Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8: Anlaşma

@sk.acar

Şart koyma hakkına sahip olabileceğinizi nereden çıkardınız?" Karşısındaki asinin isteklerine karşılık, üstten bakan ve otoriter bir sesle sormuştu bu soruyu Melike Karina Blake, cevabını bildiği sorular sorarak karşısındakini sınamak gibi bir huyu vardı. Tertemiz ve konforlu, kocaman bir ofiste rahat koltuğuna yaslanmıştı, odada bulunan ve perişan halde olan beş kişiye bakıyordu. Kadının sırtını verdiği, duvar görevi gören büyük cam sayesinde oda oldukça ferahtı, dışarısı bir miktar aydınlanmaya başlamış ancak hala güneş doğmamıştı.

 

Gölge, Karina'nın takındığı soğuk ve ciddi tavra benzer bir tavır takınarak kadının sorusuna karşılık verdi. "Şartlarım olabileceğini gayet iyi biliyorsunuz Karina hanım. Kendiniz söylediniz, genlerime ihtiyacınız var, o genleri barındıran çocuklara da. Klonlama ve yapay üreme sistemlerinin işinize yaramadığını da biliyorum, ben istemedikçe vücudumdan işinize yarar hiçbir örnek alamayacağınızı da. Bu da demek oluyor ki bana da bir öndersoy gibi davranmanız, bir nevi gönlümü hoş tutmanız gerekecek."

 

Genç kadının oldukça dişli olduğunu zaten bilen Melike, Gölge'nin verdiği kendinden emin cevaplarla, oyuncak bulmuş bir çocuğun heyecanına benzer bir kıpırtı hissetmişti içinde. Bu sıkıcı ve tekdüze dünyada böyle farklılıkların olmasından zevk alıyordu. Nahif ve ince yüzünü, kenetlediği kemikli ellerine yaslamış, kurnaz bir gülümsemeyle Gölge'yi süzerek onun hakkında tahliller yapmaya devam ediyordu. Bir süre daha iki kadın birbirini tarttı, gergin bir sessizliğin ardından Melike Karina konuşmaya başladı.

 

"Peki benden ne istiyorsunuz genç hanım?"

 

Gölge kendinden gayet emin karşılık verdi. "Az önce dediğim gibi; bana da bir öndersoy gibi davranmanız ve beni.."

 

"Üsteğmene de size de yeterince iltimas geçildi zaten, neredeyse bir öndersoyun haklarına sahip olacaksınız."

 

"Sözümü bitirmeme izin verin lütfen Karina hanım. Ayrıcalıklar konusunda verdiğiniz haklar 'neredeyse' değil de 'tamamen' olmalı."

 

Karina tek kaşını kaldırıp ciddi bir tavırla sordu. "Yani doğrudan bir öndersoy mu olmak istiyorsunuz? Şunu bilmelisiniz ki bu benim elimde olan bir şey değil."

 

"Öndersoy olmak istemiyorum, sadece onların sahip olduğu ayrıcalıkların tamamına sahip olmak istiyorum, tamamına!"

 

Saniyeler geçip giderken ofiste bulunan ve gergin atmosferin uzamasıyla huzursuzca oturduğu yerde kıpırdanan Blake, Karina'nın ne kadar otoriter, dediğim dedik bir kadın olduğunu bildiği için, Gölge'nin isteklerine boyun eğmeyeceğini tahmin ediyordu. Bu nedenle iki kadının konuşmasına dahil olmak yerine, doğrudan sonucu beklemeyi tercih etmişti.

 

"Şartlarınız kabul edilmiştir." Karina'nın neşeli bir sesle verdiği bu cevap odadaki herkesi şaşırtmış ve hayretle, bilim bölümü başkanına bakmalarını sağlamıştı. "Ancak benim de şartlarım olacak tabi ki."

 

İşte şimdi olmuştu. Karina gibi kurnaz bir kadın size bir şey veriyorsa, karşılık olarak onun da sizden alacağı bir şey olmalıydı mutlaka. Oturduğu koltuktan kalkıp yavaş adımlarla Gölge'ye yaklaşmaya başladı. Üzerinde krem rengi resmi bir elbise vardı, uzun boyu, beyaz teni, sıkıca toplanan gür kumral saçları ve insanı delip geçebilir gibi bakışlar atmasını sağlayan parlak mavi gözleriyle tam bir zarafet timsaliydi. Gölge'nin oturduğu koltuğun tam karşısına kadar gelip ayakta dikilmeye başladı.

 

"Sizin şartlarınıza karşılık benim şartlarım, bence oldukça adil." Gölge'nin önünde durarak konuşması dahi kendi üstünlüğünü vurgulamak için yapılmış bilinçli bir hareket gibi duruyordu. Çünkü dışardan bakan birisi için şuanda Karina, küçük bir çocuğu azarlayan bir yetişkin gibi görünüyordu. Gölge de, kadının her hareketinin planlı olduğunu, kendisine üstünlük kurmak için böyle davrandığını biliyordu. Kendisine üstten bakılmasından hoşlanmasa da, onunla sürtüşmek niyetinde değildi çünkü dünyanın onarılamaz bir şekilde zarar görmemesi için planın bir an önce harekete geçirilmesi gerekiyordu. Kafasındaki hesaplar, Karina'nın sabırsız sesiyle yarıda kaldı.

 

"Evet, ne diyorsunuz küçük hanım? Sizin koyacağınız her şarta karşı, ben de bir şart koyacağım. Yanlış anlamayın size güvenmediğimden değil tabi ki, ancak doğal olarak önlem de almam gerek." Son kelimelerde sesini yapay bir masumluk tınısı kaplamıştı. Ellerini arkasında birleştirmiş rahat tavırlarla, güler yüzlü ifadesiyle hafifçe sağa sola sallanarak Gölge'nin cevabını beklemeye başlamıştı. Kadının otoriter ve soğuk mizacına zıt davranması sadece Blake'in değil, çatıda yaşanan çatışma sonrası perişan halleriyle Karina'nın odasına çağırılan; Akira, Taara ve Brown'un da dikkatini çekiyordu.

 

"Karina hanım, siz sadık kaldıkça, ben de anlaşmaya sadık kalacağım. Umarım işleri birbirimiz için zorlaştırmayız. İlk şartınız nedir?"

 

Gölge'nin girişken tavrı Karina'yı da ciddi olmaya itti. Duruşunu dikleştirip, ciddi bir surat ifadesi takındı. " Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde ikinizden olacak bir çocuğa hamile kalman gerekiyor. Çocuk sağlıklı ve işe yarar nitelikte doğarsa Işık Birliği sınırları içerisinde olmak şartıyla ikiniz de özgür kalacaksınız, ancak bebekte her hangi bir kusur olursa imha edilecek ve siz tekrar deneyeceksiniz, ta ki sağlıklı bir bebeğiniz olana kadar."

 

"İmha etmek mi?" Kelimenin soğukluğu ve altında barındırdığı anlam Gölge'nin içinde dehşetli bir öfkenin kabarmaya başlamasına neden olmuştu.

 

"Tabi ki de imha edilecek, Işık Birliği Sözleşmesi işe yaramaz kimseye tolerans göstermez, kimsenin parazit olmasına izin vermez. Ya işe yarar olursun ya da imha edilirsin. İster bebek ol ister erişkin, kurallar herkes için aynı."

 

Karina ruhsuz bir sesle bunları söylerken, Gölge hariç kimse bundan rahatsız olmuş gibi durmuyordu. Dünyada oluşturulan düzen onlar için yadsınamaz hale gelmişti anlaşılan. Bu çarpık düzende insanlar metalaştırılmıyor adeta ondan da aşağı tutuluyordu, işin kötüsü milyonlarca insan için bunlar yeni normallerdi. Bunları düşünmek Gölge'nin içini daraltsa da şuan karamsarlığa kapılmak gibi bir lüksü olmadığının farkındaydı. Anlaşmayı tamamlamalıydı.

 

"Kabul ediyorum." Gölge'nin cevabı, bu duruma hızla ayak uydurması bir şekilde Blake'i hayal kırıklığına uğratmıştı. İçten içe genç kadının mücadele eden yanını göstermesini beklemişti. "Kabul ediyorum. Karşılık olarak da kesin bir mahremiyet alanı istiyorum."

 

Karina ukala bir tavırla gülümserken bir yandan da ofisteki büyük masaya oturup bacak bacak üstüne atarak konuştu. "Mahremiyet alanı mı? Ha hah. Sizi gözetleyecek değilim küçük hanım, bu konuda içiniz rahat olabilir."

 

"Kendi toplumsal sisteminizdeki herkesi bir şekilde gözetim altında tuttuğunuzu biliyoruz Karina hanım." Gölge özellikle çoğul konuşmuştu, kendisine üstten bakan bu kadının 'pis birer asi' olarak gördüğü halkın aslında daima onları izlediğini ve araştırdığını bilmesini istiyordu. Karina'nın huzursuzca kıpırdanmasına bakılırsa da başarılı olmuştu.

 

"İnsanları dinliyor, izliyor ve sınıflandırıyorsunuz. Hatta doğar doğmaz her birini adeta etiketlendiriyorsunuz. Toplumun tabanını denetlemenize gerek yok zaten aptallaştırılmışlar, ama yukarı doğru çıktıkça denetiminizi sıkılaştırıyorsunuz bunu biliyoruz.

Her neyse toplumunuza yaptıklarınız sizi ilgilendirir ama ben mahremiyet istiyorum. Meraklı hiçbir kulak ya da göz istemiyorum."

 

Karina biraz düşündükten sonra kafasını olumlu anlamda salladı. Gölge istediğini almıştı. "Eğer sizi tam tersi bir durum içerisinde fark edersem anlaşmayı da çocuğu da unutabilirsiniz."

 

"Peki ben sizi gözetleyemezsem anlaşma için çalıştığınızı nereden bileceğim?"

 

"Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde hala burada ve sağ olursam istediğinizi mutlaka alacağınıza emin olabilirsiniz."

 

Karina bu kez olumsuz anlamda başını salladı. "Hiç sanmıyorum küçük hanım, tehlikeli ve oldukça güvenilmez bir yapınız var. Gözetleme yapmama da müsaade etmiyorsunuz. Bu nedenle etrafınızda sizi takip edecek ve gerektiğinde hizaya sokabilecek bir gözetim heyeti kuracağım. Bizzat izleyemesek de güzümüz üzerinizde olacak bu sayede."

 

Bu Gölge'nin beklediği bir durumdu zaten, hiçbir önlem olmaksızın rahatça hareket etmesine izin verilmeyeceğini tahmin etmişti. Olumlu anlamda kafasını salladı. "Heyet için seçileceklere Binbaşı Akira'yı da dahil ederseniz şartınızı kabul ederim. Ayrıca haftanın en az üç günü de benimle dövüş teknikleri üzerine eğitim yapmasını istiyorum." Akira oldukça yetenekli bir asker, daha da önemlisi Gölge için dişe dokunur bir dövüş rakibiydi, genç kadının farklı teknikler kullanmasına karşın sürece adapte olma hızı inanılmazdı. Ondan öğrenebileceği her şeyi öğrenerek, burada bulunacağı süreden verim alabilirdi.

 

Kadının aklından geçenleri diğerleri bilmediği için isteği herkesi şaşırtmış, Blake'in anlamaya çalışan bakışlarının Gölge'ye döndüğü sırada da Akira çoktan itiraz etmeye başlamıştı bile. Kendisi hakkında o yokmuş gibi konuşulması, bunu yapanın da bir asi olması sinirlenmesine neden olmuş ve sesi yüksek çıkmıştı. "Melike Karina hanım bunu kabul etmeyeceğimi bilmeniz gerek, ordu içerisinde onlarca görev ve sorumluluğum varken sırf bir asi istediği için onun istekleriyle zaman kaybedemem."

 

Melike, fark ettirmese de binbaşının ani ve aralarındaki hiyerarşiyi hiçe sayar tutumla konuşmasına öfkelenmişti, ona haddini bildirmesi gerektiğini düşündü. Yumuşak bir ses tonuyla Akira'yla konuşmaya başladı. "Binbaşı, aslında sizi göreve almayı düşünmüyordum, ta ki sınırınızı aşıp sizden daha üstün statülü biriyle, yüksek perdeden bir ses tonuyla konuşana kadar. Artık görev heyetindesiniz." Bu yumuşak ses tonundan beklenmeyecek kadar soğuk ve sert cümleler kurmuştu kadın.

 

Ancak bu tavır Akira'nın hiç hoşuna gitmemiş hızla oturduğu koltuktan ayağa kalkıp Melike'ye doğru bir adım atmasına neden olmuştu. "Ben bir askersoyum Karina hanım, sizin azarlayabileceğiniz alelade bir altsoy değilim. Benim görevlerim ordu tarafından belirlenir, sizin tarafınızdan değil." Karina'ya karşı tehditkar bir adım daha attığında odanın havası daha da gerginleşmişti. "Umarım sorunu anlamışsınızdır." Bir adım daha... Öfkesinin bu kadar çabuk kabarması tuhaftı.

 

"Yerinize oturun Binbaşı." Karina ihtiyatlı bir şekilde Akira'yı süzüyordu. Ne var ki Akira salt bir nefretin bürüdüğü bir surat ifadesiyle adım adım Karina'ya yaklaşmaya devam ediyordu. Davranışlarından ciddi bir saldırganlık seziliyordu. Sessizce olayı izleyen Gölge bu durumun sıradan bir tartışma olmadığını, ikisinin arasında büyük bir gerilime sebep olacak başka bir şeyin olduğunu düşünmeye başlamıştı. Burada bulunduğu süre içerisinde gözlemlediği kadarıyla, binbaşı soğukkanlı bir insandı. Ama Karina ile konuştukça kolayca hiddetlenmeye başlamıştı. Bunun nedenini öğrenmeliyim diye geçirdi aklından, ancak şuan bunun mümkün olmayacağı ortadaydı. Çünkü Akira hala Karina'ya ilerliyordu.

 

"Binbaşı, sizi son kez uyarıyorum yerinize oturun." Karina'nın sesi hala sakin çıkıyordu. Ama Akira tam aksine kontrolden çıkarak kadına doğru atıldı.

 

"OTUR YERİNE DEDİM!"

 

Karina'nın sesi tamamen farklı bir tonda çıkarken, duyanın kulağını sağır edebilecekmişçesine de yüksekti. Buna karşılık Akira kafasına bir şey vurmuş gibi iki eliyle şakaklarını tutarak bir süre hareketsizce yere kilitlendi. Ardından sanki hiçbir şey olmamış gibi, geçip yerine oturdu. Bu olay oradaki herkes için oldukça doğal olmalıydı, çünkü Gölge dışında kimse bu duruma şaşırmış gibi görünmüyordu, hatta daha garibi kimse böyle bir olaya şahit olmamış gibi önlerine bakıyordu. Gölge bunu mutlaka araştırmalıyım diye aklına not etti.

 

Az önce olanlardan sonra Karina bir miktar rahatsız olsa da kendini toplaması birkaç saniye sürmüştü. Dikkatini tekrar Gölge'ye yöneltti, hemen kurtulmak istediği bir iş varmış gibi şartları konuşmaya başladı.

 

"Şimdiye kadar ileri sürdüğümüz şartlarda karşılıklı olarak anlaşma sağladık mı küçük hanım?"

 

Gölge de bozuntuya vermeden hızla konuya döndü. "Üzerinde konuştuğumuz her şey tamamdır. Ama hala eksikler var."

 

"Haklısın. En önemli kısımlarını unutmamalıyım. Senin ve üsteğmenin üzerinde bilimsel araştırmalar yapılması gerekiyor, iş birliği yapacaksınız." Cümlesini tamamlarken, kadına ve Blake'e bakmış, anlaşma yapmaktan ziyade dikte eder bir duruş sergilemişti.

 

"Karşılık olarak seyahat etmek ve diğer statülerdeki bölgeleri görmek, istediğim bölgelere de seyahat etmek istiyorum."

 

"Pekala. Seyahatleriniz birlikte olacak, sadece üsteğmenle değil gözetleme heyetinin tamamıyla. Bilgi almak istediğimiz konularda da iş birliği yapacaksın..." Biraz duraksayıp kibirli bir tonda devam etti. "Şu çamur içindeki asi topluluğunuzla ilgili bilgileri kast ediyorum. "

 

Gölge dik dik bakmak dışında bir şey söylemedi, Karina ise tehditkar bakışları görmezden gelerek konuşmasını sürdürdü. "İlerleyen süreçte davranışlarınıza bağlı olarak şartlar değişebilir. İyi anlamda da değişebilir, kötü anlamda da. Bunu unutmayıp ona göre davranırsınız diye düşünüyorum." Yine o tehdit barındıran tonda konuşmuştu.

 

"Sanırım sizin için anlaşma bu kadar Karina hanım?" Karina olumlu anlamda hafifçe kafa salladı, konuşmalarının başındaki kadar sakin görünmüyordu artık biran önce bu ortamın dağılmasını istiyor gibiydi. Akira'nın tuhaf davranışı, onun davranışlarının da değişmesine neden olmuştu anlaşılan, daha agresif, daha dalgın olduğu her halinden belliydi. Gölge'nin aldığı derslerden öğrendiğine göre de bu durumda insanların hata yapma, taviz verme ihtimalleri artardı. Gölge de bu atmosfer dağılmadan işleri istediği yöne çevirmeyi denemeliydi.

 

"Benimse hala istediğim birkaç şey var. Sadece üsteğmen ve benim yaşayacağımız özel bir alan oluşturulmasını ve oraya ikimizden başkasının girmemesini istiyorum. Yaşadığımız yer her türlü ihtiyacımıza cevap verebilmeli. En önemli konulardan birisi de endüstriyel gıdalar tüketemeyeceğimiz için talep ettiğim her gıdanın tamamen doğal olması ve işlenmeden bana ulaştırılması gerekiyor. Bu kısım bir istek değil, Karina hanım, ben doğduğum andan itibaren endüstriyel gıdalar tüketemiyorum, çünkü vücudum işlenmiş, genetiğiyle oynanmış, kimyasal ilaçlara boğulmuş bu besinleri tehdit olarak algılayıp anında tepki gösteriyor, onları ter, idrar, dışkı ve kusma yoluyla dışarı atıyor ve faydadan çok zarar görüyorum. Araştırmanızın selameti için bedenimin sağlıklı olması gerekiyor, yani bu konuya azami önem vermeniz gerek. Sonra da istediğim aromaterapik yağ ve bitkilerden temin edilmeli, pek çok konuda onları kullanmak zorundayım. Son ve en önemli konu da, yakalandıktan sonra üzerimden alınan eşyalarımı geri verin lütfen."

 

Bir süre Karina'nın ne tepki vereceğini gözlemlemek için durdu. Kadın kafasını yere dikmiş, ciddi bir surat ifadesiyle öylece yere bakıyordu. Duydukları üzerine düşündüğü belliydi, sonunda kafasını kaldırıp Gölge'ye baktı.

 

"Tamam. Üzerinden çıkanları, üsteğmenin dairesine yollayacağım, öndersoyların bölgesinde sizin için yeni bir daire hazırlanana kadar orada kalın. Gün içerisinde her şey tamamlanır o bölgeye nakledilirsiniz. O zamana kadar, kız senin sorumluluğunda üsteğmen. Dairenin yolunu göster."

 

Blake itaatkâr bir şekilde sessizce kafasını salladı. Kısa süren duraklamanın ardından Karina tekrar konuştu. "Bu süreçle ilgili tüm yaşananlara şahit olduğunuz için etrafınızdan gelen sorular olacak ama kesinlikle konunun içeriğiyle ilgili konuşmayacaksınız." Bu kez odadaki bütün kafalar itaatkârca sallandı. Tabi Gölge'ninki hariç.

 

"Artık konuşulacak bir şey kalmadığına göre hepiniz dağılabilirsiniz." Karina'nın komutuyla hepsi yavaş yavaş odanın kapısına yöneldiler.

 

"Binbaşı. Siz kalın."

 

Akira diğerlerinin arkasında kalıp beklemeye başladı. Az önce gösterdiği saldırgan tutumun aksine, şuan gayet sakin duruyordu, hatta o kadar sakindi ki sanki bir çeşit trans halindeydi. Gölge odadan çıkınca kapı kendiliğinden kapandı, ama kapanmadan önce gördüğü son şey oldukça tuhaftı. Karina kıpkırmızı olmuş bir suratla Akira'ya yaklaşırken, binbaşı da yavaşça dizüstü yere çöküyordu. İkisinin arasında neler döndüğünü öğrenmek artık şart olmuştu, aralarındaki ilişkide doğal olmayan bir şeyler olduğu belliydi.

 

****************

 

Gölge, Blake, Brown ve Taara sessizce koridorda ilerliyordu. Çatıda yaşadıkları arbededen sonra aralarında can sıkıcı bir gerginlik vardı.

 

"Eee? Sana ne demeliyiz?"

 

"Anlamadım?"

 

"Adın ne yani. Resmi bir kayıt olmadığı için biz sana 'Gölge, asi ya da pis sıçan' diyoruz." Brown, pis sıçan kelimesini o kadar doğal söylemişti ki, duyan bunu normal bir isim olarak düşünebilirdi.

 

"Ama bir adın vardır herhalde. Sonuçta uzunca bir süre buralarda olacaksın gibi görünüyor bilmekte fayda var, hem sana da iyi hissettirir." Beklentiyle Gölge'ye bakıyordu.

 

Buna karşın, Gölge'nin yüzüne samimi bir tebessüm yayıldı. "Demek buralarda hâlâ insani düşünebilenleriniz var."

 

"Beni mi küçümsüyorsun?"

 

"Yo öyle düşünmeyin. Ben söylediğimde çok ciddiyim. Davranışınız çok ince, çok teşekkür ederim. Bana taktığınız isimle seslenmeye devam edebilirsiniz."

 

Kadının gerçek adını söylememesini dert etmeyen Brown omuz silkip yürümeye devam etti.

 

"Peki sizin adınız nedir?"

 

Brown göz ucuyla yanındaki kadını süzerken bir yandan da yürümeye devam ediyordu. "Adım Brown. Henüz soy isim alamadım."

 

"Anlıyorum, sosyal düzeniniz bu şekilde sanırım. Peki bu bir tanışma mıydı?"

 

"Yani buna tanışma demek istiyorsan..."

 

Gölge hızla Brown'un önüne geçip durdu, ellerini önünde birleştirip çok hafif dizlerini kırarak bir miktar eğildi. "Adınızı benimle paylaştığınız için teşekkür ederim. Memnun oldum."

 

Brown, kadının hareketine bir anlam veremediğini belli eden gözlerle ona bakarken bir süre durakladı. Bir şeyler söylemesi gerekiyor gibi bir hisse kapıldı. "Yok. Sıkıntı değil. Yani... Tamam işte ne dememi bekliyorsun?"

 

Gölge Brown'un tepkisine gülerek Taara'ya döndü, bir şey bekler gibi durunca ne yapacağını bilememe sırası Taara'ya geçti. "Ne? Ne var?"

 

"Adınız nedir hanımefendi?"

 

"Ah bu muydu? Adım Taara, Saim soyundanım."

 

Gölge, Brown'u selamladığı gibi Taara'yı selamlayıp, teşekkür ederek Blake'e geçti. Bu tanışma ritüeli Blake'in çok da hoşuna gitmemişti, dik dik kadına baktı. "Soy Blake. Adım yok. Bu tanışma saçmalığı bittiyse artık daireme gidelim." Önden önden hızla yürümeye devam etti.

 

Birkaç dakika sonra, devasa bilim bölümü binasından çıkmışlardı. Yerleşim alanı o kadar büyüktü ki bir bölümden diğerine yürümek bazen saatler alabiliyordu. Neyse ki yürümelerine gerek kalmıyordu, eski tramvay sistemlerine benzer bir taşıt sistemi sayesinde yerleşim alanlarında ulaşım sağlanıyordu. Ancak bu sistemler elektrik yerine manyetizmayla çalışıyor, yere temas etmeksizin adeta kayarak özel bir platform üzerinde süratle hareket ediyordu.

 

İşte böyle bir araca binmek için istasyona geldiklerinde, Taara ve Brown, Blake ve Gölge'den ayrılıp farklı bir istikamete gittiler. Yaşanan olaylarla ilgili rapor vermeleri gerekiyordu. Onlar gittikten sonra da Blake ve Gölge de başka bir taşıta bindiler. Araç çok hızlı hareket etse de içerisinde hiç bir sarsıntı hissedilmiyordu, oldukça temiz ve ferahtı. Havada hoş bir koku vardı. Camlar tavanı da kapladığı için gökyüzü görünüyordu. İnsana iyi hissettiren bir manzara sergileniyordu genel olarak.

 

Bu düzenli, huzurlu ve temiz ortamdaki en uyumsuz şeyse, Gölge ve Blake'in varlığıydı. Yüzleri ve vücutları yara ve morluklarla kaplanmış, elbiseleri parçalanmış ve pislik içindeydi. Bu tezatlık diğer insanların da dikkatini çekmiş, meraklı gözlerle onlara bakmalarına neden olmuştu. Kimse onlara yaklaşıp bir şey söylemiyor ama fısıltılarla kendi aralarında onlarla ilgili konuşuyorlardı.

 

Blake ve Gölge kimseyle iletişim kurmaksızın, dışarıya bakan koltuklara oturup manzarayı izlemeye koyuldular. İkisinin de hayatı birkaç ay içerisinde inanılmaz bir şekilde değişmişti. Kendilerinden istenen şey gerçekten çok önem verdikleri bir şey olmalıydı. Yoksa bir asiyi ve itaatsizlik etmiş bir askeri, bırak affetmek, yaşatmaları dahi akıl alır bir durum değildi.

 

Blake kendi soyunu ve gen kalitesini az çok biliyordu, ama bu kadın neyin nesiydi? Sanki sorunun cevabı kadına baktığında çözülecekmiş gibi kafasını hafifçe Gölge'ye çevirdi, onu izlemeye başladı. Meraklı gözlerle dışarıyı izliyordu, oldukça sıradan hatta sıkıcı bir yüzü vardı. Dışarı o kadar dikkatli bakıyordu ki sanki bütün ayrıntıları ezberlemeye çalışıyordu.

 

"Evet?"

 

Kadının konuşmasıyla Blake irkilmişti. "Bu kadar dikkatli baktığınıza göre hakkımda bazı çıkarımlarınız olmuştur sanırım."

 

Blake toparlanıp camdan dışarı bakmaya başladı. Kendini yakalanmış gibi hissetmiş bu da onu kızdırmıştı. "Özellikle bakmıyorum. Sonuçta senin üzerinden bir görevim var. En azından gözüme hitap edebilecek bir yanın var mı onu anlamaya çalışıyorum."

 

Gölge kıkırdayıp ona döndü. Blake'in aksine çekinmeksizin genç adama bakıyordu. "Bana gerçekten ilgi duyuyorsunuz, ama neyimin ilginizi çektiğini anlayamıyorsunuz. Maddenin her şey için temel ölçü kabul edildiği bir dünya görüşünün içine doğduğunuz için gözünüzle gördüğünüzü yani vücudumu inceliyorsunuz haklı olarak. 'Acaba yüzü mü güzel? Yoksa bacakları mı? Ya da teni mi? Acaba neyi dikkatimi çekiyor?' Korkmayın yakın zamanda bu histen kurtulursunuz."

 

Blake hiçbir şey söylemedi, sadece kadının söylediklerini tartıyordu kafasında. Keşke biraz daha konuşsaydı diye düşündü. Sanki o Blake'in iç dünyasında olanları biliyor ve ona yol gösterebilirmiş, bu histen kurtulmasını sağlayabilirmiş gibi hissettiriyordu.

 

Sonunda subayların ve askerlerin ikamet ettiği dev binaların olduğu bölgeye geldiklerinde, Blake inmeleri gereken yere geldiklerini söyledi. Geniş ve düzenli caddelerden geçtikten bir süre sonra, beyaz cepheleri olan bir gökdelenin önünde durdular. Binanın kocaman bir kapısı vardı, içeri girdiklerinde de onları yine kocaman ve nezih bir lobi karşıladı. Etraftaki insanların üzerinde çoğunlukla askeri üniformalar vardı, askeri bölgede bulundukları için bu oldukça normaldi. Meraklı bakan gözlerden hızla kurtulmak isteyen Blake koşar adımlarla asansöre yürüdü, Gölge de ona ayak uyduruyordu.

 

Asansörü çağırdıktan sonra bir süre gelmesi için beklediler. Sonunda asansör geldiğinde binenlerin sayısı on kişi kadardı. İnsanlar Gölge ve Blake'e kaçamak bakışlar atıyor ama hiçbir şekilde iletişim kurmuyorlardı.

Asansör gidecekleri kata geldiğinde Blake, Gölge'ye yolu gösterdi. Sonunda Blake'in dairesine varmışlardı.

 

Blake kapının önünde durunca, kapı üsteğmenin DNA izini tanıyarak otomatik olarak açıldı. İçerisi oldukça rahat ve göz yormayan bir tasarıma sahipti. Blake odanın ortasına doğru ilerleyip durdu. "Mutfak şurası, lavabo ve banyo da şurada. İhtiyaçlarını gidermek iste..."

 

Üsteğmen suratına yediği ani tokatla neye uğradığını şaşırdı. İlk şoktan kurtulur kurtulmaz tokadı atan genç kadına döndü. Büyük bir hışımla kadının üzerine atılacaktı ki, nasıl geldiğini göremediği ikinci bir darbeyle kendini yerde buldu. Gölge, dimdik ayakta durmuş, yüzünde iki buz dağı var gibi duran soğuk gözlerle yerde yatan adama bakıyordu.

 

"Ne yapıyorsun sen delirdin mi?" Yerden kalkma çabası, karın boşluğuna aldığı bir diğer darbeyle bertaraf edilen Blake kısa süreliğine nefes alamadı. Son günlerde yaşadığı onca şey de eklenince yerden kalkmak için çabası da kalmamıştı artık. Bu nedenden ötürü ayağa kalkmaya çabalamak yerine, nefes alışları düzelene kadar sessizce bekledi. Blake'in pes ettiğini anlayan Gölge yavaşça, yerde yatan adamın baş ucundaki koltuğa oturdu. Bir süre sonra, Blake tekrar nefes alabilir hale gelmiş, odanın tavanını seyretmeye başlamıştı.

 

"Neden böyle davrandın?"

 

"Size güvenmiştim, ancak siz bana verdiğiniz sözü tutmadınız. Bu davranışınız cezasız kalamazdı."

 

"Sana söz mü verdim? Ne zaman?" Blake, konuşurken bir yandan da hareketsizce yerde yatmaya devam ediyordu.

 

"Çatıya çıkmadan önce, en son çare beni gerçekten öldürmenizi istemiştim, siz de kabul etmiştiniz."

 

"Ondan mı bahsediyordun? Sana kötülük etmedim sonuçta değil mi? Niyetim hayatını kurtarmaktı."

 

Gölge derince nefes alarak iç geçirdi, o da oldukça yorgundu. "Benim buraya gelme nedenim, benim canımdan çok daha kıymetli. Hatta benim açımdan paha biçilemez. Ya siz beni onlara verdikten sonra beklediğim haber gelmeseydi? Ya işkencelerine dayanamayıp her şeyi mahvetseydim? İnanın bana bunun olmasındansa ölmeyi veya öldürmeyi tercih ederim."

 

Blake, kadının söylediklerini biraz düşündü. "Peki neymiş bu canından kıymetli neden?"

 

Gölge cevap vermeden önce bulundukları odanın camlarından dışarıya kafasını çevirdi. Üsteğmenin dairesi, binlerce katı bulunan inanılmaz yüksek bir gökdelendeydi ve yerden oldukça yukarıda oldukları için şehrin manzarası oldukça güzel görünüyordu. Hava iyiden iyiye aydınlanmış, güneş sıcaklığını da yanında getirerek yavaşça yükselmeye başlamıştı, artık odanın içine girmeye başlayan ışık demetleri Gölge'nin suratına düşüyordu.

 

"İşte bu..." Konuşan genç kadındı. Gözlerini kaçırmadan doğan güneşe bakıyordu. Blake kafasını hafifçe çevirip Gölge'nin baktığı yere baktı, ardından bakışlarını ona çevirdi. Koyu renk saçları ışığın etkisiyle kızıllaşmış, gözlerinin rengi de neredeyse sarıya dönmüştü. Savaştan çıkmış hırpani görüntüsünün aksine, o şimdi harıl harıl yanan bir ateş gibiydi.

 

"İşte nedenim bu. Güneşi dünyaya ve halkıma geri getirmem gerek. Halkımı tekrar aydınlığa çıkarmak benim hayatımdan çok daha önemli." Blake hala onu izliyordu ama o güneşe bakmaya devam etti. Biraz sonra yavaş yavaş kafasını koltuğa yasladı, güneşi izlemeye devam ediyordu ama gözleri de giderek daha fazla kapalı kalmaya başlıyordu. Sonunda gözlerine yenik düşüp kendini uykuya teslim etti. Kadının uykuya tamamen daldığına emin olduktan sonra Blake de ne kadar uykuya ihtiyacı olduğunu fark etti. Hala zemine yatıyordu ama kalkıp yatağa gitmeye bile mecali kalmamıştı, bu yüzden yerinde kalmaya karar verdi. Yavaşça uykunun kucağına düşerken, bir yandan da Gölge'yi izlemeye devam etti. Bilinci karanlığa karışmadan muzip bir sesle kendi kendine konuştu.

 

"Bu çok güzel bir neden."

 

 

Loading...
0%