Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4: Beklenmedik

@sk.acar

Blake çalan kapıyı duymazdan gelerek uykusuna devam etti, fakat kapıdaki ısrarcıydı ve kapıya giderek daha sert vuruyordu. Blake sıkıntıyla iç geçirerek doğruldu ve kapıyı açtı, karşısında iri cüssesiyle koridordan gelen ışığın önünü kapatan Brown duruyordu.

 

" Ne var Brown daha uyuyalı iki saat bile olmamıştı."

 

"Fakat güneş doğdu efendim, hem bugün büyük gün biliyorsunuz"

 

Blake anlamaz gözlerle Brown'a bakmaya devam ediyordu. "Unuttuğunuza inanamıyorum efendim. Bugün kıymetli soyların damızlıkları için yeni partnerler belirlenecekti." Brown öyle heyecanlıydı ki söylediklerini anlamak Blake için oldukça zor oluyordu, zaten askersoy solduğu için damızlık programındaydı. Yani Blake için bu olay oldukça rutin sayılırdı.

 

"Neden bu kadar heyecanlandığını anlamıyorum Brown, sonuçta her zaman kadınlarla düşüp kalkıyorsun."

 

"İlk olan bir hatunla yatmam değil efendim, ilk olacak olan damızlık programına dahil edilmem. Düşünsenize bir yıllığına bir kadına bağlanmama ve onunla çocuk yapmama izin verilecek." Brown hala büyük bir heyecanla Blake'e bakıyordu. Blake ise her şeyi yeni anlamıştı, gözlerini ovuşturarak bıkkın bir tavırla Brown'u odasına davet etti.

 

"Kaç yaşındaydın Brown?" Bu arada karşısında ayakta duran askerine odadaki iki sandalyeden bir tanesine oturmasını işaret etti.

 

"Yirmi dokuz yaşındayım efendim"

 

"Heveslenme nedenini anlıyorum. Daha yaşın çok ufak,bir kadına bağlanmayı geç, çocuk sahibi olmak için bile. Ben de ilk defa damızlık partnerimle eşleştiğimde senden iki yaş küçüktüm, Sarışın, bembeyaz tenli, uzun boylu, uzun bacaklı, koca göğüslü harika bir kadındı. O güzelim popoyu saymıyorum bile." Son cümlede ikisi de birbirlerine sırıttılar. Sonra Blake ciddileşerek anlatmaya devam etti.

 

"Saim ailesine üyeydi ama en alt seviyeden, kan bağı yoktu anlayacağın. Onun ikinci partneriydim, ama aramızda bir şeylerin daha ciddi daha yoğun bir hal aldığını ikimizde biliyorduk, ya da bana öyle geliyordu. Her neyse artık öyle bir duruma gelmiştik ki mutluluk kapsülleri almadan da yaşayabilir olmuştuk." Brown gözlerini kocaman açmıştı çünkü bu yeni dünyada mutluluk kapsülleri olmadan insanlar iki adım dahi atamıyordu. İçi boşaltılan bütün insani bağ ile birlikte insanların mutlu olmaya sebebi kalmamış ve her şey tamamen maddesel bir boyut kazanmıştı. Ancak maddeler insanların hislerini tatmin etmemeye, yaşamaya sebep verememeye başlayınca toplu histeriler, toplu intiharlar ve saldırganlık artmaya ve hızla yayılmaya başlamıştı. Buna çözüm olaraksa Işık Birliği insanlara mutluluk kapsüllerini dağıtmaya başladı. Vücuda girdiği andan itibaren hormonları düzenleyerek, insanları mutlu ve sakin kılıyordu. Ancak bir kere alışıldığında bırakmak neredeyse imkansız bir hale geliyordu. Bu nedenle Brown Blake'in dediğine inanamamıştı.

 

Blake masanın üzerinden bir tane mutluluk kapsülü alıp ağzına attıktan sonra devam etti. "Sevişirken de ilaçlara başvurmaz olmuştuk. Saatlerce süren cinsel birleşmeler yerine en fazla yarım saatte ikimiz de yataktan mutlu çıkıyorduk. Tabi bu durumlar partner hakemimizin gözünden kaçmamıştı. Bir gün ikimiz de doktora çağrıldık, ikimiz de çok korkunç bir hastalığa yakalanmıştık; tek bir kelime, aşk. Biliyorum iğrenç geliyor sana, çünkü hiç deneyimlemedin ve bunun başına gelebileceğini düşünmüyorsun bile, ama inan bana mümkün, insanlar hala böyle saçma hissiyatlar besleyecek kadar ilkel olabiliyor."

 

Blake susunca Brown meraklı gözlerle onu izlemeye başladı, hikayenin devamını duymaya can atıyordu. Daha fazla beklemesine gerek kalmadan Blake sözlerine devam etmeye başladı. "Doktorun ve partner hakemimizin kararıyla tedavi için ilaçlar almıştık ve mutluluk kapsüllerine de devam etmemiz tembihlenmişti. Aksi halde sonuçlarının ağır olacağını da eklemeyi unutmadılar."

 

"Peki siz ne yaptınız efendim?"

 

"Artık bir çocuk yapmamızın zamanı gelmişti. Eve geldik ilaçlarımızı aldık ve soyunduk, ardından saatlerce birbirimizin teninde kaybolduk ama garip bir boşluk hissediyordum ve bu dayanılmazdı. Sonunda ona eskisi gibi olmak istediğimi, onunla gerçek bir mutluluk yaşamak istediğimi, bu uğurda da canımı vermeye razı olduğumu söyledim. Oysa bana ölümü göze alamayacağını, bu kadar ileri gitmek istemediğini, sadece misyonumuzu tamamlamamız gerektiğini söyledi. Sonraki birleşmelerimizde o zevkle inlerken ben sadece görevimi yerine getirip yataktan çıkıyordum. Ardından partnerliğimizin dördüncü ayındayken yine bir birleşmemiz sırarında şöyle dedi gülerek. 'Blake, başardık. Hamile kaldım sonunda.' Üstünde ona bakarken ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordum, oysa sevinçle yüzüme bakıyordu. O görev bittiği için mutluydu bense onu kaybedeceğim için öyle üzülmüştüm ki gözlerimde tuhaf bir yanma hissetmiştim. O da durgunlaştı, yavaşça altımdan çıkıp bana baktı ve dedi ki, 'Gerçekten o eski ilkel zamanlardaki gibi sevgi ve aşk zırvalıklarına kapılmadın değil mi? Seni aptal çoğumuz neredeyse on yaşından sonra seks yapmaya başlıyor seni özel kılan sadece genlerin, yoksa bu duygusallığı artık kaldıramayacağım. Kim benlerce farklı seçenek varken tek bir kişiye bağlanır ki? Senden almam gerekeni aldım geriye sadece karşılıklı tatmin ilişkimiz kaldı, o yüzden yatağa gir ve beni rahatlat.' Her şey tepetaklak olmuştu. Uğrunda ölebileceğimi hissettiğim kadın bir anda parçalara ayrılmış, geriye sadece nefret ettiğim bir yüz kalmıştı."

 

"Partnerlik sürenizi tamamladınız mı peki efendim?"

 

"Hayır. O gün odamızdan çıktım ve bir daha onu hiç görmedim."

 

"Ama bu yasak değil mi? Daha sekiz aylık bir sürede birlikte yaşamanız gerekirdi."

 

Blake iç geçirdi. "Onu görmek öfkemi azdırıyor, öldürme isteği uyandırıyordu. Belki altsoy olduğu için öldürsem kimse umursamazdı, fakat karnındaki çocuk Işık Birliği malıydı. Zaten kurallara aykırı davrandığım için yaklaşık altı ay rehabilitasyona gönderildim eğer inat etseydim, soyuma bakılmaksızın ortadan kaldırılırdım."

 

Brown Blake'in neden bunları anlattığını anlamıştı. Kendisine tavsiye veriyordu, duruma kapılıp doğru yoldan sapmaması için, bu konuşma bir uyarıydı. "Anladım efendim. Uyarınız için teşekkürler."

 

Blake askerine düşünceli ama rahatlamış bir biçimde baktıktan sonra hızla ayağa kalktı ve onu Brown takip etti. "Benim partnerim henüz belli değil Brown, sen git eğlenmene bak."

 

"Siz ne yapacaksınız efendim?"

 

"Şu yakaladığımız lanet sıçanla görüşmem var."

 

"Gölge'den mi bahsediyorsunuz? Demek hala konuşmadı."

 

"Aynen öyle. Neredeyse üç hafta oldu ama tek bilgi kırıntısı dahi alamadık. Bu öğleden sonraki görüşmelerde de benim refakat etmem gerekiyor maalesef."

 

"Daha vakit çok erken efendim. Öğlene kadar birlikte barda takılabiliriz. Hem bu kez içkileri ben öderim.

 

Normalde içip, dağıtmayı Blake de severdi ama bu gün değil. "Sen git Brown"

 

"Ama efendim ben ödeyec..."

 

"Uyumam gerek seni kalın kafalı dev." Böylece daha fazla konuşmasına izin vermeden Brown'u odadan çıkardı.

 

Doğruca yatağa girdi ama uyumadan önce Gölge'yi düşünmeye başladı. Nasıl düşünmesindi ki bütün gece sorgu videolarını izleyip analizler yapmaya çalışmıştı ama bu lanet kadının her hareketi bulmaca gibiydi. Hiçbir ipucu vermiyordu. Karşısında soru soranla hiç konuşmuyordu, arada kendince bir şeyler mırıldanıyordu sadece. Bunları da düşünerek yavaş yavaş uykuya teslim oldu ancak uykusunda huzurdan eser yoktu. Sürekli Gölge'nin boynunu kırmak üzere olduğu anı görüyordu rüyasında. Böylece aralıklarla uyanarak yaklaşık iki saat daha uyumaya çalıştı. Sonunda başaramayacağını anlayınca yataktan kalktı. Müzik eşliğinde sıcak suyla rahatlatıcı bir banyo yaptıktan sonra koyu renklerin hakim olduğu giysilerini giydi. Aynada kendine baktı ve gördüğü şey gayet hoşuna gitti. Gerçi bu yeni dünya düzeninde insanlar o kadar bencil ve bireysel olmaya başlamıştı ki artık herkes kendini fazlasıyla beğeniyordu. Yine de Blake oldukça etkileyici bir adamdı. Parlak mavi gözler, düzgün ve heybetli bir vücut, güzel bir yüz, kumral gür saçlar, kısaca oldukça dikkat çeken biriydi. Son kez aynaya bakıp dışarı çıktı.

 

Dünyada çok fazla şey değişmişti. İnsanlar statülerine, geldikleri soya ve toplumda üstlendiği görevlere göre farklı yaşam alanlarına yerleştirilmişti. İlk yaşam alanında mevcut nüfusun yüzde doksan beşi yani üretmek, hizmet ve itaat etmekle görevli, karşılığında her ihtiyaçları Işık Birliği tarafından karşılanan, uysallıklarına karşılık cinselliğin her şeklini yaşamalarına izin verilen altsoy vardı. Bu çoğu zaman yönetimlerin halkı meşgul etmek için uyguladığı bir taktikti. Halk arasında cinselliği, çıplaklığı, pornografiyi, akıl almaz fantezi ve yönelimleri yaygınlaştırarak onları bundan başka bir şey düşünemeyecek hale getirmek, ve bu taktik yeni dünyada kesinlikle işe yaramıştı. Bunların yanı sıra Işık Birliği bu yaşam alanının elinden bir sürü şeyi almıştı. örneğin altsoy bireyler bir soy isim alamaz, kesinlikle uzun süren bağlar kuramaz, kendi statülerinin aşağı kaldığı daha üst düzey bölgelere giremez ve Işık Birliği izin vermedikçe çocuk sahibi olamazlardı çünkü hepsi kasıtlı olarak üremeyi baskılayacak hormonlara maruz bırakılırdı. Sadece insana ihtiyaç duyulduğu kadar çocuk doğurabilirlerdi ancak bu çocuklar doğar doğmaz Birlik çocuğu alır kendi ihtiyaçları doğrultusunda büyütürdü. Bu statüdeki insanlar vücutlarına da inanılmaz değişiklikler yaptırırlardı. Fosforlu göz ve saç renkleri, kedi veya köpek kuyrukları, boğalarınkine benzer boynuzlar, inanılmaz ince beller ya da kocaman popolar, erkek kadın fark etmez neredeyse hepsinde bir müdahale vardı.

 

Diğer yerleşim alanındaysa iki farklı soy bir arada yaşardı. Doğuştan fiziksel yetenekleri ve keskin içgüdüleriyle birer asker olan askersoylar ve yine doğuştan gelen yüksek zeka seviyeleriyle bilimsel ilerlemeye öncülük eden bilgesoylar. Bu iki soy ihtiyaç halinde statülerinin üstündeki bölgelere de gidebilirdi. Kontrollü olarak beş yılda bir, bir yıl süreyle seçilmiş partnerlerle üreme sistemine tabi tutulur, ancak onlara da kendi çocuklarını büyütmeleri için izin verilmezdi, zaten izin verilse bile kimse kendi böyle bir şeyi istemezdi. Çoğunlukla aynı sosyal statüden partnerler seçilse de bazen üst statüyle de eşleştirilirlerdi. Bu yerleşim bölgesinde yaşayan insanların vücutlarına müdahalede bulunulması yasaktı, genleri oldukça iyi korunarak sonraki nesle aktarılırdı, vücutlarında yapılan tek müdahale yaşlanmayı durdurma derecesine kadar yavaşlatan genetik bir müdahaleydi.

 

Sonuncu yerleşim alanında sadece 1003 kişi yaşıyordu. Bunlar dünyayı yöneten Işık Birliği'ne üye üç aile ve bu soya doğrudan dahil olan varislerdi. Sadece bu insanlar tıpkı eski dünyadaki gibi yaşayabilirdi. Aile kurabilir, evlenebilir, aşık olabilir, çocuk sahibi olup onu büyütebilirdi. Hala eski usul beslenir genetiğiyle oynanmış tek bir şeyi hayatlarına sokmazlardı. Vücutlarına yapılan tek müdahale tıpkı askersoy ve bilgesoylardaki gibi yaşlanmayı durdurmaya yönelikti. Onlar doğuştan yönetici bınıfına dahil olarak dünyaya geldikleri için de öndersoy olarak bilinirlerdi.

 

İşte bu yeni dünyada öndersoylar hariç herkesi birleştiren şey zevklerin tatmin edilmesiydi hem de tüm zevklerin. İşte Blake de şuan bir zevkini tatmin etmek adına bir zevk evindeydi. Kadın ve erkek cinsel organlarına benzer göndermelerin olduğu bu mekanlar oldukça temiz düzenli ve gösterişliydi. Afrodizyak etkili hoş kokular, şuh davranan kadın ve erkek işçiler ve loş bir ortam sayesinde cinsel deneyimi en iyi şekilde yaşamayı sağlayarak müşterilerini memnun ediyorlardı.

 

Blake kapıdan girer girmez hemen yanına hoş bir kadın yaklaştı. Görevi müşterinin zevkine uygun bir ortam ve insanlar ayarlamak olan bu kadın elinde tuttuğu tabletle ve baştan çıkarıcı cilveli tavırlarla Blake'i soru yağmuruna tutmaya başladı. "Hoş geldiniz efendim, evimizde size ben rehberlik edeceğim. Cinsel yöneliminiz nedir?"

 

"Sadece kadınlarla ilgileniyorum."

 

"Tek kadın mı yoksa grup halinde mi olmasını istersiniz? Size tavsiyem üçlü güzeller dediğimiz grubu almanı...."

 

Blake bıkkın bir tavırla sadece, "Tek kadın." dedi.

 

"Anlıyorum, özel hissetmek istiyorsunuz sanırım." Kadın göz kırpıp devam etti. "Aslında kendimi size önerirdim ama yine de sorayım. Aradığınız kadının özellikleri nasıl olsun?"

 

Blake biraz düşündü sonra isteklerini sıraladı. "Savaşçı bir yapısı olsun, gizemli olsun, biraz da karşı koyar bir tavrı olsun."

 

"Ah anlıyorum sanırım tecavüz fantezisi istiyorsunuz."

 

"Hayır nefret ederim. Her neyse sadece güçlü bir karakteri olsun"

 

"Güçlü karakterden ziyade bu saydığınız özellikler geri kafalılık gibi ama tabi zevk sizin. Peki fiziksel özellikler efendim?"

 

"Bel altına kadar uzun saçlar, yüz atmış yüz yetmiş santim arası boy, esmer ten, keskin bakışlar, siyaha yakın gözler." Blake neden böyle sıradan bir kadın tarif ettiğini düşünürken karşısındaki kadın inanamaz gözlerle biraz da hor görerek Blake'i süzdü.

 

"Elimizde istediğiniz özelliklere çok da uyan bir kadın yok maalesef. Ama isterseniz bu ara çok moda akımlara uyan kadınlarımız var, fosforlu turuncu saçlar, ekstra şişkin elmacık yanaklar ve dudaklar, son model kehribar rengi kurt gözleri, kocama..."

 

Kadının cümlesinin gerisini tahmin eden Blake devamını getirdi. "İzin ver ben söyleyeyim, kocaman göğüsler, kocaman popo, kırk santimlik bir bel, estetik müdahalelerle yeniden dizayn edilmiş bir kadın."

 

"Bir erkek daha ne isteyebilir ki değil mi efendim?" Kadın şehvetli bir şekilde dudaklarını ısırarak sormuştu bu soruyu.

 

Aradığı özelliklerde birini bulamayacağını anlayan Blake bıkkın bir tavırla kadının dediğini kabullendi. "Sanırım haklısın. Her neyse odam kaç numara ve göndereceğin kadın ne zaman hazır olur?"

 

Kadın cevap vermek için hazırlanırken Blake'in holofonu kırmızı renkte yanıp sönmeye başladı. Gelen mesajı okuyan Blake hemen zevk evinin çıkışına yöneldi. Onunla ilgilenen kadın Blake'in gideceğini anlayınca arkasından seslendi. "Kötü bir durum yok umarım efendim. Zevk evimizin kapıları daima açık, sizi tekrar görmekten mutluluk duyarız."

 

Blake kadını duymazlıktan gelerek hızla oradan uzaklaştı. Aldığı mesajda acilen Işık Birliği ana karargahına gitmesi gerektiği yazıyordu. Gölge'yi yakaladıktan sonra her şey aniden gelişir olmuştu, çünkü o kadın hiç rahat durmuyordu. Her zaman sorun çıkarmanın bir yolunu buluyor, daha tek kelime etmeden sorgunun sonlanması için elinden geleni yapıyordu ve şimdiye kadar bunu başarmıştı da. Şimdiye dek çoktan sorgusunun tamamlanması, boynunun yakıcı lazer ile kesilmesi ve vücudunun iki parça halinde ibretlik olarak halka gösterilmesi gerekiyordu. Ancak bu asi çok kıymetli bir varisi öldürmüştü ve bunun nasıl yapabildiğine dair tek bir ipucu yoktu. Bu nedenden ötürü o lanet lağım faresinden bilgi almadan kendi eceliyle dahi ölmemesi gerekiyordu. Artık farklı bir sorgu yöntemine geçilecekti; psikolojik çözümleme. Ancak bu bir analiz yöntemi değil, çeşitli küçümseyici ve özsaygıyı zedeleyici işkenceyle birlikte sorgulanan bireyi psikolojik açıdan zayıflatarak bilgi almayı sağlayan bir teknikti. Yani kişinin bedeninden çok ruhuna saldırılıyordu.

 

Blake çoktan Işık Birliği ana karargahına varmış, askeri üniformalarını giymiş ve acil görevini öğrenmek için Binbaşı Akira'nın odasının kapısına varmıştı. Kapıyı çaldı. Binbaşı girmesini söyleyince içeri girip selam durdu.

 

"Efendim, emirleriniz için hazırım."

 

"Rahat ol Blake. Gel şöyle otur bakalım. Bu gün hormon baskılayıcılara rağmen, izinsiz ve yardımsız bir şekilde hamile kalan bir kadının ihbarını aldık. Kendiliğinden olduğu için bölge halkı kadına tapınmaya başlamış, anlaşılan onun kutsal bir varlık olduğunu düşünüyorlar. Ayaklanma başlamadan gidip kadını infaz edeceğiz, karnındakini de tabii. Bu sebepten Gölge'nin sorgusuna benim yerime senin katılman gerekiyor."

 

"Ama efendim neden sadece ben? Daha üst düzey bir subay olmalıydı. Hem o kadını gördüğüm yerde beynini dağıtmamak için kendimi zor tutuyorum. Onun hücresi için nöbet tutarken içeri girip boğazını sıkmak geliyor içimden. O kadar kibirli ki işkencelerinde bağırmamak için çabalıyor, tırnakları sökülürken bile bayılana kadar kendini tutup çığlık atmadı."

 

"Bu seni neden bu kadar kızdırıyor Blake?"

 

Blake derin bir nefes alıp bir süre durakladıktan sonra konuşmaya başladı, sanki bir şeyleri söylemekte zorlanıyor gibiydi. "Biz göreve gitmeden önce Gölge'nin yakalanması için iki saatimiz olduğu söylendi. Karşımızdakinin tanımı yapılırken bize güçlü kuvvetli bir erkek olduğu bilgisi verildi. Eski Konya'ya gidip o harabeye girdikten sadece on dakika sonra on asker çoktan ölmüştü. Brown şanslıydı çünkü onu öldü sandığı için bırakmıştı. En son beni dizlerimin üstüne indirip boynumu kırmadan önce Brown uyanıp ona saldırmasaydı ben de diğer onuna katılacaktım."

 

Akira hala Blake'i rahatsız eden şeyin ne olduğunu anlamadığı için tek kaşını kaldırıp genç subaya bakmaya başlamıştı. Blake bunu fark edince konuşmasına devam etti. " Anlatmaya çalıştığım... Yani bu nasıl mümkün olabilir ki efendim? Erkek bile değildi, hatta ordumuzdaki kadın askerlerin bile yarısı kadar değildi. O kadar hızlıydı ve o kadar güçlüydü ki Brown gibi bir insan azmanını bile etkisiz hale getirmesi bir iki darbeydi. Otuz yıldır askeri eğitim alıyorum, yirmi yıldır sıcak çatışma bölgelerinde görev yapıyorum ve neredeyse hepsini de başardım. Kırk yaşında olsam da fiziksel olarak yirmilerimdeki kadar genç ve dincim ama o daha yirmi beş yaşındayken on iki tane iri kıyım adamı alt etmesi sadece on dakika sürdü. Hareketleri o kadar güçlü ve o kadar hızlıydı ki darbenin nereden geleceğini anlayamıyordum bile. Üstelik kullandığı dövüş tekniği o kadar garipti ki hangi dövüş tekniğini kullandığını hala bilmiyorum. Bana güvenen on askeri koruyamadım. Ben... Ben kendimi dahi koruyamadım."

 

"Yapma Blake kaybettiğin askerlerin soylarını gördüm. En alt seviye askersoylarmış hepsi, sadece sen ve Brown daha yüksek seviyedeydiniz. Sonuç olarak doğal seçilim kendini bir kez daha kanıtladı bak, soyu devam edecek olanlar yaşamayı becerenlerdi. Her neyse, bu kadar etkilenip görevini ihmal etmemelisin. İstesen de istemesen de ben yokken bu kadından sen sorumlusun, sorgusundan, güvenliğinden, konuşana kadar yaşamından bile sen sorumlusun. Ben birkaç güne dönerim durumla iyi ilgileneceğine eminim. "

 

Akira, Blake'in daha fazla konuşmasına izin vermeden hızlıca hazırlanıp odadan çıktı. Blake komutanının sözlerini düşünüyordu. Söyledikleri doğruydu, ölenlerin hiçbiri yeri doldurulamayacak insanlar değildi. Ama Blake ister istemez olaylara duygusal bakıyordu çünkü elinde değildi. Binbaşı Akira'nın da kendisi gibi düşündüğünü biliyordu, zaten bu yüzden diğer subaylardan daha iyi anlaşıyorlar, daha çok fikir alışverişi yapıyorlardı. Binbaşı da insanın daha manevi bir varlık olarak yaşaması gerektiğine inanıyordu ancak o, gün sonunda yapması gerekeni yapardı. Tıpkı hamile bir kadını ve daha önemlisi tek suçu dünyaya gelmek olan doğmamış bir bebeği öldüreceği gibi. Blake kendine bunları düşünecek zamanı olmadığını hatırlatıp Akira'nın odasından çıkıp sorgu binasına yürümeye başladı.

 

Gölge'nin sorgu odasının kapısına varan Blake'i bir onbaşı karşıladı. Esmer, uzun boylu, düzgün vücutlu, sert yüz hatlarında bir çift zümrüdü andıran güzel yeşil gözlere sahip bu kadın oldukça çekiciydi. Blake yaklaşınca kadın onu selamladı. Üsteğmen Blake, ben onbaşı Taara Saim emirleriniz için hazırım."

 

"Rahat ol Onbaşı Taara." Blake'in komutuyla kadın ellerini indirip komutanının konuşmasını bekledi. "Pekala Taara, neden burada olduğunu anlat bakalım."

 

"Efendim bugünden itibaren Binbaşı Akira gelene kadar bu görevde yanınızda hazır bulunacak onbaşı benim. Gölge getirildiğinden beri onunla ilgili her konuda burada komutan Akira ile birlikteydim, zaten size en iyi benim yardım edebileceğimi düşündüğü için Binbaşı tarafından bizzat görevlendirildim."

 

Binbaşı bu kadını görevlendirdiğine göre yetenekli biri olmalı diye düşündü Blake. "Peki neden sen Taara? Benim hizmetimde bir er zaten var."

 

"Kıdemli çavuş Brown'u biliyorum efendim, ancak hatırlatırım ki bugün üreme partnerlerinin atama günü ve onbaşı bugün oldukça meşgul olmalı."

 

"Tamamen unutmuşum. Neyse bana sorgu süreciyle ilgili bütün gelişmeleri anlat bakalım Taara."

 

"Tabi efendim." Taara anlatmaya başlarken Gölge'nin tutulduğu hücrenin dışındaki camdan onu izlemeye başladılar. İçeriden dışarıyı göremese bile, Gölge onları görür gibi dik dik o yöne bakmaya başlamıştı. Genç üsteğmen esirine bakarken bazı şeyler dikkatini çekmeye başlamıştı. Kendisi bir hafta önce Gölge'yi karın boşluğundan vurmuştu ve üzerinde onlarca işkence uygulanmıştı, ancak Gölge ilginç bir biçimde sağlıklı gibi duruyordu. Hala üzerindeki eşyalar paçavra gibiydi onlarca yırtığın üzerine kan ve ter de eklenince bu asi tıpkı bir harabe gibi görünüyordu. Öte yandan bu görüntüye tezat şekilde dudağındaki ve alnındaki koca yarıklar neredeyse kapanmıştı, burnundaki kırığın kendiliğinden düzelmeyecek boyutta olduğunu hatırlayan Blake zaten çatık olan kaşlarını daha da çattı, çünkü Gölge'nin burnu da yakalamadan önceki halini almıştı neredeyse. Blake'in gözleri kadının tırnaklarına kaydı ama sonuç beklediği gibiydi. İşkenceler sırasında çekilen tırnaklar sapasağlamdı, genç subay kendi kendine İDYT (İleri düzey yenilenme tedavisi) uygulanmış olmalı diye düşündü.

 

"Efendim... Efendim beni duyuyor musunuz?" Blake konuşan Taara'ya baktı ve aklındaki düşünceyi teyit etme ihtiyacıyla sordu.

 

"Onbaşı, bu asiye İDYT mi uygulandı?"

 

"Ben de tam olarak bu kısmı anlatıyordum size efendim. Siz onu vurduktan sonra vücuduna yapılan tek müdahale kurşunun çıkarılmasıydı. Onun dışında hiçbir tedavi uygulanmadı fakat gördüğünüz üzere vücudu inanılmaz bir hızla yenileniyor. Sadece bu kadar da değil üstelik, geldiğinden beri sadece dört kez su içti ve daha tek lokma bile yemedi. Düşünsenize neredeyse altı hafta."

 

Blake duyduklarına inanamıyordu. Bu özelliklerin sadece lidersoylarda olması gerekiyordu çünkü. Şaşkınlığını üzerinden atıp konuşabildiğinde şunları söyleyebildi. "Demek istediğin bu sıradan bir asi değil de üstün genlere sahip lidersoylar gibi bir insan mı?"

 

Onbaşı da odaya bakarak düşünceli bir şekilde cevap verdi. "Efendim bunu söylemem doğru mu emin değilim ancak, dayanıklılık eşiği ve fiziksel sınırlarının ölçümleri efendimizle çok yakın ve biliyorsunuz diğer varislerin kapasitesi güneş getirenin yanına bile yaklaşamıyor. Ancak Gölge'nin kapasitesi neredeyse onunla denk"

 

Blake büyük bir şaşkınlık ve öfkeyle bağırdı. "Bu saçmalık! Şimdi bu pis sıçanın, güneş getiren Jacop Phoenix'e yakınlığı olabileceğini mi söylüyorsun?"

 

Bu beklenmedik bilgi karşısında üsteğmen ne düşünebileceğini bilemeden sorgu odasındaki mahkuma bakıyordu. Fakat mahkumun da doğrudan kendisine baktığını gördüğünde öğrendiklerinin de etkisiyle tüyleri diken diken olmuştu.

 

Okuyan arkadaşlar! Yorum yaparak ya da eleştirerek kendimi geliştirmem konusunda yardımcı olursanız sevinirim. Şimdiden teşekkürler ve iyi okumalar.

 

 

Loading...
0%