittim. Kış güneşinin odamı aydınlatması için perdeleri açtım ve bir sigara yaktım. Büyük salona girip resim odasına girdim, şövalye de duran boş tuvâle baktım, beni çağırıyordu ama ben ne çizeceğimi bilmiyordum, birşeyler çizsem bile karanlığın etkisinden çıkamıyorum, zaten hiç karanlıktan çıkamıyorum. Büyük kare masadan bir boya alıp tuvâle fırlattım, bembeyaz tuvâl mavi boyayla kaplandı. Sinirimden elimdeki yarım sigaradan duman çekip, tuvâle bastırdım. Çektiğim duman boğazından ciğerlerime bir bıçak misali geçti. Birden gelen öksürük krizi ile elimi ağzıma aldım, ciğerlerim dökülecekmiş gibi hissettim ve masaya tutundum. Kendimi yavaş yavaş sakinleştirmeye çalıştım, elimi ağzımdan çektim ve gördüğüm kanla bir küfür savurdum. Odanın içindeki küçük lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım, ağzımdaki kanları temizleyip aynaya baktım. "Bu ben miyim?" Dedim kendi kendime. Uykusuzluktan dolayı morarmış göz altı torbalarım, stresten dolayı ısırıp yara toplamış dudaklarım, kusmaktan dolayı sararmış yüzüm, dağılmış kısa saçlarım... Bir cesetten farksızdım nerdeyse. Kendime acıyordum, o kadar berbat bir durumdayım ki bu durumum uzun sürmeyecek olması içimi rahatlatıyor. Daha fazla dayanamadım, ceketimi alıp lanet evden bir daha çıktım. Üşüyor olmayı ve titremeyi sevmesemde bana zevk veriyordu, ya da sadece yaşıyor muyum emin olmak istiyordum. Yüzüme vuran soğuk havaya aldırış etmeden sokak aralarında gezdim. Öğle saatleriydi, insanlar çalışıyor ve koşuşturuyor. Bense onları izliyordum. Daha önce hiç görmediğim bir kafeye rastladım. Bu şehirde yeni şeyleri görmek pek mümkün değildi ama içimdeki merakı yenemedim. İçeri girdim ve etrafı inceledim. Sade, şık bir kafeydi ama fazla kimse yoktu, burnuma dolan kahve kokusuyla tezgahın önündeki yüksek tabureye oturdum. Arka odalardan birinin kapısı açıldı ve kapandı, koridordan yaklaşan silüete odaklandım. "Buyrun ne alırsınız," dedi, genç bir çocuk. Uzun boylu, ince dudaklı, orman gözlü, ensesine kadar uzanan kahve saçı ve alnına değen perçemleri. Tıpkı bir model gibiydi, hiç solmayan bir çiçek. "Ben, bir filtre kahve alabilir miyim," dedim, başını salladı ve tekrar sordu. "Sütlü mü olsun, yoksa sade mi?" "Sade," dedim, başını salladı ve gülümseyerek siparişi hazırlamaya başladı. Kahveyi hazırlarken onu süzüyordum, bunu yapmam çok tuhaftı. Hem neden yapıyordum? Parmaklarımı anlımda gezdirdim bakmak istemiyordum. Koridordan başka bir genç çocuk çıktı ve sipariş için başka müşterilere baktı. Önüme konulan dumanı üstünde sıcak kahveye baktım. "Afiyet olsun," dedi gülümseyerek. Gözlerinin içindeki ışıltıları gördüm ve hiç bir tepki vermedim. Kahvemi yudumladım ve düşüncelere dalmak istedim. "Ayas bunlar siparişler, Bulut'u çağır birlikte hazırlayın." Dedi sağımda ki genç garson. İsmi çok güzel, aceba anlamını sorsam mı? "Sen çağırsan, ben hazırlamaya başlasam Taha?" "Oğlum ben senden büyüğüm bir kere, abinin sözünü dinle," adını yeni öğrendiğim çocuk alayla söylendi, gözlerini devirdi Ayas. Kahvenin kokusu inanılmazdı, kendimi kaybetmişim gibi içime çekiyordum kokusunu. Yanımdaki yüksek tabureye Taha denilen çocuk oturdu, Ayas ve yeni ortaya çıkan Bulut siparişler için birkaç malzeme çıkardı. "Ayas kira için para ayırdı mı kenara? Bak ayırmadıysan ben borç veririm." Dedi Bulut. "Gerek yok Bulut ben hallederim, hem sen annen için para toplaman gerek beni düşünme," dedi Ayas katı sesle. Duyduğum kelimelerle odak noktam yine şu çocuk oldu. "Neden Gökhan'dan istemiyorsunuz, bu ay ikinize de zam yapılmalıydı," dedi Bulut. "Daha geçen hafta istedim, adi herif beni görmezden geldi," diyen Taha'yla, Ayas'ta başını olumsuz anlamda sallayıp sıkıntılı bir nefes verdi. "İki ay önce burası açıldığında beyefendi yakamızdan ayrılmıyordu," söylenen Ayas'la, Taha sıkıntılı bir nefes verdi ve tezgâha koyulan kahveleri alıp müşterilere dağıttı. Üç gencin konuşmasını dinledikten sonra aklıma gelen fikirle Ayas'a baktım. "Hesabı alabilir miyim?" Dedim, Ayas yanıma gelip boş kahve fincanı aldı. Hesabı ödedim ve konuşmaya başladım. "Hey paraya ihtiyacınız olduğunu duydum. Eğer istersen sana yardımcı olabilirim," şaşırmış bir şekilde bana baktı. Tanrım lütfen kabul etsin. "Bizi mi dinliyordunuz?" Kaşlarımı çattım ve ellerimi önümde hayır anlamında salladım. "Sadece kulak misafiri oldum. Kötü bir niyetim yok, işim gereği bana yardımcı olabileceğini düşündüm." Yanımıza ne zaman geldiğini bilmediğim Bulut ve Taha bir sorun mu var gibisinden Ayas'a baktı. "Ne işi peki?" dedi Taha. "Ben ressamım ve ilham arıyorum, son birkaç aydır ilham bulamadığım için sıkıntı çekiyorum. Seni gördüm, tuvâlimde de görmek istedim... Eğer istemezsen anlarım ama her resim başına büyük bir miktar para veririm." Ayas şaşkın şaşkın beni dinledi, Taha ve Bulut tuhaf bakışlarla beni süzüyorlardı ama umursamaz bir tavırla karşımdaki genç çocuğun teklifimi kabul etmesini diledim. "Ayas, saçmalama kim olduğunu bile bilmiyorsun," dedi Bulut. "Güzel bir para varsa, olur aslında Bulut," dedi Taha elini çenesine atarak. Bulut, Taha'ya bir bakış attı ve Ayas'a döndü. "Ben... Bilmiyorum belki..." Biraz durdu ve başını iki yana salladı, "üzgünüm ama bunu yapamam." Ayas başını eğip işine döndü. Tokat yemiş gibi hissettim, ne yapıyordum ben, niye yardım ediyordum ki? Hiç görmediğim, tanımadığım insana ne anlatıyordum ki? Gözlerimi parmaklarımla ovdum etrafıma baktım kimse yoktu, yine... Tabureden kalktım ve kapıya gittim, başımı çevirip Ayas'a baktım o da bana baktı ve kollarını tezgaha dayadı, ellerini de başının arasına alıp eğdi. Dışarı çıkıp serin havanın yüzüme çarpmasıyla kendime geldim, bir sigara yakıp evin yolunu tuttum yine. Çok mu tuhaftım insanların gözünde? Belki ben onları anlayamıyorum, artık kafaya takmamalıyım ölümüm için hazırlık yapmalıyım.
Albert Camus
|
0% |