@sk.acar
|
20 Eylül 2117: Galeyan Günü'nün otuzuncu yıl dönümü. Işık Birliği Ordusu Ana Karargahı.
"Haydi sizi asker bozuntusu iri hantal yaratıklar, Yüzbaşı Blake acilen brifing odasında toplanmamızı emretti. Bu kez iş ciddi beyler, bu yüzden o koca kıçlarınızı hemen yataklarınızdan kaldırın." Hızlı adımlarla bir aşağı bir yukarı yürüyen Çavuş Brown, uyanmamakta direnenleri de tekmeleyerek kendine getirmekten çekinmiyordu.
Beş dakika sonra brifing odasında toplanan askerler uykulu gözlerle, karşılarında tek bir yorgunluk işareti dahi göstermeyen komutanlarına bakıyordu. Kırk yaşına giren bu yetenekli subay, genetik müdahaleler sonucu en fazla yirmi dört yaşında gibi duruyordu. Askersoya dahil olduğu için doğuştan iri yarıydı, disiplinli, özverili ve daima ciddiydi. Diğer subayların aksine, askerleri küçümseyip aşağılık varlıklar gibi davranmadığı için, kendisine saygı duyulurdu. Askerlere holovizyonun etrafına oturmalarını işaret ettikten sonra konuşmaya başladı. "Biliyorum. Hepiniz aynı şeyi düşünüyorsunuz. Neden bu saatte buradayız? Neden Galeyan Günü kutlamalarında bir aşk partisinde değil de buradasınız? Neden bu yıl kutlamalara katılmanıza bile izin verilmedi? Çünkü bugün öğlenden sonra Işık Birliği Askeri Kurulu'ndan bir emir aldık. Beş yıldır peşinde olduğumuz Gölge kod adlı direnişçinin yeri saptandı ve verilen emir doğrultusunda onu yakalamak ve karargaha getirmekle görevliyiz. Neredeyse hepimiz bu isme aşinayız ancak yine de sizi onunla ilgili bilgilendirmeliyim. Kişisel olarak hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz, kaç yaşında, kaç kilo, boy uzunluğu, askeri eğitimi, geçmişi... Hatta cinsiyetine dair bir bilgimiz bile yok. Ancak yaptığı bire bir dövüşler ve öldürdüğü insanların vücutlarındaki izlere bakarak yapay zekanın bize verdiği profil şöyle; 180 santimetreden uzun bir erkek, 85 kilo veya daha üstü ağırlıkta, gelişmiş bir kas kütlesine ve esnek bir vücuda sahip, bunların yanında oldukça da hızlı. Kırdığı kemiklere ve rakibi olan talihsiz askerlerin cüsselerine bakılırsa da oldukça doğru çıkarımlar, zaten hepinizin bildiği üzere yapay zeka hiçbir zaman yanılmaz."
Askerler huzursuzca kendi aralarında homurdanmaya başlayınca, genç Yüzbaşı onları bastıracak kadar yüksek sesle konuşmaya başladı. "Bu pisliğin zorlu olduğunu biliyorum, onunla uğraşanların başına neler geldiğini de, ancak bu kez işler biraz karışık, çünkü Gölge, Işık Konseyi üyesi ailelerden birinin varisini öldürdü, hem de kendi yatağında." Bu kez brifing salonundan hayret nidaları yükselmeye başlamıştı, çünkü Işık Birliği, gezegenötesi şirketlere sahip inanılmaz güçlü üç şirketin ve ailelerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir birlikti ve bu kesimin yaşadığı yer dünyanın en iyi korunan yeriydi. Dolayısıyla izinsiz girebilmek imkansızdı eğer girilirse bile bu kez canlı çıkmak mümkün olmazdı, ya da en azından şimdiye kadar öyleydi. Peki nasıl olmuştu da bu şartlara rağmen, bir asi böyle bir şey gerçekleşebilmişti? Buna benzer ardı arkası gelmeyen sorular brifing odasını gürültüye boğdu.
Blake sesini daha da yükselterek konuşmayı sürdürdü. "İşte bu nedenden ötürü ne pahasına olursa olsun, o adi herifi buraya getirip, Işık Ulus'una nasıl girebildiğini, suikast için kimden yardım aldığını öğrenmemiz gerek. Özel operasyon birliği olduğumuz için de bu görev bize düşüyor. Sorusu olan?" Elini kaldıran askere başıyla izin verdi.
"Efendim bu görev saha dışı bir görev mi olacak?" Blake, yine başıyla onaylayınca asker devam etti. "Yabancı bölgede yapılacak bir görev için sayımız çok az, sadece on iki kişiyiz. Yarımızın askeri eğitimi de on yılı bile bulmadı. Bu görev intihar gibi de olabilir."
"Endişeni anlıyorum Adler, sen zeki bir askersin. Haklılık payın var ama unutmayalım karşımızdaki ilkel silahlar kullanan, teknolojiden yoksun basit bir asi. Ayrıca istihbarat uydularına göre köşeye sıkıştığı yerde ondan başka asi bir savaşçı da yok. Sadece o ve dört asi çocuk, hepsi bu. O bir av hayvanı, bizlerse avcı olacağız." Bu haberi duyunca askerlerin kendilerine olan güveni geri gelir gibi olmuştu.
"Başka sorunuz yoksa görev bilgilerini gözden geçirelim." Salondan ses çıkmayınca Yüzbaşı konuşmaya başladı. "Holovizyondaki bu harabe yerin adı eskiden Konya'ydı. Galeyan Günü'nden sonra %90'ına yakını yerle bir oldu. Yine eskiden Türkiye adıyla bilinen bir ülkenin en büyük şehriydi. Yıkılmayan 22 tane bina var ancak ağır hasarlılar." Ekrana yarısı yıkılmış bir katlı otopark geldi, gerçi artık otomobil olmadığı için kimse otoparkları da hatırlamıyordu. "İşte, Gölge bu binada köşeye kıstırıldı. içeri gönderilen sondaları etkisiz hale getirdiği için sadece dışarıdan görüntü alabiliyoruz. Binanın dört katı var, ancak Gölge denen herifin en alt katta olduğunu tahmin ediyoruz. Yapının iki girişi var, dört kişilik üç gruba ayrılacağız, ikimiz kapılardan girerken bir grup da çatıdan girecek. Alfa, omega ve beta grupları olacağız. Alfa grubunu ben komuta edeceğim. Omega grubunu Adler ve beta grubunu da Karim. Ayrıntıları kişisel holofonlarınıza yolladım bile. Şimdi dağılın hazırlanmak için on beş dakikanız var."
Askerler büyümüş gözlerle komutanlarının yüzüne bakarken, Çavuş Brown bağırarak, "Efendim, gerçekten mi? On beş dakika mı? Bu kadar önemli bir görev için hem de. Ciddi değilsiniz değil mi?" dedi.
Böyle bir tepkinin geleceğini zaten bekleyen Blake, sakince karşısındakilerle konuşmaya başladı. "Elbette ciddiyim. Bu kez aylar süren bir planlama yapma şansımız yok. O hainin kaçma ihtimaline karşı iki saatimiz var, o nedenle on beş dakikaya yüzük yolunda olun."
Yüzük yolu, dünya yüzüğünün üzerine ulaşım için yapılmış inanılmaz hızlara ulaşabilen tren benzeri bir araçtı. Öyle hızlıydı ki Dünya'nın çevresini ekvator çizgisi boyunca dolaşması kırk beş dakika sürüyordu, bu nedenle acil askeri durumlarda kullanılabilirdi. Söylendiği gibi on beş dakika sonunda bütün askerler yüzük yolundaydı. Yolculuğun başlayıp bitmesi sadece yedi dakika sürmüştü. Yüzük yolundan Konya'ya kadar olan yol ise askeri bir uçakla on bir dakika sürdü. Böylece görevi tamamlamak için bir buçuk saatleri kalmıştı. Binaya varır varmaz planlandığı gibi üç gruba ayrıldılar. Omega ve beta grubu kapılardan girecekti, alfa grubu ise binanın yıkılmış çatısından içeri girecekti.
"Omega ve beta grupları, burası alfa iletişimi kopartmayın, plandan sapmayın, hedefi ilk bulan canlı ele geçirsin ve en önemlisi kesinlikle kendinizi öldürtmeyin. Anlaşıldı mı?"
" Alfa, burası omega anlaşıldı."
"Alfa, burası beta anlaşıldı."
Komutanlarının kendilerine kıymet vermesinden hoşnut olan askerler birbirlerine gülüyordu. Ciddiyeti sağlamak adına Yüzbaşı Blake sert bir ses tonuyla kulaklığından konuşmaya başladı. "Artık rahat davranmaya izin yok göreve odaklanın, her görevin canınız pahasına olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Herkes yerinde mi?"
İki takımdan da aynı anda, " Evet efendim." yanıtı geldi. Bunun üzerine herkesin Blake'den beklediği emir geldi. "Görevi çabucak bitirip bu bok çukurundan çıkalım. Eve dönünce içkiler ve eğlence masraflarınız benden unutmayın. Şimdi, başlayın."
Emrin gelmesiyle üç grup da binanın içine girmeye başladılar. İçerisi karanlık olduğu için kasklarındaki ısı görüşü modunu aktif hale getirmişlerdi. Bu sırada Blake kaskındaki ekran sayesinde diğer iki grubun da ilerleyişini takip ediyordu. Şuana kadar her şey yolundaydı ve ilerlemeye devam ettiler ama şimdiye kadar sıçanlar dışında hiçbir canlıya rastlamadılar. gruplar yavaş yavaş alt katlara doğru inmeye başladılar. Tam bu esnada Blake beta grubunun ekranında bir hareket görür gibi oldu ama hareket eden şey o kadar çabuk kayboldu ki sıçanlar olabilir diye düşündü. Yine de tedirgin olmuştu, bu yüzden betayı uyarmaya karar verdi. "Beta, burası alfa. bulunduğunuz katın kuzeydoğu yönündeki hareketlilik nedir? Kontrol et."
"Anlaşıldı alfa, kontrol ediyoruz." Kameranın görüş alanında hiçbir şey yoktu. "Alfa burada bir şey yok, devam edi..."
Asker cümlesini tamamlayamadan kameranın görüş alanına bir cisim girdi. Sonrasında her şey o kadar hızlıydı ki, kimse tek kelime edememişti bile. Sadece iki el ateş edilmiş, ardından yine her yere sessizlik hakim olmuştu. Şoktan ilk çıkan Blake'ti, cevap almak için beta grubuna seslendi. "Beta, burası alfa beni duyuyor musun?"
"......."
"Tekrar ediyorum beta, burası alfa beni duyuyor musun?" Yine cevap yoktu.
Bir süre sonra karşıdan yabancı, robotik bir ses geldi. "Alfa?" Karşıdaki kimse sesini değiştirmek için bir ses simülatörü kullandığı kesindi.
"Sen... Gölge sen misin?"
"Evet. Alfa, komuta sende mi?"
"Evet lanet ucube ve askerlerimden haber alamazsam canına..."
"Kestim."
"Ne?"
"Askerlerinin, boğazlarını kestim."
Duyduklarıyla öfkeden yüzündeki damarlar patlamak üzere gibi duran Blake hırlar gibi konuştu. "Seni aldığın her nefese pişman edeceğim. Seni bağnaz, geri kafalı, mideni deşeceğ..."
"1. kattayım. Gel yakala."
Bu son sözlerin ardından herkes hızla 1. kata inmeye başladı. İlk inenler, Adler'in yönetimindeki omega takımıydı. Kata iner inmez dördünün ortasına bir karartı, bir gölge düştü. Ayağa kalkıp doğrulmadan süpüren bir tekmeyle askerlerden birini yere düşürüp kalbine bir bıçak sapladı. Daha sonra ayağa kalkar kalkmaz kendine ateş edecek olan bir askerin bacaklarının arasından arkasına geçip boynunu kavradı, boynu açığa çıkan asker ne olduğunu anlamadan boynundan kanlar fışkırmaya başladı. Asker yere düşmeden elindeki silahı alan Gölge hemen diğerine ateş etti, böylece yere iki ölü beden düşmüştü. Geriye sadece Adler ve Gölge kalmıştı. Asker elini tetiğe götüremeden nefes borusuna aldığı darbeyle yere yığıldı.
Olanları kulaklığından duyup kameradan izleyen Blake nefes nefese 1. kata girdiği an bir patlamayla ortamda bir madde yanmaya başladı, anlaşılan karşılarındaki asi de kendince tuzak kurmuştu. Alevlerin ısısından ötürü kaskları geçici olarak Blake'in takımını kör etmişti. Blake askerlere kasklarını çıkarmasını emretti. Olanlara yetişmekte zorlanıyordu. Yeniden görmeye başladığında Çavuş Brown yerde yuvarlanırken askerlerinden biri daha yerde cansız yatıyordu. Ayaktaki son askeriyse Gölge'yle yumruk yumruğa çarpışıyordu. Ama bir sorun vardı. Bu karanlık siluet fazlasıyla ufaktı. Düşünceyi kafasından uzaklaştırıp dövüşe dahil oldu, çünkü ateş etse askerini ya da hedefi vurabilirdi. İkisinin arasına girip Gölge'ye bir yumruk savurdu ancak eli boşluğa dalmış gibi Gölge aniden yana çekilip Blake'in sağ kolunun omuzla birleştiği yere vurduktan sonra kafası duvara vuracak kadar güçlü bir şekilde tekmeyle onu savurdu. Blake önce kolundaki hissizliğe şaşırdı, ardından inanılmaz bir süratle duvara savruldu. Tekrar arkasını döndüğünde onunla dövüşen asker de dizinin üstüne düşmüştü. Gölge askeri yere yatırıp sağ kolunu iki bacağının arasına alıp ters bir hareketle geri çevirince, askerin kolu tam tersi yöne doğru kırıldı, acıyla bağıran asker savunmasız kalır kalmaz iki eliyle boynunu tek hamlede kırdı. Olanlara yetişemeyen Blake bağırıp Gölge'nin üstüne atıldı ama yine başarılı olamadı. O da dizlerinin üstüne düşmüştü ve Gölge çoktan boynunu kavramıştı bile. Tam Blake'in boynunu çevireceği sırada Gölge'nin kulaklığından cızırtılı bir ses yükseldi. "Kara? Kara beni duyuyor musun?" Bu küçük bir kız sesiydi. "Kara beni duyuyorsan başardık. Binadan tünellere girdik. Haydi artık sen de gel."
Küçük kızın Kara diye seslendiği Gölge tam cevap vereceği an kulağına aldığı inanılmaz bir darbeyle sendeleyip yana sıçradı ancak dengesini sağlayamadığı her halinden belliydi. Yine de oldukça iyi toparlanmıştı, çünkü darbeyi vuran 210 santimetre boyu ve 120 kilo ağırlığıyla Çavuş Brown'du. Blake'in de ayağa kalkmasıyla ikiye bir olmuşlardı. Karşılarındaki bu ufacık adam yirmi dakikada on askeri hiç zorlanmadan öldürmüştü. Ama bitap görünüyordu. Kulaklıktaki ses tekrar konuştu. "Kara gelmiyor musun?" Gölge'nin gözleri hariç her yeri simsiyah bir giysi içindeydi ama yüzü açılmaya başlıyordu, üstelik az önce aldığı darbe tam da ses simülatörüne isabet etmişti. Yarım yamalak kapalı olan yüzünün kenarından sarkan simülatör parçaları yere düşüp gerçek sesi ortaya çıkarken Gölge nahif bir kadın sesiyle şöyle söyledi. "Siz.. ah Siz gidin Gökçen. Ben yetişemeyeceğim." Cümlesini söyledikten sonra ağır ağır yüz üstü yere düştü.
Her şey olup bittikten sonra bağırışlar arasında kulaklıktaki ses sustu. Blake ve Brown ise hala inanmaz gözlerle birbirlerine bakıyorlardı. İlk konuşan Brown oldu." Ooo.... O şey bir kadın mı? Hepimizi teker teker avladı." Blake de aynı şeyi düşünüyordu, burda avcı olmaları gerekirken av olmuşlardı. Temkinli adımlarla Gölge'ye yaklaştı. Yüzünü çevirip baktı ve o kesinlikle bir kadındı. ağır hareketlerle onu bağladı ve geri çekilip onları almaları için bir helikopter gönderilmesini istedi. bir süre sonra helikopter geldiğinde Brown'a seslendi. "Hey Brown! Şunu yerden al helikoptere taşı."
Bunu duyan Brown gözleri büyüyerek itiraz etti." O şeyi hayatta taşımam Efendim! Kucağımda uyandığını düşünmek bile istemiyorum."
Blake kızgın gözlerle ona bakıp bağırdı. "İtiraz yok bu bir emirdir." Brown azarlanmış bir köpek gibi denileni yaptı.
Brown'un kucağında helikoptere taşınan ufacık bedene bakan Blake düşüncelere daldı. Bu kadının acılar içerisinde öldüğünü görmek istiyordu. Bugün değildi ama muhakkak ellerinde can vermeliydi. O, askerlerinin intikamını almalıydı. Erkek ya da kadın olması hiç önemli değildi, gereken bilgileri aldıktan sonra o kadının icabına bakacaktı.
Okuyan arkadaşlar! Yorum yaparak ya da eleştirerek kendimi geliştirmem konusunda yardımcı olursanız sevinirim. Şimdiden teşekkürler ve iyi okumalar.
|
0% |