Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 8

@slnbs

"Bir çilekli, ve iki çikolatalı milkshake." Alfro elinde tuttuğu çilekli içeceğimi masanın üzerine bıraktı.


"Güzel uyum." dedim çikolatalı milkshakelere göz gezdirirken. Ellerindeki içeceklerine kısa bir bakış atan Alfro ve Diana, göl kenarına kurduğumuz çadırımızın hemen önündeki kamp sandalyelerine oturdular.


"Meyveli içecekleri sevemiyorum." diye mırıldandı Diana. Çikolatalı sütünden bir yudum aldı ve gözlerini kapatarak "işte bu." dedi.


"Tercih meselesi tabii." Alfro elimdeki çilekli süte baktı.

"Ama meyveliler bana da çok şekerli geliyor."


"Saygı duyarım." Çilekli milkshakemi havaya kaldırdım ve "afiyet olsun" diye ekledim. Alfro'yla küçükken San Diego'nun California semtinde bulunan, ve büyük bir alanı gölle kaplanmış olan Lake Hodges'te çok kez kamp yaptık. Her geldiğimizde Alfro berrak yeşilimsi suda bir kuğu gibi süzülmeden eve dönmezken, suyun altında belli belirsiz ayağıma değen cisimlerden hoşlanmayan ben onu izlemeyi tercih ederdim. Hayata bakış açılarımızın, ve yaşantılarımızın birbirimizden çok farklı olması zaman zaman Alfro'nun benden sıkıldığı yönünde kaygılarıma neden oluyordu ama o, benim bu düşünceme asla katılmadığını söyler sahte bir kızgınlıkla bana söylenirdi. O her zaman etrafa gülücüklerini saçarken benim tebessüm olayım kolay kolay kahkaya dönüşmezdi. Onun aksine hiperaktivite bir yönüm yoktu. Ya da tez canlı bir insanda değildim. Çoğu zaman yalnız takılmayı seven biri olarak bütün günümü evde geçirebilirdim. Beni harekete geçiren ve eğlendiren hep Alfro olurdu.


"Ambiyansa bayıldım." Diana sıra sıra dizilmiş palmiye ağaçlarına baktı. Ağaç dallarına yerleştirilen renkli fenerleri, ayağımızın altında ki parlak ve gür çimenleri, gölün kenarlarına koyulan büyük çiçek saksılarını beğenerek inceledi. Hafif esen rüzgar çocuklar tarafından göğe bırakılan uçurtmalara destek olurken, bir yandan mangalda pişirilen et kokuları etrafı sarmış, sıcak bir aile ortamı oluşturmuştu.


"Belinday'la ne zaman bunalsak hep buraya gelirdik." dedi Alfro. Başında ki şapkasını çıkardı ve kıvırcık saçlarını hızlıca sallayıp düzene girmesini sağladı. Diana'nın hayran bakışlarını hissettiğimde gülümsememe engel olamayarak, göl kenarından ayrıldım ve benim için ayrılan sandalyeme kendimi bıraktım.


"Biliyor musun Alfro, Diana'da basketbol izlemeye bayılır." Diana'yı odamızda çok kez basketbol izlerken ve her yenilgide fanatik bir izleyiciden çok daha büyük tepkiler verirken görmüştüm.

Alfro Diana'ya doğru bir bakış attı ve "öyle mi?" diyerek gerçekliğini sorguladı.

Diana şaşkın bakışlarına engel olamayarak bana baktı.


"Alfro büyük bir takımın basketbol kaptanı." dedim bu konuyu neden açtığımı belirterek.

Diana daha da sasirirken ağzı o şeklini aldı ve Alfro'ya döndü.


"Vay canına." diye mırıldandı.

"Bu gerçek mi?"


Alfro Diana'nın hareketlerine küçük bir kahkayla karşılık verirken başını salladı. Ruhu okşanmıştı.

"Takip ettiğin bir oyuncu var mı?"


"Tabi ki. LeBron James."


"Oo." Alfro coşkulu bir şekilde güldü.

"NBA tarihinin en skorer oyuncusu. Güzel seçim."

Diana'nın yüzündeki memnun ifade büyüdü ama başını sallamakla yetindi. Gün batımına doğru Alfro etlerimizi pişirirken onu izleyen Diana'ya döndüm.


"Bence yakışırsınız." dedim, Alfro'yu beğendiğini farkettiğimi bilmesini isteyerek.


Diana gözlerini Alfro'dan çekti ve bana ciddi bir şekilde baktı.

"Hiç böyle bir şey düşünmedim. Bizi yakınlaştırmaya çalışma."


"Yakışıklı çocuk olduğunu söylemiştin."


"Bunu inkar edemem." Diana omuz silkti ve ağzına atıştırmalık bir şeyler tıktı.


"Jack yüzünden mi?" diye sordum. Alfro'yu beğendiğini ve onu yakışıklı bulduğunu söylerken engel olabilecek tek bir şey vardı, o da duygularıydı.


"Hayır tabi ki." Diana boğazına takılan yudumunu zor da olsa yuttuktan sonra bana doğru eğilerek fısıldadı.

"Buna ondan bahsetme."


Gülümsedim. Ona bahsetmediğim çok şey olduğu aklıma gelince keyfim kaçtı.

"Ondan bazı şeyleri saklamak canımı sıkıyor." Alfro'nun duymamasına dikkat ettim.


"Seni anlıyorum, ama hayat bazen bazı şeyler için bizi zorlar. Kendinden başka kimseyi düşünmemelisin Belinda. Yapman gereken daha çok şey var."


"Biliyorum. Yoksa her an çarmıha gerilebilirim."


"Bir dakika." Diana merakla bana baktı.

"O da ne demek şimdi?"


Ağzımdan kaçırdığım cümlelerin farkına varırken rahatsızca yerimde kıpırdandım.

"Kurultayın gücünü bulamayan öğrenciler için uygulamak istediği ceza olayı vardı ya hani." dedim hatırlamasını sağlayarak.

"O ceza gününde bende vardım."


Bir solukta söylediğim şeyler karşısında Diana korkuyla bana baktı.

"Yakalanmadım de."


"Bay Dony'le biraz sohbet etmiş olabilirim." Birbirimize tehditvari üzerinden oluşan konuşmamızdan bahsetmedim.


"İnanamıyorum Belinda." Alfro tabağın içine koyduğu birkaç pişmiş eti önümüze koyduğunda Diana susarak arkasına yaslandı. Ama gözlerini benden çekmedi.


"Soğumadan yiyin istedim."


"Teşekkürler Alfro." dedim sesimin keyifli çıkması için zorlarken. Ortamdaki gerginliği farketmesini istemedim. Alfro pişmeye devam eden etlerin yanına döndüğünde Diana'nın bakışlarına aldırış etmeden etimden küçük bir parça kopardım ve ağzıma attım.

"Et çok lezzetli, sende yesene."


"İştahım kaçtı." Uzun bir sessizliğin ardından Diana'nın ısrarcı bakışlarına yenik düştüm.


"Biliyorum bu tehlikeliydi."


"Oraya nasıl gittin?"


"Tanımadığım bir numaradan mesaj aldım. Bana attığı konum sayesinde orayı buldum."


"Tanımadığın numaraları kaale almaman gerekiyor."


"Hoşgeldin anne." Diana sinirle ellerini saçlarından geçirerek sandalyesini bana yaklaştırdı ve sessiz bir şekilde bağırdı.


"Bay Dony tanıdığından çok daha tehlikelidir. Elinden nasıl kurtuldun bilmiyorum ama ikinci bir şans vermeyecektir."


"Tehditvari sözleri Edis gelmeseydi eğer nereye kadar ileri giderdi bilmiyorum tâbi."


"Edis?" Diana sinirle güldü. Alfro etlerden yükselen dumanların arasından bize gülerek baktı. Sanırım şuan eğlendiğimizi düşünerek mutlu oluyordu.


"Tanımadığım numara Edis'e ait de birde düşüp bayılayım Belinda."

Sessiz kalarak cevabımı verdim. Duyduklarına inanmakta zorluk çeken Diana başını ellerinin arasına alarak "çok güzel." diye mırıldandı. Alfro'nun gelmesiyle konuşmamız yarım kalırken, Diana isteksiz bir şekilde etinden bir yudum aldı. Alfro'ya pişen etler hakkında bir kaç övgü yağdırdıktan sonra kararan havanın beraberinde soğuk esen rüzgar içime işledi. Üşüdüğümü anlayan Alfro masamızın hemen yanına yaktığı kamp ateşini birkaç tüyoyla şenlendirdi. Gecenin geri kalanında Diana'nın morali düzelmiş eski neşeli haline dönmüştü. Keyfim yavaş yavaş yerine gelirken, Isınan vücudum mayışmaya başlayınca esnedim ve gözlerimi açmakta zorluk çektim.


"Kampın benim için olmazsa olmaz kurallarından biri ortaya yakılan ateş, diğeri ise ateşe eşlik eden gitar." Alfro sandalyesine dayadığı gitar çantasını alarak ateşin yanına, bizim karşımıza kuruldu.


"Wow, gitar çalmayı biliyor musun?"

Ateşin yansıması Alfro'nun yüzüne vurdu. Alfro çapkın bir gülümsemeyle Diana'ya bakarken gitarının tellerine dokundu ve hafif bir melodi kulaklarımıza doldu. Pürüzsüz sesi melodiye eşlik etmeye başladığında derin bir duygu geçişine geçtim.


"Hüzünlü gözler ve kalbindeki sessiz hikayeler tüm gece etrafımda döndü, durdu." diyordu dizelerinde besteleyen kişi.

Gözlerimi kapattım, Alfro'nun ipeksi sesine eşlik ettim.

"Bana yol göster, evet yaşadığın yere beni de götür." Yaşadığım tüm olaylar aklımın bir ucundan geçip giderken burnumun direğinin sızladığını hissettim. Babamın gözleri, yüzüme değmeyen elleri ve nadirde olsa şahit olduğum gülen yüzü zihnimde bir film gibi oynatılırken, göz pınarlarımda biriken yaşlar titreyen dudaklarımı ıslattı ve bu bile susmama yetti. Boğazımdaki düğümü yutkunarak gidermeye çalıştım. Gözlerimi açtım ve hüzünle bana bakan Alfro'yu görmezden gelerek yüzümdeki ıslaklığı elimin tersiyle sildim.


"Düşündüm de gitar çokta iyi bir fikir olmayabilir."


"Hayır, hayır lütfen devam edin." dedim yerimden kalkarak. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu Alfro'da anlamış olmalı ki peşimden gelmedi. Neşeyle yemeklerini yiyen, birbirlerine kahkaha atan, çocuklarına zaman ayıran sıcacık aile ortamlarından tek tek geçip gittim. Ne kadar yürüdüğümü, kamp alanından ne kadar uzaklaştığımı bilmeden dalgın bir şekilde ilerlemeye devam ettim. Anılarım gün yüzüne çıkıpta beni etkisi altına aldığında biraz ağladım, biraz güldüm ve birazda hayıflandım. Ama içimde ki ve kafamda ki o kötü düşüncelerden arınmak istedim. Kamp alanının ışıkları gökteki bir yıldız tanesi gibi gözüktüğünde, adımlarıma bir son vererek, gecenin karanlığı çöken bu yerden uzaklaşmaya çalıştım. Fakat Bir sorun olduğunu, sessiz ortamdaki adımlarıma eşlik eden diğer bir adımları duyduğumda, ve Git gide bana yaklaşan ensemdeki yabancı soluğu hissettiğim anda anladım. Korku kalbimin göğüs kafesini delip geçecek kadar büyüdü. Ellerim titredi, boğazım düğümlendi. Ayağımın altında ezilen taşların sesi gecenin sessizliğinde yankilanirken, hafif rampa olan asfalt yola girdim ve yüreğim ağzımdan çıkacak gibi hissetsem de sakin kalmaya çalıştım. Kamp alanını gözler önüne serecek kadar yukarıya tırmandığımda gölün üzerinde giden su motorlarına yerleşen insanların neşeli kahkalarını duydum. Etrafta koşuşturan çocukları, ateş önünde gitar eşliğinde şarkı söyleyen ve belki de yürekleri birbirine değen ama itiraf edemeyen gençleri izledim. Gözlerim Alfro ve Diana'yı aramaya başladı ama tıklım tıklım dolu olan bu yerde gözlerimin onları seçebilecek kadar iyi görmediğini anlayınca buna bir son verdim. Her yeri ışıklarla aydınlatılmış bu yerin büyüsüne kapılırken kulağımda hissettiğim sıcak nefes ve o hırıltılı ses ters yola girdiğimi anlamamı sağladı. Rüzgar esintisi saçlarıma vurduğunda yabancı adamın yüzünden kayıp gitti. Kirli saçları ve sarı dişleri ortaya çıktığında gözlerimin önünde beliren o sarhoş adam bana gülerek baktı.


"Seninle tekrar karşılaşmak ne güzel." Yüzüne yerleştirdiği sinsi ifade büyüdü ve beni tepeden tırnağa kadar süzdü.

"Compton semtinden tek bir yara bile almadan çıkman beni mutlu etti."


"Bu ne tesadüf." dedim. Şaşırdığımı gizlemedim. Aksine görmesi için abartılı bir tepki verdim.

"Compton semtinden canlı bir şekilde çıkmam, herkesi ne kadar da mutlu ediyor böyle."


"Benden bir başkaları daha olduğunu bilmek, beni biraz üzdü." Gözlerini kapattı ve başını iki yana salladı. Ama dudaklarında ki gülümseme daha da yüzüne yayıldığında "Kamp alanlarını severim, bilirsin oralarda avlanmak çok daha kolay oluyor." dedi. Bedenime değen göğsünü benden çekerek kendi etrafında döndü.

Elinde göremediğim alkol şişesini etrafına bakarak aradım ama bulamadım. Yürüyüşü ve ses tonu kafasının ayık olduğunu söyledi. Lanet ettim. Bu durumun bana avantaj olacak hiçbir yanı yoktu. Elleri kamp alanını gösterecek şekilde kalktığında bana yan gözle bir bakış attı ve içini çekti.


"Şu aile ortamı, şu paha biçilemez manzara.. çok hoş değil mi?"


Gözlerim İstemsiz bir şekilde kamp alanına döndüğünde babamla ve annemle hiç böyle bir animiz olmadığını düşündüm. Üzüntü tüm bedenimi ele almaya başladığında sarhoş adamın sesi beni daha da sarstı.


"Babasız büyümek.. ne demek bilirim." Bedenimde ki üzüntü şiddetini arttırırken, bacaklarımın titrediğini hissettim. İşte o zaman sarhoş adamın benden bahsettiğini anladım.


"Beni tanıyorsun."


"Sen mi söylemek istersin, yoksa ben mi ismini söyleyeyim.. Belinda."


Hayretler içinde ona baktım.

"Beni takip ettin."


"İzini sürmek hiçte zor olmadı." İnkar etmedi adam. Aksine eğlendiğini belli eden yüz ifadesi daha çok gerilmeme neden oldu. Üzerimde hissettiğim burukluk, kırıklık yada bunu siz tarif edin, tüm bu duygular birleştiğinde beynime sıçrayan sinir büyüdü, dev bir baloncuk gibi beni içine çekti.


"Seni kahrolasıca." dedim adamın üzerine atlayarak. Yumruk yaptığım ellerimi göğsüne vurmaya çalıştığımda ayaklarımı ayakları arasına alarak sıkıştırdı ve hareket etmemi engellemeye çalıştı.


"Şştt.. Profesör Soft'un kızına hiç bu sözler yakışıyor mu?" Alkol kokan nefesini kulağımda hissettiğim de daha da çırpındım ve yumruklarımı hizlandırarak ondan kurtulmaya çalıştım. Fakat beni saran koca elleri her seferinde engel olmaya devam etti. Soğuk göğsüme işledi, kollarımda hissettiğim baskılar canımı acıttı. İnce ceketimi tek bir hamleyle yırttı ve beni hırpalamaya devam etti. San Diego'ya geldiğim gibi montumu bir kenara fırlattığımı hatırlıyordum ama nerede olduğunu bilmiyordum. İnce ceket, Alfro, Güneş ve bu kamp alanı, eski günlerdeki gibi yaşayacağım güzel saatleri düşünmek beni heyecanlandırmıştı ama sonunun böyle biteceği aklımdan bile geçmemişti. Bu aralar yoğun yaşanan duygu geçişlerimin sebebi için kendime kızdım. Biraz daha güçlü olup kendimi kaybedecek kadar durumu dramatize etmeseydim eğer, belki de şuan Diana ve Alfro'nun yanında güvende olabilirdim. Şimdi ise sonunu bilmediğim bu anı yaşarken, akıttığım gözyaşlarım ve korkudan titreyen bedenim yok olabilir, arkamda bir iz bile kalmayabilirdi. Gecenin bu ayazında karşımdaki adamla mücadele etmeye devam ettim ve Kullandığım son güçle elimin üzerinde ki elini isirdim. Lanet ederek beni bıraktığında ayaklarıma verdiğim komutla rampadan yukarı doğru koşmaya başladım. Fakat çok fazla kaçamadan saçlarımdan çekilip küfürler eşliğinde sürüklendiğimi hissettim. Kulağımda ki uğultu beynimin içinde çığlık attığında gözlerimde ki yaşlar görüş alanımı kapattı.


"Lanet olsun sadece eğlenecektim." diye sinirle söylenen sarhoş adam beni hızla yere bıraktığında geceye bir ıslık sesi yayıldı. İrkildi ve etrafını izledi. Bu durum Compton semtinde yaşanan olayı onunda hatırladığını gösterdi. Panikle bana döndü, dizlerimin üzerinde durmuş korkuyla ona baktığımı görünce tekmesini karnımda hissettim. Dengemi kuramadım ve arkaya doğru yuvarlanma ya başladım. Ayaklarım çakıl taşlarına süründüğünde ortalığı saran toz dumanlar düşmeme eşlik etti. Bedenimde ki ağırlık hafifledi ve koca bir boşluktan aşağıya sarktığında yokuşun sonuna geldiğimi anladım. Fakat ellerimi

n üzerinde hissettiğim el düşmeme engel olduğunda başımı yukarı kaldırdım ve onun gözlerini gördüğüm gibi sevinçle fısıldadım.


"Edis!"


Loading...
0%