Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9: Kısa Bir Dinlenme

@sk.acar

Blake uyanmaya başladığında bir süre nerede olduğunu idrak etmeye çalıştı. Sonra yaşananları ve sonunda kendi dairesine geldiğini hatırladı, zeminde uyuyup kalmıştı en son, hâlâ o kadar yorgun hissediyordu ki yıllarca sürecek bir uykuya ihtiyacı var gibi geliyordu ona.

 

Eliyle yeri yoklamaya başlayıp, soğuk ve sert zemini hissetmediğinde gözlerini açıp etrafına baktı ve koltukta yatıyor olduğunu görünce buraya nasıl yattığını hatırlamaya çalıştı ama başaramadı. Yattığı yerden doğrulup yorgun gözlerle odayı inceledi, Gölge'yi hiçbir yerde görmeyince telaşlandı. Kendi kendine söylenmeye başladı, evde kırmızı kodlu bir asi varken ve asinin sorumluluğu kendine verilmişken uyumasının ne kadar mantıksız olduğunu düşünüyor, bir yandan da dairesinin odalarında geziniyordu. Mutfak, yatak odası, giyinme odası, spor odası derken, tam banyonun kapısına yöneldiği esnada akan suyun sesinin gelmesiyle içi rahatladı.

 

Su aklına düşünce, Gölge'yle kaçtıkları zaman olduğu gibi, delice bir su içme isteğiyle dolmaya başladı. Doğruca mutfağa yöneldi, su almak istediği otomata yaklaşınca, otomatın üzerindeki elektronik ekranda kendisi için yazılmış bir not vardı.

 

'İki bardaktan fazla içme!'

 

Blake omuz çekerek notu görmezden gelmeye karar verdi. Bir bardak, bar bardak daha ve bir tane daha derken, sanki sadece içmek yetmiyormuş da suyun içinde olması gerekiyormuş gibi hissetmeye başladı, içtiği her yudum susuzluğunu gidermiyor da, daha çok susamasına neden oluyordu adeta. Artık içerken nefes alamaz hale gelmişken, elindeki bardağın çekilip alınmasıyla soluklanmaya başladı.

 

"Sadece iki bardak demiştim!"

 

Adam, soluk soluğa kalmış halde kadına bakmaya devam ediyordu. Hala su içme isteğini bastıramamıştı, bu nedenle Gölge'nin elindeki bardağa uzandı ama, kadın ustaca bir hamleyle bardağı Blake'den uzaklaştırmayı başardı. Blake tekrar bardağı almayı denemeye kalkışacağı sırada, yaralarında hissettiği ani bir acıyla yüzü kasıldı. Bir süre hiçbir şey söylemeden acının geçmesini bekledi ama bu boşunaydı, çünkü acı geçmek yerine giderek artıyordu.

 

Gölge, Blake'in ne yaşadığını bildiği için boşta kalan keliyle adamın koluna girip ona yardım etmeye çalıştı.

 

"Gelin koltuğa geçelim. İşte böyle, yavaş." Gölge'nin dediklerini yapmaya çalışan Blake, acının sürekli artmasına karşılık dişlerinin arasından küfürler ediyor, bir yandan da bunun neden olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gölge, Blake'in oturmasına yardım ettikten sonra tekrar mutfağa gitti. İçine su doldurmak için bir kap aradı ama koca mutfakta sadece birkaç bardak ve buz dolabı görevi gören yerde de paketlenmiş yiyecekler vardı. Anlaşılan bu toplum için yemek pişirme kavramı da tamamen ortadan kalkmıştı. Gölge başını sallayarak dolabın içinde, diğerlerinden daha derin olan yiyecek paketlerinden birini mutfak tezgahının evyesine boşaltıp, paketin içini güzelce temizledi. Musluktan sıcak suyu açıp paketin içini doldurduktan sonra salona döndü.

 

Blake koltuğun üzerinde acıyla çarpılmış bir surat ifadesiyle uzanırken, inlemeye devam ediyordu. Genç kadın, adamı kolundan tutup oturur konuma getirdi, canının yanmasına karşın Blake'in ona zorluk çıkarmaması işini kolaylaştırıyordu. Yaralarını görmek için adamın üzerindeki fanilayı çıkardı. Tam tahmin ettiği gibiydi, vücudunun yeni kazandığı hızlı yenilenme yeteneği nedeniyle bu kadar çok acı çekiyordu. Açık yaraların hepsinden şeffaf, kokusuz bir su sızıyordu. Tıpkı Gölge'de de olduğu gibi.

 

"Birkaç dakikaya çektiğiniz acı hafifleyecek üsteğmen, biraz dişinizi sıkın lütfen." Genç adam karşılık olarak sadece bir inleme gönderebildi kadına. Sonra acıyla kasılan vücudu nedeniyle zar zor anlaşılacak şekilde konuştu.

 

"Doktor çağırmamız gerek."

 

Gölge olumsuz anlamda kafasını salladı. "Birazdan hiçbir şeyiniz kalmayacak korkmayın!"

 

Blake, bu durumun doktor yardımı olmaksızın geçmeyeceğini söylemek istediyse de, derisi yırtılıyormuş gibi bir acı hissedince tek yapabildiği bağırmak olmuştu. Bunun üzerine Gölge sağ eliyle üsteğmenin kafasını nazikçe geriye yasladı. Sonra gözü bir bez parçası aradı ama bulamayacağını anlayınca, daha önce keşfettiği için nerede olduğunu bildiği giyinme odasına yöneldi. Temiz olduğunu düşündüğü kıyafetlerden rastgele bir tanesini eline alıp Blake'in yanına döndü.

 

Elindeki kıyafeti ufak parçalara ayırıp suya daldırıp ısladıktan sonra, fazlasını sıkarak Blake'in yaralarını silmeye başladı. Bu sırada, neredeyse acıya alışan genç adam kafası hala koltuğa yaslı halde öylece duruyordu.

 

"Neden böyle oluyor?"

 

"Tam olarak neyi soruyorsunuz üsteğmen?"

 

"Neden canım acıyor?"

 

Gölge bir yandan yaptığı işe devam ederken bir yandan da Blake'in bazı sorularına cevap vermesi gerektiğini biliyordu. Dizleri üzerine çökmüş Blake'in gövdesini neredeyse tamamen temizlemişti. Yüzünü temizlemek son anda aklına geldiği için ayağa kalkıp özenle ve nazik hareketlerle işe koyuldu. İşi bitince Blake'in kendisine bakan gözlerine bakmaya başladı, güneşli ve bulutsuz bir gökyüzünü andıran iri gözleri vardı. Öyle bakıyordu ki, sanki karşısındakinin aklından geçenleri böylece görebilirdi. Gölge işinin bittiğine karar verince tekrar diğer koltuktaki yerine döndü.

 

Acıları azalmaya başlayan Blake kafasını yasladığı yerden kaldırıp kadının peşine bakmaya başladı. Canı yanmaya başlamadan önce, onun banyoda olduğu aklına geldi, yüzü gözü tertemiz olmuş, saçları o pis ve keçeleşmiş halinin aksine biraz nemli ama çok hoş görünüyordu, üzerindeyse Blake'in giysileri vardı. Tabi kendi üzerine oturması için çabaladığı belliydi, giydiği pantolonun paçalarını ve gömleğin de manşetlerini birkaç kez kıvırmıştı. Teni, saçları, konuşurken Blake'in gördüğü kadarıyla dişleri oldukça sağlıklıydı. Sonra yanlış yere odaklandığını fark edip asıl konuya dönmeye karar verdi.

 

"Soruma cevap vermedin?"

 

"Anlamanız için daha iyi olmanızı bekliyordum sadece. Sorduğunuz sorulara cevap alacaksınız tabi ki. Son zamanlarda vücudunuzu tanıyamaz olduğunuzu ve buna ayak uydurmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bu durumları ben de yaşadım çünkü. En baştan başlamamı ister misiniz? Ya da sadece merak ettiklerinizi mi öğrenmek istersiniz?"

 

"Neden su içmemi istemiyorsun?"

 

"Su insanlar için çok önemli bunu bir gerçek, iyileşme sürecinde de etkisi büyüktür. Siz ve benim fiziksel yeteneklerim zaten normal insanların çok ötesinde, buna iyileşme de dahil ve bu durumumuzu su daha da hızlandırıyor. Ne kadar çok su içersek iyileşmemiz o ölçüde hızlanır."

 

Blake'in vücudu hala az da olsa, yanma ve batma hissiyle uğraşıyordu. Bu nedenle Blake rahatsız bir surat ifadesi takındı.

 

"Hızlı iyileşmenin iyi bir şey olması gerekmiyor muydu? Şuan ölüyormuş gibi acı çekiyorum da."

 

Gölge, Blake'in bu toy ve sabırsız tavrını çocuklara benzettiği için tebessüm etti. "Normalde bir insanın parmağındaki ufak bir kesik ya da sıyrık üç, dört haftada tamamen iyileşir. O süre içerisinde, kaşıntılar, ağrılar, yanma ve batma hisleri de olur, ancak süre uzun olunca bu hisler de zamana yayılır ve insanın hayatını çok etkilemez. İkimizde ise iyileşme süresi normal insanlarınkinin üç katı, yani bırakın üç, dört haftayı üç, dört günde bile iyileşebiliriz. Süre kısalınca, yaraların iyileşme sancılarını zamana yayılmış şekilde değil de topluca hissetmeye başlıyoruz. Su bu süreci daha da hızlandırdığı için, dört haftalık iyileşmenin acısını dört dakikada çekiyoruz."

 

Blake'in anlam veremeyen, kocaman açılmış gözlerini gören kadın başıyla, adamın yaralarını işaret etti. Üsteğmen kendi vücuduna bakınca gözleri daha da büyüdü. Tam olarak Gölge'nin tarifindeki gibiydi, kocaman kesik izlerinin yerleri neredeyse kapanmak üzereydi, elektrik hedefleme silahıyla vurulan kolundaki yanıklar bile kapanmış, sadece üzerlerinden şeffaf bir su akıyordu. Bir süre durumu kabullenmek adına duraksadı.

 

"Peki senin neden canın yanmıyor? İkimiz de aynı konumdaysak, sesin de acı çekiyor olman gerekmez miydi?"

 

"İki sebebi var; ilk olarak acı eşiğim çok yüksek, sadece normal insanlara göre değil kendim gibi olanların arasında da çok dayanıklıyım.

 

İkinci olarak da, su açlığının cilvesine kapılmıyorum artık, yani su içme isteğimi kontrol edebildiğim için deli gibi içmeyince yaralarımın iyileşme hızıyla sorun yaşamıyorum."

 

Blake, böyle ufak tefek bir kadının nasıl olup da bunca zaman akıl almaz işkencelere katlanabildiğini şimdi anlıyordu. Ama hala kafasında tonla soru vardı.

 

"Peki benim bu tür şeyler yaşamamın nedeni nedir? Bu yaşıma kadar bu tür şeyler yaşamadım, içimden bir ses bu durumun seninle ilgisi var diyor."

 

Kadının vereceği yanıtı beklemeye koyuldu, Gölge de tam cevap vermek için ağzını açtığı sırada kapı çaldı. Blake kapıya bakmak için ayaklanacağı anda yine keskin bir acı hissedince koltuğa tekrar yığıldı. Gölge, Blake'e kalkmamasını işaret edip kapıya kendisi gitti. Kapıdaki adam kendini tanıtma ihtiyacı duymadan doğrudan konuşmaya başladı.

 

"Üsteğmen Blake?"

 

"İçeride, pek kalkabilecek durumda değil."

 

Cevaba karşılık kapıdaki adam umursamazca omuz çekmekle yetindi. "Her neyse. Bunlar bilim bölümünün talimatıyla gönderildi, üsteğmene verirsin." Yerde duran, valiz benzeri bir kutuyu işaret ediyordu. Gölge'nin konuşmasına ya da her hangi bir şey sormasına fırsat vermeden adam arkasını dönüp yürümeye başlamıştı bile. Gölge yerdeki eşyaları almak için eğildiği sırada, adamın davranışına göz devirmekten kendini alamadı.

 

"Onlara kalsa çamur içerisinde yuvarlanan, kaba saba vahşiler biziz."

 

Kutuyu salona getirip Blake'in önünde duran geniş bir sehpanın üzerine bıraktı. Üsteğmen soru soran bir ifadeyle Gölge'ye baktı.

 

"Size gönderilmiş Üsteğmen, içerisinde ne olduğunu bilmiyorum." Blake yavaşça kutuya uzandı, içindekiler oldukça ağırdı. Kapağını açıp içine baktığında kaşları çatıldı. Sırayla kutudakileri çıkarıp sehpanın üzerine bırakmaya başladı. Daha önce şuan önünde duran şeyleri hiç görmemişti. Tek kaşı kalkmış şekilde karşısındakilere bakıp anlam vermeye çalışıyordu, sehpaya bıraktığı cam kutuların içinde farklı renk ve şekillerde kimisi iri kimisi ufak bazı cisimler vardı.

 

"Dalga mı geçiyorlar benimle! Bunlar da ne böyle?"

 

Gölge' Blake'in gördüğü şeyleri gerçekten bilmediğini anlayınca gözleri hayretle kocaman açıldı. "Üsteğmen. Bunlar meyve."

 

"Neyve mi?"

 

"Hayır, doğrusu meyve."

 

"Sen bunların ne olduğunu nereden biliyorsun?"

 

Gölge giderek daha çok hayret ediyordu.

 

"Üsteğmen, benim bunları bilmem değil, sizin bilmemeniz çok tuhaf."

 

Blake, Gölge'nin söylediklerini dinlemek yerine kutulardakilere odaklanmış, onların ne işe yaradığını anlamaya çalışıyordu.

 

"Peki, bu neyveler ne işe yarıyor?"

 

Adamın, ismi yanlış söyleyecek kadar konudan uzak olması her ne kadar içini acıtsa da aynı zamanda Gölge'nin tebessüm etmesini sağlamıştı.

 

"Belki..." Kadın uzanıp kutulardan birini alıp kapağını açtı, kutuyu adamın koklaması için ona uzattı.

 

"Belki böyle tanırsınız."

 

Blake, kutunun kapağı açılınca etrafa yayılan tatlı kokuyu iyice içine çekti, bir şekilde bu şey hem bilindik, hem de yabancı gibiydi. Daha da garibi, sadece koklamak bile kendini daha mutlu hissetmesine neden olmuştu. Blake ne olduğunu anlayamayınca olumsuz anlamda kafasını salladı. Gölge de onun bunları gerçekten bilmediğine emin olunca kutuyu eline aldı.

 

"Meyve; bir besin türü üsteğmen, bu kırmızı olanın adı çilek, bu sarısı muz, bunlar kiraz ve bu beyaz olan da hindistan cevizi, normalde dışında oldukça sert bir kabuğu olur ama bize doğrudan içini yollamışlar. Karina hanım sözünü tutacak anlaşılan." Gölge son söylediğine kıkırdamadan edememişti.

 

"Demek bunlar yiyecek hah, bir deneyelim o zaman." Blake elini meyveye süremeden, Gölge eline bir şaplak atarak onu engelledi.

 

"Önce banyoya giriyorsunuz, güzelce temizlenip öyle geliyorsunuz, ancak ondan sonra yiyebiliriz." Blake tartışacak gücü olmadığı ve gerçekten kendini çok pis hissettiği için, Gölge'nin dediği gibi yapmaya karar verdi. Ayağa kalkmadan son kez, gelen büyük kutunun içine baktığında, diğerlerinin yanında daha ufak bir tanesinin olduğunu fark etti. Bu cam bir kutu değil, şeffaf bir plastikti. İçindekiler Blake'e ait şeyler değildi. Gölge pakettekilerin yakalandığı zaman kendinden alınan eşyalar olduğunu görünce gözleri parladı.

 

"Üsteğmen, onlar bana ait eşyalar, alabilir miyim?" Sağ elini uzatmıştı.

 

Blake de fazla incelemeden paketi kadına verdi ama içindekileri merak ediyordu. Gölge'nin pakettekileri ne yapacağını görmek için beklemeye başladı. Kadın paketteki her şeyi sehpanın üzerine döktü, içinden sıra sıra dişleri olan tahta benzeri ufak bir şey, ne işe yaradığını anlamadığı parlak sarı renkli ufak, içi boş bir daire, metal renkli ince bir zincir ve aynı renklerde iki ince ve ufak iki plaka vardı, üzerlerinde bir şeyler yazıyordu. Kadının gözleri en çok sarı renkli küçük halkaya takıldı, ardından bir şeylerden kurtulmak ister gibi kafasını iki yana sallayıp önündekilere odaklandı. Önce, içi boş sarı renkli halkayı ardından da metal renkli plakaları, zincire geçirip boynuna taktı. 'Bu bir çeşit kolye miymiş?' diye geçirdi aklından genç asker.

 

"Garip bir kolyeymiş." Karşılık olarak kadın sadece gülerek kafa salladı. Anlaşılan onların ne olduğunu anlatması için Blake'in özellikle sorması gerekiyordu.

 

"O plakalar neyi temsil ediyor? Şu üzerinde yazılar olanlar yani."

 

Kadın, Blake'in merakından kolay kurtulamayacağını anlayınca, öğrencisinin sorusuna gülen bir öğretmen edasıyla gülümsedi.

 

"Bunların adı 'künye', askerlere verilir. Üzerinde onu takan kişiye ait bir takım kimlik bilgileri bulunur. Sizde olmamasına şaşırdım açıkçası."

 

Blake horgörülü bir tutum takınarak konuştu. "Tabi ki künyelerimiz var, sadece sizdeki gibi olmadığı için ne olduğunu anlayamadım. Bizim künyelerimiz burada." Karın boşluğunun biraz daha yukarısını gösterdi. Eliyle biraz bastırdığı zaman avuç içi büyüklüğünde düz ve sert bir şeyin gerginliği, derinin altından fark edilir hale geldi.

 

"Demek vurduğumda hissettiğim sertlik buymuş." Gölge'nin neyi ima ettiğini anlamayan Blake boş boş bakıyordu. "Sizinle dövüştüğümüz zamanlar, karın boşluğunuza vurduğum her sefer elime geliyordu. "

 

Gölge bir süre söylediği şeyin, kendi açısından ne kadar saçma olduğunu düşündü. Bir insanı tanımak için çok sıra dışı bir yöntemdi; karşıdakinin karın boşluğuna vurmak. Onca yorgunluk, fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalmak, açlık ve susuzluk gibi bir sürü şeyin üst üste geldiği son aylarda, bu durum biriyle tanışmak için çok normal bile sayılırdı aslında. Böyle düşündükçe genç kadın sessizce gülmeye başladı, giderek daha fazla gülüyordu.

 

Gölge'nin bakış açısıyla düşününce, tanışma aşamaları Blake'i de güldürmeye başladı.

 

"Sen benim künyeme vurmuş olabilirsin ama, ben de seni on tane askerin üzerine fırlattım." Bu cümlenin üzerine gülüşmeler kahkahalara dönmeye başladı. Biraz zaman geçtikçe kahkahalar yavaş yavaş kesildi. Masanın üzerindeki, dişleri olan küçük nesneyi gösteren Gölge, bunun ne olduğunu bilip bilmediğini sordu Blake'e.

 

Genç adam eline alıp biraz evirip çevirdi, nesnenin dişlerini hareket ettirmeyi denedi ancak çok az hareket eden dişler sabit kaldı. "Bence bu bir tüüüüürr, bıçak?"

 

Onay almak için Gölge'ye baktı, fakat tam tersi Gölge olumsuz anlamda kafa sallarken yeniden bir gülme krizinin içine girdi. Nesneyi Blake'in elinden alıp uzun saçlarına daldırdı.

 

"İşte bunun için kullanıyoruz üsteğmen, bu nesnenin adı 'tarak'. Saçlarımızı temizlemek ve düzeltmek için kullanıyoruz. İnsanlığın en eski icatlarındadır aslında." Durup alaycı bir ifade takındı.

 

"Bıçaktan sonra tabi." Blake'in yanlış anlamasına yaptığı gönderme ikisine de tebessüm ettirdi.

 

Biraz sessizliğin ardından, Blake'in gözü künyedeki sarı halkaya takıldı yine.

 

"Bu da mı künyenin parçası?"

 

Gölge'nin eli dalgınca boynundaki halkaya dokundu, derin, kederli bir nefes aldı.

 

"Bu... Bu benim alyansım. Bir çeşit yüzük, parmağa takılan bir takı."

 

Bu kez Blake gözlerini devirdi. Kadın her şeyi ince ince açıkladığı için kendini giderek yetersiz ve cahil hissediyordu.

 

"Biraz abartıyorsun. Tabiki de yüzüğün ne olduğunu biliyorum. Aşk evlerinde çalışanlar takıyor bunları."

 

"Aşk evi mi?"

 

"Evet cinsel ihtiyaçların ve fantazilerin için gittiğin yerler işte." Gölge, Blake'in sözünü ettiği yerlerin, modern genelevler olduğunu anladı. Evliliğin itibarının gözden düşürülmesi için yirmi ikinci yüzyılın başlarında, evliliği ifade eden her türlü şeyin kullanım hakları zorunlu olarak genelevlere bırakılmıştı. Blake büyük ihtimalle alyansın anlamını ve alyansa sahip olanın sosyal statüsünü anlamını bilmiyordu.

 

Gölge enerjik bir şekilde ayağa kalktı, ellerini birbirine vurarak, Blake'i de banyoya göndermek için eliyle, banyonun yolunu gösterdi. "Siz banyoya gidiyorsunuz, ben de bir sofra hazırlıyorum üsteğmen, siz gelince de yemek yiyoruz. Haydi! haydi kalkın bakalım."

 

Blake tatlı bir uyuşukluk hissiyle ayaklanıp banyonun yolunu tuttu. O yürürken arkasından gelen kutuların sesleri, kendini güvende hissettirmişti. Bu arada karnından gelen gurultu sesleri, acele etmesi için sinyal gibiydi.

 

Hızlıca duşunu aldı, kabinin içindeki fanlarla vücudunu kurutup, giyindi. Salona döndüğünde, sehpanın üzerinde hem göze, hem de mideye hitap eden bir sofra duruyordu. Her ne kadar Blake sofradakilerin çoğunu bilmese de kokuları gayet iştah açıcıydı.

 

"Bak bunu çok iyi biliyorum işte!" Parmağıyla, bir kutunun içinde duran, pişmiş kırmızı eti gösterdi. "Gerçi bu benim yediklerimden biraz farklı görünüyor ama..."

 

"İnanın tek fark görüntüsü değil, bu gerçek kırmızı et. Size su getirmek için kutu ararken dolabınıza baktım biraz ve yediğiniz etin yapay olduğunu gördüm. Bunu bir deneyin de ne kaçırdığınızı anlayın!"

 

Üsteğmen, açlığın da verdiği sabırsızlıkla, bir parça et koparıp ağzına attı. Bu deneyim hayatının geri kalanında unutamayacağı şeylerden biri olmayı garantilemişti. Ağzının içerisine yayılan tat, burnunu dolduran et ve baharatların kokusu, ağzında tel tel ayrılması. Blake ağzındaki bitmeden yeni parçaları ağzına atıyordu. Sırasıyla sehpanın üzerindeki her şeyden yemiş oldu. Hele o 'neyveler' hem sulu hem de kendine has koku ve aromalarıyla insanda sürekli yeme isteği uyandırıyordu. Adam hızla sofradakileri silip süpürürken, kadın da bıyık altından gülerek, sakince yemeğini yiyordu.

 

Blake kutuların dibinde kalan lokmaları dahi yerken, Gölge çoktan doymuş ve koltuğa geçip, adamın yemeği bitirmesini beklemişti. Sonunda yemek tamamen bittiğinde, Blake tıka basa dolmuş bir karınla koltuğa yaslandığında neredeyse nefes almaya bile yeri kalmamıştı. Gölge de sessiz sakin oturuyor konuşmaya pek yanaşmıyordu. Zaten banyo yapmanın ve yemek yemenin verdiği rahatlamayla Blake artık konuşamayacak kadar gevşemiş, göz kapaklarını açık tutmakta zorlanır hale gelmişti. Tam uykuya dalacağı sırada, dairedeki kişisel holofonu tiz sesler çıkarak kırmızı kırmızı yanıp sönmeye başlamıştı. Kafasını sağa sola sallayarak ayılmaya çalıştıktan sonra holofona cevap vermek için hazırlandı. Ardından holofondan gele çağrıyı kabul etmek için dairesel cihazın kenarındaki dokunmatik bir tuşu kaydırdı.

 

Ekran açıldığında karşısında gördüğü kişi Melike Karina olunca, istemsizce dikkat kesilip, ciddi bir halin içine girdi. "Ben Üsteğmen Blake. Sizi dinliyorum Karina hanım!"

 

Ekranda beliren kadının yansıması, Blake'in aksine oldukça rahat görünüyordu. "Rahat olun üsteğmen. Sadece sizi kontrol etmek ve yeni yerleşim yerindeki evinizin hazır olduğunu söylemek istedim. Herhangi bir sorun var mı?"

 

Blake, arkasına dönüp konuşmaları dinleyen Gölge'ye baktı. "Hayır hanımefendi, bir sorun yok."

 

"Güzel. Bir saat içerisinde sizi alıp, öndersoy yerleşimine götürmek için bir grup gelecek. Yanınıza bir şey almanıza gerek yok, sadece grubu bekleyin." Blake'le konuşurken bir yandan da önünde bir şeylerle ilgileniyordu. Kafasını önünden kaldırıp doğruca Blake'e baktı.

 

"Görev için biran önce çalışmaya başlayın üsteğmen!"

 

Blake'in bir şey söylemesine fırsat kalmadan çoktan holofon kapanmıştı. Genç adam arkasını dönüp Gölge'ye baktı.

 

"Anlaşılan bu kadar dinlenmek bize yeter hah?"

 

Gölge umarsız bir omuz silkelemeyle yetindi sadece. Bu arada Blake aklına gelen şey nedeniyle hızlıca arkasını döndü.

 

"Ben ilk uyuduğumda yerde yatıyordum, koltuğa yatmamı sağlayan sen miydin?"

 

Karşılık olarak ikinci bir omuz silkme aldı sadece, ancak bu kez Gölge'nin yüzünde hafif eğlenen bir ifade vardı. Blake'se bu kadınla ilgili ne düşünmesi gerektiğine karar vermekte giderek zorlanıyordu.

 

 

Loading...
0%