@slnbs
|
"Başarılarım, kararlarımın bir altyapısı." Ünlü iş adamı Ege Başer, tekstilde gösterdiği başarısını böyle anlatıyor.
"Kararlı ve korkusuz olun. Sezgilerinize güvenliğinizde ve bunu çalışmalarınıza yansıttığınızda yapamayacağınız hiçbir şey yok, bunu unutmayın."
Kendisine doğru uzatılan mikrofonu parmaklarının ucuyla tutup ağzına doğru yaklaştırdığında, kameraya yan gözle bir bakış attı ve içinde barınan ukala davranışlarını, dudaklarında ki gülümsemeye yaydı.
"Bir de," dedi sırıtışı arttığında. "Sevdiğiniz işi yapın."
Sinirle elime geçirdiğim kumandanın kapanma tuşuna bastığımda görüntünün gitmediğini gördüm. Kumandayı avcumun içinde evirip çevirdim ve ne olduğunu anlamaya çalıştım.
"Sanırım yeni bir pile ihtiyacın olacak."
"Hayır," dedim kumandayı koltuğun diğer ucuna doğru fırlattığımda. "Bence yeni bir televizyona ihtiyacımız olacak, çünkü ben birazdan bu adamın kafasını patlatacağım."
Babam elindeki gazetesini masaya bıraktığında parmağıyla bulmacanın bir kutucuğunu gösterdi. "Bu kutucuğu patlatsan bence çok daha işimize yarayabilir."
Anlamsız bir şekilde ilk önce gazeteye sonra da babamın yüzüne baktım. Her gün bakkal Fikret abinin kapımıza kadar getirdiği gazeteleri alır, tek bir yerini dahi atlamadan okur, ve bulmacaların hepsini çözene kadar uğraşırdı. Kendisi emekli bir memurdu. İşine son verdiğinden itibaren dışarı çıkmaz, her sabah erken saatlerde kalkıp kahvaltısını yapardı. Takım elbisesi üstünden eksik olmazken elinden bırakmadığı gazetesiyle akşama kadar vakit geçirirdi. Beyaz saçları ve büyük bir göbeği vardı. Annem her seferinde babamın mavi gözlerine vurulduğundan bahsederdi. Bulmacaya yan gözle bir bakış attığımda sorunun vermiş olduğu karmaşıklık, kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Babamın beklentiyle bana bakan bakışları altında gerildim ve aklımdan geçen hiçbir cevabın o kutucuğa uymadığını gördüm.
"Sanırım," dedim ayaklanarak. Başımı eğdim ve gazeteye yaklaştırdım. "Bu soru yanlış."
Babam burun deliklerine kadar düşen gözlüğünü yukarı doğru ittirdiğinde "Soru değilde, sordugum kişi çok yanlış." dedi. Gülümsedim. Zeki bir insan olmadığımı biliyordum. Ben gazetenin sadace magazin kısmıyla ilgilenip sonra onu bir köşeye fırlatanlardandım. Üniversitede tekstil bölümüyle tanıştıktan sonra okumaya karar vermiştim ve kendime ait bir işletme açmak istemiştim. Fakat stajimi yaptığım Başer holding hayatımı karartmış, genç yaşımda çok şeyle mücadele etmeme neden olmuştu. Ben 23 yaşımda Ege Başer'le evlenmiş, daha bir yıl dolmadan boşanmıştım. Hayallerimi de onunla kaldığım evde bırakıp babamın evine dönmüştüm. Bana hiçbir zaman saygısını ve sevgisini eksik etmeyen babam kollarıyla beni sarmış, tüm acılarıma son verebilecekmişçesine sabahlara kadar benimle ağlamıştı. Ama şimdi çektiğim bu acılar benim büyük nir tecrübem olmuştu.
29 yaşındaydım ve tekstil alanında kendime ait bir işletmenin sahibiydim. Zor yollardan geçmeme rağmen birçok şeyin üstesinden gelmiş, Başer holding kadar büyüyemesemde magazinde kendimden oldukça söz ettirmiştim. Şuan da ise peşinde kostugum bir projenin diğer bir talibi olduğunu duyduğum Başer holdingin en büyük rakibiydim. Televizyona çıkan Ege Başer bu projeyle ilgileniyor, ve benim istediğimi bildiği halde geri çekilmiyordu. Tüm gardımı aldım ve pes etmeden bu yolda yürümeye devam ettim. Tanıdığım tüm proje sahipleri Başer holdingi duydukları andan itibaren onlarla imza atmaya can atarken, bu projenin sahibi onlara sunacağımız tasarımlara karşı sözleşmesini kiminle imzalayacağına karar vereceğini söylediği andan beri, gece gündüz demeden çalışıyordum. Bir gece mailime Ege Başer'den başaramayacağım yönünde gelen mesajlar beni daha da hırslandırmıştı. Ama bu beni korkutmaya da yetmişti. İçimde ki heyecan telaşla birleştiğinde beni biraz düşürüyordu ama, biliyordum ki hiçbir zaman pes etmeyen yönüm elinden gelenin en fazlasını yapacaktı.
Babam aşağılayıcı bakışlarını üzerimde gezdirmeye başladığında gülümsemem son buldu. Elimi göğsüme koydum ve "Kalbimi," dedim gözlerimi kısarak. "Çok acıttın." Yalandan buzdugum dudaklarımı sarkıttım ve bana olan bakışlarına aldırış etmeden önünden çekilerek merdivenleri tırmandım. Odama gectigimde bilgisayarımın açık ekranındaki tasarımımla göz göze geldim. İçimin hüzünle dolduğunu hissettiğim de masama oturdum ve bir zamanlar aşkından öldüğüm adamın şimdi çok büyük bir rakibi olduğunu düşününce, sabahlara kadar çalıştığım bu tasarımımın anlikta olsa bana hiçbir şey katmadığını anladım. Her gün bu durumu aşmak için mücadele ediyordum. Kariyereme çok büyük bir etkisi olacak bu proje benim hayatımı değiştirebilirdi ve ben onu istiyordum. Rakibimin kim olduğu çoğu zaman önemli değildi. Ama Ege'nin olacağını hiçbir zamanda düşünmemiştim. Telefonumun melodisi kulaklarıma dolduğunda Burcu'nun aradığını gördüm. Gülümseme istemsizce dudaklarıma yayıldığında kulağıma yaklaştırdım ve telefonun diğer bir ucundan onun sesini duydum.
"Birde," dedi Burcu sesini kalınlaştırmaya çalışarak. "Sevdiğiniz işi yapın." Dişlerimin ortaya çıktığını hissettiğim de beni görebilecekmiş gibi başımı salladım. "Magazin programlarını çalışırken bile nasıl takip ediyorsun merak ediyorum." Burcu benim çocukluk arkadaşımdı ve o bir avukattı. Küçüklüğünden beri konusmayo çok seven biri olarak mesleğini ona göre seçmişti. Karşıdan kendisine seslenen kişiye "bekle seni şişko."diye cevap verdiğinde güldüm. Burcu avukat olmanın yanı sıra ağzı bozuk bir savunmacıydı ve hakimlerden çok kez itiraz almıştı. "Magazin her yerde bebeğim. Özellikle bir Başer haberi varsa telefonlara bildirim bile geliyor." Haklıydı. Başer magazin âleminin en büyük yemiydi. Gözlerimi devirdim. İnsanın boşandığı kişinin her an önüne çıkıyor olması hoş bir durum değildi ve ben bunu her gün yaşıyordum.
"Biliyorum." dedim. Kısılan sesimi ben bile zor duymuştum. "Hey," dedi Burcu. Muhtemelen kaşları çatık bir şekilde karşıya bakarak konuşuyordu. "Modunu düşürmek yok. Tam gaz devam." "Tam gaz devam." diye tekrar ettim onu. Başer'in moralimi bozacak en son kişi bile olamayacağını kendime bir kez daha hatırlattım.
Ertesi gün bahçeye çıktığımda veranda da beni bekleyen çiçeklerimin yanına gittim ve masada duran saksıları temizlemeye başladım. Kendimi üzgün yada stresli hissettiğim her an çiçeklerimin yanına gelir onlarla ilgilenirdim. Bunlar Ege'nin evinde kaldığım süre boyunca baktığım çiçeklerdi ve o günden bu güne baya filizlenmişlerdi.
"Manolyalardan bana da ayır Derin!" Ayşe teyze bahçe kapısından başını uzatarak çürük dişlerini ortaya çıkardı. Ellerime geçirdiğim eldivenleri çıkarttım ve alnimdan süzülen teri elimin tersiyle sildim. Ayşe teyze bizim yan evin sahibiydi ve tek yaşıyordu. Hiç evlenmemişti. Basma eteğini sallayarak sokak sokak dolaşır, herkese laf atardı. "İstediğin manolya olsun Ayşe teyzem!" diye seslendim. Almayacağını zaten biliyordum. "Bu yakışıklı," dedi ağzındaki sakızı döndürürken. "seni almaya gelmedi mi?" Yüzümdeki gülümseme solarken kaşlarımı çattım. Ayşe teyze hala benim evlendiğim günde kalmıştı ve Ege'nin beni ısrarla gelip almasını bekliyordu. "Biz boşandık diyorum ya Ayşe teyze." dedim sabırlı olmaya çalışırken. Yüzünde oluşan ifade, bana acıyla bakan gözleri ve buzdugu dudakları görüş alanıma girdiğinde gözlerimi devirdim. İlk defa duyuyormuş gibi yapmasına sinir oluyordum. "Vah kızım," dedi ellerini birbirine vurarak. "Çok üzüldüm." "Üzülme," dedim dişlerimi sıkarak. "Üzünülecek duruma düşersin." Ayşe teyze anlamadığını yüz ifadesiyle dile getirdikten sonra bir sure daha durdu ve bir şey demeden bahçeden çıktı. Muhtemelen gidip başkalarına sataşacaktı.
"Bende bu güzel çiçeklerin sahibini merak ediyordum." Can görüş alanıma girdiğinde gülümsedim ve "bende bana iltifat etme hakkına sahip olduğunu düşünen kişiyi merak ediyordum." dedim. Can güldüğünde yanağında beliren gamze gözlerime takıldı. Küçükken Burcu'yla Can'ın gamzesini kıskanıp iğneyle yanağımıza delik açmaya çalıştığımızı hatırlıyordum, ama bunun bir saçmalık olduğunu Burcu'nun yanağına verdiğimiz küçük bir hasardan sonra anlamıştım. Suratında kalan siyah bir nokta için günlerce ağlamıştı Burcu. Alışması biraz zamanımızı almıştı. Can çiçekleri ekmemde yardımcı olduğunda ona teşekkür ettim ve masada duran saksılara hayranlıkla baktım. Etrafa yaydıkları güzel kokuyu içime çektim ve bu bahçeye az olduklarını düşünerek bir ara daha çok çiçek almam gerektiğini düşündüm. Uzun bir sessizliğin ardından Can "Derin." dedi. Sesi dümdüz çıkmıştı. Huzursuz bedenini ve ellerini nereye koyayacağını bilmediği bir ana girince ona baktım. "Ege yeni bir röportaj vermiş." Başımı salladım. "Bugün televizyonda izledim, başarıdan bahsetmesi sinirimi bozuyor. Başarısı olsa ne olacak karakteri olmadıktan sonra" Bir solukta söylediğim seyler karşısında Can yorumsuz kalınca ona döndüm ve "yeni bir röportaj mı?" diye sordum. Can başını sallayarak "Bir kızla gece kulübünde görüntülenmiş." dedi. Kalbimin hızlandığını hissettiğimde ortaya yalandan bir kahkaha salıp omuz silktim. "Beni ilgilendirmez." "Bende öyle düşünmüştüm." dedi Can ama sözüne karşın bakışları zıttı. Sorgular bir şekilde bakması suratımı düşürmemde yardımcı olmuyordu. Parmağıma doladığım kıvırcık saçlarımla oynamaya başlayınca" Benim gibi sarışını nerden bulacak." diye fısıldadım. Ama Can'ın cevabı yüzüme vurulan bir tokat kadar ağırdı. "Kız sarışın Derin."
*** Annem Can'ı yemeğe kalması için ikna edip soframıza oturttuktan sonra yemekten bir kaç kaşık aldım, ama iştahımın olmadığını anladığımda buna bir son verdim. Ege'nin yeni röportajını ne kadar merak etsemde bakmaya gerek duymamıştım.
"Uzmanlar ıslak saçın bünyeye verdiği zararın çok büyük olduğunu söylüyor." dedi babam ıslak saçlarımı süzerken. Kendimi bahçeden eve atar atmaz soğuk suyla bir duş almıştım.
"Gazeteye biraz ara vermelisin." dedim babama bakarak. "Öğrendiğin tüm bilgileri üzerimizde uyguluyorsun."
"Bilim adamları da kimmiş?" dedi annem babama hayran bakışlarını yollarken. Ağzına lokmasını attıp devam edecekken sözünü kestim.
"Biliyoruz sen onun mavi gözlerine tutuldun." dedim bıkkın bir şekilde. Her seferinde söylemesi hatta hatırlatması artık gerginleşmeme neden oluyordu. Sevgi dolu bir ailede büyümek benimde bir gün sevgi dolu bir aile kuracağımı düşünmeme neden oluyordu ama tam tersi olmuştu. Can gülünce "Bir gün ölürsem." dedim masadakilere tek tek bakarak. "Beni Can'ın yanağındaki çukura gömün." İçtiği su babamın boğazında kalınca bana ters ters baktı. "Ben seni gömeceğim yeri iyi bilirim."
Babam bana kızıp sofrayı terkettinden sonra Can'da kısa bir süre sonra aramızdan ayrıldı. O gece bilgisayarın ışığı gözlerimi acıtana kadar tasarımımın üzerinde çalıştım. Ufak tefek değişikliklere girismem saatlerimi aldı ama sonunda içime sinen bir çalışma oldu. Gururun yüzüme katmış olduğu gülümsemeyle bilgisayarımın kapağını kapattım. Odamın içine süzülen ay ışığı, perdelerimi oynatan rüzgar ve benim geçmişimle olan savaşım üçlü bir kombinasyon yaptığında, içimde çalan hüzünlü şarkılar sabaha kadar beynimde yankılandı durdu.
Sabah erken saatlerde Sedat beyin ofisine gelmiş, toplantı masasında ki yerimi almıştım. Elimdeki büyük zarfı masanın önüne koydum ve gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Proje sahipleriyle ufak bir tanışma faslından sonra kapıda krem takımıyla Ege belirdi. Yüzünde ki memnuniyet beni gördüğünde daha da büyüdü ve elini uzatarak selam vermek istedi. Hafif bir tebessümle elini havada bırakmadım. Fakat samimiyetsizliğim Sedat beyin dikkatini çekmiş olacak ki, "Biraz yorgun görünüyorsunuz Derin hanım?" dedi. Suyundan bir yudum aldı ve bana gülümsedi. 40lı yaşlarının daha başındaydı, ama onu gören yaşını asla tahmin edemezdi.
"Haklısınız." dedim dudaklarımı hafifçe büzerek. Sabahlara kadar verdiğim emekler beni uykusuz bırakmıştı. "Kedim bu aralar elime işiyor ve ben ne yapacağımı bilemiyorum."
Ortama sessizlik hakim olurken Ege ufak bir afallama yaşadı ve belli etmemeye çalışarak elini kokladı. Dudaklarımı ısırdım ve gülmemek için kendimi tuttum. Daha kedilere alerjimin olduğunu bile bilmemesi beni bir tık üzsede, ona verdiğim huzursuzluktan dolayı şuan keyifliydim.
"Anlıyorum." dedi Sedat bey ama şaşırdığı her halinden belliydi. Konuyu daha fazla uzatmaması gerektiğini düşünerek masadaki zarfları aldı, ve dikkatli bir şekilde incelemeye başladı. Kalbimin hızlandığını hissettiğim de göz ucuyla Ege'ye baktım. Göz göze geldiğimizde yüzündeki ukala ifade büyüdü ve arkasına yaslanarak rahat bir havaya büründü. Hareketleri bu iş bende diye bağırıyordu. Sedat bey elinde tuttuğu canlı renklerle tasarladığım modele bakarken, gözlerini bana çevirdi.
"Tasarımınızın hikayesini dinlemeyi çok isterim Derin hanım." Yüzündeki ciddiyet gerilmeme neden olduğunda oturduğum yerde dikleştim, ve kendime bir kaç saniye izin verdim.
"Projenin adının, renklerini yansıt olduğunu öğrendiğimden beri tasarımımın üzerinde çok düşündüm. Kendi hayatımdan esinlendiğim bu model karışık bir renklere sahip." dedim. Ege'nin üzerimdeki bakışları altında sakin kalmak için çabalıyordum. "Herkesin hayatında gri tonlarda anılar olabilir. Ben yaşadığım kötü günlerimi gri renklere yansıttım" diye devam ettim modelimin üst kısımlarında çalıştığım gri renkleri gösterirken. "Fakat kendimi bulduğumda hayatımda ki tüm gri tonlar yok oldu ve etrafımı masmavi bir gökyüzü kadar uçsuz bucaksız mutluluk sardı. O yüzden modelimin alt kısımlarını renkli çalıştım." diye tamamladım sözlerimi. Sedat bey beni ilgiyle dinledikten sonra başını salladı. Tasarımıma son bir bakış attıktan sonra Ege'ye döndü. Ege sırtını yasladığı sandalyeden çekerek kollarını masaya dayadı. Gözleri önce bana sonra projenin sahibine döndü.
"Benim hayatıma hiç gri tonlar dahil olamadı." Bakışlarını bana kilitlediğinde boşandığımız gün aklıma geldi. Duruşmaya bile gelmemiş, avukatını göndermişti. İşte orada duygularıma bir son verdim ve tek celsede boşandım. "Biliyorsunuz." dedi, davranışlarındaki özgüven sesine yansımıştı." Biz dedemin kurduğu koklu bir şirketiz ve projenizi en iyi şekilde temsil edeceğiz." Sedat bey Ege'yi onaylayarak başını salladı. "Başer holdingin başarılarını çok kez duyduk."
"Yeni nesiller,"dedim araya girerek. "Bu işi çok daha iyi yapıyor." Sedat beyin ilgisi bana döndüğünde Ege öne doğru eğildi. "Şimdi de dedem işletmiyor zaten, şirketimizi yeni nesiller yönetiyor."
Güldüm. Ege'nin şaşkın bakışları bana döndüğünde ona baktım. "Keşke dedeniz yönetseydi," dedim. "Daha başarılı olurdunuz." Ege, Başer'lerin en büyük oğullarıydı ve babasının rahatsızlığından sonra şirketin başına geçmişti. Dedesi tarafından kurulan bu holding hala dedesinin kuralları eşliğinde dönüyordu ve şirkete hiçbir yenilik getirilmemişti. Holdinge gider önüne gelen bir kaç imzaları tamamlar, saatini doldurur ve gece hayatına geçiş yapardı. Çalışmak onun için buydu. Çoğu başarısını da şirketin adı sayesinde gercekleştirebiliyordu. Elindeki tasarımı bile çalışanların yaptığını düşünüyordum, çünkü Ege'yi hiçbir zaman bir projeyle ilgilenirken görmemiştim. Altında çalışan binlerce emektarın hakkını yiyor, yüzü hiçbir zaman kızarmıyordu. Bir Ege Başer'in düşüncesi, her şeyi ben yapacaksam yöneticiliği kim yapacaktı, ve magazin de kim boy gösterecekti.
Sedat bey boğazını temizleyerek kendince atışmamıza bir son verdiğinde, "tasarımınız göz kamaştırıcı."dedi. Elinde tuttuğu proje benim çalışmamdı ve bu beni heyecanlandırmıştı. Kendimi Ege'ye bakmaktan alamamıştım. Bana endişeyle dönen gözleri dudaklarımda ki tebessüme neden olmuştu. "Hikayeniz ve hayal dünyanızı sevdim. Fakat," dediğinde Sedat bey Ege'ye döndü. Bu sefer endişe benim gözlerime vurduğunda Ege'nin alaycı gülüşü ortaya çıktı. "Başer'lerin sayamayacağımız kadar çok başarısı var. Onlarla çalışmak çok isteriz." Üzüntü tüm bedenimi ele aldığında Sedat bey bozulan ifademi görmüş olacak ki bana gülümsedi. "Ama korkarım ki sizinle de çalışmak isterim."
Ege'yle birbirimize bakmadan şirketin çıkış kapısına geldiğimizde yüzümde patlayan flaşlar gerilmeme neden oldu. Kameraların önünde çapkın gülüşüyle iri bedenini gere gere gösteren Ege önüme geçerek poz verdi. Ona sorulan bir kaç soruyu tamamladıktan sonra projeyle ilgili ufak bir bilgi verdi, ve ardından ekledi.
"Başarı, ardında yaşadığın mutlulukla ortaya çıkar."
Tüm kameralar ona döndüğünde, "Güneş!" dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Bütün gözlerin bana dönmesiyle parmağ ımı onlara doğru salladım ve aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "Batmaktan korksaydı eğer, tekrar nasıl doğacaktı?" |
0% |