Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10: Öndersoylar

@sk.acar

Melike Karina'nın, haber vermesinden birkaç saat sonra Blake ve Gölge'yi almaya gelen bir ekip kapıda belirmiş, başlarındaki sorumlu, ikisini yeni yerleşim yerine götürmekle görevli olduklarını söylemişti. Hiç hazırlık yapılmaksızın çıktıkları bu yolculuk Blake için en başından itibaren hayret verici olmuştu. Onları almak için gelen grup, üsteğmenin daha önce hiç görmediği bir hava aracı kullanıyordu, sanki kendi zamanlarının çok ötesinden gelmiş bir alet gibiydi. Aracın çok hızlı, çok sessiz olması bir yana, hareket etmiyorken bile neredeyse görünmez olması inanılmazdı. Görünmezlik, bu zaman için inanılmaz bir teknoloji değildi elbette, ancak bu kadar büyük, hızlı ve sessiz bir aletin görünmez oluşuna Blake hiç denk gelmemişti. Bu ileri teknoloji araca hayret etmesi henüz bitmemişken, yarım saatlik bir yolculuğun ardından, onları almaya gelen grupla birlikte çok yüksek ve karla kaplı bir dağın zirvesine iniş yaptılar.

 

Zirvedeki bu soğuk görüntünün hakkını verircesine, araçtan inen herkesi, insanın iliklerine işleyen buz gibi rüzgarlar karşılıyordu. Gölge ve Blake, daireden ayrılırken hazırlık yapmadıkları için bu hava koşullarına karşı üzerlerinde sadece normal giysiler vardı. Gölge çok tepki göstermese de, Blake soğuk nedeniyle kollarını vücuduna dolayarak ısınmaya çalışıyordu.

 

"Bu taraftan!"

 

Ekip liderinin gösterdiği tarafa bakan, Blake ve Gölge o yönde alabildiğine uzanan bembeyaz kar yığınından başka bir şey görmüyordu, ancak ekibin tamamı o yönde yürüdüğü için onları takip etmekten başka bir seçenekleri de yoktu. Blake, neden bu devasa kar tepesine doğru gittiklerini sormaya niyetlendiği sırada en önde yürüyen ekip liderinin önünde kocaman bir bir kapı belirdi. Hayretle kapının büyüklüğünü anlamaya çalışırken, kapının içerisinde sakladıklarını görünce onu tamamen unutuvermişti.

 

Yavaş yavaş içeri girerken, gördüklerine o kadar odaklandı ki önüne bakmadığı için birkaç kez sendeleyip düşecek duruma geldi. İçerisi kilometrelerce kare büyüklüğünde olmalıydı. Çok farklı yaşam alanları kopya edilmiş ve uzun bir koridorun etrafına dizilmiş odalar gibi yan yana sıralanmıştı. Gözle hepsini görmek biraz zordu ama yine de çoğu şey anlaşılabiliyordu. Kimi yaşam alanı, alabildiğine yeşil, yağmurlu ve gür bitki örtüsüne sahipti, kimisi de sapsarı, çorak ve kavurucu sıcaklıktaki kumlara sahipti. Bu devasa alan dağın yamacı boyunca kurulmuş olduğu için eğimli bir yapıdaydı. İçerisi ortalama bir sıcaklıktaydı.

 

"Üsteğmen?"

 

Adını duyunca kendine gelen Blake, kafasını sesin geldiği yere çevirince, ekip liderinin ona baktığını gördü.

 

"Üsteğmen, yolculuğun geri kalan kısmında size başka bir ekip eşlik edecek." Adam holofonunun ekranından saate baktı. "Yirmi, yirmi beş dakika içerisinde burada olurlar. O vakte kadar biraz gezinseniz de göz önünden uzaklaşmayın lütfen."

 

Blake kafasını sallayıp adamı onayladı, ancak adam olumsuz bir hareketle, Blake'e Gölge'yi gösterdi. "Sorun ettiğim siz değilsiniz. O. Ona dikkat edin yeter!"

 

Adam son bir kez daha ters ters, Gölge'ye baktıktan sonra başka bir şey söylemeden yanlarından ayrıldı. Kafasını Gölge'ye çeviren Blake, adamın gerilmekte haklı olduğunu biliyordu. Bu zararsız görünüşlü, uyumlu ve ağırbaşlı tavırlara sahip kadının gazabına kendisi de uğramıştı. Görüntüsünün aksine sağı solu pek de belli olmuyordu.

 

"Başınızı belaya sokacak bir şey yapmayacağım üsteğmen, canınızı sıkmayın lütfen. Biraz yürüyüp etrafa bakalım mı? Eminim bizi şaşırtacak daha bir sürü şey vardır burada."

 

Gölge yavaşça yürümeye başlarken, eliyle de Blake'i önlerinde uzanan devasa yaşam alanlarının arasındaki eğimli yola davet ediyordu. Blake de davete karşılık Gölge'nin yanında yerini almak için hareket etti.

 

Birkaç dakika sessizce ilerledikten sonra, Blake yürüdükleri yolun sağ tarafında kalan devasa yaşam alanına baktı. Koyu yeşil çok gür bir bitki örtüsüne sahip bu alana şu an deli gibi yağmur yağıyor, hatta şimşekler çakıyordu. Bu kadar kargaşaya rağmen, Gölge ve Blake'in yürüdüğü yola, ne bir damla su damlıyor, ne de içeride çakan şimşeklerin sesi geliyordu. Yaşam alanının etrafı sanki görünmez bir bariyerle çevriliydi. Blake, alanın sırrına kafa yormakla meşgulken, içerideki yağmur durulmuş, sarı parlak bir ışık eşliğinde her yer ışıl ışıl olmuştu. Kendini manzaranın güzelliğine kaptıran genç asker, alana doğru yürümeye başlamıştı. Yolun bitip de, yaşam alanının başladığı yer, bıçakla kesilerek ayrılmış gibi duruyordu. Blake tam sınıra gelip içeri adım atacağı sırada vücudunu sertçe bir duvara çarpmış gibi, bir engele takılıp geriye doğru düşmüştü. Anlaşılan, gerçekten de bu alanları birbirinden ayıran bariyerler vardı.

 

"Şuna bakın üsteğmen!"

 

Blake, kadının parmağıyla işaret ettiği yöne baktı. Yere düşmüş ağaçların üzerinde, dört pençesi, bir kuyruğu olan bir yaratık uzanmış uyuyordu. Kızıl-turuncu tüylerin üstünde siyah çizgileri vardı ve oldukça da büyüktü. Fazlasıyla güzel ve zarif bir görüntüsü vardı.

 

Blake düştüğü yerden kalkıp üstünü temizlemeye başladı. "Bu da nedir böyle?"

 

"O bir kaplan."

 

Blake hayatında ilk defa böyle bir şey görüyordu. Hayvan arada kuyruğunu sallıyor, kulaklarını hareket ettiriyordu. Adamın pür dikkat bu sahneyi izlemesi üzerine, Gölge dünya nüfusuna nasıl da her şeyin unutturulduğuna hayret etti bir kez daha. En azından dünya nüfusundan geri kalanlara demek daha doğru olurdu.

 

"Bu hayvan etçil bir uç yırtıcı... Yani vahşi bir avcı." Blake'in hala boş baktığını görünce, genç kadının morali iyice bozuldu.

 

"Üsteğmen? Hayvanları biliyorsunuz değil mi?"

 

Blake kaplandan bakışlarını ayırmadan kafasını sallayarak Gölge'yi onayladı. "Kedi, köpek bir de sıçanlar, bunların türüne hayvan deniyor."

 

"Sadece bu kadar mı?"

 

"Bu saydıklarımdan başka bir hayvanın var olduğunu ilk kez görüyorum. Bu muhteşem bir yaratık."

 

Gölge de kaplana bakmaya başladı. "Evet muhteşem. Bakın sanırım bizi hissetti, bu yöne bakıyor. Biliyor musunuz, o da bir kedi."

 

Blake tek kaşını kaldırdı. "Bu benim bildiğim kedilere hiç benzemiyor!"

 

O sırada kaplan uyanıp, kedigillere has bir tavırla bir güzel gerinip yattığı ağaçtan yere atladı. Bir süre daha Blake ve Gölge'yi süzmesinin ardından hantal adımlarla ormana girip gözden kayboldu. Blake kaplanın arkasından bakarken etrafta başka canlıların olduğunu ve bu yaşam alanlarının onlar için yapıldığını yeni anlamıştı. Hemen gözleriyle başka canlılar aramaya başladığı sırada, büyük burun gibi yapıya sahip ufak, kanatlı bir hayvan daha gördü. Beklentiyle Gölge'ye bakıyordu, çocuksu bir heyecanla adını söyleyip söyleyemeyeceğini anlamaya çalışıyordu.

 

Adam fark etmese de bu heyecanlı hali Gölge'nin içine de su serpmişti. Dünya eski halini hatırlamasa da, belki her şeyi yeniden öğrenebilirdi. Sadece bunun için önlerinde çok uzun bir yol vardı. O da Blake'in heyecanlı haline ayak uydurmaya karar verdi.

 

"O bir 'tukan' üsteğmen. Bir kuş türü" Blake'in gözleri sanki mümkünmüş gibi daha da açıldı. Yaşam alanının etrafında yürüyüp yeni bir hayvan aradı.

 

"Peki bu ince, uzun ve sinsi görünüşlü olan nedir?"

 

"Bu dostumuzun adı, 'yeşil ağaç pitonu'. Bir sürüngen türü."

 

"Bakın! Şurada da bir kuş türü var. Bir papağan."

 

Böylece birlikte, gördükleri irili ufaklı birkaç hayvanı daha öğretti Gölge.

 

Blake, arkasını dönüp başka bir yaşam alanının önüne geldi. Buradaki bitki örtüsü o kadar gür değildi, biraz da soğuk duruyordu ve yerlerde çoğunlukla çamur vardı. 'Bu habitat diğeri kadar çok canlı barındırmıyor' diye düşündü Blake, ancak çok geçmeden oldukça uzakta olsa da üsteğmenin yeni gelişen görme yetisi sayesinde bir canlıyı fark etti. Bembeyaz, sivri kulaklı, kabarık kuyruklu, dört bacaklı çok güzel bir hayvandı. Yeri eşeleyip bir şeylerle uğraşıyordu.

 

"Bu da mı bir kedi.?"

 

"O köpekgillerden, adı kutup tilkisi. Ufak olsa da oldukça kurnaz ve dayanıklıdır."

 

Blake bu cevabı duyunca bir süre Gölge'ye baktı. Ardından aklından geçen şeye karşın istemsizce tebessüm etti.

 

Bu şekilde soru cevaplarla biraz daha zaman geçiren ikili, daha fazla yer görmeye fırsat bulamadan, onları getiren ekip lideri tarafından geri çağırıldılar.

 

"Üsteğmen, sizi alacak diğer ekip geldi. İkinci kalkış bölgesinde, bekliyorlar. Beni takip edin lütfen."

 

İkisi de adamın direktiflerine uyarak onu takip ettiler. İkinci kalkış noktasına gitmek için, geldikleri yoldan farklı bir yolu takip ediyorlardı. İçerisinde bulundukları bu devasa yapı resmen bir dağın tamamını kaplıyor olmalıydı, çünkü gidecekleri yere varana kadar birkaç raylı araç kullanmışlardı. Tüm bu süre içerisinde de pek çok garip şeye şahit olmuşlardı. Ancak Gölge'nin en çok garibine giden şey, hayvan benzeri tuhaf melez canlılardı. Anlaşılan, Işık Birliği hala doğaya müdahale etmeye devam ediyordu.

 

Kafasında sipsivri ve kıvrık boynuzları olan, at büyüklüğünde, tüysüz ve sırtlanımsı bir yaratığın tutulduğu bir yerin önünden geçerken, Blake'in tüyleri diken diken olmuştu. Yaratık salyalar damlayan, testere gibi sivri dişleri ve kapaksız sarı gözleriyle, resmen sırıtışı andıran bir ifadeyle Gölge'ye bakıyordu. Bu bölüm tamamen böyle yaratıklarla doluydu ve Gölge'yi hissettikleri an garip, tehditkar ifadelerle ona bakıyorlardı. Blake bugün hayvanların birkaçını yeni tanımıştı, ancak bu çirkin yaratıkların, normal hayvanlar gibi olmadığı belliydi. Oldukça çirkin, uyumsuz parçaların birleşimi gibi duruyorlardı. En ürkütücüsü de odaklanarak, ve zeka belirtisi gösteren gözlerle Gölge'yi takip etmeleriydi. Giderek daha çok uğultu, hırıltı ve çığlık sesleri çıkarmaya başladılar, ve giderek saldırgan hareketlerinin dozu artıyordu. Kimileri tutuldukları kafeslerden Gölge'ye uzanmaya çalışıyordu hatta.

 

Bu ürkütücü yaratıkların tehditkar davranışlarına rağmen, Gölge oturduğu yerde istifini hiç bozmuyordu. Blake o zaman anlamıştı, buradan geçirilmelerinin nedeni Gölge'ye göz dağı vermekti. Yanlarındaki ekip liderinin bu olanlara karşın keyifle kadını izlemesinin nedeni de bu olmalıydı.

 

Bu ürkütücü bölümden çıktıklarında Blake derin bir nefes aldı. Sonunda ikinci kalkış bölgesine gelmişlerdi. Burası ilk indikleri yerin aksine ılık ve güneşliydi, adeta mevsim değiştirmişlerdi. Yeni gelen ekiptekilerin kafasında kaskları olduğu için yüzleri görünmüyordu. Tek yaptıkları hava aracına girmeleri için Gölge ve Blake'e elleriyle işaret vermek olmuştu. İkisi de itaatkar bir şekilde araca bindiler, bu araç da ilk bindikleri araçla aynı türdendi.

 

Blake hatırı sayılır bir genetik mirasa sahip, oldukça büyük ve önemli görevlere gönderilen askerlerden biriydi, fakat daha önce ne böyle bir yerin varlığına dair ne de kullandıkları teknolojinin bu kadar ileride olduğuna dair hiçbir bilgi almamıştı. Blake şu an bu dünyada çoğu şeyden bihaber yaşadığını, aslında çok da değerli olmadığını hissediyordu. Bugün gördüğü onca şeyden sonra artık daha fazla şaşıramayacağına inanmıştı, ancak yanılıyordu. Hava aracı gökyüzünde asılı gibi duran bir nesneye doğru hızla yaklaşıyordu. Onlar nesneye yaklaştıkça, Blake, o şeyin gerçekten yerden yüzlerce metre yukarıda asılı durduğunu anladı. Ama asıl şok edici olan şey, o nesnenin kocaman bir şehir olasıydı.

 

Öndersoyların yaşadığı bölgenin fazlasıyla seçkin olacağını tahmin etmek, bu yeni dünyada yaşayan en aptal insan için bile zor değildi. Ancak Blake, gördüğü bu manzarayı hayatı boyunca düşünse aklının ucundan bile geçiremeyeceğini biliyordu. Karşısındaki şeyin kendi hayallerinin bir sonucu olmadığından emin olamadığı için birkaç kez gözlerini kırpıştırmak zorunda kaldı. Ama hayır, burası tamamen gerçekti.

 

Sonunda bu uçan şehrin üstünden geçiyorlardı. Tertemiz bir gökyüzünün altında, yemyeşil çimlerin, rengarenk çiçeklerin, gür ormanların, cam gibi akar su ve göllerin olduğu bölge o kadar güzeldi ki, bu görüntü sanki yalancı bir cennet gibiydi. Şehrin üstünden uçtuktan sonra nihayet bir yere iniş yapmışlardı.

 

Gölge ve Blake'i buraya getiren iki kişi de sadece zaruri durumlarda konuşuyorlardı ve hala yüzlerini örten kasklarını çıkarmamışlardı. Yine de Gölge, onların bir şekilde kendisiyle bağlantıları olduğunu hissedebiliyordu.

 

İki kişiden uzun olanı, araçtan inmeleri için onlara işaret etti. Blake ve Gölge, yolculuk boyunca yaptıkları gibi, rehberlerini takip ederken oldukça itaatkardı. Genç adam hayretle çevresine bakarken tuhaf bir baş dönmesi hissedince hafif sendeleyip düşecek gibi oldu. Yanından uzanan bir yardım eli olmasaydı öyle de olacaktı. Blake, kendini kurtaran rehbere teşekkür edip toparlandı.

 

"Havanın temizliği yüzünden oluyor."

 

"Anlamadım?" Blake rehberinin kendisiyle konuşmasına şaşırmıştı.

 

"Havanın fazla temiz olması, alışık olmayanlar için baş dönmesi, burun kanaması gibi durumları tetikleyebiliyor, birkaç saate toparlanırsın."

 

Blake konuşanın sesinden erkek olduğunu anlayabiliyordu. Oldukça sıcakkanlı ve sakinleştirici bir tona sahipti.

 

Üsteğmenin, etrafa hayretle bakmasına ve vücudunun verdiği tepkilere karşılık, Gölge sanki burada yıllardır yaşamış gibi oldukça rahat ve ne yapacağını bilir görünüyordu. Bu durumu fark eden Blake sanki sadece kendisi yabancıymış gibi hissetmeye başlamıştı.

 

Uzun sayılabilecek bir yürüyüşün ardından, dördü birlikte bir yerleşim yerine varmıştı. Evler çoğunlukla geniş ve gösterişliydi. Her evin kendine ait kocaman bahçesi vardı. Oldukça düzenli ve temiz bir şekilde yerleşmiş evler çoğunlukla açık renkteydi. Arada sırada insanın burnuna hoş kokular geliyordu. Çevredeki insanların hayatlarından oldukça memnun oldukları belli oluyordu, kulağa çalınan gülüşme sesleri ve neşeli çocuk sesleri de bunu destekliyordu.

 

Etraftaki kadınlar, çocuklar ve erkekler, yerleşim yerine doğru ilerleyen bu dörtlüyü fark ettiklerinde merakla bu yeni gelen grubu izlemeye başladılar. Rehberler önde, iki yabancı arkada, kendi yerleşim yerlerindeki bir eve giren bu grup onlar için oldukça sıra dışıydı.

 

Bu esnada, Gölge'lerin grubu bir eve girmişti. "İşte burası, yeni eviniz olacak, ihtiyaç duyduğunuz her şey düzenli olarak size Işık birliği tarafından gönderilecek. Düzeni bozmadan çevreye uyum sağlamaya çalışın! Bu insanlar özeldir, çok kıymetli bir soydan geliyorlar biliyorsunuz. O nedenle dikkat edip göze batmayın ve sizden istenen şeye odaklanın."

 

Bu ev de tıpkı, yerleşim yerindeki diğer evler gibiydi ancak daha büyüktü. Blake evin içine göz atmak için biraz bakınırken, Gölge gidip doğruca koltuğa oturdu. Kadının bu kadar rahat olması artı Blake'in merakını iyice kışkırtmıştı.

 

"Hey! Sen neden bu kadar tepkisizsin? Bugün gördüğümüz onca şeye hiç mi şaşırmadın?"

 

"Üsteğmen, dikkatiniz çok çabuk dağılıyor. Beni yakalama nedeninizi hatırlayın. Büyük bir varisi öldürmüştüm. Jacop Phoenix'in en gözde oğlunu. Yani aylar önce buraya girmiştim zaten."

 

Blake bir insanın buraya kendi başına girmesinin imkansız olduğunu yaptığı yolculukla anlamıştı. O nedenle Gölge'nin buraya daha önce girdiğine çok da inanamamıştı. Bunu belli etmek için, kafasını alaycı bir şekilde sağ omzuna doğru eğdi.

 

"Öldürdüğüne inanabilirim ama, burada yaptığına inanmamı bekleme. Böyle bir yerine kendi başına girmen imkansız."

 

"O, doğru söylüyor üsteğmen!"

 

Konuşan uzun boylu rehberdi, kafasındaki kaskı çıkarıyordu.

 

"Öldürdüğü benim öz kardeşimdi, bu kadın da onu burada öldürdü."

 

Blake duyduğuyla şok olmuştu. Bu demek oluyor ki, karşısındaki kişi dünyaya hükmeden adamın oğluydu. Onları hep duymuş ama hiç görmemişti. Şimdiye kadar...

 

Adam kaskını çıkardığında, ince uzun bir yüz, simsiyah saçlar, ince ama kemerli bir burun, özenle şekil verilmiş simsiyah sakallar, beyaz bir ten rengi ve mermer gibi ciddi bir ifade odadakileri karşılamıştı.

 

"Bu yaptığın çok yanlıştı kardeşim."

 

Üsteğmen duyduğunu ilk önce idrak edememiş yanlış duyduğunu düşünmüştü.

 

"Kendi kardeşini öldürüp de bununla nasıl yaşayabilirsin ki?"

 

İşte yine aynı şeyi ima ediyordu adam. Ölen varis, Gölge ve bu adam kardeşti demek ki.

 

"Babamızın yaptıklarına daha fazla tahammül edemiyordu. Beni buraya sokan da oydu, onu öldürmem için beni zorlayan da. Babamızın artık durdurulması şart. Dünya ölüyor ve sen de bunun farkındasın."

 

Adam hayal kırıklığına uğramış bir şekilde kafasını salladı. "Nail, öldü. Sen öldürdün, ama hatanı telafi etmek için şansın var. Babam dünyaya dönene kadar, o çocuğu doğur. Bu senin için kurtuluş olur. Aksi takdirde, ne sen, ne yeraltındaki mağaralarda yaşayan 'halk' dediğin pis domuzlar, ne de o fahişe annen bu kez sağ kurtulamazsınız."

 

Zehir zemberek sözlerin ardından adamın gözleri, sinsi parıltılar saçarken gülümsedi. "Aylar önceki baskında yaşananları unutma. Oradaki binlerce insanın ölümünün sorumlusu sendin."

 

Adamın sözleri bittiğinde, Blake kendisinin bilmediği bir konuda çatıştıklarını anlayabilmişti sadece. Gölge adama dik dik bakmakla yetinebilmiş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Kızın bu haline bakan adam tartışmayı kazanmanın verdiği keyifli edayla ellerini arkada birleştirip, diğer rehberle evi terk etti.

 

Blake, Gölge'ye baktığında yüzünün hala kıpkırmızı olduğunu gördü. Ellerini iç içe geçirmiş sıkıyordu. Onun bu halini görmek tuhaftı. Blake bir şeyler söylemek istedi, ama Gölge eliyle durmasını işaret edip ayağa kalktı.

 

"Ben biraz yemek hazırlayacağım üsteğmen, siz de biraz evi gezinin isterseniz, ya da bahçeye çıkın."

 

Blake tepki veremeden Gölge odadan çıkmıştı. Blake'se öylece durup bu çılgınca gelişen olayların nereye varacağını anlamaya çalışıyordu. İki taraf da bir şeylerin peşindeydi, iki taraf da bir şeyler planlamıştı ve iki taraf da bir şeyler saklıyordu. Üsteğmen kendi kendine bu olayların ortasında kendisinin rolünün ne olduğunu bilmiyor, ama yakında öğreneceğini hissediyordu.

 

 

Loading...
0%