Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7: Köşeye Sıkışmak

@sk.acar

Genç üsteğmen karşısında gördüğü manzaraya bakarken işlerin nasıl bu kadar çığırından çıktığına, her şeyin nasıl da bir anda tersine döndüğüne hayret ediyordu. Kendisi için yolun sonunun burası olduğuna emindi. Kalbinin ritmi o kadar hızlıydı ki, sağ koluyla boynunu sıkıca kavradığı bu çelimsiz kadın net bir şekilde her atışı duyuyordu muhtemelen. Gözü kadına kaydı, darmadağın görünen bu pespaye kadın, bu bakımsız, yüzü gözü kan revan içerisinde kalmış, Işık Birliği'nin adeta modifiye edilmiş kusursuz kadınlarının yanında harabe sayılan bu kadın tüm bunlara değmiş miydi?

 

Harabe... Ne kadar ihtişamlı, uğruna savaşmaya değecek bir harabe... Blake böyle düşündüğü için hala kendine kızıyordu.

 

Onca göz alıcı şeyin arasında, Blake gözünü bu harabeden ayıramamış, sonunda da hayatında uğruna çaba harcadığı her şeyi, bir çırpıda silip atmıştı.

 

Karşısında yerde yatan onlarca asker, öfkeyle Blake'e bakan Akira ve onun arkasında da endişeyle olacakları bekleyen Brown vardı. Ortam o kadar gergin ve boğucu bir hal almıştı ki sonunda öleceğini bilse de Blake bu atmosferi dağıtmak istedi ancak Gölge kollarının arasında olduğu için bu düşüncesinden vazgeçti. Kendisi için ölüm kaçınılmaz bir sondu artık ve bunu kabullenmişti, ancak Gölge geride kalırsa konuşana kadar akla gelmeyecek onlarca eziyete katlanması gerekecekti. Yaklaşık iki ay öncesine kadar böyle bir şey umurunda olmazdı, şimdiyse tam tersi kadının güvende olduğundan emin olmadan ölmeyi dahi göze alamıyordu.

 

Üsteğmen yaptıklarıyla sadece Işık Birliği'ne meydan okumakla kalmamış, aynı zamanda dostluk bağına en yakın ilişkiyi kurduğu iki insanı, Akira ve Brown'u da ezip geçmişti. İşlerin nasıl bu noktaya geldiğini düşünürken buldu kendini.

 

Her şey Gölge'nin sorgusunu izlemeye gitmesiyle başlamıştı. Akira'nın Gölge'ye yaklaşmasını bağırarak izlerken, Brown da Blake'in bu işe bulaşmamasını sağlamak için onu zorla uzaklaştırmayı denemiş ancak başarılı olamamıştı. Blake tıpkı sorgu odasındayken Gölge'yle konuşmasında olduğu gibi içinde kabaran yakıcı öfkeyle önüne geçemediği bir sel gibi vücudunun kontrolünü kaybetmeye başlamıştı.

 

Aniden iki elini arkasında kelepçe gibi tutan, ve Blake'in uzun boyuna rağmen ondan iki kafa boyu daha uzun olan Brown'u kendisiyle birlikte içerisinde bulundukları koridorun duvarına doğru savurdu. Darbeye hazırlıksız yakalanan Brown'un elinden kurtulur kurtulmaz genç üsteğmen, askerinin diyaframına bir yumruk indirdi, amacı onun yerde kalmasını ve zarar görmemesini sağlamaktı, ancak askerin ağzından gelen kanı ve nefes alamadığını görünce içini korku kapladı. Birkaç saniye sonra Brown normal bir şekilde nefes alabilir hale gelince Blake "Yerinden ayrılma koca çocuk, bu senin iyiliğin için." diyerek askerini uyardı. hemen arkasını dönüp Gölge'nin tutulduğu odaya doğru koşmaya başladı. Ancak işi pek kolay olmayacağa benziyordu çünkü karşısında sorguyu izlemek için oraya toplanan ve içerisinde rütbelilerin de bulunduğu bir asker grubu vardı. Birkaç bilgesoy da vardı ama canları tatlı olduğu için onların bu kavgaya karışmayacaklarından emindi genç asker.

 

Odanın kapısına iyice yaklaşınca zaten az önce Brown'la yaşadığı arbededen dolayı üzerinde olan gözler, düşmanca kendisine bakmaya devam etti. Rütbesinden yüzbaşı olduğu anlaşılan, ve ortamdaki en üst düzey asker olan kişi konuşmaya başladı.

 

"Asker, önce rütbeni sonra da az önceki o tantananın nedenini açıklamaya başla bakalım." Blake'in arkasında hala nefesini düzeltmeye çalışan Brown'a bakarak sormuştu soruyu.

 

Blake tam ağzını açıp cevap verecekti ki, sorgu odasının camından içeriyi gördü. Gölge bitap bir şekilde yerde uzanırken bir yandan da hala elleriyle Akira'yı durdurmaya çalışıyordu. Buna karşılık Akira, Gölge'nin bileklerini tek eliyle kavrayıp başının üzerinde sabitledi, diğer eliyle zaten paçavraya dönmüş kıyafetinin üst kısmını yırtmaya başladı, vücudunun açıkta kalan bölgelerine dokunmaya başlarken Blake daha fazla bakamayıp gözlerini yumdu. Üsteğmen öyle öfkeliydi ki şakaklarındaki damarlar neredeyse patlayacak seviyeye gelmiş, çenesi kaskatı kesilmişti. İçeri girmek için hareketlenirken bir yandan da karşısındaki yüzbaşıyı ikna etmek için konuşmaya karar verdi.

 

"Efendim. Bu sorgu yine sonuç vermeyecek, baksanıza bu vahşi hala konuşmuyor. Binbaşının kıymetli ellerini ona sürmesinin hiçbir manası yok."

 

"Haddini bil geri zekâlı, buna sen mi karar vereceksin? Hem önce sana sorduklarımın cevabını ver."

 

"Efendim, ben sadec..."

 

Yüzbaşı leş bulmuş bir akbabanın sinsi sırıtışıyla konuştu. "Zaten konuşup konuşmaması umurumda değil, şuna bir bak hala çırpınıyor bu çok azdırıcı izlemeye değer bir gösteri. Ayrıca hoş bir hatuna da benziyor. Binbaşı Akira'nın şovundan sonra biz de biraz eğlenebiliriz."

 

Blake karşısındakini ikna edemeyeceğine karar verince doğrudan içeri girmeye yeltendi ancak aynı yüzbaşı yine karşısına dikildi. "Nereye gittiğini sanıyorsun. Bu görev binbaşına özel olarak verildi, içeri girip rahatsız etme. Geri çekil."

 

Blake tek bir geri adım dahi atmayınca yüzbaşı bu kez, "Duymadın mı aptal, geri çekil. Bu bir emirdir!!" Diye bağırdı.

 

Üsteğmen yine hareket etmeyince yanındaki askerlere dönüp, onu durdurmalarını söyledi. Askerler, Blake'e hücum edince, o da hızla birkaç adım geri çekilip zaman kazanmaya çalıştı. İlk temas eden askerin salladığı yumruğu yakalayıp kolunu geri çevirince asker hareket edemez hale geldi, kurtulmak için çabalarken, Blake o askeri üzerine gelen bir diğerine doğru öyle hızlı itekledi ki ikisi de ne olduğunu anlayamadan bilinçlerini kaybetmişti. Bu durum Blake'i de şaşırtmıştı çünkü neredeyse doksan kiloluk bir insanı bir diğerine fırlatmıştı resmen.

 

Diğer askerler kısa bir çekimserlik anından sonra hep birlikte Blake'e doğru atıldılar. Camdan olup bitenleri gören üsteğmen, yine saniyeler içinde üç askeri daha alaşağı etti. Çatışma zamanları dışında, düşük rütbeli ve rütbesiz askerlerin silah taşımasının yasak olması Blake'in işine yaramıştı, bu sayede askerleri kolayca alt edebilmişti. Geriye sadece az önceki yüzbaşı ve iki tane bilgesoy kalmıştı, bilgesoyların mücadeleye girmeyeceğinin bilen Blake doğruca yüzbaşıya doğru atıldı. Yüzbaşı da hızla silahını çekip ateş etmeye hazırlandı ancak rakibinin erken saldırısıyla silahı yere düştü. Diğer askerlerden daha uzun süren kavgadan sonra, ki bu da beş on saniye gibi bir süreydi, yüzbaşı da bertaraf edilmiş oldu.

 

Blake yanında kimlik kartı olmadığı için, yerde baygın yatan yüzbaşının kartını alıp Gölge'nin hücresinin kapısını açtı. İçeri girer girmez, Gölge'nin üstünde onu zapt etmeye çalışan Akira'yı kavrayıp sertçe kenara savurdu. Keskin refleksleri Akira'yı düşmekten kurtardı, ancak böyle bir saldırıyla karşılaşması, hem de bunu yapanın Blake olması gözlerinin hayretle büyümesine neden oldu. İlk şaşkınlığı üstünden gittikten sonra öfkeli bir ses tonuyla yerdeki asinin yanına oturan Blake'i azarlamaya başladı.

 

"Sen ne halt ettiğini sanıyorsun Blake?" O sırada Blake, oturur pozisyona gelmiş olan Gölge'ye vermek için kendi üzerindeki gömleği çıkarmakla meşguldü. Kendisine düşmanca davranmasını beklediği kadınsa şaşılacak kadar hızlı bir şekilde Blake'in yardımını kabul edip verdiği gömleği üzerine geçirdi.

 

"Tekrar sormayacağım Blake, neden böyle bir şey yaptın?"

 

Blake, Gölge'yi arkasına alan bir siper misali Akira ile ikisinin arasında ayağa kalkıp komutanının yüzüne bakarak konuşmaya başladı, binbaşı dost denemese de ona en yakın insanlardan biriydi üsteğmen için bu nedenle onu ikna etmeyi denemeliydi. "Bu sonuç vermeyecek efendim. Kadının konuşmayacağı gün gibi ortada, böyle pespaye, çirkin bir şeye bulaşmanıza gerek dahi yok." Son söylediğine kendi dahi inanmamıştı, derdinin Akira'yı düşünmek değil de kadını bu durumdan kurtarmak olduğu apaçıktı.

 

Akira da söylediklerine inanmamıştı zaten. "Ne zırvalıyorsun sen? Sence bu konuda seçim yapabilecek konumda mıyız? Bilgi alabilmek için elimizden gelen her şeyi denememiz emredildi, bu konuda şahsen üstüme düşen ne varsa, iyi ya da kötü yaparım ve eğer görevimi tamamlamama engel olmak isteyen biri çıkarsa gereken karşılığı veririm. İnan bana karşımdaki sen de olsan yapmam gerekeni yaparım. Anladın mı?"

 

Komutanının ciddi olduğunu bilen Blake, başını sallayarak, düşünceli bir biçimde komutanını onayladı. "Güzel şimdi kenara çekil bakalım üsteğmen, ben de yaptığın saygısızlığı görmezden geleyim."

 

Akira da Blake ile aralarında bir sorun olmasını istemediği için askerini ikna etmeyi istiyordu, aksi halde karşısında başka biri olmuş olsaydı şimdiye kadar çoktan o kişiye haddini bildirirdi. Akira, Blake'in arkasında kendisine vahşi bir avcı gibi bakan Gölge'ye doğru yürümeye başlayınca, koluna yapışan el onu durmaya zorladı. Tahmin ettiği gibi Blake yanlış yolu seçmiş, asi kadının büyüsüne kapılıp, Işık Birliği'ni karşısına almıştı. Yine de bir umut belki doğru yanıtı verir diye sordu. "Çekilmeyecek misin?"

 

"Özür dilerim efendim, artık sonucu umurumda değil gerekirse ölümü de kabul ederim."

 

"Bir ay öncesine kadar bu kadını akılsız bir vahşi olarak gören sendin unuttun mu? Ne oldu da şimdi karşıma geçip onun için ölümü dahi göze alabileceğini söylüyorsun?"

 

Akira başıyla Gölge'yi göstererek konuşmuştu. Üsteğmen de komutanıyla birlikte kadına bakmaya başladı. O kadar sade, o kadar vasat bir kadın vardı ki karşısında, içerisinde yaşadığı sistem tamamen kar-zarar ilişkisi üzerine kurulu olduğu için kendisini kömür almak için altından vazgeçmiş gibi hissediyordu. Yine de insanın neye ihtiyacı varsa o daha değerliydi ve Blake de ihtiyacı olanın kömür olduğu konusunda karar kıldı.

 

"Unutmadım efendim. Ben artık buna dayanamıyorum, dünyada bir çöp parçasından farkımız olmadan yaşamaktan, her şeyi yapay yaşamaktan, içimizdeki boşluğu doldurmaya çalıştıkça içimizin daha da boşalmasından bıktım usandım. Ben art..."

 

Blake'in cümlesi, yüzünün sağ tarafına aldığı yumruk darbesiyle yarıda kalmıştı. Yere yıkılmamış, hatta tanıdığı en sert dövüş ustalarından biri olan komutanından aldığı darbe kendisine o kadar tesir de etmemişti. Nereden geldiğini hala anlayamadığı yeni gücü kuvveti sayesinde olmalı diye düşündü kendi kendine. Kafasını kaldırıp baktığında Akira'nın öfkeden kasılmış yüzünü gördü, ardından gövdesine gelen seri darbelerden kendini kollamaya başladı.

 

"Aptal! Aptall!! Seni aptal çocuk. İzin verecekler mi sanıyorsun?" Akira gittikçe hiddetlenerek nefes nefese ama bağırarak soruyordu bu soruları bir yandan da peş peşe sıraladığı hareketlerle ona vurmaya devam ediyordu. Blake'in savunmasında bulduğu bir boşluktan faydalanarak tam boğazına sert bir darbe indirdi. Darbenin etkisiyle Blake önce nefessiz kalıp, ardından da boğulurcasına bir öksürük krizinin etkisiyle savunmasını tamamen kaybetti. Rakibini istediği konuma düşüren Akira, eline geçirdiği fırsatı kullanıp, art arda savurduğu yumruk ve tekme darbeleriyle Blake'i odanın köşesine sıkışmaya zorlamış, ancak hala öfkesi dinmemiş aksine daha da artmıştı.

 

"Seni salak herif! Soyunun en iyi örneklerindensin, görevlerini yapıp da rahat rahat yaşamana baksaydın ya..."

 

Blake'in yüzüne bir yumruk.

 

"İstemediğin kadar kadın varken, bu ele avuca sığmayan pis kadını mı buldun etkilenmek için? Cevap ver seni geri zekalı adam... Cevap ver dedim."

 

Boğazı yırtılırcasına bağıran binbaşı art arda darbelerini savurmaya devam etti. Blake aldığı yaralarla adeta bir pelte haline gelmişti, ağzının kenarı yırtılmış, alnında koca bir yarık oluşmuş, sağ gözü şişlikleri nedeniyle tamamen kapanmış, kaburgalarında nefes aldıkça canını acıtan ezikler oluşmuştu.

 

Blake'in karın boşluğuna sert bir tekme.

 

"Değdi mi?"

 

Cevap olarak karşısındaki askerden anlamsız inlemeler gelmişti sadece. Akira bile kendi hiddetini anlamlandıramıyordu. Blake'in böyle eğilimleri oluğunu hep seziyordu oysa ki. Onun yaptığı seçimi aptalca bulduğu için mi, bir şekilde değer verdiği bir kişiyi daha kaybedeceği için mi yoksa kendisi böyle bir seçim yapmaya cesaret edemediği için miydi bu öfke anlayamıyordu.

 

"Eğer bu saçmalıktan vazgeçersen yaptığın hatanın üstünü kapatmak için bir çare bulabiliriz, sonra sen de bu lanet görev bitene kadar başka görevlerle meşgul olursun. Her şey normale döne..."

 

"Art... Artık geri..." Blake'in çenesine ve ağzına aldığı darbelerin bir sonucu olarak konuşmak onun için oldukça zordu. Akira, karşısındaki adamın ne dediğini anlamak için dikkat kesilmiş onu dinliyordu. Üsteğmen, komutanının yüzüne bakarak, elinden geldiğince tebessüm eder bir ifadeyle konuşmaya çalıştı.

 

"Artık geri dönüşü yok efendim."

 

Akira daha fazla onu ikna etmeye çalışmayacaktı, buna Blake kendisi karar vermişti. Yaptığı çok büyük bir suçtu ve cezası belliydi. Başkalarının elinde ibret olsun diye işkencelerle can vermesindense, Akira onun canını daha acısız almaya karar verdi, bu onun kendince merhametinin bir ifadesiydi. Blake'e ölümcül bir darbe vurmaya hazırlanırken hiç beklemediği bir şey oldu. Arkasındaki ani bir hareketlenmeyle sağ ayağı hızla geri çekildi, hareketin etkisiyle yüzüstü yere kapaklanması bir oldu. Hemen ayağa kalkmaya çabalasa da başarılı olamadı, çünkü sağ ayağı bir bez parçasıyla bağlanmış ve sırtına doğru çekilmiş bir haldeyken, sol eli de arkaya çekilip sıkı sıkıya hızlıca birbirine bağlanmıştı. Kurtulmaya çabaladıysa da başaramadı, zira çapraz el ve ayağının bağlı olması bırak ayağa kalkmayı sırt üstü dönmesini bile zorlaştırıyordu.

 

"Seni sinsi sürtük!!!"

 

Akira birkaç saniyede her şeyin terse dönmesini hazmedemiyor, hala kurtulmak için çabalıyordu. Binbaşını kıskıvrak yakalayan Gölge ise onunla hiç ilgilenmeden doğruca, Blake'in yanına gitti, hızla konuşmaya başladı.

 

"Ayağa kalkabilir misiniz üsteğmen? Hemen kaçmamız gerek komutanınız birazdan kendini kurtarmış olacak."

 

Blake, kadının konuşmasına yetişmek için fazladan çaba harcamak zorundaydı, ancak bu haldeyken bile Gölge'nin kendisiyle konuşmasına mutlu olan bir şeyler vardı içinde. Kafasını olumlu anlamda sallayarak Gölge'nin sorusunu yanıtladı. Tam ayağa kalkmaya başlamışken vücudunda hissettiği acılar neredeyse bayılmasına sebep olacaktı. Blake'in durumunu gören Gölge, gözlerini devirerek Blake'in yanına eğildi, sağ kolunu alıp kendi omzuna attı ardından kendi sol koluyla Blake'in belini kavrayıp ayağa kalkmasını sağladı. Blake ise kadınla uyumlu hareket etmekle birlikte, kendisini yerden bu kadar kolay kaldırabilmesine şaşırmıştı.

 

"Bana ayak uydurmaya bakın üsteğmen, onları biraz daha oyalamamız gerek."

 

"Oyalamak mı?"

 

"Evet. Biraz daha oyalarsak, siz de, ben de bu durumun içinden sağ salim çıkabiliriz."

 

Konuşma devam ederken sorgu odasının kapısına doğru ilerlemeye başlamışlardı. Bağlı bir şekilde yerde yatan ve öfkeden deliye dönen Akira ise Gölge'nin dediklerini duyunca alaycı bir ses tonuyla, sahte bir gülüşle konuştu. "Bu durumun içerisinden çıkabileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Birlik sizi affeder mi sanıyorsunuz ahmaklar? Bir buçuk milyon askerin yaşadığı bir bölgede nereye kaçabilirsiniz sizce?" Bir yandan da kendini bağlayan kumaşlardan kurtulmak için çabalıyordu.

 

"İkiniz de rollerinize razı olup yaşantınızı kabullenseydiniz sizin için her şey daha kolay olurdu." Son söyledikleri karşısındakilerden çok kendisi içindi sanki, onlardan çok kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi.

 

Gölge ve Blake, birlikte komutanı dinliyorlardı, binbaşıya cevap vermeye hazırlanan Blake, Gölge'nin konuşmasıyla sustu.

 

"İyi bir askersiniz binbaşı, çok da iyi bir dövüşçüsünüz. Çoktan bu uyurgezer sürüsünün içerisinde en yüksek rütbelere gelebilecek yeterliliğe sahipsiniz, ancak doğal olarak kişiliğinizin parçası olan muhakeme kabiliyetiniz sürekli bocalamanıza neden oluyor. Siz de içerisinde yaşadığınız bu düzenin baştan aşağı yalan ve yanlışlarla dolu olduğunu çok iyi gözlemliyorsunuz dünyadan zevk alamıyorsunuz, bu koca boşluk elinizi kolunuzu bağlıyor, yapay bir sistemin içerisinde olduğunuz için bu çok doğal. Gerçekten hissetmek, gerçekten yaşamak, gerçekten sevmek, gerçekten anlaşılmak istiyorsunuz değil mi? Bu bireyselliği kutsayan sistem sizi yalnız başına bırakıp, ardından da yapay zevklerle boğarak yavaş yavaş sömürüyor değil mi?"

 

Akira duyduğu şeylerin, tam olarak kendi hissettiği şeyler olduğunu, ancak şimdiye kadar kendine bile bunları söylemekten çekindiğini fark ettiğinde savunmasızlığı yüzüne vurunca öfkesi katlanmaya başladı.

 

"Kapa çeneni seni küçük lağım faresi" Ancak Gölge, Akira'yı duymazlıktan gelerek konuşmaya devam etti

 

"Sizi öyle bir sömürüyorlar ki, artık tükendiğinizi fark ettiğiniz zaman her şey için çok geç oluyor. İçki, kadın ya da erkeklerle düşüp kalkmalar, o kadar erken yaşta ve her şekilde deneyimlediğiniz cinsellikten artık doyumsuz hale gelmeler, sahte mutluluklar için yuttuğunuz o haplar, sizden sizi aldıktan sonra da elinize bunu bırakıyorlar değil mi?"

 

Akira o kadar sinirliydi ki vücudu kaskatı kesilmişti. Dişlerini sıkarak karşılık verdi Gölge'ye.

 

"Sana o iğrenç, yalancı ağzını kapatmanı söyledim adi fahişe. Bu durumdan kurtulur kurtulmaz seninle kaldığımız yerden devam ederken ağzını kapalı tuttuğumdan emin olacağım."

 

Söylediklerinin Gölge üzerinde yıkıcı bir etkisi olacağını düşünen Akira sinsice gülerek genç kadının yüzüne bakıyordu. Ancak karşılık olarak beklediği tepkiyi alamamış, aksine Gölge de ona kendinden emin bir gülüşle karşılık vermişti.

 

"Bence bunu yapmayı gerçekten istemiyorsunuz binbaşı, bence siz bize değil kendinize kızıyorsunuz, çünkü ben doğuştan özgürüm, üsteğmen de sonuçlarına rağmen meydan okumayı seçti. Peki siz? Durun ben cevap vereyim, kızdığınız tam olarak bu, sizin sahip olmak için delice özlem duyduğunuz şeylere sahip oluşumuz. Öyle değil mi?"

 

Akira'nın öfkeyle çarpılmış suratına bakan Gölge söylediklerinin doğruluğundan emin bir şekilde konuşmaya devam etti.

 

"Her neyse, tekrar daha uygun bir zeminde karşılaştığımızda yarıda kalan kavgamızı adil bir şekilde sonlandıracağımızdan emin olabilirsiniz. İnanın tekrar karşılaşacağız."

 

Gölge konuşmasını bitirince, binbaşının konuşmasına fırsat vermeden Blake ile odadan çıktı. Kapının ağzında Blake'in dövüştüğü askerler hala baygın bir şekilde yatıyordu. Ayaktaki birkaç bilgesoysa zarar görmemek için sağa sola kaçıştı.

 

Bu ciddi ortamda Blake'in aklına takılan şey oldukça tuhaftı. "Binbaşını bağladığın o ipi nereden buldun?"

 

Gölge kısa bir an 'buna mı takıldın?' dercesine Blake'e baktı, sonra adamın ciddi olduğunu anlayınca hayretle cevap verdi.

 

"Bana verdiğiniz gömlekten yırttığım parçayla bağladım."

 

Samimi bir takdirle Gölge'ye baktı üsteğmen. "Vay canına sen cidden zekisin!"

 

Gölge göz devirerek konuyu asıl bağlamına döndürmeye karar verdi, şuan sorunları çok büyüktü ve onlara odaklanmak hayati önemdeydi. "Üsteğmen, geçen günkü karşılaşmamızdan sonra hiçbir şey yiyip içebildiniz mi?"

 

Blake, kadının neden böyle bir anda bu soruyu sorduğunu anlamasa da cevap verdi. "Dört gün boyunca baygın olduğum için hiçbir şey yemedim ya da içmedim, sadece ilaçlar ve serumlar."

 

"Peki uyandıktan sonra içiniz tamamen boşalıyormuşçasına kustuğunuz oldu mu?"

 

"Aslında evet , uyandıktan hemen sonraydı, içim dışıma çıkacak sanmıştım."

 

"Aşırı terlemeniz var mı?"

 

"Evet var, peki bunları nerden biliyorsun ve neden soruyorsun?"

 

"Sorularınıza cevap vereceğim üsteğmen, ancak şimdi önceliğimiz gözden uzak durmak ve bolca su bulabilmek. Bu ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir yer biliyorsanız bizi yönlendirin lütfen."

 

Blake onaylar bir biçimde kafasını sallayarak gideceği yolu gösterdi, yaralarının etkisini daha az hissediyor ancak yine de canı her adımında az da olsa acıyordu. "Küçük bir temizlik odası var, oradaki temizlikçiler altsoy oldukları için ben ne söylersem yapacaklar, orada yiyecek içecek gibi şeyler de bulabiliriz."

 

"Tamam. Daha iyi olduğunuzu görüyorum üsteğmen, şimdi kolunuzdan çıkacağım, arkama geçip bileklerimden tutun ki ben mahkum siz gardiyanmışsınız gibi dikkat çekmeden ilerleyelim, bir şey soran olursa cevaplama kısmını size bırakıyorum."

 

Blake canının acısına rağmen bir yandan Gölge'nin dediklerini yaparken, bir yandan da onun Akira'ya söylediği şeyleri düşünüyordu. Binbaşı ve Blake'in tanışıklığı neredeyse on beş yıl öncesine dayanıyordu, ancak kendisi Akira'yla ilgili Gölge'nin söylediği şeyleri hiçbir zaman fark edememişti. Akira'nın tepkilerine de bakılırsa, kadın söylediği şeyler konusunda haklıydı. Blake daha fazla düşünmeye fırsat bulamadan karşılarına iki asker çıktı, üsteğmenin rütbesini gösteren bir işaret olmadığı için onun sıradan bir asker olduğunu düşünerek lakayıt bir biçimde Gölge ve Blake'i durdurup soru sormaya başladılar.

 

"Nereye gidiyorsunuz böyle?"

 

Blake sakin bir şekilde yanıtladı. "Mahkumu 1204 numaralı odaya transfer ettiler, odasına kadar bekçilik etmem emredildi."

 

Askerler alaycı suratlarla birbirlerine bakınca daha iri olanı konuşmaya devam etti. "Peki bu suratının hali ne salak adam, gömleğin de yok, sen bizi aptal mı sanıyorsun? Mahkumla bir şeyler yaşamaya çalışırken beceremeyip eline yüzüne bulaştırdın değil mi?"

 

Askerler için ima ettikleri şey olağan olduğundan ötürü, söyledikleri şey komik bir şakaymış gibi birbirlerine güldüler. Blake'se konuyu uzatmamak için, başıyla karşısındaki askerin söylediklerini onayladı, burada ne kadar az oyalanırlarsa o kadar iyiydi. "Haklısın, mahkum belalı bir tip ve başıma dert olmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu yüzden müsaadenizle beyler bu vahşi şeyi bir an önce yerine ulaştırmam lazım. Başım daha fazla belaya girsin istemiyorum."

 

Askerlerin ikisi de Gölge'ye alıcı gözlerle baktılar, sonra üzerine başına dikkat edince yüzlerini buruşturur gibi yapıp önlerinden çekilerek geçmelerine izin verdiler. Askerlerle aralarına mesafe girince Gölge'nin ağzından bir hayret nidası dökülüverdi.

 

"İnanılmaz bir şey bu, akıl alır gibi değil! Bu kadar basit mi? Ya da tezatlıkları hiç fark etmediler mi gerçekten? Bu nasıl bir askeri eğitimin sonucu? "

 

Blake, Gölge'nin etkilenerek mi yoksa alay ederek mi konuştuğunu anlayamamıştı. O da bir şeyleri açıklamayı tercih etti, zira yürürken uzayan sessizlik canını sıkıyordu.

 

"Az önce giden askerlere hayret ettin değil mi? Seçili üreme ve üreme partnerliği sayesinde doğuştan askerliğe uygun oluyoruz, ardından ömür boyu eğitim ve görevlerle..."

 

"Lütfen. Kör gibiydiler, basit bir şeyi fark dahi edemediler."

 

Blake'in kaşları çatılmıştı. "Neymiş o fark edemedikleri basit şey?"

 

"Sizin üzerinizde gömlek olmaması dikkatlerini çekti ama benim üzerimde bir askere ait gömlek olduğunu fark dahi etmediler neden? Çünkü akılları hayalarında. Ayrıca biraz dikkat etseydiler arkamdan ellerimin bağlı olmadığını sadece sizin bileklerimi göstermelik bir şekilde tuttuğunuzu fark edebilirlerdi."

 

Blake de etrafında bir şeylerin yanlış olduğunu biliyordu, hatta belki çoğu şeyin ancak kırk yıllık hayatının dörtte üçü askeri eğitimle ve görevlerle geçmişti, şimdi bir yabancının çıkıp ömrünün büyük kısmını basit görmesi canını sıkmıştı. İster istemez bir savunma haline geçmişti.

 

"Bence dikkat etmemelerinin sebebi güvendikleri bir ortamda bulunmaları, aksi halde çoktan bir dövüşe tutuşmuş olurlardı. Her neyse, demek istediğim, burada en sıradan asker bile kolay lokma olacak türden değildir."

 

Üsteğmen de kendi dediği şeylere inanamamıştı ama yine de konuşmasını bitirince karşı tarafın ne söyleyeceğini merakla beklemeye koyuldu, ancak beklediği bir itirazdan farklı olarak aldığı tek karşılık iğneleyici bir gülüştü. Bu hareket daha da sinirini bozmuştu.

 

"Neden gülüyorsun? Bu anlattıklarım sana şaka gibi geliyor olsa da gerçekler. Sonuçta unutuyorsan diye söylüyorum, seni yakalayıp buraya getirenler bizdik."

 

Cevap olarak yine kinayeli bir gülüş gelmesi Blake'i daha da kızdırmıştı, daha fazla kendine hakim olmayı bıraktı ve Gölge'nin bileklerini gerçekten sıkarak yüzünü kendine çevirdi. Gölge ise bu hareketin geleceğini biliyor gibi sakince Blake'in gözlerinin içine bakmaya başlamıştı. Ne bir öfke, ne şaşkınlık, dümdüz meydan okuyan bakışlar vardı sadece.

 

"Neden güldüğünü söyle artık. Bizi küçük mü görüyorsun? Cevap ver bana!"

 

"Sizi küçümsemiyorum üsteğmen, sadece potansiyeliniz büyük ama eğitiminiz çok yetersiz. Geldiğimden beri dikkatimi çeken en garip şeylerden biriyse askerlerinizin hayatında disiplin yok, tek dertleri cinsellik, hele karşı cinsi gördükleri zaman dikkatleri o kadar dağılıyor ki neredeyse bir çocuğun tatlı gördüğü zamanlardaki gibi kapılıp gidiveriyorlar. Ha bir de, ya siz beni yakalamadıysanız? Ya ben kendim yakalandıysam?"

 

Blake gözleri kocaman olmuş pürdikkat Gölge'ye bakıyordu. Blake'i kızdırmak ya da alay etmek için mi bunu söylüyordu yoksa ciddi miydi emin olamamıştı. Bir insan bilerek esir düşüp de bu kadar acı çekmeye neden katlansındı ki? Onlarca işkence, aşağılanma... Bu doğru olabilir miydi? Öte yandan söz konusu bu tuhaf kadın olunca böyle bir şey yapmış olması çok da şaşırılacak bir durum değildi.

 

"Neden bilmiyorum ama sorduğum sorulara dürüst cevaplar verecekmişsin gibi geliyor. O nedenle gerçekten, bilerek mi yakalandın?"

 

"Evet."

 

"Neden?"

 

Blake sorusunun cevabını alamadan içerisinde bulundukları koridorun rengi kırmızıya döndü, ardından kaynağı görünmese de tok bir ses telaşla anons geçmeye başladı. 'Tüm askeri personelin dikkatine! Tüm askeri personelin dikkatine! Kişisel holofonlarınızda ve erişilebilir tüm ekranlarda gördüğünüz bu iki kişi an itibariyle firaridir. Erkek olan bir üsteğmen ve Blake soyundan ancak bir mahkuma yardım etmesi gerekçesiyle süresiz olarak rütbesi iptal edilmiş ve görüldüğü yerde infaz emri verilmiştir. Ekrandaki diğer kişi kırmızı düzey bir asi, öldürülmeden yakalanılması emri verilmiştir. Bu durum devam ettiği süre içerisinde ikinci bir emre kadar karargahta silah taşınması serbesttir. Kaçakların yeri belirlenmiş ve yer bilgisi canlı olarak sizlerle paylaşıma sunulmuştur.'

 

Anonslar devam ederken Blake ve Gölge birbirine baktı. Sessizliği bozan kadın olmuştu.

 

"Plan değişti üsteğmen, gideceğimiz yere koşacağız, bahsettiğiniz odaya ulaşmamıza daha çok var mı?"

 

Blake olayların hızına yetişmeye çalışırken Gölge yine ipleri eline alıyordu, buradaki her şey ona karşıyken o en ufak bir bocalama yaşamadan yolunu yürümeye devam ediyordu. Blake düşünmeye devam ederken Gölge onu sarsarak kendine getirdi.

 

"Üsteğmen! Bana bakın lütfen, kendinizi toparlamanıza çok ihtiyacımız var şu an. Korkularınızı görebiliyorum, ama size söz veriyorum biraz daha zaman kazanırsak size de bana da dokunmayacaklar."

 

Blake kafasını iki yana sallayarak kendine geldi. "Korkmak mı? Korkmuyorum ben. Her neyse beni takip et. Varacağımız yere bir iki dakika kaldı."

 

Konuşmanın ardından Blake önde Gölge arkada koşmaya başladılar. Bir koridordan diğer koridora dönecekleri bir köşeye geldiklerinde silah sesiyle ikisi de duvarı kendilerine siper ederek geride durdu, ancak bir grup asker onlara doğru koşuyordu. Bir yandan da kendi aralarında yaşadıkları bir anlaşmazlık nedeniyle didişiyorlardı. "İvan, senin derdin ne? Kadını vurmayacağız aptal."

 

"Onun kadın olduğunu nereden bilebilirim? Birini gördüm ve tetiğe bastım işte." Onlar tartışırken Gölge Blake'e döndü, biraz onu süzdükten sonra tasarladığı şeyi anlatmaya başladı.

 

"Üsteğmen, oldukça güçlü görünüyorsunuz. Ağırlık kaldırmada başarılısınız diye düşünüyorum. Hızlıca beni gelenlere doğru fırlatın lütfen. Bu sayede hem sizi tehlikeye sokmamış oluruz hem de ikili dövüşlere girişmeden hepsini tek seferde devirebiliriz, baksanıza hepsi dip dibe girmişler."

 

"Ne? Seni fırlatmak mı? Deli misin sen kadın? Onlardan kaçmamız gerekiyor üzerlerine birbirimizi atamayız anlayacağın."

 

"Bana güvenin üsteğmen, bu en iyisi, bu duvarın arkasından tamamen çıkmasanız bile beni onların üzerine doğru savurabilirsiniz, bana ateş etmeyeceklerdir deneseler de tepki süreleri çok yavaş vaktinde harekete geçemezler. Şimdi, önemli olan doğru zamanda beni bırakmanız. Size söylediğim an da bırakın tamam mı? Haydi! Yaklaşıyorlar."

 

Blake istemese de Gölge'nin kendinden emin tavırlarının da etkisiyle karşısındaki kadını sağ elinin ve ayağının bilek kısımlarından tutup yatay hareketlerle ileri geri sallamaya başladı. Her ileri gidişinde askerlerin yaklaştığını gören Gölge yeterli mesafeye geldiklerine kanaat getirince, Blake'e beklediği komutu verdi;

 

"Şimdi!"

 

Gölge konuşur konuşmaz Blake kadını serbest bıraktı. Her şey bir anda olup bitti, askerler üzerlerine doğru resmen uçarak gelen kadından aldıkları darbenin etkisiyle adeta birer lobut gibi devrildiler. Blake de hiç zaman kaybetmeden Gölge'nin yanına koştu.

 

"Sen iyi misin?"

 

Soruyu duymazdan gelerek bilmiş bir ifadeyle konuştu genç kadın. "Size hepsini tek seferde alaşağı edeceğimizi söylemiştim"

 

Alaycı sırıtışıyla yerde duran kadın sağ kolunu tutuyordu. Blake kalkmasına yardım etti. Kadının yüzü acıyla çarpılınca sorusunu tekrarladı. "Neyin var?"

 

"Omuzum çıktı. Şimdilik idare ederim yolu gösterin. Ayak sesleri artmaya başladı, üç beş dakikaya kadar diğerleri de gelecek."

 

Blake kaygılı gözlerle kadına baktı, ancak söylediklerinde haklıydı acele edip bir an önce temizlik odasına varmalıydılar. Blake kafasıyla yolu işaret edip yerde yatan askerlerin üstünden atlayarak koşmaya başladı. Gölge de kolunu sabit tutarak Blake'in arkasından gidiyordu. Çok geçmeden büyük bir kapının önüne gelince Blake durup Gölge'ye içeriye girmesini işaret etti.

 

İçeri girdiklerinde onlarca çift meraklı göz ikisine yöneldi. Oda hiç de Blake'in dediği gibi küçük değildi. İçeride birçok temizlik aleti, çamaşır makineleri, kirli çamaşırlardan oluşan yığınlar ve görevliler vardı. Blake ve Gölge'nin aranan kişiler olduklarını fark edince hepsi korkuyla bir köşeye sindi, çünkü onlar altsoy olarak kendilerinden üstteki kastlarda ortaya çıkan sorunlara karışamazdı.

 

Blake hiç zaman kaybetmeden su bulunan otomatlardan birine yöneldi, Gölge de hemen arkasında onu takip ediyordu. Suya varır varmaz Gölge büyük bir açlıkla su içmeye başladı. Kafasıyla Blake'e de suyu işaret etti. Uyandığı andan bu vakte kadar her şey o kadar hızlı gelişmişti ki, Blake ne bir şeyler yiyebilmiş ne de bir yudum su içebilmişti. Otomattan bir su alıp içmeye başladı, bir su daha, bir tane daha ve bir tane daha, durmaksızın deli bir istekle su içiyordu, sanki kendisi çorak bir topraktı ve susuzluğunu sadece bir deniz dindirebilirdi. Su aldıkları otomatta artık hiç su kalmamıştı ama Blake hala litrelerce su içebilir gibi hissediyordu. Tam diğer otomata yöneldi ki Gölge onu durdurdu.

 

"Şimdilik yeter, bundan sonra hayatınızda en çok ihtiyaç duyacağınız şey bu su üsteğmen, iyileşmenizi hızlandıracak, kalp ritminizi düzenleyecek, duygu durumunuzu dengeleyecek ve daha bir sürü faydası olacak. Normalde bütün insanlar için su hayati bir şeydir, ancak bizim için çok daha kıymetli, mucizevi bir ilaç gibi. Birazdan yaralarınız o kadar hızlı iyileşecek ki, yüzeysel yaralarınız ve şişlikleriniz on dakika içerisinde kapanmış olacak. Kırıklarınız o kadar hızlı iyileşir ki doğru pozisyonda tutmadığınız o kemik yaklaşık beş dakikada yanlış bir şekilde iyileşebilir, ama bunu istemezsiniz zira kemiği tekrar kırmak gerekir."

 

Gölge'nin söylediği inanılmaz şeylere rağmen Blake için şu anda en önemli şey daha fazla suya ulaşmaktı. Genç kadın, üsteğmenin sulara baktığını görünce anlayışlı bir şekilde konuşmasını sürdürmeye devam etti.

 

"Şu an nasıl hissettiğinizi biliyorum üsteğmen, ben de sizin gibi hissediyorum. Yine de her şeyi kararında bırakmamız gerek, çünkü ilk su açlığımda ben de sizin gibi delicesine bir istekle o kadar çok su içmiştim ki, sonuç olarak su zehirlenmesiyle ölmekten son anda kurtuldum. Eğer başka şeylere odaklanırsanız bu ihtiyaç hissinden kurtulabilirsiniz."

 

Blake zor da olsa Gölge'nin söylediklerini uygulamaya karar verdi. Sanki onlarca litre suyu içen kendisi değilmiş gibi ağzı kupkuru bir şekilde Gölge'ye baktı.

 

"Neye odaklanalım peki? "

 

Ses tonu soru sormaktan ziyade alay eder bir tınıda çıkmıştı, çünkü şu an açıkça odaklanmaları gereken tek şey az sonra gelecek askerlerden nasıl kaçacaklarına dair bir yol bulmaktı ve Blake de bunun gayet farkındaydı.

 

"Askerleri bu kadar hızlı teyakkuza geçirdiğine göre binbaşı Akira beklediğimden hızlı kurtulmuş bağlarından. Beni öldürmesi yasak olsa da size acıyacağını sanmıyorum ancak sizi de bu durumdan kurtaracağım üsteğmen. Şimdi bir düşünelim... Burada çalışanlar hala size itaat ediyor mudur?"

 

"Evet. Kendi kastlarının üstünde bulunanlara koşulsuz itaat ederler, sadece başkalarını öldürmeleri yasaktır. Yani birini öldürmeleri dışında her istediğimi yapacaklar. Neden sordun bunu?"

 

"Anladım." Gölge, Blake'in sorusunu duymazdan gelerek yeni bir soru sordu.

 

"Beni buraya getirdiğiniz ilk gün, karargahın içinde çok yüksek kule benzeri bir yapı görmüştüm, oraya ulaşmamız mümkün mü? Eğer karargahın yapısını yanlış hatırlamıyorsam çok uzak değiliz."

 

Blake şaşkınlıkla başını sallayarak Gölge'yi onayladı. Genç kadın yakalandığı gün karargahı dışarıdan sadece birkaç saniye görme şansı vardı ancak yine de bir şeyleri hatırlıyordu, dahası bu devasa yapıda nerede olduğuna dair bu kadar iyi bir tahmin yapabilmesi de etkileyiciydi. Yer-yön duygusunu ve zaman algısını bozmak için yapılan onca aldatmacaya rağmen hem de.

 

"Gizlice o kuleye ulaşmamızı sağlayabilecek bir yol var mı?"

 

"Şu havalandırma tünellerini görüyor musun? Kapıdan çıkmadığın takdirde buradan çıkabileceğin tek yol orası, ancak tünellerin içerisinde kapılar, bıçaklar ve yakıcı lazerlerden oluşan bir güvenlik protokolü uygulanıyor. Anlayacağın, binbaşı Akira'ya yakalanmak daha acısız bir ölüm olabilir."

 

Gölge aldığı yanıttan sonra hızlı bir şekilde etrafını incelemeye başladı. Sonra hızlıca üzerinde çamaşırlar bulunan bir masanın üstündekileri yere attı. Blake'se sorgulayan gözlerle kadına bakıyordu. Genç kadın masanın üzerine uzandı.

 

"Kolumu yerine oturtabilir misiniz üsteğmen?"

 

"Anlamadım!" Blake büyümüş gözlerle karşısında yatan kadına bakıyordu.

 

"Rahat hareket edebilmem ve hızlı koşabilmem için koluma ihtiyacım var değil mi? Rice etsem kolumu yerine oturtabilir misiniz?"

 

Blake'in hayretle bakmaya devam ettiğini gören Gölge yine göz devirerek konuştu. "Bu tür şeyler size öğretilmiyor değil mi? Oysa çatışmalarda hayat kurtaracak türden bir bilgi. Her neyse ben size anlatacağım. Şöyle yanıma yaklaşır mısınız?"

 

Blake ne yapacağını bilemeden Gölge'nin kendisini yönlendirmesine izin verdi.

 

"Şimdi beni iyi dinleyin, adım adım dediklerimi uygulamanız gerekiyor. Sağ elinizle bileğimi sol elinizle dirseğimi kavramanız gerek... Ah daha yavaş!"

 

Gölge'nin söylediklerini uygulamaya başlayan Blake'in her yanlış hareketiyle genç kadının yüzünden adeta su gibi ter akıyordu. "Özür dilerim, özür dilerim."

 

"Üsteğmen... Ah sakin olun lütfen. Kolumu yavaşça yukarı doğru çekerken..." Gölge'nin yüzü yine acıyla çarpıldı.

 

"Daha... daha yavaş ama daha güçlü şimdi. Hem yukarı çekmeye devam edin hem de... hem de yavaşça oturana kadar dışarı doğru çevirin. Evett... Ah devam, yukarı çekip yana çeviri... Ahhhhh." Kadın acıyla çığlığı koyuverdikten sonra bir süre daha uzanmaya devam etti.

 

Kolu yerine oturan Gölge masadan doğruldu, üsteğmense hala az önce yaptığına inanamıyordu. "Yeteneğiniz var üsteğmen." Genç kadın gülüyordu ama yüzü terden suya karışmış, nefesiyse düzensizleşmişti. Acısını bir kenara bırakıp aklındakileri uygulamak için hızla konuşmaya başladı.

 

"Şimdi, içerideki herkesi dışarı çıkarın, haydi çabuk olun."

 

Blake gür ve yüksek bir sesle altsoy çalışanlara bağırdı; "Herkes derhal dışarı, çabuk olun duymadınız mı?"

 

Odadakiler ürkekçe dışarıya doğru koşuşurken Gölge de, Blake'in az önce gösterdiği havalandırma tüneline doğru ilerledi. Genç kadının içerisinde rahatlıkla hareket edebileceği büyüklükte olan tüneller, Blake için oldukça dardı, bir ihtimal Gölge kaçabilse bile bu sadece sonunu ertelemek olurdu, zira binlerce tünel vardı ve bir harita olmadan dışarıya çıkabilmesi binde bir ihtimal bile değildi. Kendisi içinse yolun sonu hemen şuan gelmiş sayılırdı, çünkü on beş, yirmi saniye sonra bir sürü asker odaya dolmuş olacaktı. O bunları düşünürken karşısındaki kadın hala tünelin kapağına uzanamaya çalışıyordu. Başaramayınca etrafta bulunan raflardan birini tünelin oraya doğru itekledi, ancak raf oldukça ağırdı ve sağ kolu şu an hiç de kendisine yardımcı olmuyordu.

 

"Üsteğmen, izlerken iyi vakit geçiriyor musunuz?" Sesinin tonu oldukça iğneleyiciydi.

 

"Rica etsem gelip bana yardım eder misiniz?"

 

Blake, kadının yanına gidip onunla birlikte itmeye başladı, raf tam tünelin kapağının altına gelince Gölge çevik ve seri hareketlere yukarı tırmanıp kapağı yerinden çıkarıp aşağı attı, ardından hemen yere inip Blake'in kolunu çekiştirerek odanın çıkış kapısına en yakın çamaşır yığınına koştu. Önce Blake'i yığına itekleyip süratle üstünü örttü, ardından da kendisi yığına girip çamaşırların altına, Blake'in yanına sakladı. Blake, kadının bu yaptığına bir anlam verememişti, amacının havalandırmadan kaçmak olduğunu sanıyordu.

 

İkisi de çamaşır yığının altına saklandıktan birkaç saniye sonra odaya giren askerlerin sesleri duyuldu, telaşla odayı aramaya başladılar ara sıra da birbirlerine söylenip duruyorlardı. Blake üzerlerindeki çamaşırları, dışarıyı görmelerine yetecek kadar araladı. Tam o anda bir asker saklandıkları çamaşır yığınına doğru yaklaşıyordu, kavgaya girişme riskine karşı hazır bir şekilde beklemeye başladılar. Asker çamaşırları sağa sola fırlatmaya başladığı an diğer askerlerden biri ona seslendi.

 

"Hey, şuna bakın! Havalandırma tünelinin kapağı açık, sanırım buradan kaçtılar."

 

Haberi duyan askerler hep birlikte havalandırmanın kapısının olduğu yere toparlanmaya başladılar. İçlerinde nispeten daha zayıf askerleri tünelin içine sokuyorlardı. O kadar düzensiz ve tedbirsizlerdi ki kapıyı bekleyecek kimse kalmamıştı. Gölge bu fırsatı değerlendirip yerinden kalkmaya hazırlandığı esnada kıpkırmızı bir suratla nefes nefese kalmış Akira belirdi, anlaşılan buraya yetişmek için koşmuştu. Gölge yerine sindi Akira'nın durumu fark edeceğine emindi, sadece daha geç fark etmesini ümit etti. Akira ortamı izleyerek durumu değerlendirmeye başladı.

 

"Rapor verin. Durum nedir?"

 

Askerlerin içerisinden bir teğmen ileri çıkıp selam durarak rapor vermeye başladı. " Teğmen Adolf Blake. Odada yaptığımız aramada kimseyi bulamadık binbaşı, ancak gördüğünüz üzere havalandırma tünelinin kapısı kırılıp yere atılmış, kuvvetle muhtemel buradan kaçtılar ama endişelenmeyin peşlerinden birkaç asker yolladım."

 

Akira aldığı raporu düşünüp havalandırmaya bakarken yavaş adımlarla oraya doğru ilerliyordu, bu çok mantıksızdı, Blake bu tünellerdeki ölümcül güvenlik önlemlerini biliyordu ya da havalandırma sisteminin labirenti andıran yapısının da bilincindeydi ancak her şeyden önemlisi, bu tünel sistemi Blake gibi iri yarı biri için oldukça dardı bu tünele girmek onun için büyük bir dezavantaj olurdu. Bir ihtimal kadın Blake'i bırakıp kaçmış olabilir mi diye düşündü ama içinden bir ses hala birlikte olduklarını söylüyordu. Tünele yollanan diğer askerlerden de bir haber çıkmamıştı bu da demek oluyordu ki tünelin kapağını bir aldatmaca olarak açık bırakmaları mümkündü. Akira hızla arkasına dönüp bağırdı;

 

"Odayı didik didik arayın, biriniz hemen kapıyı kilitleyin! Buradan çıkmış olamazlar. Haydi çabu..."

 

Lafını tamamlayamadan içerisine saklandıkları çamaşır yığınından fırlayan Gölge ve Blake kapıya koşmaya başladı. Gölge işini sağlama almak için etrafta bulduğu sert bir metal çubuğu alıp kapıyı kilitleyip açmaya yarayan panele de şimşek hızında bir darbe indirip dışarıya, kapıdan çıkmış olan Blake'in yanına gitti. O kadar hızlıydılar ki, Akira dışında herkes sadece olanlara seyirci kalmıştı. Akira da ne kadar hızlı olursa olsun kapı kapanmadan önce onlara yetişememişti, öfkeyle yumruğunu kapıya vurdu. Odadan kurtulmayı başaran Blake ve Gölge ise yeni hedefleri olan kuleye koşmaya başladılar, tabii önce odanın kapısının kilidi olan dışardaki paneli de parçaladılar, böylece arkadan gelenler kapıyı açmaya çalışsalar da bu öyle kolay olmayacaktı.

 

Blake, Gölge'yi yönlendirirken kafasını kurcalayan bir şeyi sorma ihtiyacı hissetti.

 

"Neden beni bırakıp havalandırmadan kaçmadın?"

 

Gölge hiç düşünmeden cevap verdi;

 

"Oradan kaçmanın benim için hiçbir avantajı yoktu, ya kayıp olurdum ya da tuzaklara yakalanırdım."

 

Blake genç kadının vereceği cevapta kendisine özel bir şeyler olacağını düşünüyordu, bu nedenle aldığı yanıta biraz bozulmuştu. Sonra aklına başka bir soru geldi.

 

"Senin tuzakların karmaşık yapısından haberin var mıydı?"

 

Cevap olarak hafif bir kıkırtı geldi sadece. Bu arada kulenin girişine varmışlardı, yukarıya tırmanacak asansöre bindiler. Bu bina daha çok bilimsel araştırma ve yönetim işleri için kullanılırdı. Onlarca kata sahipti ve dev bir silindir biçimindeydi. Hedefleri doğrudan bu yüksek yapının çatısına çıkmaktı, yani en azından Gölge'nin hedefi öyleydi, çünkü Blake amaçlarının bu olduğunu sonradan öğrendi.

 

"Çatıya neden çıkıyoruz?"

 

"Amacımız sadece yeteri kadar zaman kazanmak üsteğmen."

 

"Ne için zaman kazanmak?"

 

"Beklediğim bir haber var, o haber gelene kadar ben işkence ve sorgudan, siz de öldürülmekten kaçmış oldunuz. Aslında kaçmam pek mümkün değildi ama siz sorgu odasının kapısına gelip ortalığı karıştırınca, bir de üzerine temiz bir dayak yiyince ben de fırsattan yararlandım."

 

Blake dayak yeme konusunun açılmasından rahatsız olduğu için konuyu değiştirmek adına sorularına devam etti;

 

"Bu haber neden bu kadar önemli?"

 

"Eğer hedeflediğim kişinin dikkatini çekebilirsem, burada elimi kolumu sallayarak gezebilirim, ama buradan sonrasını size anlatamam."

 

Blake umursamaz bir tavırla omzunu silkti; "İster anlat ister anlatma, her şey senin beklediğin gibi yürüse de benim için yolun sonu artık."

 

Anlamayan gözlerle karşısındaki adama bakan Gölge hayretle sordu;

 

"Neden ısrarla henüz kalbiniz atarken ölmeye hazırlanıyorsunuz üsteğmen?"

 

Anlamama sırası Blake'e geçmişti, bu kadın durumu tam olarak anlayamıyor galiba diye düşündü. Milyon tane askerin yaşadığı bir yerde kırmızı seviye birer kaçaklardı, üstelik Blake için vur emri çıkarılmıştı, tüm bunlara karşın Blake'in ölümü kabullenmesi kadar doğal bir şey olmamalıydı.

 

"İnsan tuhaf bir canlı. Kendisine o kadar büyük hasım olur ki başka düşmana ihtiyacı olmaz."

 

Blake dönüp Gölge'nin gözüne baktı, ama o genç adama bakmıyordu. Düşünceli gözlerle asansörün kapısına dalıp kalmıştı. Derin bir soluk alıp verdi.

 

"Hangi balık kendi yüzgecini koparır ki? İnsan çok tuhaf bir canlı." Diye dalgın dalgın tekrarladı. Blake'e cevap vermekten çok kendiyle konuşuyordu. Ortama sessizlik hakim olduğu sırada asansör de hala yukarı tırmanıyordu. İki genç asker de kafalarının içerisinde kurdukları senaryolarda kendilerini yukarıda nelerin beklediğine dair tahminlerde bulunuyordu. Asansör durduğunda istedikleri yere de varmış oldular. Bir süre dönüp birbirlerine baktılar, ardından sessizliği bozan Gölge oldu.

 

"Karamsarlığa kapılmayın üsteğmen, çok az kaldı sadece biraz daha dayanmamız gerek."

 

Blake kadına baktı, bir şeyler saklasa da hep dürüst olmuştu, her adımını planlı atıyordu, bu nedenle söylediklerine güvenmeyi tercih etti.

 

"Pekala, dediğin gibi olsun. Şimdi ne olacağını anlat bakalım."

 

Blake'in kendisine gelen güveni ve iyimser hali Gölge'yi de canlandırmıştı. Yüzüne yerleşen hafif bir tebessümle konuşmaya başladı.

 

"İlk olarak şu kontrol panelini de halledelim."

 

Asansörün yön tuşlarını önce içerden parçaladı, sonra ikisi de asansör kabininden çatıya çıktılar, ardından Gölge asansörü kontrol eden dış paneli de kullanılamaz hale getirdi. Ukala bir tavırla kadını izleyen Blake, onu iğnelemek için fırsat bulduğunu düşündü.

 

"Sence bu binbaşı Akira'yı durdurur mu? Eminim başka bir yol bulacaktır."

 

Blake'in alaycı ifadesine benzer bir ifadeyle ona bakan Gölge hızla Blake'in yanından geçerek çatıda bulunan diğer bir kapıya yöneldi. Bu kapı servis asansörüne giriş çıkışı sağlıyordu, aynı zamanda da çatıya ulaşmayı sağlayacak iki yoldan biriydi. En azından binanın içinden gelecek olurlarsa.

 

"Binbaşı çok zor bir rakip üsteğmen. Çok zeki, çok güçlü, hızlı, çevik daha bir sürü şey sayabilirim, o da sizin gibi daha doğal bir insan ama büyük bir zaafı var; kontrol eksikliği. Büyük bir ihtimalle içinde yaşadığı sistemi kabullenemiyor ama boyun eğmekten başka çaresi de yok. Sürekli rol yaptığı için de kontrolü sağlamakta zorlanıyor sanırım."

 

Gölge'nin, Akira'yla ilgili bu kadar çok konuşması ve onu övmesi Blake'in içinde bir şeyleri huzursuz etmişti.

 

"Binbaşıyla neden bu kadar ilgileniyorsun ki?"

 

Gölge bu esnada servis asansörünün dişlilerini tahrip ediyordu. "Özellikle ilgilenmiyorum, bu söylediklerim açıkça ortada olan şeyler. Siz kör gibi gezdiğiniz için fark etmediniz sadece, onunla çok benziyorsunuz. O da bunun farkında o yüzden size o kadar çok kızdı..."

 

Asansörü hareket edemez hale getirdikten sonra Blake'e döndü. "Size kızgın, çünkü ikiniz de fark etmeseniz de birbirinizin en güvendiği insanlarsınız. Biz buna abi-kardeş ilişkisi diyoruz. Yaptığınız seçim onun sizi kaybetmesine neden olduğu için de çaresizliği öfkeye dönüşüyor."

 

"Ben öyle olduğunu sanmıyorum. Biz böyle duyguları barındırmayacak kadar geliştik çünkü."

 

Gölge böyle bir itirazı beklediği için yaptığı tek şey hafifçe omuz silkmek oldu. Servis asansörüyle işini bitirdikten sonra peşlerindekilerin çatıya ulaşması için geriye sadece devasa binanın etrafındaki merdivenler ve uçarak gelme seçeneği kalmıştı. Askerler buraya ulaşana kadar kısa da olsa dinlenme fırsatları vardı. Kadın etrafına bakındı, çatı oldukça geniş ama nazaran boştu. Çatının kenarına doğru yürümeye başladı, kenarda üzerine oturabileceği korkuluklar vardı öyle de yaptı. yaklaşık iki aydır ilk defa dışarı çıkıyordu, ılık esen rüzgarı hissetmek iyi gelmişti, yerlerdeki ıslaklık ve havanın hafifliğine bakılırsa yeni yağmur yağmıştı. Gece saatlerinde oldukları için bulutların arasında yer yer yıldızlar görünüyordu.

 

"Anlaşılan bu sefer de güneşi göremeyeceğim."

 

Kadının söylediği şeyi anlayamayan üsteğmen tek kaşını kaldırıp onu süzmeye başladı.

 

"Binlerce kez gördüğün bir yıldızı bugün göremediğin için bu kadar hayıflanmana gerek var mı? O da diğer yıldızlar gibi işte sadece daha yakın."

 

"26."

 

"Anlamadım. Ney yirmi altı?"

 

"Güneşi, doğal olarak 26 kez görebildim."

 

"Kendinizi böcekler gibi kuytularda yaşamaya mahkum etmeseydiniz her gün görebilirdin."

 

Kadın şaşkınlıkla gözlerini büyüterek Blake'e baktı.

 

"Sizce güneşi görememe sebebimiz yaşam şeklimiz mi?"

 

Üsteğmenin güneşle ilgili konuşmasına bakılırsa bazı şeyleri bilmiyordu. Bu durum Gölge'nin gözlerini kocaman açmasına neden olmuştu. Ona gerçeği anlatmaya karar verdiği esnada yaklaşan ayak seslerine kulak kesildi.

 

"Geliyorlar."

 

İkisi birden yaklaşan ayak seslerini dinlediler bir süre. Ses binanın etrafındaki merdivenlerden geliyordu. Anlaşılan asansörü çalıştırmayı başaramamışlardı.

 

"Üsteğmen, ilk dalga yorgun olacak, malum yüzlerce kat çıktılar, onları halletmek kolay olacak ama helikopter gibi bir şeyle gelenlere karşı pek bir şansımız olmayabilir, hatta silahlı oldukları için hiç şansımız olmayabilir hatta. Son çareye kadar düşersek beni rehin alıp aşağı atlamakla gelenleri tehdit etmeniz belki işimize yarayabilir. Gelenleri oyalayabildiğimiz kadar oyalamalıyız."

 

Gölge biraz duraklayıp Blake'e baktı, bir şey söylemek istiyor ama kararsız kalıyor gibi bir hali vardı. Sonunda kendisine dikkatle bakan askeri daha fazla bekletmemeye karar verdi.

 

"Olur da planladığımız hiçbir şey olmaz ve her şey ters giderse, rehine numarası da işe yaramazsa beni gerçekten öldürün. "

 

Blake bir şey söylemeye yeltense de merdivenlerden gelen ilk asker dalgası çatıya girmek üzere olduğu için oraya odaklanmak zorunda kaldılar.

 

"Koşun fırsat vermeden ilk biz saldıralım!"

 

Yerinden fırlayan kadına yetişen Blake çatıya ilk varan askeri omuzlarından tutup sertçe yere savurunca düşmenin etkisiyle asker kendinden geçti. Aşağıya baktığındaysa onlarca askerin daha yolda olduğunu gördü, tam kafasını geri çekeceği sırada gelen bir silah atışından kıl payı kurtuldu.

 

Yukarı varan askerlerden birini de Gölge halletmişti. Zaten binlerce basamağı çıkan askerler oldukça yorgundu hal böyle olunca çok da fazla direnç gösteremeden bertaraf ediliyorlardı. Bir süre daha durum böyle devam etti ancak merdivenden gelenlerin sonu yok gibiydi Blake de giderek daha fazla yorulduğunu hissediyordu, tepki süresi yavaşlamış, hareketleri serilikten giderek uzaklaşmaya başlamıştı, ancak kısa bir an Gölge'ye baktığında onun yorgunluktan çok uzak olduğunu fark etti. Karşılaştığı her rakip ondan oldukça iriydi belki daha da güçlüydü ama o her rakibini iki veya en fazla üç darbeyle alt edebiliyordu. Rakiplerinde özellikle belli yerlere saldırıyordu, çene kulak ve boynun birleştiği yerler, diz kapaklarının yanlarında kalan bölgeler, kaburgaların en altta kalan kısımları, diyafram boşluğu. Blake bunu analiz ederken Gölge ona bağırıyordu. Kadının sesine odaklanıp bulundukları ana döndüğünde çoktan olan olmuştu. Üsteğmen sol kolunun alt kısmında inanılmaz bir acı hissettiğinde merdivendeki askerler neredeyse bitmişti, yerde yatan askerlerden de ateş eden yoktu o zaman bu ateş nereden gelmişti?

 

Büyük çatının diğer ucundan bir sürü asker geliyordu, üzerlerinde tırmanma teçhizatları vardı doğal olarak buraya ulaşmak için oldukça kullanışlı bir yöntem seçmişlerdi. Çatıya ulaşanların başlarında da Akira vardı. Blake'e ateş eden de o olmuştu. Üsteğmen vurulan koluna baktığında kanayan bir yara görmemişti, tam beklediği gibi orta menzilli bir elektrik hedefleme silahıyla vurulmuştu. Bu silah vücudun hayati bir bölgesine karşı kullanıldığında ölümcüldü ama hedefi hareketsiz kılmak için de kullanılabilirdi, Akira hedefi ıskalamayacağına göre amacı Blake'i öldürmek değil canlı yakalamak olmalıydı. Binbaşının eline canlı geçmek hemen şimdi can vermekten daha ürkütücü bir seçenekti, işin kötüsü Akira doğrudan Blake'e yönelmiş hızla ona doğru yaklaşıyordu. Onun hemen arkasında yürüyen bir binayı andıran Brown ve Taara vardı. Blake çok şansı olmadığını bilse de onlara doğru harekete geçti, ancak kendisinden önce hızlı davranıp ani bir karaltı gibi ileri atılan Gölge olmuştu. Ona doğru yaklaşan on beş yirmi kişilik seçkin bir grup vardı ama umarsız bir şekilde aralarına daldı. Temas kurduğu kişilerle iki üç hareketlik bir dans ediyor gibiydi ama dansın sonunda karşısındaki kişi rüzgarın devirdiği buğday başağı gibi yere yıkılıyordu. Arada bu zarif dansın aksine göze komik gelen şaşırtıcı detaylar da yok değildi çünkü Gölge çoğu iki metreye yakın bu insanların bazılarını bellerinden tutup bir diğerine doğru savurabiliyordu.

 

Her ne kadar dövüşü önde götürseler de Gölge ve Blake sadece iki kişiydiler ve binaya tırmanan asker sayısı yendiklerinden fazla olmaya başladı. Genç kadın bu durumu yavaşlatmak için bir yol düşündü.

 

"Hey! Üsteğmen. Bir süre dövüşü size bırakıyorum."

 

Blake yalnız başına dövüşmesinin hele de tek kolla bunu yapmasının imkansız olduğunu biliyordu. Kocaman olmuş gözlerle Gölge'nin peşine bakakaldı ama dağılmaya zaman yoktu hemen dövüşe döndü. Sol kolunu kullanamadığı için ayak yoğun tekniklerle rakipleri kendine yaklaştırmadan onları alt etmeye çalışıyor ve bunu başarıyordu da, ta ki Akira'nın savurduğu ters döner tekme kafasına isabet edene kadar, öyle sert bir hareketti ki bu Blake gibi bir insanın ayakları yerden kesilmiş ve havada ileri savrulmuştu, sağ tarafına doğru yere serildiğinde anında gözlerine kan oturmuş, ayağa kalkmayı denediyse de başaramamıştı. Akira etraftaki askerleri Gölge'nin peşine yönlendirdikten sonra Blake'e döndü ayakta durup yerde yatan eski askerine baktı.

 

"Bu tekmeye karşı kendini savunmayı hiç öğretemedim sana." Bir süre Blake'in tepki vermesini bekledi ama hiç hareket yoktu. Yattığı yerde kilitlenmiş Gölge'nin gittiği yöne bakıyordu. Akira da bakmasa bile Blake'in baktığı yerde ne olduğunu biliyordu.

 

"Ne sandın ki? Onunla birlikte mutlu bir hayat mı? Senden sonra yaşayacağı birkaç gün de cehennem olacak onun için. Neyi başarabildin Blake? Az sonra o da yakalanacak..."

 

Blake yattığı yerde yavaş yavaş daha iyi hisseder olmuştu ama hala hareket edebilecek gibi değildi. Akira onunla konuşuyordu ama o hiçbir şey anlamıyordu. Odaklanabildiği tek şey Gölge'ydi, askerlerle dövüşmeksizin üzerlerine sıçrayıp, kiminin omuzuna kimisinin kafasına basarak rüzgar gibi diğer askerlerin tırmanarak geldiği yere vardı. Aşağıya baktığında binanın dibinde dört adet zırhlı aracın yukarıya dört tane kalın çelik kabloyu tıpkı bir zıpkın gibi sabitlediğini gördü. Araçların yanında onlarca askerin yukarı gelmek için sıra beklemesi de hiç iç ferahlatıcı bir durum değildi. Gölge etrafına bakındı, Blake de mağlup olmuş yerde yatıyordu, bir ihtimal askerlerin gelmesine engel olabilirse buradakileri halledebileceğini düşündü. Aklına Blake'in vurulduğu elektrik hedefleme silahı geldi, bir tanesi çok işine yarardı, üzerine koşan askerleri inceleyip silahı aradı ve bir tanesinin sırtında olduğunu görünce kurnaz bir ifadeyle doğrudan ona saldırdı. hedefini ele geçirince diğer ekip üyelerini halletmesi onu pek zorlamamıştı ama üzerine gelen Brown'u görünce acele etmesi gerektiğini biliyordu, zira bu adamın oldukça güçlü olduğunu bizzat deneyimleyerek öğrenmişti.

 

Doğruca çatının korkuluğuna vardı ve teleferik işlevi gören çelik kablolardan birini hedef alıp tetiğe bastı. Silahtan gelen cızırtılı bir ses eşliğinde kablonun rengi kırmızıya dönerken, yukarıya tırmanma aşamasında olan askerler de akıma kapılmıştı. Gölge içinden elektriğin araçlardaki sistemi çabucak bozmasını diledi, yoksa kabloyla bağlantısı olan her şey kızaracaktı. Çok geçmeden beklediği de oldu, kablonun sistemi elektrik akımı nedeniyle bozulmuş, askerleri yukarı taşımayı durdurmuştu. Gölge aynı şeyi hemen bir diğer kabloda denedi o da etkisiz hale gelince diğerine geçti ama silahın kullandığı enerjinin miktarı o kadar büyüktü ki bataryasını boşaltması için iki atış yetmişti.

 

Genç kadın hiç vakit kaybetmeden kendisine vurmaya hazırlanan Brown'a yöneldi. Elindeki enerjisi tükenmiş olan silahın kabzasını uzun boylu rakibinin tam alnının tam ortasına vurdu. Amacı Brown'u bayıltmak değildi, zaten bunun için biraz uğraşması gerekirdi, onun amacı alnındaki yaradan akan kan sayesinde rakibinin görüşünü kısıtlamaktı. İstediği gibi de olmuştu, sürekli yarasından akan kanı silen Brown kör gibiydi. Bu durumdan faydalanmak için karşısındaki adama saldıran Gölge ayakta kalan bir askerin darbesiyle savunma durumuna geçti, kendisine saldıran askeri de alaşağı ederse ayakta sadece Akira, Brown ve şu adını bilmediği kadın asker kalacaktı. Hızla kendini engelleyen askeri hedef aldı, iki adımda askerin dibinde biten Gölge, seri yumruklarını karşısındaki adamın tam kaburgalarına savurunca karşılık bile veremeyen zavallı asker acı bir inlemeyle yere yığıldı.

 

Gölge ikinci kez savunması zayıf olan Brown'a döndü, tam sert bir darbe vuracağı sırada yine engellendi. Bu kez karşısında yeşil gözlü, uzun boylu esmer kadın asker vardı. Diğer askerlerin aksine o Gölge'yle yumruk yumruğa dövüşe girmedi, bunun yerine hızla kendinden çelimsiz olan rakibinin arkasına geçip kollarını yakaladı. Belinden çıkardığı ip benzeri uzayabilen manyetik bir kelepçeyle yakaladığı asiyi bağlama çabasına girişti, kullandığı bu ilginç kelepçe elektromanyetik yapısı sayesinde iki ucu birbirine kavuştuğu an kilitleniyor ve zapt ettiği her neyse gerektiği kadar alanını daraltıp o varlığı hareketsiz kılıyordu. Taara'nın niyetini anlayan Gölge Brown'un da yüzünden akmaya devam eden kanları silerek onlara geldiğini görünce bir an önce kurtulması gerektiğine karar verdi. Kendisini zapt eden rakibinin hiç beklemediği bir anda 180 derece spagat açarak onu tutmaya çalışan kadının bacakları arasından arkasına kaydı, bu arada Taara'nın elindeki ipin ucunu kaptığı gibi rakibinin iki kolunu arkaya alıp hızla bileklerinin etrafına doladı, aynı esnada üzerine gelen talihsiz Brown'un da eline kelepçeyi dolayıp iki ucu birbirine değdirdi. Manyetik kelepçenin iki ucu birbirine temas eder etmez Taara ve Brown'un elleri kuvvetli bir şekilde birbirine çekildi, dışarıdan gören biri için Brown elleri arkasında bulunan Taara'yı ters kelepçeyle yakalamış gibi duruyordu.

 

Gölge hiç zaman kaybetmeden Blake'in olduğu yere koşmaya başladı. Bu arada tüm bu olan biteni bulanık şekilde izleyen Blake hala yerde yatıyorken Akira da Gölge'ye dönmüş üzerine doğru koşuyordu. İkisi de aynı şekilde birbirlerine bir tekme savurdu, bu garip duruma fazla kafa yormadan ikisi de dövüşe odaklandı ama hareketleri çoğu zaman aynı gibiydi. Sonunda Gölge teknik değiştirip saldırıdan ziyade savunur pozisyonlar uygulamaya başladı, Akira'nın açık vermesini bekliyordu beklediği bir fırsatı yakaladığını düşünüp binbaşının boynuna bir yumruk savurdu. Gölge'nin amacını erkenden kavrayan Akira kadının hareketlerini bertaraf edip kollarını yakaladı.

 

"Bu sefer beni kandıramazsın kirli sürtük."

 

"Bence çoktan kandırıldınız binbaşı." Gölge, Akira'nın arkasına bakıyordu. Akira arkasını dönemeden dizlerinin arkasına aldığı darbeyle aniden yere çökünce fırsattan istifade eden Gölge de üzerine düşeni yapıp Akira'nın yara bere içindeki yüzüne destekli bir yumruk savurdu.

 

"Tam zamanında döndünüz üsteğmen, teşekkür ederim. Hadi bu adamdan uzaklaşalım ayağa kalktığında onunla uğraşacak gücümüz olmayacak."

 

Blake kadını onaylayıp çatının diğer uçtaki kenarına onunla birlikte yürüdü, tabi buna yürümek denirse, kafasına aldığı darbe dengeli bir şekilde yürümesine engel oluyor, sarhoş gibi aksamasına neden oluyordu. Güç bela çatının diğer ucuna vardıklarında dönüp arkalarına baktılar. Geri kalan iki halatla tırmanan, merdivenden gelmeye devam eden onlarca asker vardı. Bir grubu Akira'ya yardım etti, bir kısmı da hala kelepçelerinin kilidini açmaya çalışan Brown ve Taara'yı ayırdı. Büyük bölümü de iki azılı kaçağın etrafını sardı. Gölge kalabalık grup onlara yaklaşmadan önce Blake'e dönüp kafasını salladı, son kozlarını oynayacaklardı. Blake için zor olsa da Gölge'nin boynuna kolunu dolayıp onunla birlikte çatının korkuluk duvarına çıktı.

 

"Eğer daha fazla yaklaşırsanız kıymetli mahkumunuzun parçalarını benimkinden ayıramazsınız haberiniz olsun!" Başı şiddetle dönse de üsteğmen kendini daha iyi hissediyordu savurduğu tehdit de işe yaramış askerler belli bir mesafede durmuştu. Gölge kimsenin duymayacağı şekilde Blake'e fısıldadı.

 

"Eğer beklediğimiz haberi alamasak da bizi yakalamak için harekete geçerlerse gerçekten atlamamız gerek üsteğmen." Blake kolunda tuttuğu kadına baktı ama bir şey söylemedi, sonra kalabalık grubun içinde kendilerine doğru ilerleyen Akira, Brown ve Taara'yı gördü. Binbaşı askerlerin önüne geçti. Akira öfkeyle Blake'e bakarken, Brown da endişeyle olacakları bekliyordu.

 

İşte. Her şey böyle olmuştu. Blake'i bu bulunduğu ana getiren olaylar böyle gerçekleşmişti. Tonlarca şey bu kadar kısa bir zamanda yaşanmış ve işler bu raddeye varmıştı. Akira belindeki silahı çekip Blake'in kafasına nişan aldı.

 

"Ben gidersem o da gider efendim."

 

Akira sert ve kararlı bir şekilde Blake'in gözlerine baktı.

 

"Kendin atlasan da onu atamayacağını ikimiz de biliyoruz." Binbaşı yavaş yavaş ikisine yaklaşmaya başladı. Gölge de Blake de gerilmişti.

 

"Yanılıyorsunuz efendim, onun canı umurumda değil." Gölge'yi yüzlerce metrelik boşluğa bir adım daha yaklaştıran Blake, bakışlarını tekrar komutanına çevirdi ama binbaşı hiç durmadan azar azar emin adımlar atmaya devam etti.

 

"Onu atamazsın Blake, bir ihtimal de olsa onunla ilgili merak ettiğin şeyleri öğrenebileceğin bir gelecek için 1 saniye daha olsa yaşamak istiyorsun." Yaklaşmaya devam etti, artık elini uzatıp onlara dokunabilecek mesafedeydi.

 

"Onu bana ver Blake. Genleri inanılmaz bilgesoylar sorgudan sonra da yaşamasını ve deneylerde kullanılmasını istiyor. Bırak da biraz daha yaşasın." Elini kadına uzatıp Blake'in onu kendine teslim etmesini bekledi. Binbaşının yaklaşmasından gerilen Gölge hareketlenip kafasını Blake'e çevirdi.

 

"Haber gecikti. Şimdi yapalım üsteğmen." Ama genç adamda tek bir kıpırtı bile olmadı. Gölge endişeli sesiyle tekrarladı.

 

"Üsteğmen şimdi diyorum size." Karşılık olarak Blake dengesini sağlamak için Gölge'nin çırpınmasını engellemek için ayaklarını yerden kesti. Blake'in Akira'nın teklifini kabul edeceğini anlayan kadın bağırmaya başladı.

 

"Bunu yapamazsın! Hayır... hayır hayır" Gölge'nin nafile çığlıkları ve debelenmeleri arasında Blake, Akira'yla konuştu.

 

"Elinizden geldiği kadar az acı çekmesini sağlayabilir misiniz?"

 

Akira, Blake'in sorusunu sadece kafa hareketleriyle onayladı. Blake kadını ani bir hareketle Akira'nın kucağına itekledi. Binbaşı güvenilmez doğasını bildiği kadını hızla kelepçeledi, askerlere işaret verdiğinde ileri çıkan bir asker kadının ayaklarını da bağladı. Kadını boylu boyunca yere yatırdılar hala bağırıp çağırdığı için Akira ağzının da bağlanmasını emretti. Kadınla işi bitince Blake'e döndü.

 

"Son anında da olsa doğru olanı yaptın. Senin için artık elimden bir şey gelmez ama için rahat olsun onunla ilgileneceğim." Binbaşı bir şey söyleyecek gibi oldu ama bıkkınca nefes vermekle yetindi.

 

"Sen kendin mi atlamak istersin yoksa sorgu odasını mı tercih edersin?" Blake ifadesi çok belli olmasa da hafif bir tebessümle Akira'ya bakıp selam verdi.

 

"Teşekkür ederim efendim." Karşılık olarak Akira da askerine selam durdu ve kafasını sallamakla yetindi.

 

Blake son olarak yerde yatan ve ağzındaki bağın izin verdiği ölçü de çığlıklar atan kadının kendisine diktiği keskin gözlerine baktı.

 

"Özür dilerim." Kadına çok şey söylemek istiyordu ama tek söyleyebildiği bu iki kelimeydi. daha fazla uzatmanın bir faydası yoktu, Gölge'nin beklediği şu gizemli haber de gelmemişti. Milim milim olduğu yerden geri gitmeye ve korkuluğun sonuna yaklaşmaya başlamıştı. Sağ ayağının arka kısmı artık boşluktaydı.

 

Tam kendini geri bırakırken askeri bölgenin tamamında aynı anons yapılmaya başlandı; 'Tüm askeri personelin dikkatine! Tüm askeri personelin dikkatine! Kırmızı seviye kaçakların ikisi de sağ şekilde ele geçirilecek. Erkek kaçağın ölüm emri iptal edildi. Tekrar ediyorum; her iki kaçak da sağ ve sağlıklı ele geçirilecek.'

 

Herkes anonsu sindirmeye çalışırken Akira'nın holofonu kırmızı şekilde yanıp sönmeye başladı. Acil çağrıya cevap vermek için cihazı açan Blake karşısındaki hologramda bilim bölümüne başkanlık eden ve çok yüksek yetkileri olan bir bilgesoyu gördü. Namıdiğer Melike Karina Blake. Otoriter, zarif, fazlasıyla güzel, daima ciddi ve diğer bilgesoyların aksine gerçekten de bilgeydi.

 

"Merhaba binbaşı. Yakaladığınız iki kaçağın da verilerine göz attık, ikisi de inanılmaz örnekler. Hatta asi olanın öldürdüğü varisin bile çok ötesindeler. Hal böyle olunca sonuçları doğruca efendimizle paylaştık ve bizzat kendisinden bazı emirler aldım. İkisi de işledikleri suçlara rağmen affedilecek, özel muamele görecek, özgürce hareket edecek, öndersoylara tanınan ayrıcalıklar tanınacak..."

 

Kadının saydığı şeyleri duyan herkesin gözleri yuvalarından fırlayacakmışçasına büyüyor ve sessiz hayret nidaları havaya karışıyordu.

 

"... ve tüm bu saydığım ayrıcalıklara karşı ikisinden istenen tek bir şey var; kız ya da erkek fark etmeksizin Işık Birliği mülkü sayılacak bir çocuk. Kendilerinden istenileni yaptıktan sonraysa hayatlarına istedikleri şekilde devam edebilme hakkına sahip olacaklar."

 

Son söylenen maddeyle herkes donmuştu adeta. Duyduklarına şaşırmayan tek kişi, Akira'nın ayaklarının dibinde yatan Gölge'ydi. Blake ile göz göze geldiklerinde, üsteğmen tüm bu duyduğu şeylerin, Gölge'nin beklediği haber olduğunu anlamıştı. Peki ne pahasına bu kadar şeye katlanmıştı? Amacının bu sonuç olmadığı ortadaydı ama bunun olacağını da biliyordu. Kaşları çatık şekilde Blake'e bakan bu kadın neyin peşindeydi? Blake zamanla bir şeylerin açıklığa kavuşacağını biliyordu, ama o zaman gelene kadar çok fazla şey yaşanacağını ve bir şekilde bu yaşanacak olayların içinde kendisinin de olacağını biliyordu ama bugün tek düşünebildiği şey, yaşamaya devam edeceğiydi. En azından şimdilik...

 

 

Loading...
0%