@sk.acar
|
Selim eve varmış, kapıda Filiz hanımı beklerken çıkacağı bu yolculuk için nişanlısına haber vermesi gerektiği aklına gelmişti. Eylül, iyi eğitimli, başarılı çok zeki ve çok da güzel bir kızdı, ancak bir o kadar sert, hesapçı ve dediğim dedik karakterdeydi. Selim'in ailesinin şirketinde, onun ailesinin de oldukça büyük payı vardı ve o da Selim'le birlikte yönetim kurulu başkanlığı için yapılacak seçimlere hazırlanıyordu. Bu yüzden Selim'in ona vereceği haberden pek mutlu olmayacaktı.
Genç adam korkunun ecele faydası olmadığını bildiği için telefonu boş boş elinde çevirmeyi bırakıp onu aramaya karar verdi. Telefon ikinci çalışında açılmıştı.
"Alo"
"Alo Eylül, nasılsın ne yapıyorsun?"
"Ne yapayım Selim, seçimler için hazırlanıyorum işte. Hastanedeki işlerin bittiyse, sen de gelip yardım etsen iyi olur!"
"Sağ ol Eylül, babam da ne yapsın, iyi işte. Sabahki kazadan sonra ağır yaralı ama olsun idare ediyoruz."
Nişanlısının bu hedefe odaklı yönü Selim'in hoşuna gitse de bazı zamanlar onu bir insan gibi değil de bir robot gibi görmesine neden oluyordu.
"Ah haklısın! Mahir amca nasıl?"
Selim karşıdakinin görmeyeceğini bilse de olumsuz anlamda kafasını iki yana salladı.
"Doktorlar çok umut etmeyin diyorlar, aldığı yaraları kaldıramayabilirmiş."
Kısa bir süre sessizlik oldu. Hattın diğer ucundaki genç kadın, bu durum için ne söyleyebileceğini düşünüyordu.
"Üzgünüm Selim, yapabileceğim herhangi bir şey var mı?"
"Düşünmen yeter. Bizim de yapabileceğimiz bir şey yok zaten."
"Anlıyorum. Şimdi ne yapıyorsun peki? İstersen birlikte yemeğe çıkalım biraz kafan dağılsın."
"Maalesef! Ben de bunun için aradım. Benim biraz şehir dışına çıkmam gerekiyor Eylül. İki güne geri dönerim, hatta belki daha kısa sürer ama ufak bir işi halletmem gerek. Ben gelene kadar ortamı sen idare edersin değil mi?"
Karşı taraf derin bir nefes aldı, bu beklenmeyen yolculuktan hoşlanmayacağı başından belliydi zaten.
"Selimciğim, farkında değilsin ama başkanlığı kaptırma ihtimalimiz oldukça yüksek, Mahir amca da yok zaten. Bu gezi işle ilgili değilse başka zamana ertelesen olmaz mı?"
"Haklısın, ama anneme söz verdim Eylül. Eski bir tanıdıkla görüşmem gerekiyor."
"Eski bir tanıdıkla görüşme mi? Selim şaka mı yapıyorsun! Şuan bunun sırası mı? Bir sürü şey üst üste geldi zaten. Hala şirketin mandıralarındaki hayvanların neden hastalandıklarını öğrenemedik. Bugün bile yüzden fazla hayvan öldü, yüzlercesi de ölmek üzere. Enerji alanında yatırım yapmayı düşündüğümüz şirketin raporlarında da bir sürü sorun var. O yüzden bu saçma görüşmeyi iptal edip buraya gelsen iyi edersin!"
"Eylü..."
Telefon çoktan kapanmıştı bile. Bu ara sık sık Eylül ve Münevver hanımın arasında kalıyordu Selim. Eylül haklıydı ama annesine de söz vermişti. Geri döndüğü zaman Eylül canına okuyacaktı, hoş bu Selimin çok da umurunda olmazdı. Çünkü Eylül'le evlenme fikri kendine ait değildi. Bu evlilik zamanı geldiği için iki aile tarafından kararlaştırılmış, ne Eylül'e ne de Selim'e fikirleri sorulmamıştı.
Genç adam bıkkın bir şekilde kafasını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes verdi. Her zaman vuran o bunalmışlık hissi yine gelip arsızca omuzlarına çökmüştü. Bir süre öylece gökyüzünü izlemeye devam etti.
"Selim..."
Seslenen Filiz hanımdı. Bu kadının sesini duymak bile Selim'in içini ferahlatıp yüzünü güldürüyordu.
"Nerelerdesin sen hayırsız!"
Hafif tombul, kısa boylu, kıpkırmızı yanaklarıyla bir çocuk gibi seke seke Selim'e doğru seyirtti. Elleri kolları doluydu her zamanki gibi. Ellerindekileri Selim'in arabasının arka koltuğuna bıraktıktan sonra genç adamla sıkıca kucaklaştılar.
"Dur kız dur! Duyan da hiç görüşmüyoruz sanacak Filiz sultan!"
Kadın Selim'in kollarından sıyrılıp, aralarındaki boy farkı yüzünden aşağıdan yukarı doğru sitemkar gözlerle ona baktı.
"Görüşmüyoruz tabi! En son bir ay önce gelmiştin. O da yemek yedin gittin, oturup konuşamadık bile."
"Eeee ne yapalım, yavaş yavaş şirketin sorumluluğu bana kalıyor Filiz abla. Yönetim kurulunda Eylül ve benden sonra en genç üye elli yaşında, beni de dünkü çocuk olarak gördükleri için çok çalışıp kim olduğumu göstermem gerekiyor onlara."
Kadın uzanıp Selim'in yanaklarını yakaladı, bir çocuğu sever gibi iyice oynamaya başladı.
"Benim paşam büyümüş de, büyük adamlarla büyük işler mi yaparmış bakıyım!"
Selim yüzünü kadının ellerinden kurtarıp kaşlarını çatarak baktı ona.
"Filiz sultan, ayıp ediyorsun bak! Otuz olacağım iki sene sonra hala çocuk muamelesi yapıyorsun."
"Sen benim sarı kuzumsun hep, boşa uğraşma."
Genç adam, Filiz hanımın elinde büyümüştü ve ilk doğduğundan beri ona hep bu isimle hitap etmişti. Selim belli etmese bile, Filiz hanımın ona böyle seslenmesi hala kendini iyi hissettiriyordu. O yüzden kadının söylediğine karşılık sadece karşılıklı gülüştüler. Selim ona bakınca gözlerinin kızarmış olduğunu gördü.
"Ağladın değil mi?"
Kadının gülümsemesi yavaş yavaş soldu.
"Ne yapayım Selim? Mahir beyin ne olacağı belli değil. Patron değil ki o adam benim için. Abim gibi..."
Kadının gözünden bir damla yaş süzülürken, boğazından bir hıçkırık kaçıverdi. Selim şefkatle kadını omuzlarından tutup yüzünü onun hizasına indirdi.
"Hey! Yıpratma kendini. Babam yaşıyor ama baksan sen öldürmüşsün adamı."
Kadın kollarını Selim'in ellerinin arasından kurtardı, kızgın bir surat ifadesi takınarak Selim'in kolunu çimdikledi.
"Ağzından yel alsın Selim!"
"Şaka yaptım Filiz hanım. Size de şaka yaramıyor yahu!"
Selim'in yalandan serzenişlerini duymazdan gelen kadın arabaya yöneldi. Şoför koltuğunun yanında yerini aldı.
Selim de arabaya bindi. İçeride çok güzel bir koku vardı, Filiz hanım yine mutfak marifetini konuşturmuştu anlaşılan.
"Arkaya ne koydun Filiz abla? Kokusu bile acıktırdı bak."
Selim arkaya uzanıp yemek kaplarının olduğu çantayı aldı. Yemekler sıcacıktı. Büyük ve kapaklı bir kutuyu çıkarıp içine baktı.
"Filiz sultaaaan. İşte bu be, sen ne ara pişi yaptın?"
Filiz hanımın yüzünde hoşnut bir sırıtış oluşmuştu.
"Sen arayınca yapıverdim hemen. Termos da çay da var, yolumuz uzun nasıl olsa, yiye içe, sohbet ede ede gideriz."
Selim pişilerden birini ısırırken, kaşları çatılarak sordu.
"Yolumuz uzun demek. Nerede oturuyor bu kadın?"
"Tek bir yerde oturmuyor. Biraz göçebedir işi gereği ama genellikle Düzce ya da Sakarya'nın yaylalarında olur. Kızıyla birlikte hareketli bir hayatları var anlayacağın."
"Ankara'dan üç dört saate varırız. İki gün bile tutmaz herhalde."
Selim, o kadının adı geçince yine gerilmişti. İçini ufaktan ufağa öfke dalgaları sarmaya başlamıştı. Demek bir kızı vardı, bu da demek oluyor ki, babasının büyük aşkı her şeyi geride bırakıp kendi hayatının düzenini kurmuştu.
'Uğrunda hayatımızdan mutluluğu esirgediğin kadın senin yasını bile tutmamış baba gördün mü baba?' Selim kendi içinde babasıyla konuşmak istediği zamanlardaki gibi yapmıştı yine. Bu düşünde daha da öfkelenmesine neden olmuştu. Arabayı çalıştırıp süratli bir şekilde yola koyuldu, bu iş ne kadar erken biterse o kadar iyiydi.
İlk bölüm yayında arkadaşlar. Yorumlarınızı, görüşlerinizi, eleştiri ve beğenilerinizi eksik etmeyin olur mu?
|
0% |