Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@sk.acar

"Selim bey?"

 

İsmini duyan genç adam gözünü diktiği beyaz fayanslardan ayırarak sesin geldiği yöne doğru baktı. Seslenen kişi, saatler süren ameliyat nedeniyle bitap düşen, orta boylu, hafif tombul, kırklı yaşlarının sonlarında bir doktordu.

 

Doktorun yorgun ve ruhsuz bakışları, genç adamın zaten endişeli olan ruh halini daha da kötü etkiliyordu. Duyabileceği kötü habere karşı kendini elinden geldiği kadar hazırlamaya çalışsa da başarılı olamamış, ellerinin titremesine, nefesinin hızlanıp, kalbinin deli gibi çarpmasına engel olamamıştı. Otuz yıllık hayatı boyunca, hep güçlü olmayı ya da en azından öyle gibi davranmayı becermişti, ancak şuanda dizlerinin bağı çözülmüş, yere yığılacakmış gibi hissediyordu. Duyduğu endişeyi ses tonuna yansıtmamaya özen göstererek elinden geldiği kadar soğukkanlılıkla doktoru yanıtladı.

 

"Evet doktor?"

 

Doktor, yorgunluğun ve mesleki alışkanlıklarının verdiği sakinlikle karşısında duran adamı bilgilendirmeye başladı.

 

"Öncelikle bilmelisiniz ki ben ve ekibim ameliyat boyunca babanız için elimizden geleni yaptık, ama..."

 

Doktor doğru kelimeyi bulmaya çalışıyor gibi, bir süre durakladı. Bu kısacık süre ise Selim için asırlar gibiydi. O basit, bir o kadar da uğursuz amanın arkasında kendisinin felaketi saklı gibiydi. Bu uğursuz sürenin ardından doktor konuşmasına devam etti.

 

"Ancak vücudunda çok fazla hasar vardı, kırık kemikler dokulara ve bazı organlara zarar vermiş. İç kanamaları saymıyorum bil..."

 

Konuşmanın belirsizliğine dayanamayan genç adam doktorun aksine hiç de sakin olamıyordu. Artık biran önce sonucu duymalı, babasının akıbetini öğrenmeliydi.

 

"Uzatma doktor! Babam öldü mü?"

 

Bu saygısız ton doktoru rahatsız etse de, yirmi yılı aşkın meslek hayatında binlerce hasta ve hasta yakını görmüş, her birinin, farklı olaylara karşı farklı tepkilerine şahit olmuştu. Çoğu zaman bu insanlar, öfkeli, üzgün ya da tepkisiz olurdu. Bu genç adam da öfkeli olanlardandı. Doktor omuz silkip görmezden gelmeyi tercih etti.

 

"Hayır Selim bey, babanız ölmedi, ameliyat iyi geçti ama babanız aldığı yaralara dayanamayabilir. Babanızın yaşını da göz önünde bulundurursak iyileşmesi bir mucize olur, bu nedenle üzülerek söylemek zorundayım ki, her şeye hazırlıklı olmalısınız."

 

Kısa bir sessizlik oluşmuştu. Bir süre iki taraftan da ses çıkmayınca doktor bir şeyler söyleme ihtiyacı hissetti.

 

"Selim bey, bir gelişme olursa haberdar edileceksiniz. Tekrar geçmiş olsun."

 

Artık söylenecek bir şeyi kalmayan doktor, genç adamı koridorda yalnız bırakıp uzaklaştı. Selim'se omuzuna bırakılan bu ağır yükle ne yapacağını bilemeden öylece kalakalmıştı.

 

Kendini bildi bileli, annesini mutlu etmeyi bir türlü başaramamış, annesiyle evlilikleri içerisinde ona sadakat göstermeyip başka bir kadın için yaşamış dolayısıyla, çocukluğundan beri ailelerinde bir kere bile huzuru tadamamış olmasının sorumlusu olarak gördüğü ve her zaman soğuk ve mesafeli davrandığı babası, zaten gözden çıkardığı, dışardaki herhangi birisinden farkı olmayan bir adamdı Selim için. En azından şu ana kadar öyle düşünmüştü. Şu an tek düşünebildiği, babasını bırakmaya asla hazır olmadığıydı, daha babası ölmemişti ama bunun ihtimali bile Selim'in boşluğa düşmüş gibi hissetmesi için yetmişti.

 

Daha fazla ayakta duracak gücü kendinde bulamayınca, duvarın dibindeki koltuklardan birine bıraktı kendini. Susuz boğuluyormuş hissi veren bu duygu geçene kadar bir müddet beklemesi gerekecekti. Hayatı boyunca yok saydığı bu adamın gerçekten yok olması ihtimali bile onu mahvetmeye yetmişti. Başını ellerine, dirsekleri dizlerine yaslanmış şekilde otururken kafasında da onlarca soru dolanıyordu;

 

Babası yaşına rağmen oldukça güçlü, kuvvetli ve sağlıklıydı, her zaman da dikkatli bir sürücü olmuş, hiçbir trafik kuralını ihmal etmemişti. O zaman neden bugün bu kadar dikkatsiz ve süratli kullanmıştı?

 

Selim kaza alanına gidip, arabanın hız göstergesinin, 300 km'de takılı kaldığını görünce, arabayı kullananın babası olduğuna inanamamıştı.

 

Araba bu hızla ilerlerken, Selim'in babası direksiyon hakimiyetini kaybetmiş, bir üstgeçidin ayaklarından birine çarpan araba ancak o zaman durabilmişti ama artık araba değil bir hurda yığınıydı. Arabada sıkışan yaşlı adamıysa, olay yerine gelen itfaiye erleri bir saatlik bir çalışmayla çıkarabilmişti.

 

"Niye baba? Neden böyle bir şey yaptın? Hiç senlik bir şey değil bu!"

 

"Benim yüzümden."

 

Selim kafasını yasladığı ellerinden kaldırarak, karşısında dikilen annesine çevirdi. Ağlamaktan kıpkırmızı olan gözleri ve burnu sayılmazsa, uzun boylu, zarif, ömrünün geride bıraktığı onlarca yılına karşın hala çok güzel bir kadındı Münevver hanım.

 

"Sabah..." Bir burun çekme.

 

"Sabah evden çıkmadan önce söylememem gereken bazı..." Bir burun çekme daha.

 

"bazı şeyler söyledim. O yüzden evden öyle alelacele çıkıp gitti. Benim yüzümden kaza yaptı o Selim!"

 

Selim bu yaşadıkları felaketin üzerine bir de annesini böyle görmek istemiyordu. Ayağa kalkıp annesini kollarının arasına aldı. Annesi de babası da oldukça uzundu ve bu genetik miras Selim'e de geçmişti. Münevver hanım oğlunun kollarının arasında kaybolmuştu resmen.

 

"Seninle ilgili değil anne, babamı biliyorsun, o her zaman bizim nasıl hissedeceğimizi düşünmeden hareket etti. Kim bilir seninle ettiği kavga dışında aklında neler vardı da bugün bu olay yaşandı."

 

Münevver hanım acıyla inleyerek daha da fazla ağlamaya başladı. Artık annesinin bu halini görmek istemeyen Selim, yaşlı kadını kurucu ortaklarından oldukları bu büyük vakıf hastanesinin dinlenme odalarından birine yönlendirdi. Boş bir oda bulduktan sonra annesini odadaki yatağa yatırıp, kendisi de yatağın yanındaki koltuğa oturdu.

 

Kadın gözlerini tavana dikmiş, ellerini yatağın yanlarına sarkıtmış halde sessizce ağlamaya devam ediyordu. Selim uzanıp annesinin elini tuttu.

 

"Onun için bu kadar ağlamana değer mi anne? Senden esirgeyip başka bir kadına verdiği sevgi yüzünden yıllarca hepimizi yeterince mutsuz etti zaten."

 

Kadın gözlerini kısıp daha çok ağlamaya başladı.

 

"Selim sana bir şey söylemeliyim."

 

"Yorma kendini anne, dinlenmene bak sen, ben gidip doktorlarla görüşüp ayrıntılı olarak bilgi almayı deneyeyim."

 

Selim ayağa kalkmak için hamle yaptığı sırada Münevver hanım oğlunun elini daha da sıkı tutarak kalkmasına engel oldu.

 

"Otur Selim!"

 

Münevver hanım günlük hayatında sahip olduğu sert tutumu ve iyi bir doktor olmasını sağlayan doğal otoritesiyle konuştuğu için, Selim onu dinlemek zorunda hissetmişti kendisini.

 

"Yıllarca babana karşı beni desteklediğini, her konuda bana taraf çıktığının farkındayım. Bir oğul olarak doğru bildiğini yaptın ve bunun için sana çok teşekkür ederim. Ama aslında savunulması gereken ben değilim."

 

Selim konuşacak gibi oldu ama Münevver hanım ona susmasını işaret etti

 

"Beni dinle sadece. Bir daha kendimde konuşacak cesareti bulamayabilirim. Ben sana, ablana ve kardeşine o kadar çok yalan söyledim, babanıza karşı sizi o kadar çok doldurdum ki, bu ailenin başına gelen en büyük felaket benim desem yeridir."

 

Münevver hanım bir süre gözlerini kapatıp öylece bekledi. Sanki bir sınırdan geçmek için tüm gücünü topluyordu. Bu sınırı geçtiğinde artık geri dönüş olmayacağını da bildiği için derin bir nefes alıp konuşmaya devam etti.

 

"Babanın başka bir kadınla beni aldattığını ve o kadını unutamadığı için beni sevmediğini anlattım size yıllarca ama hayır bu doğru değildi. Baban o kadını unutamadı evet ama beni hiç aldatmadı."

 

Selim'in kaşları çatıldı, çünkü annesi hep babasını evliliklerine sadık olmamakla suçlardı. Bu sebepten ötürü Selim'in babası Mahir bey kendi ailesi tarafından pek de sevilen bir adam olamamıştı hiçbir zaman.

 

"Babam ölüm döşeğinde diye böyle söylüyorsan şunu bil ki hiç işe yaramıyor anne..."

 

"Hayır Selim, inan bana. Hatta babanın ilk eşi olduğum konusunda bile dürüst davranmadım. O benden önce evliydi. Bunu söylemek canımı yaksa da, babanın bu dünyada aşık olduğu ilk, tek ve son kadın da oydu. Bunu değiştirmek için neler neler yaptım ama olmadı, onunla boşanıp benimle evlense de, o kadının gölgesi hep aramızda kaldı sanki. O kadar kötü şeyler yaptım ki bende gıdım insanlık bırakmadı bu davranışlarım."

 

Münevver hanım tekrar derin bir nefes alıp yutkundu.

 

"Baban yaşayacak mı yaşamayacak mı bilmiyorum ama ben kendime bir söz verdim; O kadın da baban da yaptığımız her şeyi öğrenmeli."

 

Selim bu konuyu konuşmaktan hiç hoşlanmamıştı, ama diğer yandan annesini ağzında çıkan her kelime kafasını daha da karıştırmış ve merakını tahrik etmişti.

 

"'Yaptığımız' derken, sen ve kimi kast ediyorsun anne?"

 

"Babaannen ve nesrin teyzen de benim suç ortaklarım sayılır."

 

Münevver hanım kafasını Selim'e çevirdi. Bir süre öylece baktıktan sonra konuşmaya devam etti.

 

"Bu işte senin ve kardeşlerinin bir suçu yok ama, bu korkunç suçları affettirmek için bana yardım eder misin Selim?"

 

"Benden ne yapmamı istediğini hala anlayamıyorum anne."

 

"Ona git Selim, babanın ilk eşine... "

 

Münevver hanımın yüz ifadesi kısa bir an acıyla çarpıldı.

 

"Yanına Filiz ablanı da al. O bizim yaptığımız her şeye tanık oldu, bildiği her şeyi size anlatmayı çok istedi ama hep engel olduk. Şimdi eve git, Filiz'e söyle sana da, o kadına da her şeyi anlatsın. Birlikte gidip dediğim kadını bulun, her şeyi öğrendikten sonra ikna edebilirseniz onu da buraya getirin, babanı son da olsa bir kez daha görsün."

 

"Anne benimle dalga mı geçiyorsun? Ailemizin altüst olmasının sebebi olan o kadının ayağına gideceğim, bir de lütfederse buraya getireceğim öyle mi? Şuan uğraşacak onca şey var ki, bir yanda babam, bir yanda şirketin yönetim kurulu başkanlığı için yapılacak seçim... Sence senin hesaplaşma oyununa ayıracak zamanım var mı?"

 

"Keşke yüzün gözün gibi huyun da babana benzeseydi Selim... Bazen o kadar kırıcı ve kaba oluyorsun ki..." Selim, annesinin daha da fazla ağlamasına sebep olduğu için içinden kendi kendine küfürler savuruyordu.

 

"Özür dilerim anne. Sana bağırmak istememiştim, sadece bu ara her şey çok üst üste geliyor ve bazen fazla tepki verebiliyorum. Bu istediklerini sonraya bıraksak olmaz mı?"

 

Annesinin vereceği cevabın olumlu olmasını istiyordu, çünkü annesi ne yapmasını isterse onu yapmayı düstur edinmişti Selim. Sanki babasının annesinde bıraktığı boşluğu kapatmak kendi görevi gibi hissetmişti.

 

"Selim, lütfen! Buna dayanamıyorum artık. Bu konu açıklığa kavuşmadığı her saniye, babandan önce ben kendimi öldürmeyi düşünüyorum."

 

"Anne, senin gibi aklı başında bir kadına yakışmıyor bu laflar. Lütfen toparla kendini!"

 

Yaşlı kadın kafasını odanın dışarıyı gören penceresine çevirdi.

 

"Bu kadın o kadar kötü şeyler yaptı ki Selim, artık yaptıklarım bana bile yük oluyor, yaş aldıkça yaptıklarım ruhumu boğuyor sanki."

 

Selim annesinin bu isteğinden vazgeçmeyeceğini anlayınca kafasını geri atıp derin bir nefes aldı.

 

"Madem bu senin için bu kadar önemli, o zaman yapacağım anne. Ancak bu saçmalığa sadece iki gün ayırabilirim. Biliyorsun iki hafta sonraki yönetim kurulu başkanlığı seçimi için işlerimin başında olmam gerekiyor."

 

Münevver hanımın bitkin yüzü ilk kez aydınlanmıştı.

 

"Çok teşekkür ederim oğlum, üzerimden ne kadar büyük bir yük aldığını bilemezsin!"

 

"Senin için her şeyi yaparım anne."

 

"Biliyorum. Hadi şimdi doğru eve git, Filiz'i de al hemen bugün yola çıkın!"

 

"Sakin ol anne, önce doktorlarla görüşeyim sonra seni eve bırakırım. Şirkete de haber vermem gerekiyor..."

 

Münevver hanım kızgınlığın ve ciddiyetin hakim olduğu o otoriter ses tonuyla konuşmaya başladı.

 

"Selim, doktorlarla biz görüşürüz. Şirkete de ben haber veririm. Sen sadece dediğimi yap! Hemen git şimdi yola çıksan akşama varırsın zaten."

 

"Varırsın derken... Bu kadın nerde oturuyor anne?"

 

"Ankara'da oturmadığını ama yakın bir şehirde oturduğunu biliyorum sadece ama Filiz ablan tam yerini biliyor. Hadi kalk artık çocuk!"

 

"Tamaaam tamam kalkıyorum işte."

 

Selim alelacele ayağa kalktı ve odanın kapısına yöneldi, tam hızla kapıdan çıkmadan annesinin sesi onu durdurdu.

 

"Selim!"

 

"Efendim anne?"

 

"Bak... Ne öğrenirsen öğren... Benden nefret etme olur mu?"

 

Selim hızla annesinin yanına döndü, iki eliyle annesinin yüzünü tutup, iki yanağından da öptü.

 

"Senden nefret etmem imkansız bunu biliyorsun."

 

Ardından Münevver hanımın bir şey söylemesine fırsat vermeden odadan ayrıldı. Süratle hastaneden çıkmadan önce Filiz ablasını aradı.

 

"Alo, Filiz abla?"

 

"Selim! Ablam, Mahir bey iyi mi? Durumu nasıl? Doktorlar ne söylediler?"

 

"Sakin ol Filiz sultan. Ameliyat iyi geçti ama hala hayati tehlikesi var."

 

Bunu o kadar basit söylemişti ki, duyan düşmanından bahsediyor sanabilirdi. Selim ne olursa olsun babasını suçlu ilan etmişti bir kere ve onu önemsemiyor gibi yapmaya alışmıştı.

 

"Selim baban o senin ablam, öyle düşmanın gibi konuşma ölürse çok pişman olursun bak!"

 

Filiz'in söylediği bu ihtimal bile Selim'in kalbine bıçak saplıyordu ama yine de bildiğinden şaşmaya niyeti yoktu genç adamın.

 

"Neyse ne Filiz abla. Ben sana başka bir şey söyleyecektim. Annem, seninle birlikte o kadına gitmemiz gerektiğini söyledi."

 

Telefonun diğer ucundan uzunca süre ses gelmeyince Selim hattın kesildiğini sandı.

 

"Filiz abla?"

 

"Züleyha ablaya mı gitmemizi söyledi?"

 

Selim bu ismi ilk kez duymuyordu. Bu kadını hiç görmese de adı hep evlerinin içinde sık sık geçerdi. Çoğunlukla da Selim'in annesi ve babası tartışırken, Münevver hanım sık sık bu ismi zikrederdi.

 

"Her neyse, işte ona gitmeliymişiz ve sen bildiğin her şeyi anlatacakmışsın falan filan. Annem yaşlandıkça tuhaflaşıyor işte. Sanki o kadının sebep olduğu sorunlar kendi hatasıymış gibi davranıyor."

 

"Annen sana her şeyi anlatmadı değil mi? Neyse dur, yüz yüze konuşuruz, sen gel beni al geç kalmayalım."

 

Selim yüzüne kapanan telefona şaşkınca bakakaldı. Bu insanların sorunu neydi böyle? Söz konusu şu Züleyha denen kadın olunca herkesin davranışları değişiyordu. Genç adamın kafasında o kadın asla saygıyı hak etmiyor, dolayısıyla adıyla bile çağırılması gerekmiyordu. Annesine söz verdiği için bu saçma yolculuğa çıkıyordu ancak her şeyi annesinin dediği gibi yapma niyeti yoktu.

 

Selim, ailelerinin üzerinde gezinen bu karabuluta haddini bildirmek için fırsata çevirecekti bu yolculuğu. Onun çocukluğunda kendisinden çalınan her mutlu an için çıkıyordu yolculuğa. Onların hayatı zehir olmuşken, kim bilir o kadın nasıl rahat rahat yaşıyordu?

 

İşte bu nedenden dolayı, Selim için bu yolculuk bir hesaplaşma değil de, bir öç alma fırsatı olacaktı.

 

En azından o öyle düşünüyordu.

 

 

 

 

 

Eveet arkadaşlar, bu Kitapad'deki ilk yazım. O yüzden yazım ve imla hatalarımı görmezden gelin lütfen. Ancak yorum ve eleştiri yaparak da bu hatalarımı düzeltmeme yardım ederseniz çok sevinirim. Şimdiden okuyan herkese çok teşekkürler, umarım beğenirsiniz...

Loading...
0%