Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5: Sakin Bir Konuşma

@sk.acar

Bu yeni dünyada insanların rastgele üremesine izin verilmediğini neredeyse herkes biliyordu. Her üreme partneri bir sonraki nesle özellikle seçilen genlerin aktarımı için görevli kılınırdı. Zaten insanın gelişiminde genellikle genler baskın özelliklere göre aktarılmıştır, iki yeşil gözlü ebeveynin çocuğu da genellikle yeşil gözlü olurdu ya da iki uzun ebeveynin çocukları da uzun oluyordu. İşte buradan yola çıkarak Işık Birliği politikası yeni ve üstün insan nesli için bireylere cins bir hayvan soyunun damızlığı gibi partnerler yolluyordu.

 

Ancak bu durum sadece Işık Birliği'nde böyle olmalıydı. Peki tüm bunlara rağmen Gölge denen bu aside nasıl olurda bu kadar kıymetli bir soya yakınlık olurdu?

 

Onbaşı Taara, Blake'in duyduklarını sindirmesini beklerken genç üsteğmen beklenmeyen bir hareketle doğrudan Gölge'nin sorgu odasına yöneldi. Blake'in ne yapmaya çalıştığını anlayan Taara da aceleyle arkasından koştu.

 

"Üsteğmenim içeriye böyle girmemiz çok tehlikeli. Mahkum bir vahşi hayvan gibi her fırsatta kaçmaya çalışıyor ya da kendini öldürtmek için kasıtlı olarak bize saldırmaya başlıyor."

 

Blake bir an duraksadı, Taara haklıydı. Gölge hem zeki hem de oldukça üst düzey yeteneklere sahipti. Temkinli olmalıydı. "Onbaşı Taara, haklısın. İşte şunu ve şunu tut bakalım."

 

Blake'in ellerine tutuşturduğu silah ve kapıları açan özel kimlik kartına bakan Taara üsteğmenin niyetini anladığında Blake çoktan Gölge'nin odasına girmişti. Kapıyı kapatırken de Taara'ya içeri ne olursa olsun girmemesini söylemişti. Onbaşı itiraz dahi edemeden de kapı kapanmıştı.

 

Taara çaresiz bir şekilde emre itaat edip olacakları görmek için sorgu odasının camına yönelmişti. Üsteğmen Blake'in namını biliyordu, ancak karşısındaki kadın da çok tehlikeli bir bilmeceydi. Çıplak elle insan öldürebilen bir bilmece hem de.

 

Blake'in içeri girmesiyle Gölge adeta avına odaklanan bir yırtıcı gibi genç adama dikkat kesildi. Blake oldukça ürkütücü bu tavırdan hiç etkilenmiyor gibi yaparak karşısındaki kadına yürüdü, buna karşılık Gölge aniden ayağa kalkıp saldırı pozisyonuna geçince Blake biraz geriledi.

 

Ellerini teslim olur gibi kaldırıp konuşmaya başladı. "Sakin ol. Sakin. Beni anlıyorsun değil mi? Yani anladığına eminim Eski Konya'da konuştuğun dil çok da yabancı değildi."

 

Gölgenin yüzünde alaycı bir ifade belirdi. Karşısında cahil bir çocuk varmış da zaten bildiği bir şeyi kendisine soruyormuş gibi kendinden emin bir ifadeyle bakmaya devam ediyordu ve bu tavrı Blake'in kendisini daha da kötü hissetmesine neden oluyordu.

 

İki taraf da bölgeleri için savaşa girmeden birbirini süzen iki vahşi hayvan gibi dikkatli gözlerle birbirlerine bakıyordu. Ortamda oldukça gergin bir hava vardı. Blake kendi kendine buraya girerken neyi amaçladığını sordu, çünkü içeri girerken tek düşündüğü onunla konuşabileceğiydi, ya da onunla konuşmak için duyduğu delice isteğiydi. Uzayıp giden sessizliği bozan genç subay oldu.

 

"Bak. Bence kendi iyiliğin için artık bazı bilgileri vermen gerektiğini anlamanın zamanı geldi. Hem görüyorsun genlerin oldukça iyi durumda, işbirliği yapar itirafçı olursan belki damızlık programına katılmana bile izin verirler böylece Işık Birliği'nin sınırsız nimetlerinden faydalanabilirsin. Tabi bana sorsalar şuan infaz edilmen ve cesedinin vahşi hayvanlara yedirilmesi gerekir." Blake son cümlesini söylerken gözünün önüne askerlerinin ölümleri gelmişti.

 

Gölge ise alay eder bir ifade ile bakmaya devam ederken konuşmaya başladı. "Neden duruyorsun o halde?"

 

Blake her ne kadar duyduklarıyla daha da sinirlense de, Gölge yakalandığından beri ilk defa konuştuğu için içten içe heyecanlanmıştı da. Kendini sakinleştirip konuşmayı sürdürmeye karar verdi. "Belki farkında değilsin ama çok kıymetli bir soyun varisini öldürdün, hem de onun yatak odasında. Bu nedenden ötürü sen istediğimiz bilgileri bize vermeden önce bırak öldürmeyi, seni zorla canlı tutmalıyız."

 

"Yani benimle konuşmak niyetinde misin?" Gölge'nin savunma pozisyonundan çıkıp sorgulayan bir tavır takınması Blake'i şaşırtmıştı.

 

"E Evet... Öyle de denebilir." Neden onun dediği şeyi kabullenmişti ki? Blake tam olarak anlayamasa da bir şeyin içine çekiliyordu sanki. Ortamda anlamlandıramadığı bir hava, tatlı bir koku var gibiydi. Bu durum adeta kendini her şeye boyun eğdirebilecek bir kıvama getiriyordu.

 

"Anlıyorum. En başta söyleseydiniz bunu keşke. Rütbeniz nedir?"

 

"Ben üsteğmenim." Blake kendine neler olduğunu anlayamıyordu. Nedense yönlendiriliyor gibi hissediyordu.

 

"O halde beni selamlamalısınız üsteğmen, zira bir yüzbaşı olduğuma göre rütbece sizden kıdemliyim."

 

Blake tam ellerini kaldırıp Gölge'yi selamlamak üzereyken son anda kendini durdurmayı başarmıştı. Burada bir şeyler yanlış gidiyordu ve genç asker geç de olsa bunu fark edebilmişti. "Hey! Dur bir dakika. Bu da nedir böyle? Sen asker bile değilsin ki benden üstün bir rütben olsun, sadece hayvandan biraz hallice bir asi örgütünün parçasısın. Sen..."

 

Üsteğmen, bir rüyadan uyanır gibiydi, az önce ne olmuştu da böyle itaatkar bir tavırla karşısındaki kadının yönlendirmelerini takip etmişti? "Sen. Dur tahmin edeyim bu da senin marifetin öyle değil mi? Nasıl yapabildin? Beni nasıl bu kadar çabuk manipüle ettin? Hiçbir manipülasyon kelimesi ya da beni şartlandıracak hiçbir davranışın da yoktu."

 

Blake bu soruları Gölge'den çok kendine sorar gibiydi. Genç asinin kafasını kurcalayansa başka bir konuydu. Nasıl oluyordu da diğer insanları saatlerce etkisi altında tutabiliyorken şu an karşısında duran askeri sadece bir dakika etkileyebilmişti? Kafasındaki soruları biraz olsun gidermek için onu yeniden etkisi altına almayı denemeliydi. "Neden bu kadar kızdınız üsteğmen? Siz bizi ne kadar görmezden gelip küçümseseniz de varız, insanız, yaşıyoruz, kendi okullarımız, evlerimiz, ailelerimiz ve hatta askeri yapılanmamız bile var. O nedenle bu kez emrediyorum, beni usulünce selamlayın."

 

Gölge'nin verdiği komutla Blake, tekrar tatlı bir hisle hoş bir akıntıya kapılır gibi karşısındaki kadına kapılmaya başlamıştı. Gölge'nin karşısında hazır ola geçti, ardından yavaş yavaş sağ elini alnına yaklaştırırken aniden durdu. Kendisinin bile beklemediği bir hızla Gölge'nin boğazına yapışıp hücrenin duvarına yapışana kadar geriye doğru itekleyip karşısındaki asiyi duvarla kendi arasına hapsetti. Yaptığına kendi bile inanamıyordu, neredeyse üç saniye gibi kısacık bir sürede nasıl böyle bir tepki verebilmişti? "Bana ne yapmaya çalışıyorsun?" Blake anlayamamanın da verdiği öfkeyle bağırdığını fark edememişti bile.

 

"Cevap ver seni lağım faresi! Bana ne yapmaya çalıştığını anlat." Alamadığı cevaplarla öfkesi daha da kabaran Blake daha çok bağırmaya başlamıştı. Tam o anda onbaşı Taara'nın kapıyı açmak için dışarıda koştuğunu duymuştu, ancak bu olmamalıydı. Sorgulanan kişiyi dışarıdan tamamen soyutlamak için duvarlar özellikle mahkumun dışarıyı duyamayacağı şekilde tasarlanmıştı. O anda algısının ne kadar açık olduğunu fark ettiğinde inanılmaz bir afallama yaşamıştı. Sadece dışarıdan gelen ayak seslerini duymakla kalmıyor, kokuları yoğun olarak alıyor, beyni inanılmaz bir şekilde işliyor, fiziksel kuvveti ve hızı büyük ölçüde artıyordu. Metabolizması bu duruma ayak uydurmaya çalışırken inanılmaz terliyordu. Karşısında duran kadına baktığında onun da yüzünün şaşkın bir ifade aldığını gördü, fakat bir şey çok tuhaftı kendisi dışındaki her şey, Gölge dahil o kadar yavaş hareket ediyordu ki kadının söylediklerini anlamakta zorlanıyor sadece yavaşça hareket ediyordu. Etrafındaki her şey normale dönmeye başlamıştı, fakat elleri hala Gölge'nin boğazındaydı ama sanki hiçbir şeyi tutmuyordu. Çevresindeki sesler, kokular, yüzler giderek normal hale gelirken Blake ağır ağır yere yığıldı. Bilinci kapanmadan önce son hatırladığı, Taara ve birkaç askerin endişeyle kendine koştuğu ve Gölge'nin sadece dudaklarını oynatarak söylediği cümleydi...

 

"Benim için geri gel."

 

 

 

 

Okuyan arkadaşlar! Yorum yaparak ya da eleştirerek kendimi geliştirmem konusunda yardımcı olursanız sevinirim. Şimdiden teşekkürler ve iyi okumalar.

 

 

Loading...
0%