Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Çakıl Taşı

@softgirl

Denizin rüzgarı saçlarımı uçuştururken bir anda telefon çaldı ve bilin bakalım kim beni görüntülü arıyor? Melis! Daha iki gün benden ayrı kalamamıştı belli ki bende onu şimdiden özlemiştim doğrusu. Telefonu küçük bir tebessümle açtım ve her zaman ki gibi neşesi yerinde ama bu sefer diğerlerine göre buruk bir tebessümle bana bakıyordu Melis. Mutluydu ama bir şeyi vardı ben onu çok iyi tanıyordum. Kötü bir şey olsa görüntülü aramazdı o yüzden gönlüm ferahtı ama canı bir şeylere sıkılmıştı benim için çok belliydi. Ben onun en küçük mimiğini bile tanıyordum o da tabii ki benimkini. Melis'le bakıştıktan sonra endişelendiğimi belli etmemeye çalışarak "Güzelim sen iyi misin? Her şey yolunda mı?" deyiverdim. En başta cevap vermedi bana ağlayacakmış gibi olduğunda konuşmazdı hep ağlamamak için bense ona hep kızardım her zaman bu kadar güçlü görünmek zorunda değilsin derdim ama işte klasik Melis. Her zaman kalıplara sığmış ve güçlü olmak zorunda... Daha sonra bakışlarım onu konuşmaya zorladı ve ağlamaklı bir sesle "Biz Berk'le ayrıldık." dedi ve sustu. Bense hayatımın şokunu yaşamış gibi ona bakakaldım. Ona bu kadar şaşırmış şekilde bakmamın sebebi Berk'le ayrılmış olması değildi. Berk'in Melis'in bu kadar canını yakmış olmasıydı. Lise 3. sınıftan beri çıkıyorlardı. Berk'i ben severdim. İyi, güvenli ve tatlı bir çocuktu. Melis'i de gerçekten her haliyle Melis olduğu için seviyordu. Melis de aynı şekilde onu çok seviyordu. Hatta arada bana evlenme teklifi etse bir an durmam buralarda derdi. Melis normalde sevgileriyle hep eğlenmek için takılırdı ama bu sefer farklı olduğunun ben bile farkındaydım. Arada anlaşamasalarda küsselerde yine hep barışırlardı. Ama bu sefer gerçekten Melis karşımda hüngür hüngür ağlıyordu. Bu sefer Melis'in cidden kalbi kırılmıştı ve bu sefer yanında bende yoktum. Bu tarz aşkta meşkte hep Melis bana tavsiye verirdi çünkü Melis'te biliyordu böyle şeyleri sevmediğimi. Ama o kızarmış gözleri, akan göz yaşları benim bile kalbimi burkmuştu. Ne olmuş olabilirdi ki? O güzelim aşkın üstünden ne geçmişti? Berk neye sebep olduğundan haberi var mıydı acaba? Çünkü Melis her zaman güçlüyü oynuyordu. Sadece o kırılgan yüzünü bana gösteriyordu ben bile o yüzü çıkartmakta zorlanıyordum şimdiki gibi. Melis'e aniden "Ordan uzaklaşmak ister misin?" diye soruverdim cevabımı bildiğim halde. Ama beklediğim cevabı vermedi bana "Evet buna çok ihtiyacım var. Toplanıp en kısa süre yanına geleceğim. Teklifin halâ geçerli değil mi?" demekle yetindi ve başka hiçbir şey anlatmadı. Bense halâ neler olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. O an ona kocaman sarılmak istiyordum onu iyileştirmek istiyordum ama yanımda değildi. Melis "Buse orda mısın?" deyince irkildim ve "Sormana gerek yok biliyorsun değil mi? Sana her zaman kapım ve kalbim açık. Seni çok özledim bitanem. Sen canını sıkma, gelince hepsini konuşur hallederiz. Biz neler neler atlattık. Öpüyorum güzelim." diyince sadece "İyi ki varsın..." diyip telefonu kapattı ve ben aynaya bakakaldım. O an kendimi nedese suçlu hissettim. Onun yanında olmadığım için mi yoksa onu Berk'ten koruyamadığım için mi inanın bilmiyorum. Sadece kendimi çok kötü hissettiğimi biliyorum. Kahvaltı yapmak istemedim, Melis'in o hali karnımı yeterince ağrıtmıştı zaten. Şu an bana sıcak bir duş çok iyi geliceğini düşünüp kendimi duşun altına bıraktım. Şu an kendimi daha iyi hissediyordum en azından. Üstümdeki bornozu çıkartıp havlu kumaş olan şort büstiyer takımlarımdan mor olanı valizimden kaptiğım gibi giyinip bahçeye indim. Denizin o mis gibi kokusu her seferinde daha da iyi hissetmemi sağlıyordu. Kafamı dağıtmak için sahile gitmenin iyi bir fikir olduğunu düşündüm ve anahtarı alıp kapıyı kendime doğru çektim. Hızlı adımlarla sahile vardım. Sahilden bulduğum çakıl taşlarını denize atmaya başladım küçükken kötü hissetdiğimde kimsenin kalbini kırmamak için denize taş atardım yani küçüklükten kalmış bir alışkanlığım. Tam o çakıl taşlarından başka birini denize atmak için kolumu geriye attığım sırada "Sakin ol prenses." diyen tok ama hoş bir ses kolumu yakaladığı gibi yumşak bir şekilde tuttu. Ona bakamadan kolumu yavaşça yere serbest bıraktı. Elleri büyük ama bir o kadar da yumşaktı. Bir an elimden taş kayıp da düştü. Kafamı yukarı kaldırıp baktığımda sarı saçları uçuşan, gökyüzü gibi masmavi gözleriyle bana bakan, bana göre baya uzun boylu olan ama iri olmayan, görünüşüne göre kaslı görünen biri duruyordu tam yanıbaşımda. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diyerek yanından ayrıldığım sırada kolumu yeniden kavrayıp beni kendine çekti. Bense hazırlıksız yakalanmış olucam ki çektiği gibi dönüverdim. Aramızda sadece bir adım ya var ya yoktu. Ona tokat atıp ordan kurtulmamı söylesede aklım. Onun bana bakan masmavi gözleri, sarımsı uçuşan dağınık saçları ve o hoş sesi beni tokat atmamaya zorladı ve oradan kurtulamadım. Bir şeyler demek için dudaklarını açıcağı sırada kolumu ondan kurtardım ve bir adım geri gittim. Bu ne cüretti, hoşuma gitmediğini bile bile bir yabancının kolundan ikinci kez tutuyor üstelik birde kendine çekiyordu. O an gözleri beni süzüyordu aklımı karıştırmaya çalıştığı çok belliydi. O kusursuz dudakları bir kere daha açıldı ve "Adını söylemedin prenses." diyerek bir adım yaklaştı. Bense duymamış gibi arkamı dönüp "Bir daha kolumdan tutuyum deme." diyerek oradan uzaklaştım. Oysa ardımdan bana bakakaldı. Zaten aklım yeterince doluydu, şu an onu düşünücek ne halim vardı ne de harcayacak vaktim. İkinci kez beni kolumdan kavrayıp kendine çekince sinirden çok heyecan kaplamıştı içimi zaten tokat atmamamın sebebi de buydu. Lisedeyken ve üniversitenin ilk yılında bana yaklaşmaya çalışanlar olsa da hep kendimi onlardan bir adım ötede tutmuşumdur. Çünkü ben insanlara güvenilmemesi gerektiğini küçükken öğrenmiştim zaten. O zamandan bu zaman kadar yeni tanıdığım herkese karşı mesafeli olmuşumdur. Çünkü güven duygusu benim için yüksekten atlayıp ya paraşütle yere inmem ya da tam anlamıyıyla yere çakılmam demektir. Ama insan bir kere yere çakılınca paraşüt buluncaya kadar o yüksekten atlamak istemiyor bense bu paraşütü henüz bulmuş değilim. Önceden dediğim gibi bulacağıma da pek bir inancım yok açıkçası. İşte Melis'te aynen dediğim gibi paraşütünü bulduğunu sanmış ama yine yere çakılmıştı. Bugünse benim ilk kez biri kalp ritmimi hızlandırmıştı. Paraşütü bulduğuma inandıran biri çıkmıştı karşıma bana güven aşılayabilecek biri... İsmimi sorarkenki güven dolu ses tonu, beni kolumdan kavrayıp kendine çekerkenki güven dolu dokunuşu ve giderken arkamdan bakan güven dolu bakışları... İşte ilk kez biri hakkında böyle düşünüyordum hemde hiç tanımadığım, yüzünü ilk kez bugün gördüğüm bir yabancı hakkında. İkimiz birer yabancıydık ama kalbim onu daha önceden tanıyormuşçasına sevgi doluydu. Ama bu zamana o yüksekten bir kere çakılmıştım bir daha çakılmayacağıma bir paraşüt buluncaya asla güvenmeyeceğime kendime söz vermiştim. O yüzden kalbimi susmaya zorlayıp Melis konusuna geri dönmeye karar verdim. Berk'i arayıp aramamak arasında çok kaldım. Hesap sormayacak sadece neler olup bittiğini öğrenecek bir umut varsa yeşertmek için elimden geleni yapacaktım. Çünkü Melis'i o halde daha fazla görmeye içimin dayanmayacağını biliyordum. Telefonj açtım ve oldukça düz bir şekilde rehberimde yazan Berk yazılı telefon numarsını çaldırdım. Biraz bekledikten sonra tam kapatıcakken gayet neşeli bir şekilde telefonu Berk açtı. "Buse" diyince "Selam" diyiverdim. Sesimdeki durgunluğu anladı ve "Melis için aradın değil mi?" dedi. Bense onun anlatmasını için sessiz kalmayı seçtim. "Buse" dedi tekrardan ses tonu değişmişti incelmişti aynı Melis'inki gibi. O an Berk'e karşı yumşamıştım. Belki o da haklı olabilirdi. Melis'i çok seviyor olabilirim ama her zaman doğru davranmıyor, saçma sapan şeylere takılıyor. O yüzden Berk'i de tarafsız bir şekilde dinlemeye karar verdim. Berk konuşmaya başladı. "Biliyorsun yata sırf Melis üzülmesin beraber vakit geçirelim diye gidiyorum ama bu yaz arkadaşlarla uzun zaman sonra bir plan yaptık. Melis'e de yata bu yaz gelemeyeceğimi sözleyince ip inceldiği yerden bir anda koptu. Benim ondan sıkıldığımı, arkadaşlarımı daha çok sevdiğimi ve daha birçok şey söyledi benim hakkımda. İnan ki olabildiğince anlayışla karşıladım ipi tekrardan birleştirmeye çalıştım ama o kendine doğru çektikçe çekti. Benimse gerçekten gücüm kalmadı. Bende bıraktım ve bugün arkadaşlarımın yazlık evine geldim. Şimdiyse kafamı dinliyorum ve sadece eğlenmeye çalışıyorum. Her zaman her şey Melis'in istediği gibi olmak zorunda değil. Ama Melis bunu anlayamadı bu zamana kadar ve bende bunu söyleyince yüzüme telefonu kapattı. Dünden sonra da bir daha konuşmadık. Ben akışa bırakmak istiyorum senden de ricam bu konuya karışmaman. Biliyorum Melis senin için çok değerli ama en az senin kadar benim için de çok değerliydi. Onu üzmek hiçbir zaman istemezdim. Ama olmuyorsa olmuyordur zorlamanın bir manâsı yok anlayacağın. Sadece Melis'i görürsen ona halâ çok değer verdiğimi ve akışına bırakmamız gerektiğini söyle olur mu?" Benim tanıdığım Berk değildi bu. O kendinden emin, güçlü ve hiç üzülmeyecekmiş gibi görünen Berk gitmiş. Her konuştuğunda ses tonu bir ton daha incelen, duygusal ve Melis'e gerçekten çok değer veren bir Berk konuşuyordu. O an ne diyeceğimi bilemesem de "Tabii ki. Ben Melis'in de senin de her zaman arkanızdayım. İksiniz için de her şey çok güzel olsun. Ne zaman konuşmak istersen çekinmeden ara. Alaçatı'ya yolun düşerse mutlaka bekliyorum. Kendine iyi bak." dedim. O da "Her şey için teşekkürler. Başka bir yerde bakarsın yine karşılaşırız. O zaman kadar görüşürüz sende kendine çok iyi bak." diyince "Görüşürüz" diyip telefonu kapattım. Her ikisi de kendi penceresinden haklıydı bu konuda bir suçlu aramak saçmaydı. Daha fazla düşünmeye devam edersem daha da aklımın karışacağına karar verip Melis gelince onla konuşmaya karar verdim ve bu konuyu da Melis gelinceye kadar kapattım. Alaçatı'nın ilk gününü böyle hayal etmemiştim. Kafamı dağıtmak için havuza inmeye karar verdim. Valizden bir bikini kapıp hemencecik giyindim. Aynadan bikiniyle kendime bakınca kendimi daha da özgür hissettim. O hissi çok seviyordum. Merdivenlerden indim, bahçeye vardım, havuza balıklama atlayarak yüzmeye başladım. Baya bir yüzmüştüm ama saatin farkına varmamıştım. Yüzerken benim için zaman duruyordu. Çıkmak istemiyordum ama yavaş yavaş güneş batmaya başlıyordu. Sabahtan beri sadece kahve yapıp içmiştim kendime. Acıkmıştım ama yorgundum. Yemek yapıcak halim yoktu. Duş alıp dün teyzemle gezdiğimiz yerlerdeki birkaç lokantadan birinde yemek yemeye karar verdim. Duşumu aldıktan sonra valizimde güzel bir şeyler aradım. Valizimi de bu sırada epey bir dağıttım. Gelince artık dolaba yerleştirebileceğime karar verdim. Sonunda valizden pembe, saten, askıları kurdele detaylı, hafif göğüs detaylı bir mini elbise seçtim. Ayakkabı olaraksa Melis'in bana doğum günümde aldığı daha 1 kere bile giymediğim topuklu, kelebeklerle süslenmiş, alt bacağımı boydan boya saran ve şeffaf olan bu ayakkabıları giymeye karar verdim. Işıltılı bir nemlendiri, biraz aydınlatıcı, hafif bir rimel ve tabii ki olmazsa olmaz parlak bir pembe allık bir de pembe bir gloss... Son olaraksa asla vazgeçemediğim tek parfümümü yani Miss Dior'un bu çiçek ve vanilya kokulu parfümünü sıkıp ıslak saçlarımla kapıdan çıktım. Biraz yürüdüm, restorantlardan birine girdim ve dışarıya denize bakan bir masaya oturdum. Sipariş olarak karides ve sağlıklı bir salata verdim. İçecek olaraksa bir kadeh kırmızı şarap verdim. Normalde alkol çok tüketen biri değilimdir çünkü spora çok düşkünümdür ama bugün olanlardan sonra kafamı dağıtmam gerekiyordu bende çareyi şarapla buldum. Siparişi beklerken denizin o muhteşem denilebilecek manzarasına bakıyordum. Ta ki o önümden geçene kadar... Göz göze geldik sonra önüne baktı. Kalbim hiç atmadığı kadar atmaya başladı, gözlerimi ondan ayıramadım, neden böyle oluyordu? Yanında arkadaşları da vardı. Hatta sarışın güzel denilebilecek bir kızın omzundaydı kolu. O da beni orada görmeyi beklemiyordu ki arkasına dönüp tekrar bana baktı sonra o kolunun omzunda olduğu kız kafasını kendine çevirdi ve onu benim gözümün önünde öptü bense sadece kafamı çevirebildim. İlk kez hayal kırıklığına uğramış bir yabancı tarafından. Daha adını bile bilmediğim biri tarafından. Kalbim gerçekten acımıştı. Garson siparişlerimi getirip "Efendim, afiyet olsun. İstediğiniz başka bir şey var mı?" diyinceye kadar kendime gelemedim. Kafamı yana sallamakla yetindim sanki dilimi yutmuştum o anda. Gelirken karnı zil çalan ben şu an toktum. En azından bir şey yemek istemiyordum. Çatalımı tabakta gezdirmekle yetindim. Şarabıysa kafama tek dikişte bitirdim ve hesabı istedim. Kendimi bir an önce dışarı atmak istiyordum. Dışarı çıkınca denizin mis gibi kokusunu içime çektim ama bu sefer işe yaramamıştı. Denizin asla hayır diyemeyeceğim o mis gibi bana eşsiz gelen kokusu beni iyileştirmemişti. Nasıl olur ki? İyileşmeme yetecek dozda ağrı kesici özelliği vardı benim için... Demek ki bu sefer o doz yetmemişti kalbimin kırıklığını tamir etmemişti, acımı dindirememişti. Bir yabancı için değer miydi? Sahile doğru yürüdüm, denizden gelen dalga sesi acımı dindirmese de sakinleştiriyordu. Ayakkabılarımı çıkartıp elime aldım. Denize adım adım koşuyordum, özgürlüğümün tadını çıkartıyordum ki karşımda... O vardı. Kalbim sıkışacak gibi oldu. Daha dikkatli bakınca denize taş attığını fark ettim en başta hepsinini bir rüya olduğuna inanmak istedim ama karşımda capcanlı duruyordu. Aklım oradan kaçmak istedi ama kalbim olduğu yerde daha da hızlı atmaya başladı. Kalbim beni adım atmaya zorluyordu. Aklım durmamı söylüyordu. Uzun bir savaştan sonra aklım kazandı kalbimse yine kaybetti.

Loading...
0%