Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6: Çarpışma

@sk.acar

Blake'in bilinci yavaş yavaş geri gelirken nerede olduğunu anlamakta zorlanıyordu. Yattığı yerdeki kumaş kendi dairesindeki kumaş değildi, bu da demek oluyor ki yabancı bir yerde yatıyordu. Yatıyor muydu? Neden yatıyordu ki? Ne olmuştu da burada yatması gerekmişti? O bunları düşünürken başında inanılmaz bir ağrı hissediyor, bütün kemikleri kırılmış gibi canı acıyor, vücudu deli gibi ter atıyordu. Sanki uçsuz bucaksız bir çölün ortasında gibi hissediyordu kendini, bedeni bir yudum su için kıvranıyordu, ancak bir yudum su isteyemeyecek kadar güçsüzdü. Yattığı yere nasıl geldiğini hatırlamak için bir kez daha hafızasını zorladı, tek hatırlayabildiğiyse bir çift delici bakış olmuştu. Bir süre daha yattıktan sonra çevresini daha iyi algılamaya başlamıştı. Aldığı kokulara bakılırsa bulunduğu yer bir revir ya da hastane olmalıydı, elinin altındaki kumaş ve yatak da bunu kanıtlar nitelikteydi. Gözlerini açıp etrafına bakmak istedi ama bunu dener denemez başına saplanan ağrı öyle şiddetli olmuştu ki, yeniden zihninin karanlık sularında bilincini kaybetti.

 

Genç üsteğmen tekrar kendine gelmeye başladığında algıları diğer seferden daha açıktı, fakat hala hatırlamakta zorlanıyordu, ne olmuştu kendisine? Yattığı yerde yalnız olmadığını yeni fark edebilmişti. Konuşmalara zar zor odaklanabiliyordu. Bir kadının sesini duydu, bu bilincini kaybetmeden önce gördüğü o keskin bakışların sahibi miydi?

 

" Neredeyse dört gün oldu. Sorgu odasında ne olduğunu hala bulabilmiş değiliz." Bu konuşan Taara olmalıydı.

 

"Ne yani dört gündür komutan bu halde mi? Neredeyse ölmüş gibi duruyor. O vahşi kadınla kavgaya girmediğine emin misin, sadece dokundukları için mi komutan dört gündür uyuyor?" Bu endişeli gelen gür ses Brown'dan başkası olamaz diye düşündü Blake, ancak daha da önemlisi dört gündür uyuyan kendi miydi? Deli gibi konuşup neler olduğunu öğrenmek istiyordu ancak bu basit eylem için bile hiç enerjisi yoktu.

 

Gözünün önüne anlık bir görüntü geldi genç üsteğmenin, hatta görüntüden de öte bir anının içindeydi. Bir odadaydı, tanıdık bir oda, galiba sorgu odasındaydı. Karşısında ufak tefek bir kadın duruyordu, ancak normal bir duruş değildi kadının nahif boynu Blake'in sağ eli tarafından sıkıca kavranmıştı. İyi de neden? Blake kadını tutan eline baktı, neredeyse kadının boynunu tek eliyle kolayca kıracaktı. Neden kadına böyle davranıyordu ki? Oysa kadın irice açılmış, keskin gözlerle Blake'e bakarken, sanki çok aradığı kıymetli bir şeyi bulmuş gibi görünüyordu. Bu kez kadına odaklanmaya başladı Üsteğmen. Ondan gelen hoş kokuyu hissetti, pespaye haline rağmen nasıl böyle göze güzel gelebiliyordu? Kendisi yavaş yavaş yere düşerken kadın ona bir şeyler söylüyordu. Adını hatırlayamadığı bu kadının ağzından çıkan cümleye muhtaçtı sanki. Fakat hatırlayamıyordu, hatırlamak için deli gibi bir ihtiyaç hissediyordu. Blake tüm bu kafasındakileri anlamlandırmak için inanılmaz bir çaba harcıyordu.

 

Taara, Blake'in amansız çabasından bihaber, Brown'u aydınlatmak için konuşmaya devam etti. "Komutan için endişelenmenizi anlıyorum efendim, merak etmeyin fiziksel taramada hiçbir şey çıkmadı. Şunu da belirtmeliyim ki, Üsteğmen odaya girdiğinde oradaydım fiziksel bir kavgaya girişmedi, içiniz rahat edecekse holovizyon kayıtlarına bakabiliriz birlikte. Her şey iki dakikada oldu, başta konuşur gibiydiler ya da deniyorlardı desem daha doğru olacak sanırım. Üsteğmen garip bir şekilde Gölge'ye itaat eder gibiydi, ancak direniyor gibiydi de. Sonra bir anda bağırıp Gölge'ye saldırdı. Öyle hızlı oldu ki her şey gözlerimle algılamak biraz zaman aldı. Bırakın kavgada yaralanmayı belki de komutanın karşısında Gölge değil bir başkası olsaydı oracıkta boynu kırılabilirdi. "

 

Brown, boylu boyunca yatan komutanına bakıp iç geçirdi. "Peki neden uyanmadığıyla ilgili doktorlar bir şey söyledi mi?

 

"Hayır efendim. Dört gündür onlarca test yapıldı ancak uyanmamasını sağlayacak herhangi bir sebebe rastlanmamış."

 

"Komadaymış gibi mi diyorsun?"

 

"Aslında hayır." Taara da Blake'e bakarak konuşuyordu, söyleyeceği şey kafasını karıştırıyor gibi biçimli kaşları çatıldı. "Komadaki bir bireyin beyni sadece temel işlevleri yerine getirir, fakat üsteğmenin beynine yapılan testler gösteriyor ki onun beyni bizimkinden daha aktif çalışıyor."

 

Brown tek kaşını kaldırıp Taara'ya döndü. "Ses tonun diyor ki, diğer testlerin sonuçları da oldukça sıra dışı şeyler gösterdi."

 

"Doğru. Kan testleri de çok garipti, içinde olması gerekenin iki katından fazla materyal var neredeyse. Proteinler, alyuvarlar, akyuvarlar hatta plazma sıvısı bile olması gereken seviyenin iki katı. Normal durumda bu kan değerlerinin komutana zarar vermesi gerekirdi."

 

"Nasıl bir zarardan bahsediyorsun onbaşı?"

 

"Kan değerlerini çok yüksek çıkması polisitemi denen bir duruma neden olur. Bu durum kan akışının aşırı kalın olmasına dolayısıyla pıhtı atma, kalp krizi hatta felç gibi sonuçları ortaya çıkarır. Komutan Blake'de ise tam tersi hiçbir sorun yok. Hatta bütün vücudunun kapasitesi kat kat artmış görünüyor, sinir sayısı, hücresel yenilenme, beyindeki nöronlar ve bağlantı sayıları..." Taara biraz durup çok da söylemek istemediği bir şey varmış gibi Brown'a baktı.

 

"Ne oldu onbaşı, çekinmene gerek yok her şeyi söyleyebilirsin."

 

Brown'un telkiniyle birlikte Taara da söylemesi gerekeni söyledi. "Komutanın hormonları bile katlanmış durumda." Brown'un suratındaki manalı sırıtışı gören Taara göz devirmeden edemedi.

 

"Yani diyorsun ki, Üsteğmenin cinsel kapasitesi arttı ha? Ne şans ama!"

 

Taara kınayan bakışlarla karşısındaki adama bakarken bıkkın bir tavır takınıp asıl konuya dönmeye karar verdi. "Konu sadece testosteronla ilgili değil, diğer bütün hormonlarında da artış var, bu ani artıştan ötürü vereceği tepkiler de çok belirsiz. Aşırı öfkeli de olabilir, inanılmaz sakin de. Fiziksel kapasitesi de tamamen bambaşka bir seviyeye ulaşmış durumda, kas kütlesi dahi o kadar artmış ki. Emin değiliz, ancak bu uzun uykusunun nedeninin bu olabileceğini düşünüyoruz."

 

"Açık konuş Taara, bu tür konuşmalardan en ufak bir şey anlamıyorum."

 

"Demek istediğim, komutan Blake'in vücudu bu duruma ayak uydurmaya çalıştığı için uykusu bu kadar uzun sürüyor olabilir. Düşünsenize kanının taşıdığı oksijen bile arttığına göre vücudun çok daha fazla beslenmeye ihtiyacı olmalı."

 

Tüm bu konuşmaları duyan Blake ise hala tek bir şeye odaklanıyordu. Yüzü aklına kazınan o kadın, bilincini kaybetmeden önce kendisine ne söylemişti? O kelimeleri hatırlaması sanki bu durumdan kurtulmasını sağlayabilirdi. Zihninin içinde dönüp duran görüntüler, sesler, kokular ve konuşmalar sanki onu köşeye sıkıştırıyordu.

 

Hatırla...

 

Hatırla seni işe yaramaz....

 

Kalk artık Blake...

 

"Peki sorgu odasında ne oldu da komutan bu hale geldi? Senin dikkatini çeken herhangi bir şey var mıydı Taara?"

 

"Aslına bakarsanız gözle görülecek bir şey yoktu sanırım, ya da ben anlamamış olabilirim. Sadece bir ara komutan hipnotize olmuş gibi Gölge'ye odaklandı, sonra kısa süreliğine ona itaat eder tavırlar sergiledi, sonra da olanları biliyorsunuz zaten."

 

"Söylediğin gibi, komutan hipnoz altına girmiş olamaz mı? Hiçbir hipnoz tekniği kullanılmadığına emin misin?"

 

"Bilgesoylar da ilk olarak bu ihtimali düşündükleri için olayın holovizyon kayıtlarını incelediler, ancak Gölge'nin hipnoz yöntemlerinden hiçbirini kullanmadığını teyit etmeyi başarabildiler sadece. Mahkumun elinde bunu yapabilecek bir ilaç olamayacağını da hepimiz biliyoruz. Belki de komutan, Gölge'nin öldürdüğü askerlerin intikamını almak istemiştir, onu iyi tanıyorsunuz değil mi, bu ihtimal olası geliyor mu size?"

 

"Bu ihtimal benim de aklıma geldi, ancak senin de dediğin gibi komutanı uzun zamandır tanıyorum ve emin ol onun için öncelik hep görevi olmuştur. Gölge'yi kendi hırsı için öldürüp de görevin başarısızlığa uğramasına sebep olmayı asla düşünmezdi. Biliyorsun onu vurduğu zaman bile hayati tehlikesi olmayacak şekilde yapmıştı bunu."

 

Taara da, Brown gibi düşünmüştü zaten sadece aklına başka bir sebep gelmediği için bu fikri ileri sürmüştü. Odada bir süre sessizlik olduktan sonra ilk konuşmaya başlayan Brown olmuştu. "Peki son bir soru, komutan bayılmadan önce Gölge ona ne söyledi duyabildin mi? Belki kışkırtmak için bir şeyler gevelemiştir, o kadın çok kurnaz her ihtimali düşünmek gerek."

 

"İkisi çok uzun süre konuşmadılar, daha önce de dediğim gibi her şey birkaç dakika içerisinde oldu. Komutan Blake konuşması için Gölge'yi ikna etmeye çalıştı. Sonrasında Gölge de onunla konuşabileceklerini, ancak kendisinin komutandan daha üst rütbe olmasından ötürü usulünce selamlanması gerektiğini söyledi. Komutan başta itaat eder gibi oldu fakat sonradan Gölge'ye sadece bir asi olduğunu, kendisini selamlamayacağını söyledi. Gölge tekrar komutanın kendisini selamlamasını söyledi, hatta bu kez emir verdi. Komutan tekrar itaat eder gibi oldu, bir süre duraksadıktan sonra da 'bana ne yaptın' gibi bir şeyler söyleyip Gölge'nin boğazına sarıldı."

 

"Hepsi bu kadar mı?"

 

"Evet hatırladığım bu kadar. Ah doğru, bir de komutan bayılmadan hemen önce Gölge ona şöyle dedi; 'Benim için g....."

 

"GERİ GELL!!!! BENİM İÇİN GERİ GEL."

 

İki asker de ani bağırma sesiyle irkilerek komutanlarının yattığı yöne baktılar. Üsteğmen Blake bir anda yataktan doğruluvermişti. Tanımayan gözlerle önce Brown'a, sonra da Taara'ya baktı. Bomboş olan midesi bu ani harekete isyan ediyormuşçasına Blake kusmaya başladı. Bir süre sonra midesinde artık atılabilecek kadar safra kalmayınca yatağa geri yığıldı, ancak bu kez bilinci kapanmamıştı.

 

Tüm olanları endişeyle izleyen Brown ve Taara hemen bir doktor ve odanın temizliği için de bir asker çağırdıktan sonra üsteğmenin bilincinin durumunu anlamak adına ona sorular sormaya başladılar.

 

"Efendim beni hatırlıyor musunuz?"

 

Blake bir süre kendisine seslenen askerinin yüzüne baktı, sonradan zorlandığı belli olan bir hareketle kafasını sallayıp zar zor konuşmaya başladı. " Seni... Seni unutmam imkansız Brown, her zaman burnumun dibinde bitiyorsun."

 

Blake'in verdiği cevap, iki askerin de rahatlamasını sağlamıştı, görünen o ki komutanlarının bilincinde de bir sorun yoktu." Ne oldu bana Brown?"

 

Brown, Blake'in sorusuna cevap veremeden önce bulundukları odanın kapısı açıldı. Blake için çağırdıkları doktor ve temizlik için çağırdıkları asker gelmişti. Doktor hızlıca Blake'i kontrol ederken asker de üstlerine selam verip temizliğe koyuldu. Sanki odaya hiç kimse girmemiş gibi Blake sorduğu soruyu tekrarladı. "Evet... Biriniz anlatın artık, ne oldu da buraya geldim?"

 

Taara ve Brown göz göze gelince, Brown konuşması için Taara'yı başıyla onaylar bir hareket yaptı. Aldığı komutun ardından Taara konuşmaya başladı. "Efendim, tam dört gündür baygın bir şekilde yatıyordunuz. Fiziksel olarak hiçbir sorununuz yoktu, ancak hiç uyanmadınız."

 

"Bunları hatırlıyorum." Dedi Blake kaş çatarak, baygın olduğu halde bu konuşmaları, dört gündür etrafında olanları çok net olmasa da algılayabilmiş ve çoğunu da hatırlayabilmişti. Baygınken bunları yapabilmesi normal miydi peki? O bunları düşünürken kendisi için gelen doktorun, arada hayretle kendisine kaçamak bakışlar attığını fark etti ama bunu umursamayıp konuşmaya devam etmeye karar verdi.

 

"Bunları hatırlıyorum. Ama buraya neden geldiğimi hatırlamıyorum, yani bana konunun başını anlatın artık."

 

Taara temkinli bir sesle konuşmaya başladı, fazla bilgi vererek yeni uyanan komutana yüklenmek istemiyordu. "En son birlikte bir mahkumu sorgulayacaktık efendim, hatırlayabildiniz mi? Siz sorgu odasına yalnız girdiniz ve içeri girmemem için bana emir verdiniz, mahkumla uzun bir konuşmanız olmadı, ancak aniden ona saldırıp kısa süre sonra da bayıldınız."

 

"Mahkum, Gölgeydi değil mi?"

 

"Evet efendim."

 

"Hatırlıyorum. Her şeyi hatırlıyorum." Blake iç çekerek doktora baktı. Doktor da yine inceleyen gözlerle kendisini süzüyordu. "Söylemek istediğin bir şey varsa söyle artık doktor, garip bakışların beni gerçekten çok rahatsız ediyor."

 

Blake'in çıkışına içerleyen doktor bir süre dik dik genç üsteğmene baktı, ardından sitemkar ve küçümseyen bir tavırla konuşmaya başladı. Doktor da bir bilgesoy olduğu için bu tavır gayet normaldi, onlara göre sosyal sınıfların en üstünü yine kendileriydi. "Üsteğmen, adım Zeeşan Vladimir Saim, ikinci dereceden bir bilgesoyum, bu nedenle bana karşı üslubunuza dikkat etmeniz konusunda sizi uyarmalıyım."

 

Odada bulunan bütün askerler göz devirip birbirine baktı, yerleri temizleyen asker de buna dahildi. Kibir yumağı bir bilgesoy daha diye düşünüyordu hepsi. Doktor da onların ne düşündüğünü biliyordu ancak bu umrunda değildi.

 

Ortamdaki gergin havayı dağıtmak isteyen Blake konuşmaya başladı. "Doktor Vladimir, bana bakışlarınızdan anladığım kadarıyla söylemek istediğiniz bir şeyler var, artık bunları söyler misiniz?"

 

Blake sorusunu sorarken hem aşırı derecede susamış hissetti, hem de sanki etrafındaki herkesin kokusun tadabiliyordu. Bu mümkün müydü? Başını düşüncelerden kurtulmak istiyormuşçasına sallayarak bu garip durumu göz ardı edip doktora odaklanmaya karar verdi.

 

"Aslında üsteğmen, evet söylemek istediğim bazı şeyler var. Bir ay önceki değerlerinizle bugünkü değerleriniz arasında dağlar kadar fark var. Adeta güncelleme almış bir yazılım gibisiniz, eski halinizden çok daha üst düzey bir durumdasınız. Bunları zaten askerlerinizden duymuşsunuzdur. İşin daha garip yanı şu ki son iki gündür vücudunuz bütün serumları ter yoluyla atıyor ya da bilinçsiz de olsanız kusuyorsunuz, eğer fark etmeseydik iki kez kendi kuzmuğunuzda boğulacaktınız." Doktor bunu söylerken tiksinen bir surat ifadesiyle elindeki rapora baktı.

 

"Vücudunuzun bu davranışları tıpkı yakalanan o asinin davranışları gibi. Geçen görüşmenizde ne yaşandı da böyle bir değişim yaşadınız hâlâ anlamış değiliz, ancak araştırma için sizi tekrar o asiyle karşılaştırabiliriz, bu nedenle bu bölgeden uzaklaşmazsanız sevinirim ve...."

 

Blake artık doktorun söylediği diğer şeyleri duyamıyordu, o haklıydı kendisi de tıpkı Gölge gibi olmuştu. Bunu nasıl fark edememişti ki? Onu mutlaka tekrar görmeliydi. Derin uykusundan uyanırken de Gölge ona ne demişti? 'Benim için geri gel!'

 

Doktor müsade isteyip odadan çıkarken Blake askerlerine sordu ,"Gölge. Nerede o? Beni oraya götürün."

 

Komutanlarının bu telaşlı haline anlam veremeyen askerler onu yatağa tekrar yatırmak için harekete geçti. Brown, Blake'i yatıştırmak için konuşmaya başladı. "Efendim sakin olun. Gölge buradan kaçamaz sonuçta, iyileştiğinizde onu görmeye gidebilirsiniz."

 

Odayı temizlemek için gelen asker kafasını kaldırıp Brown'a baktı. " Efendim saygısızlık etmek istemem, ancak Üsteğmen, Gölge'yi bir daha hiç göremeyebilir."

 

Şaşkın bir ifadeyle bakan Blake çekinerek sordu, "Ne demek istiyorsun? Yoksa kaçtı mı?"

 

Bu son söylediğine kendi de inanmıyordu, bu kompleksten kaçması imkansız sayılırdı, ancak diğer ihtimali düşünmek bile istemiyordu.

 

"Kaçmadı efendim, ancak bilgi vermediği için kendisiyle bizzat binbaşı Akira ilgileniyor. Belki de şimdiye çoktan Gölge'yi çözmeyi başarmıştır."

 

Blake'in gözleri kocaman açılmıştı. Akira normalde sakin, şiddetten çok hoşlanmayan bir yapıya sahipti. Ancak genelde sorgularda birebir müdahalesi istenirse daima başarıya ulaşırdı. Bu başarının sonucu mahkum için ölüm oluyordu genelde.

 

Blake, Brown ve Taara'nın elinden kurtulup odadan hızlıca çıktı. Brown da hemen Blake'in arkasındaydı. "Efendim sakin olun, Binbaşı sorguya bizzat kendi girdiyse Gölge çoktan ölmüştür."

 

"Hayır Brown, o ölmedi. Nasıl bilmiyorum ama hissediyorum."

 

Blake o kadar hızlı koşuyordu ki, boyu ondan uzun olduğu halde Brown ona yetişmekte zorlanıyordu. Bu adam dört gündür hiçbir şey yemeden, içmeden nasıl bu kadar hızlı olabiliyor diye düşündü.

 

"Ef... Efendim. Biraz yavaşlar mısınız? Bunu bilemezsiniz, o asi geldiğinden beri çok... Çok garip davranıyorsunuz. Onunla bir bağınız var gibi davranmayı bırakmanız gerek artık, bu durum rütbenize zarar verecek."

 

Blake, Brown'un aksine hiç zorlanmadan konuşmaya başladı. " Onunla bağ kurmadım Blake, onunla yaşadığım her karşılaşma, özellikle de sonuncusu, sanki bir üstünlük çatışması gibi, ya da... Ya da çok daha şiddetli bir şey, bir çarpışma. Ama bu çarpışma hiç sonuçlanmıyor, çünkü ikimiz de diğerine üstünlük kuramıyoruz çünkü. Böylece ona saplanıp kaldım da beni bu bataktan sadece o çıkarabilecek gibi geliyor."

 

Çavuş, üsteğmenin söylediği çoğu şeyi zar zor duyabiliyordu, çünkü aralarındaki mesafe çok açılmıştı.

 

Blake ise Gölge'nin sorgulandığı odaya yaklaşırken bile oldukça yoğun bir kan kokusu alıyordu. Bir anda göğsüne bıçak saplanır gibi oldu, bu olmuş olabilir miydi? Gölge'ye yetişememiş miydi yoksa?

 

Bin yıl gibi gelen bir süre sonunda sorgu odasının cam duvarlarının olduğu bölüme varmıştı. Gördüğü manzara karşısında bir an istemsizce nefesini tutmuştu. Sorgu odasının zemini kanla kaplanmıştı neredeyse, ancak Gölge hâlâ yaşıyordu. Blake'in korktuğu kadar kötü görünmüyordu ama yine de oldukça kötüydü. Odanın bir köşesine çekilmiş, Akira'ya saldırmak için doğru bir an kolluyordu, yüzü neredeyse tamamen kanla kaplanmış, sağ kaşı yarılmış, dudakları aldığı darbelerle yırtılmıştı adeta. Üzerindeki giysiler iyiden iyiye parçalanmış, vücudunun çoğu yerini kapatamaz olmuştu, açıkta kalan her yeri ise aldığı bütün şiddetli darbeleri sergiliyordu. Saçları, kanla karışıp adeta keçe halini almıştı. Çıplak ayakları sayesinde odanın her yerine kanlı ayak izleri bırakmıştı.

 

Blake'in gözü bir süre sonra Akira'ya kaydı, o da oldukça hırpalanmış görünüyordu, yine de her zaman olduğu gibi ne yaptığını bilen ve kendine güvenen tavrıyla odanın ortasında dimdik duruyordu. İnanılmaz refleksleri, duvar gibi vücudu ve tam otuz üç farklı dövüş sanatındaki ustalığıyla adeta canlı bir makinaydı binbaşı. Blake pürdikkat onları izliyordu, ancak olanlara ilgi gösteren sadece Blake değildi, kendinden yüksek ve alçak rütbede birçok asker bir an dahi gözlerini odadakilerden ayırmıyordu. Askersoyları küçük gördükleri için gerekmedikçe onların arasına karışmayan bilgesoylardan bile gelenler vardı. bir yandan dövüşü izliyor, bir yandan da notlar alıyorlardı.

 

Odada ani bir hareketlenme oldu, Gölge bir anda ok gibi fırlayıp Akira'ya doğru saldırdı fakat o kadar temelsiz bir hareketti ki bu, Binbaşının kolaylıkla onu savuşturacağı aşikardı. Gölge yumruğunu Akira'nın yüzüne vurmaya hazırlanırken, binbaşı da savunma yapmak için yumruklarını yukarı doğru kaldırdığında Gölge hızlı bir şekilde pozisyonunu değiştirip, Akira'nın daha geride duran sağ bacağının hemen yanında yerden kayıp binbaşının bacaklarını da kendisiyle geri çekince bunu beklemeyen Akira neye uğradığını anlamadan bütün ağırlığıyla yüzünün sağ tarafına doğru yere serildi. Deneyimli bir asker olduğundan acısını görmezden gelip anında ayağa kalktı, yüzünün sağ yanı mosmor olmuş burnu kanamaya başlamıştı ancak onu hiç etkilemiyor gibi görünüyordu. Gölge'ye fırsat vermeden bu kez o saldırdı, tam kadının boğazının yan tarafını hedef alıp hızlı bir yumruk savurmuştu, eğer Gölge hızla savuşturup Akira'dan uzaklaşmasaydı çoktan yere serilebilirdi. Blake Gölge'yi ilk kez bu kadar yavaş ve solgun görüyordu, tabi yaşadıkları ve geldiğinden beri yemek yiyip su içmediği gerçeği göz önüne alınırsa bu çok normaldi. Belki koşullar eşit olsaydı Akira bile bu kadar uzun süre ona karşı koyamazdı.

 

Blake tekrar dövüşe odaklandı, Gölge iyiden iyiye yavaşlamaya ve aksamaya başlamıştı.

 

Dayan!

 

Dayan lanet olası kadın!!!

 

Blake aklından geçen bu düşünceye karşı koyamıyordu. Fakat işler Blake'in istediği gibi gitmiyordu. Akira, Gölge'nin sol kulağına doğru çok güçlü bir tekme savurdu ve isabet ettirmeyi başardı. Aldığı darbenin etkisiyle odanın ortasına kadar savrulan Gölge boylu boyunca yere serildi.

 

Blake'in kalbi neredeyse ağzında atacaktı. Yanındaki askere sordu, "Binbaşı ne zamandır bu asiyle dövüşüyor?".

 

Odayı izlemekten Blake'in yüzüne dahi bakmayan asker heyecanla cevap verdi. "Yaklaşık bir buçuk gündür dövüşüyorlar. Binbaşı belli aralıklarla odadan çıkıp ihtiyaçlarını giderdi, ama şu canavar kadın gözünü bile kıpmadığı halde ancak yenildi. Bunu nasıl yapabiliyor bilmiyorum ama inanılmaz bir şey bu. Yine de sonuç ortada onca işkence ve dayağa, psikolojik baskıya katlanması gerekti, inan bana onun yerinde olmayı asla istemezdim."

 

"Psikolojik sorgulamayı da denediler mi?"

 

"Evet. İki gün önceydi, fiziksel, zihinsel hatta cinsel anlamda bir sürü psikolojik baskılama uygulandı. Kanalizasyona da sokuldu, bir lidersoy gibi de davranıldı ancak bu iki uç davranışta bile hiç sarsılmışa benzemiyor, asla tepki göstermiyordu. Ta ki cinsel olarak istismar edilmeye çalışılana kadar. Bilirsin işte bu geri kafalı bağnaz asiler hala böyle konularda çok hassas oluyor, özellikle de kadınları."

 

Blake hala duyduklarını idrak etmeye çalışıyordu, demek tecavüzü bile denemişlerdi. Bunun yaygın bir işkence yöntemi olduğunu biliyordu askerler güzel gördükleri bütün mahkumlara istediklerini, istedikleri zaman yapabiliyordu, zaten bu yeni dünyada tecavüz bir suç değil hak olarak görülüyordu. Mesela yoldan geçen bir erke ya da kadın sizinle birlikte olmak ister de siz bunu reddederseniz karşınızdaki kişiye karşı suçlu durumuna düşüyordunuz, hoş artık cinsellik o kadar içi boş ve anlamsızdı ki insanlar kim olduğuna bakmaksızın karşısındakinin bedenine kendini bırakıveriyordu. Tecavüz sadece bir fantezi olarak var sayılıyordu. Yine de bunun Gölge'nin başına geldiğini duymak midesini bulandırmış, başını döndürmeye başlamıştı.

 

Tam düşeceği sırada Brown yetişmişti imdadına, onun peşinden geldiğini tamamen unutmuştu. Blake bir umut, konuştuğu askere sordu, "Peki başarılı olabildiler mi?"

 

Asker cevap veremeden Brown konuştu. "Hayır efendim. Deneyen üç kişiden ikisinin boynunu kırdı, diğerinin durumu kendi adıma konuşursam çok daha kötü."

 

Blake, Brown'a anlamayan gözlerle bakınca, Çavuş açıklamaya devam etti. "Üçüncüsünün erkeklik organını koparıp adamın ağzına soktu. Zavallı adam, o da bugün ölmüş."

 

Blake'in içine bir rahatlama hissi salındı ancak Brown'un konuşmaya devam etmesiyle bu rahatlama kısa sürede dağıldı gitti. "Mutluluğunuza gölge düşürmek isteme efendim ama aynı işkenceyi denemesi için gönderilen dördüncü kişi Binbaşı Akira. Siz baygınken ikinci gün o da görevden dönmüş, dün de bu göreve atanmış. Bence kendi iyiliğiniz için bunu görmeseniz daha iyi olur."

 

Blake odanın camına baktı, Akira yavaş yavaş yerde hareketsiz yatan Gölge'ye yaklaşıyordu. İçinde kabaran yıkıcı öfkeyi bastıramayan Blake Brown'un elinden sıyrılmak için hamle yaptı ancak bunu bekleyen Brown bu sefer komutanına izin vermedi.

 

"Efendim sonra isterseniz beni vurun ama şu anda saçma şeyler yapıp kendinizi öldürtmenize izin veremem."

 

Blake'in çırpınışları sonuçsuz kalıyordu, onu tutan askeri fiziksel olarak ondan daha kuvvetliydi. Yine de Akira'nın kadına yaklaşmaya başlamasını gördükçe, içinde kaynayan öfke onu daha da kuvvetlendiriyordu sanki.

 

"Bırak beni Brown!!!"

 

Öyle şiddetli bağırmıştı ki odanın dışındakiler Blake'e bakmaya başlarken bir yandan da neler olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

 

"Yapamam efendim. O kadın geldiğinden beri kendinizde değilsiniz."

 

Blake bir yandan çırpınırken, bir yandan da içeriyi izliyordu. Akira'nın yüzünden hoşnutsuzluk okunuyordu bunu yapmak istemediği ortadaydı ama o görevini mutlaka tamamlardı. Yerde yüz üstü yata Gölge'yi sırt üstü çevirdi, yavaş yavaş yüzündeki saçları çekti, olanları bilmeyen bir insan Akira'nın Gölge'ye şefkatle yardım ettiğini sanabilirdi. Bu düşünce Blake'in canını yakıyordu. Giderek Brown'a karşı koyamaz hale geliyordu.

 

Akira kızı ikna etmek için son kez şansını denedi. "İstersen buna son verebiliriz, sadece bize bilgileri vermen yeterli."

 

Gölge zar zor dudaklarını kıpırdatarak konuşmaya başladı. "Öldür beni. Yalvarırım öldür." Bu iki kısa cümleyi kurarken gözünden düşen bir damla yaş, yüzündeki kanların içerisinden yan tarafa doğru kaydı.

 

Akira hayal kırıklığına uğramış bir şekilde başını iki yana sallayarak düşünceli bir suratla cevap verdi. "Buradan sonra yaşayacaklarından dolayı üzgünüm, ancak unutma bu senin seçimindi."

 

 

Okuyan arkadaşlar! Yorum yaparak ya da eleştirerek kendimi geliştirmem konusunda yardımcı olursanız sevinirim. Şimdiden teşekkürler ve iyi okumalar.

 

 

Loading...
0%