@solanith
|
Adam Port, Stryv, Move
Sufjan Stevens, Fourth of July
“Aslında büyük bir kavga olmuş diye duydum. Bu gece, bu okullardan birinin öğrencilerini buraya zorla soktuğu söylentisi dolaşıyor.” dedi Azra içeceğini dudaklarına götürmeden. Gözlerimi insanların arasında dans eden Eylül’den ayırmıyordum ama dinlediğimi belli etmek için kafamı salladım. “Çok da önemliymiş gibi durmuyor. Yalan olduğunu herkes fark eder bu söylentinin.” dedim. “Yalan olduğunu nereden çıkardın?” dedi kulağıma doğru yaklaşıp bağırarak. Ses çok fazlaydı, ışık çok fazlaydı bu akşam. “Öyle bir şeyin olması mümkün mü Azra?” dedim kahkaha atarak. “Merak uyandırmaya çalışıyorlar. İnandığını söyleme bana.”
Sarı saçlarını sıkıca toplamış, at kuyruğu yapmıştı. Gözlerinde de keskin siyah bir far ve eyeliner vardı. Elbisesi altın sarısı rengiydi, parlıyordu.
“Yani…” dedi bacak bacak üstüne atarak. “İki aydır toplantılara yalnızca iki kişi katılıyormuş.” Okul sahipleri toplanarak, okula katılan ya da artık çocuğunun mezun olacağı aileleri konuşurlardı. Sıradan aileler olmadıkları için başlarda okul sahiplerinin arasında bir savaş vardı. Çok sonra, artık uzlaşma sağlanmış her ay toplantı düzenleyerek bu anlaşmaların varlığının sürdürülmesi sağlanmıştı.
Kaşlarımı çatarak bakışlarımı Azra’ya çevirdim. “Nereden duydun bunu?”
“Babamla annem konuşuyordu.” dedi omuz silkerek. Kolunu tutup çekerek bana yaklaşmasını sağladım. “Bunu başka birisi daha biliyor mu?” dedim gözlerinin içine bakarak. Koyu kahve gözleri ışığın etkisiyle sürekli renk değiştiriyordu. Okullardan birinin sahibi teyzemdi. Yönetici olan kocası gibi görünse de her karar en son ondan geçerdi. Onay vermediği kağıtlar yırtılıp sonsuza kadar yok sayılırdı. Karay ailesinin bu labirent gibi olan yaşamında huzuru arama yöntemleri tükenmek bilmiyordu. Adını dışarıya gizlemişti çünkü biraz olsun sessizlikle gelen huzuru aramıştı. Ama tüm ailenin bildiği gibi nereye kaçarlarsa kaçsınlar onları karşılayan bir çığlık olmuştu.
Benim çığlıklarım iki yıl önce o klinikte başlamıştı. Klinik miydi orası sahi? Kendi aralarında oradan ne diye bahsediyorlardı?
“Bilmiyorum, başka kim biliyor.” dedi kolundaki elimi iterek. “Ne olursa olsun,” dedi oturduğu yerden vücudunu sallamaya başladı. “Bugün eğlenceli bir şeyler olsa iyi olur.” Azra gayet de sesli bir insandı. Çok sosyaldi, çevresi genişti ve korkusuzdu. Onun eğlence diye bahsettiği şey çoğu insan için tehlike sayılırdı. O bu tarz aileler için doğmuştu.
Kafamı tekrar çevirerek dans eden insanlara baktım. Eylül bir kızla kaynaşmış görünüyordu ve hâlâ sarhoş değildi.
“Lupus in fabula!” diye bağırdı solumdan bir ses. Hikayedeki kurt. Şeytan. “Ne işin var senin burada?” Gözümü dans eden Eylül’den ayırıp Araz’a baktım. Azra’ya kafasını hafifçe eğerek selam verdi. Ne ara tanışmışlardı. Eylül dönmeden gitse çok iyi olurdu.
“O ne demek?” diye sordum mavi gözlerine bakarak. Oturduğumuz koltuğa yaslanarak, “Nadir gelirsin ya böyle yerlere.” dedi eliyle ortamı göstererek. “Neyin peşindesin?”
Doğru söylüyordu. Bana sorsalardı bu partiye asla katılmazdım. Annem yüzünden katılmıştım. Ki arkasında gerçekten bir şey vardı anlaşılan. Azra’nın ailesi olayları biliyorsa annem çoktan öğrenmişti. Peki benim rolüm neydi burada? Evden çıkmadan önce her zamanki uyarılarını yapmıştı. Hazırlanışını görmediğin içeceği içme, doğrudan kameralara bakma, madde kullanmak yok. Madde kullanmak yok muydu? İki yıl boyunca zaten vücudum yabancı bir şeyle yaşamıştı. Buradan bulduklarım bana su gibi gelecekti kesin.
“Bir şeyin peşinde değilim.” Onu rahatsız etmek isteyerek ileride insanların arasında dans eden Eylül’ü gösterdim. Şimdi erkeklerden biriyle dans ediyordu. Hayır. Az önce dans ettiği kız da onlarlaydı. İşte şimdi sarhoş gibi görünüyordu. “Eylül eğlenmek istedi. Onun için geldim.”
İşaret ettiğim yere baktı. Sadece baktı. İstediğim tepkiyi gerçekten alamamıştım. Demek ki etkisi sadece Eylül için sürüyordu. Tekrar bana baktı. “Teyzem döndü mü?” dedi. Bana yaklaşıp kulağıma fısıldayarak. Anlamadığımı belli ederek yüzüne baktım. Nereden dönmüş müydü?
“Nereden?” diye sordum.
“Haberin yok mu? Hayret, senden nasıl saklarlar?”
Sıkıntıyla nefes vererek, “Ne olmuş?” diye sordum bu sefer.
“Teyzem yine kriz geçirip yurt dışına kaçmış.”
Söylediği şeyle hızla Azra’ya dönerek baktım. Duymamıştı, hatta benden uzaklaşmış, hilal şeklinde olan koltuğun en ucuna, yanına gelen erkeğe yaklaşmıştı.
“Onu döndüren ne olmuş?” diye sordum korkarak. Benim rolüm burada başlamamalıydı. Düşündüğüm şey olmamalıydı. İki elini havaya kaldırdı. “Kendin öğrenirsin.” Yüzündeki aptal sırıtışa baktım. Biliyordu. Ve hiç hoşlanmayacağım bir şey olduğu kesindi.
“Gidiyorum. Bir şey istersen ilerdeyim.” dedi oturacağı koltuğu göstererek. Kafamı sallayarak masada oturan kişilere baktım. Yarısı çoktan sarhoş olmuş kendini kaybetmiş gibilerdi.
Araz karşı okuldaydı. Teyzemin okulu. Zarya Koleji. Zarya, rusça şafak demekti. Vermek istediği mesaj çok açıktı aslında. Bu karanlığın dönüm noktası olmasını, gelecekteki çocukları varlığını sürdüren karanlıktan korumak istemişti. Ama engel olmuşlardı. O yüzden sürekli kaçmak istiyor hatta buradan nefret ediyordu. Gelecekte ben de onun gibi mi olacaktım?
Şimdi, okulunu korumak için olan hamlesi neydi?
Eylül hâlâ kendi halinde insanlarla dans ederken Azra’ya yaklaştım. Konuştuğu adam içmeleri için içeceklerini getirmişti ve samimi bir sohbete giriş yaptıkları belli oluyordu. Adamı umursamadan Azra’yı kolundan dürterek bana bakmasını istediğimi belirttim. Elimi itekleyerek umursamadığını gösterdi. İhtiyacınız olduğu anda tam bir şeytandı Azra. Hatta, Lupus in fabula olmaya en uygun kişiydi. Lavaboya gitmek isteyerek koltuktan kalktım. Yüksek topuk parmak diplerimi sızlatıyordu ama geçmişte çektiğim acıların yanında hiçbir şey olduğu için es geçebilmiştim. İnce, uzun topuklu…
“Burası için pek de uygun görünmüyor onlar.” demişti geçmişteki Güneş saçlı adam ayakkabılarıma bakarak. Aklımda kalmıştı çünkü çok nadir kendi fikrini belirtirdi. Görüşmelerde hep benim fikirlerim üstüne konuşurduk. O zaman giydiklerim bugün ayağımda olan topuklunun bir santim uzunuydu. Orada çok fazla hareket halide bulunmadığım, çoğu zaman oturduğum için giymesi sorun olmuyordu. Bugün de dans etmeyeceğimi bilerek giymiştim. Yine sorun olmayacaktı. Çenemi kaldırarak, “Ben neyi uygun bulursam, o, burası için uygun hâle gelir.” demiştim kendini beğenmiş bir şekilde. Gözlerime uzun uzun bakıp, dikkatimi dağıtmak isteyip bir şeylerden bahsederek, artık varlığını kabul edebildiğim deri kaplamalı defterine bir şeyler yazmıştı. Defter beni rahatsız ediyordu. Bunun farkında olduğu için ona her bir şey yazacağında dikkatimi dağıtmak istediğini çok belli ediyordu. Şimdi düşününce hangi sıfatla orada bulunuyordum. Adım Leyla’ydı bir kere. Cevabımın saçmalığına kafamı iki yana sallayarak lavabonun olduğu koridora ilerledim.
Öyle kalabalık bir yerdi ki üç okulun dışında, kural bilmez insanların dışarıdan birilerini buraya soktuğuna adım kadar emindim. Kuralları öyle bir esnetmişlerdi ki, yakında sıradan insanlar da bu okullara kabul edilecekti anlaşılan. Bu konuda benim de katı düşüncelerim vardı ne kadar istemesem de. Ben büyüdükçe, annemin düşünceleri zihnimde uyanıyordu.
Uzun koridora girdiğimde müzik biraz olsun boğuk gelmeye başlamıştı. Kulaklarım biraz olsun rahatlayabilecekti. Duvar dibine yaslanmış kızların yanından geçerken, adımı söyleyip fısıldaştıklarını işittim ama umursamadan devam ettim. Başka kızlı erkekli bir grubun Umbra Kolejinden bahsettiğini de duydum. Bugün her yer dedikodu kazanı gibiydi.
Umbra Koleji, teyzem ne yapmak istemişse tam tersini savunan bir okuldu. Güzel bir eğitim vermesinin yanında vahşilikler dolu bir yerdi. İçinde iki yıl geçirdiğim kliniğe öğrencilerini göndermeden onları mezun etmediklerini öğrenmiştim. Dışarıya, medyaya, kapalı bir bilgiydi. Babam sayesinde öğrenebilmiştim.
Lavabonun kapısına yaklaşık dört adımım kalmıştı ki, oradan geri dönen çakır keyif kız kelimeyi yayarak, “Kapalı.” dedi. Umursamadan kapıya ilerlemeye devam ettim. Sesi bu hâldeyse açmayı becerememiş olabilirdi. Kapıyı ittiğimde gerçekten kapalı olduğunu fark ettim ama biraz inceleyince arkasında olan bir şeyle kapatıldığını anladım, kapı içeriye doğru hafif açılıyor ama bir noktada bariyer olmuş bir şeyle duruyordu. Sevişmek için iğrenç bir yer seçmiş iki genç olabileceğini düşünüp vazgeçerek geri dönecekken içeriden yüksek bir gürültü duyuldu. Başta olduğum yerde kaldım ama sonra kapıya bakmaya karar verdim. Kulağımı kapının aralık kalan kısmına yaslayıp dinleyince de telaşla konuşan bir kişinin sesinin geldiğini duydum. Elimi yumruk yapıp kapıya vurarak, “İyi misiniz?” diye kapıya doğru iyice yaklaştım ve bağırdım.
O kadar yüksek sesle düzensiz nefes alıp veriyordu ki panik atak geçirdiğini düşündüm. İlk önce sağıma ardından soluma bakarak kapıyı açmama yaracak bir şeyler aradım. Kendi aralarında konuşan insanlardan başka bir şey yoktu.
Bir an detaylıca düşünmek isteyerek durdum. Panik atak geçiriyordu, kapı açılsın istemiyordu. Ona zarar veren bir şeyden mi kaçıyordu? Yoksa birisi onu oraya kendisiyle beraber kapatmış olabilir miydi? Ama bağırmıyordu. Belki onu oraya kapatan kişi bağırmasına engel oluyordu.
İyice telaşlanarak kapıya iki kere daha vurdum. “Beni duyuyor musun? Sana birisi zarar mı veriyor?” diye sordum bağırarak.
Aralıktan yalnızca lavabonun boş beyaz mermerden duvarı görünüyordu. Sonra oraya ağlamaktan makyajı akmış bir kız geldi. Artık ağlamayı bırakmıştı ama o kadar çok ağlamıştı ki şu anda ağlamıyor bile olsa iç çekiyordu. Saçları dağılmış üstündeki tişörtün omuz kısmı kaymıştı.
“Kimse zarar vermiyor.” dedi zorlanarak, kesik kesik.
“O zaman seni rahatsız eden başka bir şey mi var?” dedim telaşlanmasını arttırmamak için sakince. “Yardım edebilirim.”
“Arkadaşım…” dedi kafasını çevirip bir yere bakarak. Sonra aniden duraksadı. “Bir şey yok, git.” İçeriden, karşımdaki kızın sesinden başka bir ses gelmiyordu. Arkadaşı büyük ihtimalle bayılmıştı. Alkolün etkisiyle düşüp kafasını bir yere çarpmış, bilincini kaybetmiş olabilir miydi? Aralıktan gözüken kızın ellerine ve kıyafetine baktım. Kan yoktu.
Madde kullanmışlar ve arkadaşı kaldıramamış mıydı?
“Kapıyı açarsan yardım edebilirim.” dedim güven verici bakışlarımı kızım gözlerine sabitleyerek. Bakışlarını bana çevirdi. “Yüksek doz mu aldı? Eğer nabzı hâlâ varsa hiçbir şey için geç değildir. Kapıyı açarsan düzelebilir.”
“Hayır,” dedi hızla korkup geriye iki adım atarak. “Kimseye söyleme lütfen, benim gitmem lazım.” demesiyle zihnimde alarm zilleri çalmaya başladı. Bu sıradan bir telaş değildi. İki elini de yanaklarına bastırdı. “Ah, ne yapacağım?” derken sesi boğuk çıkıyordu. Tekrar ağlamaya başladı. “Ah, şimdi ne yapacağım?”
“Bak,” dedim aralığa yüzümü iyice yaklaştırarak. Kimliğimi kullanmaktan nefret ediyordum ama şimdi tam sırasıydı anlaşılan.
“Safir ben.” dedim sakince. “Safir Karay.”
Ellerinin tersiyle gözlerini silerek bana tekrar baktı. İç çekmeye devam ediyordu.
“Bunu sessizce halledebiliriz. Kimseye duyurmadan. Arkadaşın iyileşir.”
Yerinden kıpırdamadı. Sadece bomboş gözlerime baktı. Sinirle , “Geri zekâlı.” diye fısıldayarak kapıya omuz attım. Bu psikolojiyle bu kızdan mantıklı bir hareket çıkmayacaktı. Ve bu telaşla düzgün bir düzenek kurmuş olması imkansızdı. Düşündüğüm gibi de oldu. Her omuz darbemde kapı biraz daha açıldı. Başta bağırarak ve kapıyı tutarak bana engel olmaya çalıştı ama kapıyı açmayı başardım. İçeri girdim ve kapıyı ardımda kapattım. Kaçıp gidebilirdi. Gerisini ben halledecektim zaten. Ben kıza yaklaşırken hızla kapıya yöneldi. Düşündüğüm gibi kaçacaktı.
Hemen kızın kolundan tutup onu durdurdum. “Ne kullandığını söyle.” diye bağırdım dişlerimi sıkarak. “Ne zaman aldı?”
“Bilmiyorum.” dedi elimi itmeye çalışarak. Gözlerine tiksinerek baktım, yüzümü yüzüne yaklaştırarak, “Onu burada öldürecek miydin?” diye bağırdım. İrkilip korktu ve tekrar ağzının içinde bir şeyler geveleyerek ağlamaya başladı.
Kolunu iterek, “Siktir git, buradan.” dedim ve hızla kızın yanına koştum. Gözleri kapalıydı. Uzun siyah saçları yere serilmişti ve yerdeki pis suyla ıslanmıştı, saç dipleri de terden. İki parmağımı boynuna, şah damarına bastırdım. Teni terlemişti ve buz gibi olmuştu.
Bir an geçmişte kollarımı tutarak duvar dibine sinmiş bir şekilde sabah olmasını istediğim o günü düşündüm. Ben de, yerde yatan bu kız gibi terlemiş, buz kesmiştim. Parmak uçlarımdaki his aynıydı, zaman farklıydı. Tek farkım, gözlerim açık ve zihnim bulanık değildi.
Nabzı zayıf ama vardı. Hızla derin bir nefes aldım. Bu yeterli.
Kulağımı ağzına yaklaştırdım. Nefes sesi vardı, yanağıma da dokunmuştu. Kolunu çimdikleyerek tepki verecek mi diye yüzüne baktım. Hafifçe kaşlarını çatarak burnunu büzdü. Rahat bir nefes aldım ve kendimi popo üstü yere bıraktım. Yanıma çantamı almamıştım yani kızı taşımak zorundaydım. Yine de belki kendine gelerek uyanırdı.
Hafifçe yanağına iki kere vurarak, “Beni duyuyor musun?” diye sordum. Boğazından bir mırıltı duyuldu ama gözlerini açsa bile yürümekte zorlanacağı çok açıktı.
Ayağa kalktım ve eğilerek koltuk altlarından ellerimi kaydırarak sırtına sabitledim. Kucağıma almayı amaçlamıştım ama bu şekilde kollarım onu taşıyamayacaktı. Kolundan çekerek oturmasını sağladım. Kolunu bırakmadan kıza arkamı döndüm ve iki kolunu omuzlarımdan sarkıttım. Ayağa kalkmadan önce ayakkabılarımı ayağımdan çıkararak kenara ittim. Sırtımdaki ağırlıkla, bu yükseklikteki ayakkabıyla yürüyemezdim. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Hastaneye götürmek doğru olur muydu? Kimin kızıydı? Soy adı neydi?
Boğuk müzik sesinin yankılandığı koridora çıktığımda insan sayısı azalmıştı. Kalan insanlar da ne hâlde olduğumuzu umursamadı. Zorlanarak yürümeye devam ettim. Saç diplerim terlemeye başlamıştı.
Sonra vazgeçerek insanların olmadığı tarafa doğru yürümeye başladım. Çok kilolu bir kız değildi ama ağırdı. Ya da benim kol gücüm sıfırdı. Koridorun sonuna geldiğimizde alt kata inen dar basamaklı merdivene oflayarak baktım. Kızı düşürmeden inebilecek miydim?
Düşünmeyi bırakarak ilk adımı attım, yoksa başaramayacaktım. Merdiven uzun değildi, yaklaşık on basamak var gibi görünüyordu. Asıl sorun merdivenin dönüyor olmasıydı.
Kızın kollarını iyice çekerek vücudunun vücuduma yapışmasını sağladım. Kafası sol tarafımdan sarkıyordu yani duvara sürünerek inersem biraz olsun desteğim olacaktı.
Sağ tarafımı duvara yaslayarak bir adım daha indim aşağıya. Böylesi kolay olmaya başlamıştı ama belim sızlıyordu artık. Son birkaç adımım kalmıştı ki kız kıpırdandı. “Dur!” diye bağırdım hemen. “Düşeceğiz!” Kesik kesik sesli nefesler aldı ve durdu. Son basamakları da inince kızı dikkatle yere bırakarak oturdum. Tekrar denemek isteyerek kolunu dürttüm. “Beni duyabiliyor musun?”
Tepki yoktu.
Tekrar nabzını kontrol ettim. Aynıydı. Teni hâlâ soğuktu.
Bir elimi yere yasladım ve nefesimi düzenlemeye çalıştım. Aylar sonra kalbim tüm vücudumda atıyordu. Yasladığım elimi de havaya kaldırarak, ikisine birden baktım. Titriyordu. Az kaldı diye düşündüm. İlerideki kapıdan çıkıp beni bekleyen arabaya binecektim ve bizi evime götürecekti. Annem bu yaptığımdan hiç hoşlanmayacaktı ama önemli değildi.
Tekrar kıza uzanıp onu tuttum ve düşürmemeye özen göstererek sırtıma sabitledim. “Az kaldı.” diye mırıldanarak ayağa kalktım. Alnım ter içinde kalmıştı. Ağır ağır kapıya doğru tek tek sayarak adımlıyordum ki arkamdan birisi bağırdı.
“Bekle.”
Olduğum yerde kaldım. Kızın kollarını bırakıp bacak altlarından tuttum ve düşmesin diye iyice öne doğru eğilerek bana seslenen adama doğru döndüm. Kızın elleri artık kafamın iki yanından sallanıyordu. Bu herif gelmemiş olsaydı çoktan ilerideki kapıdan çıkmıştım ve arabaya doğru yürüyor olabileceğimi düşünerek sinirle soludum.
Bana doğru hızla geldi ve sırtımdaki kıza baktı. Kafası boynuma doğru gömülmüştü yüzünü göremiyordu. Kafasını kaldırıp yüzünü görmek isteyerek kıza doğru uzandı ama geriye doğru adım atarak engel oldum.
“Ne yapıyorsun,” dedim hafifçe kafamı kaldırarak. En ufak hareketimde kızı düşürebilirdim.
“Arkadaşın mı?” diye sordu çenesiyle kızı işaret ederek.
“Evet.” dedim sesimin baskın çıkmasına çaba göstererek. “Acelem var. Oyalama beni.”
Geri dönüp kapıya doğru yürümeye başladım. Keşke kollarını bırakıp bacaklarından tutmasaydım diye düşünmeye başladım çünkü sırtım eğik kalmak zorunda olduğu için ağrımaya başlamıştı. Bu konumda karşıma bakmak için kafamı kaldırmak da işkencemi arttırıyordu. Uyandığında büyük bir sorguyla cezasını vereceğimi zihnime not ederek zorla birkaç adım daha attım. Arkamdaki adamın koşmasıyla tok ses koridorda yankılandı. Bize doğru koşmaya başlamıştı. Sakinleşmek için gözlerimi kapattım ve bir adım daha attıktan sonra durup tekrar arkamı dönerek adama baktım.
“Şu halime bak. Şimdi ne var?” dedim sinirle. “Boynum kopacak birazdan, rahat bırak bizi.”
“Bak,” dedi elini havaya kaldırıp sakin olmamı ima ederek. Bakışlarımı eline sonra tekrar gözlerine kaldırdım. Kızı o taşıyacaksa sakin olabilirdim. “Ne zaman arkadaş oldunuz bilmiyorum.” Elini ensesine götürdü. “Yani seni hiç Asya’nın etrafında görmemiştim. Her neyse, abisi burada olduğunu öğrendi. Reşit değil. Bırak, ben eve götüreyim.”
Reşit değilse, beni şu anda arkadaşı olarak biliyordu. Beni de suçlar mıydı?
“Alkol etkisinde değil. Başka bir şey almış.” dedim tekrar adama sırtımı dönüp kapıya kalan son adımları atarak. Benimle birlikte geldi. “Ne demek alkol değil?” dedi hiddetle. Sorusunu es geçtim ve kapıyı açmasını bekledim. Kıpırdamayınca, “Kapıyı aç.” diye emir verdim. O kapıyı açarken, “Sonra fark ettim, alkol değil onu bu hâle getiren. Ve seninle değil benimle geliyor. Sana güvenmiyorum.” dedim
Kapıyı ardına kadar açıp geçmemi bekledi. Beni bekleyen arabaya doğru adımlarımı hızlandırdım. Adamın ayak seslerinin peşimden geldiğini duydum. “Abisine götürmemiz lazım. Bilincini mi kaybetmiş?” dedi telaşla. Durup sinirle ona baktım. “Bilincini kaybetmiş olsa seninle vakit kaybeder miyim?” dedim ve tekrar yürümeye devam ettim. “Ayrıca onu abisine götüreceğine emin olamam. O yüzden uyanınca abisine ben götürürüm.”
“Birlikte abisine götürelim.” dedi hızla önüme geçip yolumu keserek. Abisinin yanında olması kız için daha iyi olacaktı ama ona yine güvenmediğimi belli eder şekilde baktım. Sonra aklıma birden bir plan geldi.
“Reşit misin, araban var mı?” diye sordum yüzüne bakmayı kesip boynumun rahatlaması için kafamı yere doğru eğip bakışlarımı asfalta sabitledim. “Evet, hemen şurada.” dedi. Bir yeri işaret ettiğini kıpırdamasından anladım.
“Sen önden gidip bize yolu göstereceksin. Biz arkadan benimkiyle geleceğiz.”
Böylece olanları Vadim’e anlatacaktım. Olası bir durumda bizi koruyacaktı. Vadim benim üç yıldır korumamdı. Otuzlarında bir adamdı. Saçları koyu olsa bile mavi, keskin bakışları benim kanım Rusya’dan diye bağırıyordu. Babam onu özel olarak seçtiğini, korumam olması için aylarca ikna etmeye çabaladığını anlatmıştı. Her korumaya benzemezdi. Görevi gereği ölmeyi kabul etmiyordu. Kendisini de düşünür, imkansız olan yerlere bulaşmazdı. Onun öleceği yerde sağ kalan olamaz demişti babam.
“Tamam,” dedi kafasını sallayarak. “Asya’yı bana ver. Yardım edeyim.” Kıza doğru uzandı.
“Hayır, iyiyim ben.” dedim onu bırakarak yürümeye başlayarak. Bir süre olduğu yerde kaldı sonra adımlarını benimkiyle eşleyerek yürümeye başladı.
“Adın ne?” diye sordum, mecbur olmasaydım sormamayı tercih ederdim çünkü ilk ve son görüşümüzdü birbirimizi ama bunu tercih edebileceğim bir durum yoktu maalesef ortada.
“Emre.” dedi başta sadece. Sonra biraz durup, “Senin?” diye ekledi.
“Safir.”dedim ve bakışlarımı karşıda beni arabanın dışında sigara içerek bekleyem Vadim’e sabitledim. Bizi görseydi bana yardım etmeye koşardı ama zaten az kalmıştı. Birkaç adım sonra sırtım rahatlayacaktı.
“Safir,” diye mırıldandı düşünceli, durgun bir sesle. “Değişikmiş, farklı bir anlamı mı var, yoksa taş olan mı?”
Arkadaşının kardeşi bu hâldeyken ne kadar da merak edilebilir bir soruydu.
“Taş olan.” dedim sadece aklımdaki düşünceleri zihnimdeki kuyudan aşağı bırakarak. Ama yanımdaki adamın bu davranışını zihnime kazımayı ihmal etmedim. Üstündeki telaşı çok çabuk kenara itebilmişti.
“Anladım.” diye mırıldandı ve daha fazla konuşmak istemeyeceğimi anlamış olacak ki sustu.
Vadim’in yanına ulaştığımızda elindeki sigarayı hızla sağına doğru, yere fırlattı ve sırtımdaki kızı yavaşça kucağına aldı. Benim aksime çok hafif bir poşet tutuyormuş gibi görünüyordu.
“Safir hanım,” dedi başta kucağına aldığı kıza bakışlarını kaydırdı. Oradan Emre’ye.
“Sorun yok Vadim.” dedim nefeslenerek. Sırtım ve boynum mahvolmuştu. Üstelik acısı bugün değil yarın uyandığımda çıkacaktı, çok belliydi.
“Asya, arkadaşım.” elimle kucağındaki kızı işaret ettim. “Rahatsızlandı biraz, onu evine götüreceğiz. Emre bize yolu gösterecek.”
Bir şey söylemeden kafasını yalnızca bir kere eğerek dediklerimi onayladı. Kafamı çevirip Emre’ye baktım. Bir Vadim’e bir bana bakıyordu. “Hızlan. Bir şey yok diyorum ama ne olacağı belli olmaz. Abisini ara, gittiğimizde doktor orada olsun.” dedim ve Vadim’in Asya’yı bıraktığı arka koltuğa yöneldim. Vadim arabanın kapısını kapatırken Emre çoktan arabasına biniyordu. Arabası kırmızı, spordu. Koltuğa uzanan Asya’nın başını kaldırarak dizlerimin üstüne bıraktım.Teni biraz ısınmaya başlamıştı artık.
Araba Emre’nin arabasını takip ederken dikiz aynasından Vadim’in gözlerine baktım. Emre’nin arabasına odaklanmıştı. Soruları soracaktı. Sadece doğru zamanı bekliyordu. Eve gitmeden bütün merakını gidermek için anlatmak istediğimi belli etmek için boğazımı temizledim. Bu aramıza bir şifreydi. Konuşmak isteyip konuşmaya başlamak için cesaret bulamazsam bu hareketi yapıyordum.
“Asya hanımı yanınızda ilk defa gördüm.” dedi bakışlarını yoldan ayırmadan.
“Aslında arkadaşım değil. Zor bir durumdaydı. Hemcinsime yardımcı olmak istedim sadece.” dedim. Sola dönen Emre’nin arabasının ardından sola döndük.
“Ne kullandığını biliyor musunuz?” dedi bu sefer dikiz aynasından gözlerime bakmıştı. Kısaca, “Bilmiyorum.” dedim. Gözünden bir şey olsun kaçtığını görebilecek miydim acaba?
“Kimin evine gittiğimizi biliyor musunuz peki?” dedi.
“Hayır, abisi olduğunu söyledi sadece. İsmini soramadım. Tehlikeli birisi sanarak kızın arkadaşım olduğu yalanını söylemiştim. Bu durumda abisinin adını sormak saçma olurdu.”
“Anladım, Safir hanım.” dedi sadece.
Sonra aklıma babamın gelmesiyle tedirgin hissederek bacağımda uyuklayan kıza baktım. “Babam,” diye fısıldadım bakışlarımı kızdan çekmeden. Gece ne olursa olsun beni kontrol etmek isteyecekti.
“Gece dönmeyeceğini söyledi yaklaşık bir saat önce.” dedi Vadim. Gece çalışmaları artmıştı. Bu beni biraz endişelendirse de diğer yandan bu gece dönmeyeceği için rahatladım. Olayı, annemle bir olup iyice didiklerlerdi.
“Eylül’ün çok sarhoş olduğunu, o yüzden onunla döneceğimi söyler misin hangisi ararsa?” dedim Asya’nın yüzünü örten birkaç tutam saçı arkaya iterek. Ben böyle bir hâldeyken kimse benimle ilgilenmemiş, benim için yalan söylememişti. Bunu hissetmek göğsümün sızlamasına sebep oldu.
Vadim, söylediklerimi sessiz bir şekilde dinledikten sonra, dikkatli bir şekilde direksiyonunu yine çevirdi. Soruma cevap vermemişti ama aynen dediğimi yapacağına emindim. Araba, Emre’nin kırmızı spor arabasını takip ederken, geceyi aydınlatan sokak lambaları hızla yanıp sönüyordu. Arka koltukta başını dizlerime yaslayan Asya’nın nefes alış verişleri düzenli hale gelmişti. Yüzündeki solgunluk, yavaş yavaş yerini hafif bir renk almaya bırakıyordu.
Vadim’in bu sessiz ve ciddi hali, her zamanki gibi bana güven veriyordu. Onun varlığı, her tür tehlikeye karşı bir kalkan gibi hissettiriyordu. Ancak bu gece, olayların ne kadar karmaşık olduğunu ve babamın tüm bunları öğrenirse vereceği tepkiyi düşünmek zorundaydım. Babam her zaman, planlarımın doğru gittiğinden emin olmayı severdi. Şimdi, Asya’nın durumunu ve başıma gelenleri anlatacak olan kişi olarak vadettiğim “güvenilir” kişi olmaktan başka çarem yoktu.
“Ayakkabılarınız?” diye sordu Vadim çıplak ayaklarımı kastederek.
“Asya’yı taşırken zorlandım. O yüzden çıkardım bir yerde.” dedim bakışlarımı sağımda kalan pencereme çevirerek. Sonra tekrar Vadim’le konuşmak isteyerek ona döndüm.
“Güvenilir birisi mi bilmiyorum. Benim kim olduğumu da bilmiyormuş gibi görünüyordu. Buna emin olamam ama öyle gibiydi.” Bakışlarını yine dikiz aynasından, kısa bir an bana dokundurdu. Gittiğimiz yol çok ıssızdı. Tamam saat gecenin bir buçuğu olsa bile sanki öğlen saatlerinde gitseydik de yol boş olurmuş gibi gelmişti bana.
“Bu yol nereye gidiyor?” diye sordum aklımdaki kötü düşünceleri yok sayarak.
“Ankara’nın çıkışına yakınız, Safir hanım.”
Konuşmayıp sadece kafamı sallayarak cevap verdim. Tam o sırada Vadim Emre’nin arabasının ardından sağa dönüp taşlık bir yola girdi. Asya’nın sarsılmadan etkilenmemesi için sol elimle omzundan tutarak destek olmaya çalıştım. Geçtiğimiz bu yolda ışıklandırma yoktu. O yüzden benim tarafımda olan tavan lambasını yakarak tekrar Asya’nın yüzüne baktım. Sandığım gibi yüksel bir doz almamıştı. Sadece ilk sefer için fazla bir doz olmalıydı. İçimin rahatlamasıyla aslında ne kadar da güzel bir kız olduğunu fark ettim.
Elmacık kemikleri belirgin, güzel siyah kirpikleri sık ve uzundu. Dolgun dudakları, yorucu gecenin etkisiyle kurumuş, yer yer kavlamıştı. Saçlarının, tuvaletteki pis suyla ıslanmayan kısımları dalgalıydı. Dışarı çıkacağı için dalgalandırmak istemiş olmalıydı. Emre, reşit olmadığını söylemişti ama gayet de reşit gibi görünüyordu. On sekizine çok yakın olmalıydı. Sanırım.
Vadim’in arabayı durdurmasıyla kafamı kaldırıp camdan nerede durduğumuza baktım. Kocaman bir evdi. Anneannemin evinden de büyüktü. Kızı hastaneye götürmemenin iyi bir fikir olduğunu düşündüm.
Emre’nin arabası sağımızda durmuştu. Arabadan indi ama yerinden kıpırdamadı. Karşıya, evin girişine bakıyordu. Kafamı sola doğru uzatarak arabanın ön camından nereye baktığını görmeye çalıştım. Karşıdan Emre’yle aynı yaşta olabileceğini düşündüm birisi geliyordu. Abisi olmalıydı. |
0% |