@sk.acar
|
Operasyon birliği görevi tamamlayıp Gölge'yi yakalayalı sadece iki gün olmuştu ancak bu süre içerisinde çok fazla şey yaşanmıştı. Çavuş Brown operasyonu kurtaran kişi olarak görülmüş ve böylece kıdemli çavuş rütbesine yükseltilmişti. Blake ise Işık Birliği'nin malı sayılan on askerin ölümünden sorumlu tutulmuş, askeri mahkemeye çıkarılmış ve rütbesinin düşürülmesine karar verilmişti, artık yüzbaşı değil üsteğmendi. Bu onun askeri hayatı boyunca deneyimlediği ilk başarısızlık olmuştu. Her şeyden önemlisi on askerin ölümünden dolayı o da kendini suçluyordu. Işık Birliği sözleşmesi gereği bağlanmak, aşık olmak, evlenmek, aile olmak, arkadaşlık kurmak ve daha birçok şey yasak sayılıyordu hatta bunlar toplum tarafından da aşağılanan davranışlardı. Ancak Blake açıkça olmasa da hala insanlarla bağ kuran bir tipti. Bu kendinden utanmasına neden olsa da doğru olanın bu olduğunu hissederdi hep.
İki gün içerisinde olan bir diğer önemli olaysa Gölge'nin sorgusuydu, daha doğrusu sorgulanamayışıydı. Çünkü ne zaman sorgu odasına alınmaya çalışılsa bir vahşi hayvan gibi askerlere saldırıyor, kavga ediyor hatta sık sık karşısındakilerin uzuvlarını kırıyordu. Eğer askerler şanslıysa ona vurdukları darbelerle bayılmasını sağlayarak kurtulabiliyordu. Bu şekilde bilgi alamayacaklarını anlayınca onu uyutup ameliyatla ve ilaçlarla beynindeki bilgileri almak istediler ancak ne zaman vücuduna neşter değse vücudu adeta elektrik akımına kapılmış gibi şiddetle sarsılmaya başlıyordu ya da ne zaman konuşması için ilaca başvurulsa vücudu kusarak, aşırı terleyerek ya da idrar yoluyla atarak bunları da reddediyordu. Sonuç olarak bu iki gün yaşananlar sorgudan sonuç alınamamasıyla birlikte boşa gitmiş oldu.
Blake bütün bu olanları düşünürken Işık Birliği Ana karargah binasının binlerce devasa koridorundan birinde yürüyordu. Operasyon sırasında hatalı olduğu birçok konu vardı ama yine de bazı şeyler kafasını kurcalıyordu. Örneğin; onlarca deneyimli operasyon birliği varken neden böyle riskli bir dış göreve onun yeni yetme askerlerini gönderdiler? Neden binayla ilgili istihbarat bu kadar yetersizdi? Neden bu kadar az adamı böyle bir bilinmeyene yolladılar? Her şeyden önemlisi böyle üst düzey kabiliyetleri olan bu suikastçıyı yakalamak için neden bu kadar kısıtlı zaman verdiler? O hararetli düşüncelere dalmışken arkasından duyduğu sesle kendine geldi.
"Yüzbaşı Blake?"
Blake ciddiyetle selam durarak komutanı Akira Saim'e döndü. Binbaşı Saim askersoy olmasının yanı sıra dünyada kalan üç büyük gezegenötesi şirketin bir tanesinin sahibi Stella Saim'in soyundandı. Blake'den tam on yaş daha büyüktü ancak genetik müdahalelere o da maruz kaldığından ellilerinde değil de yirmilerinde gibi duruyordu. Hem Hint hem de Japon kökenlerinin fiziksel görüntüsünü taşıyordu. Siyah gür saçlar, esmer ten hem çekik hem de oval gözler ve ciddi bir yüz."Binbaşı Saim. Emredin efendim."
"Rahat ol Blake." Komutla birlikte Blake kollarını indirince birlikte yürümeye başladılar.
"Operasyon birliğinin başına gelenleri duydum, senin için zor olmalı yüzbaşı."
"Artık üsteğmen efendim."
Akira biraz kaş çatar olmuştu ama yürümeye devam etti. "Anlıyorum, demek ceza verdiler. Aslında ödül alman gerekirdi."
"Tam on asker kaybettim efendim. Hem de karşımızda ufak tefek bir kadın varken. En kötüsü de biz üstün teknoloji teçhizat kullanırken onun elinde sadece bir bıçak vardı. Bence cezam hafif bile kaldı."
"Senin yerinde olsam kendime çok yüklenmezdim Blake, o kadın bu dünyanın en büyük askeri dehalarının ve çok büyük bir komutanın eğitimini almış."
"O asileri övmeyin efendim. Kendi pisliklerinin içinde yuvarlanan geri kafalı yaratıklardan başkası değiller. Ne kadar iyi olabilirler ki?"
Binbaşı Akira düşünceli bir şekilde güldü. "Tam otuz yıldır yakalanmayacak kadar, hatta burnumuzun dibine girip büyük bir varisi öldürecek kadar. Bence daha saymayalım da asıl söylemem gerekeni söyleyeyim. Gölge'nin sorgusu var daha doğrusu deneyecekler, analiz ekibinin başında duracağım ve holofonuna bakmadığın için görmedin sanırım ama senin de ekipte olman emredildi."
"Ben bu görevden uzaklaştırıldım sanıyordum efendim"
"Öyleydi ama profil uzmanlığın işe yarayabilir. Çünkü senin değiminle bu 'ufak kadından' zorla bir şeyler öğrenmemiz pek mümkün olmadı. Vücudu ve beyni yaptığımız işlemlere karşı koymak için pek çok şeye tepki gösteriyor. İlaçlar, ameliyatlar.... Sanırım yakalanmaya karşı önlem alıyorlar."
"Anlıyorum efendim elimden gelen en iyi şekilde faydalı olacağım."
"Öylesin de Blake, zaten olmasan Işık Birliği seni kullanmak istemezdi. Unutma, Işık Birliği sözleşmesine göre 'faydalı olmayan, var da olmamalı.'
"O halde faydalı olalım efendim."
***
Binbaşı Akira ve Blake bir süre sonra Işık Birliği'nin meşhur sorgu odalarının bulunduğu binaya vardılar.
Dünyaya kötü şöhretiyle ün salmış bu odalardan herkes korkardı. Zaten insanlara sindirmek için içerde sorgulananların akıbeti bazen canlı olarak insanlara izletilirdi. Bu nedenle bu odalardan birine girmek istemeyen kimse Işık Birliği Sözleşme'sini ihmal etmemeliydi.
Bir insan aşık olup da suçunda diretirse sorgu odasına alınırdı ya da aile sahibi olmak isterse ya da çocuk sahibi olmak isterse. Ancak toplumun yapısını değiştirmeye yönelik suçlar dışında olanların sorguları gizlenirdi. Örneğin bir suikastçi, bir asi ya da bir muhbirin sorgusu kimseye gösterilmezdi. Zira insanların adeta tapındığı Güneş Efendisi Jacob'a karşı isyan eden birilerinin olduğundan halkın haberi bile yoktu.
Binbaşı Akira ve Blake binlerce odası olan bu komplekste yine binlerce insanın çığlıkları arasında Gölge'nin tutulduğu odaya ancak varabilmişlerdi.
Blake sorguyu bir camekanın ardından izleyip Gölge'nin cevaplarını ve profilini inceleyecek usta bir ekibe eşlik edecekti.
Odaya girip yerlerini aldıklarında, sorgu odası henüz boştu, birkaç dakika sonra iri yarı üç asker apar topar içeriye girdiler. Ellerinde çanta gibi taşıdıklarıysa Gölge'ydi. Onu bir sandalyeye oturtup ellerini masaya kelepçelediler. Aldığı darbelerden dolayı sol gözü tamamen kapanmış ve kaşı patlamıştı, burnundan hâlâ akmaya devam eden kanlara bakılırsa burnu da kırılmıştı, el tırnaklarından bazıları da yoktu. Belinden aşağı uzanan saçlarıysa kanla ve terle ıslanmıştı. Üzerindeki eşyalar paramparçaydı ve yırtıklardan göründüğü kadarıyla vücuduna da pek çok darbe ve kesik almıştı.
Blake, işkence etmeyi denemişler diye düşündü. Sonra aklına takılan bir soruyu Akira'ya sordu. "Binbaşım, neden işkenceye başvurulduğunu anlayamıyorum. İstediğimiz bilgileri ilaçlarla ya da bir ameliyatla doğrudan beyinden alamıyor muyuz?"
"Maalesef Üsteğmen Blake. Vücudu çoğu müdahaleye karşı şartlandırılmış sanırım. Ne zaman ameliyat masasına yatırılsa vücuduna doktorlar temas etmeye başladığı an elektrik veriliyor gibi sarsılmaya başlıyor, ardından da hayati fonksiyonları durma derecesine kadar iniyor."
"Peki ilaçlar efendim?"
"Benzer bir şekilde sonuçlanıyor. İster katı ister sıvı ister gaz bir ilaç olsun, vücuduna verdiğimiz an aşırı terlemeyle, kusmayla, idrar hatta dışkı yoluyla vücudu her şeyi atıyor. Beyin yıkamayı da denedik ancak sürekli bir şeyler mırıldanıyor ardından ölmüş de tekrar canlanmış gibi dinç davranıyor. Fiziksel dayanıklılığı da çok yüksek. Şuna bir bak 2 gündür tek lokma yemeden içmeden onlarca işkenceye göğüs gerdi."
"Şimdiye kadar öğrenebildiğimiz herhangi bir şey var mı peki binbaşım?"
"25 yaşında, 52 kilo ve boyu 160" Akira bunları söylerken sanki kendilerini küçümsüyor gibiydi.
"Senin anlayacağın üsteğmen, hiçbir şey öğrenemedik şimdiye kadar. Her neyse sorgu başlıyor şimdi buna odaklanmalıyız."
O sırada odadaki askerler eşliğinde sorgu başlamıştı.
"Işık Birliği başkentine yalnız mı girdin yoksa içeriye girmen için biri mi yardım etti?"
Ancak yanıt olarak Gölge kelepçelendiği ellerine eğildi burnundan kan akmaya devam ediyordu.
"Varislerden birini öldürmen için gereken bilgileri nasıl edindiniz?"
Yine yanıt yoktu Gölge inanılmaz güçsüz duruyordu ve kafasını ellerine yaslamıştı.
"Varisi öldürdükten sonra, o kadar kısa bir sürede Eski Türkiye'ye kaçmayı nasıl başardın?"
Yine ses yoktu, hatta Gölge ölmüş gibi hareketsizce duruyordu. Bu sırada herkes onun başına toplanmaya başlarken Blake'in gözü başka bir şeye takılmıştı.
Gölge'nin sol kolu fark edilmeyecek kadar küçük hareketler yapıyordu. Blake ne olduğunu anladığında artık çok geçti. Gölge burnundan akan kanı ellerini kelepçeden kurtarmasını sağlayacak bir kayganlaştırıcı olarak kullanmış ve ellerini kurtarmıştı. Kimse ne olduğunu anlamadan askerlerin icabına bakmış, sanki onca işkenceyi görmemiş gibi inanılmaz bir çeviklikle askerlerden birinin kimlik kartını alarak doğruca kapıya yönelmişti.
Diğerleri hala şoktayken Blake erken davranıp kapıya yöneldi, silahı çekip ona doğrultarak beklemeye başladı. Gölge çıkar çıkmaz da tereddüt etmeden tetiğe bastı.
Gölge karnına aldığı darbeyle yere yığılırken gülerek mırıldanıyordu. Blake ise onun neden böyle saçma bir hamle yaptığını düşünüyordu. Odadan kaçsa bile binayı bilmiyordu ve kaçması imkansızdı. Öte yandan içini kemiren bir diğer konu da düşerken gülmesiydi. Neden gülmüştü ki? Ölebileceğini biliyordu. Böyle düşünürken bir anda nedenini anlamıştı. "Bütün bunları bilinçli olarak yapıyor."
"Anlamadım Blake ne demek istiyorsun?" Konuşan komutan Saim'di.
"O bizi kışkırtmaya çalışıyor efendim. Kaçamayacağını biliyordu. Onu öldürmemiz için her defasında bizi kışkırtıyor. Konuşmamak ve bilgi vermemek için ölmeyi göze almış."
O sırada sorgu odasında yerde yatan üç asker ayağa kalkmış yerdeki mahkûma kin dolu gözlerle bakıyorlardı. Blake ise karmaşık bir ruh halindeydi. Bu kadın ikinci kez ayaklarının dibinde yatıyordu ama sanki yine o kazanmış, Blake kaybetmiş gibiydi.
Bu sırada Binbaşı Akira askerlere emir verdi. "Bu kadını hemen revire getirin ölmemesini sağlamalıyız henüz hiçbir şey öğrenemedik."
Emir üzerine askerler Gölge'yi alıp revire yöneldiler.
"Zor bir kadın hah. Artık böyle insanların soyları tükendi sanıyordum."
Blake'in boş bakan gözlerini gören Akira açıklamaya başladı. "Demek istediğim artık kim bir amaç uğruna ölmeyi göze alır ki? Kim böyle bir bağlılık gösterir? Böyle tipleri en son Galeyan Günü'nden önce görmüştüm. Aramızda kalsın hâlâ ilgi çekici ve kıymetli geliyorlar sanki nesli tükenmiş nadide bir tür gibi."
Bunları söyledikten sonra Akira Blake'in omuzuna vurarak alandan ayrıldı. Blake ise komutanın söylediklerini düşünürken bir yandan da Gölge'nin arkasından bakmaya devam ediyordu.
Aklından şu düşünce geçiyordu 'Acaba ömrüm sona ermeden bir şeylerle bağ kurmayı deneyimleyebilir miyim?' Blake bunu düşünürken aklına Gölge geldiği için kendine kızıp bu fikri bir kenara attı.
Hem ne diyordu Işık sözleşmesi 'Bir insanla, hayvanla ya da nesneyle bağ kurmak insan bireyselliğinin en büyük düşmanıdır. Bireyselliği korumak adına bağ kurmak kesinlikle yasaktır.'
Bu doğru olmalı diyerek kafasında onu bunaltan çelişkileri yatıştırmıştı Blake. Ancak sadece şimdilikti bu rahatlama.
Okuyan arkadaşlar! Yorum yaparak ya da eleştirerek kendimi geliştirmem konusunda yardımcı olursanız sevinirim. Şimdiden teşekkürler ve iyi okumalar.
|
0% |