Yeni Üyelik
3.
Bölüm

2. BÖLÜM Racastan'da Kriket Oynayan Develer

@songul__

 

Medya--> Abishek Bhagya

 

"Türkiye'ye mi? Ne yapacaksın orada?"

"Tatile çıkacağım dedim ya, duymadın mı beni?"

"Duydum duydum da başka ülkelere neden gitmiyoruz? Mesela İtalya, İngiltere ya da Fransa. Hem-" Abishek cümlenin devamını getirmeyip sustu.

"Benim canım böyle istiyor anladın mı? Ha bu arada cümleni neden yarıda kestiğini de biliyorum." Akshay, elindeki tableti kapatıp yanına bıraktı. İki elini boynunun arkasında birleştirip başını geriye yasladı. Çakıl taşlı yolda arabanın ikide bir sarsılması artık onları rahatsız etmiyordu. Çoktan alışmışlardı bu duruma. Alıştıkları bir durum daha vardı o da arabanın kaplumbağa hızında gitmesi. Yollar renkli sariler giymiş kadınlar ve tören elbiseleri giymiş adamlarla doluydu. Küçük kızlar uzun saçlarını her iki yandan örgü yapıp ucuna da beyaz kurdele takmışlardı. Ellerindeki çeşitli müzik aletleri ile yürürken şarkı söylemeyi ve ayrıca dans etmeyi de ihmal etmiyorlardı. Abishek'in bahsettiği festival bitmemişti anlaşılan. "Annen izin vermez diyorsun, haklısın da. Ama bir tıpta bir de bende çareler tükenmez.vo yüzden sen de benimle geliyorsun."

"Sen Türkçe biliyor musun ki?"

"Derdimi anlatacak kadar biliyorum, sen orasını dert etme."

"Ama biz yine de Türkiye'ye gitmeyelim. Bence Racastan'a gidelim. Orada kimse seni rahatsız etmez."

"Haklısın," dedi Akshay derin bir nefes alarak. "Racastan'daki develer hâlâ konuşmayı öğrenmediler. Bizi de rahatsız etmezler. Biz de orada çöl kumunda güneşlenir, henüz konuşamayan develerle kriket oynarız. Aslında bu harika bir fikir. Çok zekisin"

"Bunu dalga geçmen için söylemedim." Abishek, somurtarak arabanın camını açıp başını dışarıya çıkardı. Dışarıdaki gürültü aniden içeriye doluşmaya başlayınca bu sefer de yüzünü asan kişi Akshay oldu. Neyse ki bir aylığına da olsa bu gürültüden kaçacak olması onu bir nebze rahatlatıyordu. Türkiye'de peşine takılacak gazeteciler olmayacaktı. Bütün gözler onun üzerinde olmayacaktı. Bunu neden daha önce düşünemediğine pişman olsa da bir ay da gayet iyi bir zamandı. Bu zamanını pekala istediği gibi geçirebilirdi.

Abishek gittikçe kalabalıklaşan yolda dans edenlere alkış tutarak eşlik ederken Akshay yüzüne büyük bir gülümsemeye yerleştirdi ve pozisyonunu değiştirmeden şunları söyledi. "Akşama uçak biletlerimiz hazır olsun. Türkiye'ye gitmek için sabırsızlanıyorum."

 

                   ***

 

"Şaka mısınız siz? Abishek bütün bunlar ne demek oluyor?" Akshay, arkasında onları takip eden korumalara gergin bir bakış fırlatıp ardından aynı bakışlarını Abishek'e sundu. Abishek, önünde birleştirdiği ellerini sıktığından habersiz bir şekilde Akshay'a yaklaştı. "Akşi, üzgünüm. Bayan Ganga böyle istedi."

"Hindistan'da başka adam kaldı mı? Eğer kaldıysa Bayan Ganga'ya söyle onları da göndersin. Ne de olsa iki futbol takımımız hazır, bunu üçe tamamlamamız lazım." Akshay, burnundan soluyarak yürüyen merdivenlere yöneldi. Kollarını göğsünde birleştirirken Abishek'in Racastan fikrini bir kez bile düşünmediği için kızdı kendisine. En azından gerçekten kafasını dinleyebilirdi.

Türkiye'ye geldiğinde her şeyin daha güzel olacağını düşünmüştü ama geldiği nokta Hindistan'daki durumundan da beterdi. Peşinde yirmi kadar koruma varken kafasını dinlemek bir yana nefes almak dahi içinden gelmiyordu. Üstelik bu korumaların hepsi de iri yarı adamlardı. Giydiği gömleği yırtacak kadar kol kasları vardı. Annesi özellikle seçmişti anlaşılan bu adamları.

Yürüyen merdivenleri bitirdikten sonra aklına harika bir fikir gelince asık olan yüzü bir anda en sevdiği oyuncağı bulan bir çocuğun yüzü gibi ışıldadı. İp halini almış dolgun dudakları sinsice kıvrılırken göz ucuyla yanında yürüyen adama baktı. Aklında neler döndüğünü bir bilseydi Abishek, ceketinin ucundan tutar onsuz bir adım dahi atmasına izin vermezdi ama zaten Akshay, aklındaki şeytani düşünceyi Abishek'e söylemeye hiç de niyetli değildi.

Yüzündeki gülümsemeyi Abishek fark etmeden sildi ve önüne döndü. Ani bir dürtü misali bir anda aklına fırlayan fikri gerçekleştirmeden önce bir şey yemesi iyi olacaktı. Bugün onlar için uzun ve heyecanlı bir gün olacaktı. Bunun için de enerji depolaması onların yararına idi.

Bir şey söylemeden alışveriş merkezinin en üst katındaki restaurantlardan birisine gittiler ve dışarıya açılan kapıdan geçerek İstanbul'un güzel manzarasının tadını çıkartabilecekleri masaya kuruldular. Abishek, Akshay'ın karşısına kurulduğunda onlarla gelen korumalardan birkaçı masanın biraz uzağında pozisyonlarını aldı. Kalanları ise restaurantın girişinde,elleri önde birleşmiş bir şekilde dikilmeye başladılar.

Restaurantta yemek yiyen birkaç kişi elindeki çatal bıçağı bırakıp Akşhay ve korumalarına meraklı bir ifadeyle bakınca Akshay da gözlüğünü çıkarmadan aynı şekilde onlara baktı. Ne var, diye bağırmak istese de susturdu içindeki sesi. Annesi peşine taktığı onca korumayla rezil etmişti onu ya da belki daha havalı gösteriyordu. Her neyse, hangi durumda olursa olsun her iki şekilde de rahatsız hissediyordu kendisini.

Bakışlarını birkaç dakika sonra yemeğine dönen insanlardan alıp hemen yanındaki eşsiz manzaraya çevirdi. Tarihi binalar yeni binalardan sıyrılıp selamlıyor, biraz uzaktaki Galata Kulesi tüm ihtişamıyla göz kırpıyordu.

Yanlarına gelen garsona Abishek, İngilizce sipariş verirken Akşhay da derin bir nefes aldı. Boğazın temiz havası ciğerlerine bayram yaptırıyor, martıların gaklamaları ve sokaktan gelen insanların sesi gürültüden çok melodi gibi geliyordu kulağına. Delhi'deki sıcak havanın aksine daha serin bir hava vardı burada ve daha rahatlatıcı.

Seviyordu bu şehri. Bu temiz havayı, bu eşsiz manzarayı... Hindistan'da kurulu bir düzeni ve çok sevdiği işi olmasaydı hiç vakit kaybetmeden buraya yerleşir, bütün hayatını burada geçirirdi.

 

          ***

 

Ağızda harika tatlar bırakan yemekleri yedikten sonra sıra Akshay'ın aklındaki planı harekete dökmekteydi. Bunun için restaurantta biraz daha oyalanması lazımdı. Masadaki soğuk sudan bir yudum alıp Abishek'e baktı. "Abishek, sen tatlıları söyle, ben lavaboya gidip geleceğim."

. Abishek, ağzı dolu olduğundan sadece başını sallayabildi ve uzanıp bir peçete alarak ağzına dayadı. Akshay,"Yavaş ye, boğulacaksın." dedikten sonra ayağa kalkınca masanın yanındaki korumalar hemen hareketlendi. İşte işin zor kısmı şimdi başlıyordu. Bu korumaların onu takip etmesine izin vermemeliydi. "Siz nereye?"

"Efendim sizi yalnız bırakamayız."

"Kutu kutu pense oynamayacağım orada, merak etmeyin. Sadece tuvaletimi yapacağım. Eğer yardım gerekirse çağırırım sizi."

Korumalar aynı yerde, harekete hazır bir halde beklemeye devam edince Akshay, Abishek'e tehditvari bir bakış fırlattı. Abishek, ağzındakilerini sesli bir şekilde yutup istemeyerek de olsa başını aşağı yukarı doğru salladı ve korumalara bir işaret vererek eski haline geçmelerini sağladı.

Normal şartlarda Abishek buna hayatta izin vermezdi ama yediği yemeklerden olsa gerek hiçbir şey dememiş, önündeki tabaktan yemeye devam etmişti. Belki de bugün şans, sihirli değneğini ondan yana çevirmişti. Kim bilir...

Akshay, içinden Diwali bayramlarında yapılan dansı yaparken yüzüne bir şey yansıtmamaya çalışarak tabelalarda işaret edilen yere doğru adımladı. Restaurant içindeki korumalara fark ettirmeden elinde boş tepsiyle bekleyen garsonu yanına çağırdı ve geniş bir koridora geçti. Garson, elindeki tepsiyi bırakıp Akshay'ın yanına geldi.

"Buyurun efendim."

"Delikanlı, bana bir şapka ve bir de ceket bulabilir misin?"Akshay, Türkçeyi çok iyi bilmiyordu ama konuşurken hangi sözcükleri kullanacağını gayet iyi biliyordu.

Garson iki adım geriye çekilip Akshay'ı baştan aşağıya dikkatlice süzdü ve gözlerini kıstı. "Neden peki?"

Akshay, daha fazla vakit kaybetmemek adına kısaca her şeyi anlattı ve yüzüne masum bir ifade yerleştirdi. Umarım garson kabul ederdi.

Akshay'ın anlattıklarından sonra garsonn sirke satan yüzü bir anda bayram havasına döndü. Sıkıcı ve bir o kadar da tekdüze geçen hayatına bu adamın dediklerini kabul etmesiyle az da olsa heyecan katabilecekti. "Beş dakika içinde bulup hemen getiriyorum."

. Garsonun yanından uzaklaşmasıyla Akshay derin bir nefes aldı. Planı tıkır tıkır işliyordu. Şimdiye kadar hiçbir sorun çıkmamıştı. Tek temennisi bundan sonra da bir aksiliğin çıkmamasıydı.

Garson gerçekten de beş dakika içinde geri dönmüştü elinde tuttuğu bir poşet çantayla beraber. Etrafına hızlıca bir göz gezdirip elindeki poşeti Akshay'a uzattı ve arkasına döndü. "Siz içeride giyinene kadar ben burada gözcülük yapacağım."

Akshay, gülümseyerek poşeti aldı ve lavaboya girdi. Alınan eşyaları giymesi bir dakikasını bile almamıştı. Şapkasını takıp üstüne ceketinin kapüşonunu da geçirince aynadan kendisine baktı. Bu haliyle değil korumaları kardeşi ve annesi görse bile tanıyamazdı onu. Gerçi saçları biraz bozulmuştu. Bu durum canını sıksa da şimdi bunu göz ardı etmesi gerekiyordu.

Elindeki gözlüğü de takınca içeriden çıktı ve etrafta gözlerini dolaştıran garsonun yanına geldi. Cebinden Türk lirasına çevirdiği kağıt paralardan birkaç tanesini alıp garsona uzattı. Garson ne kadar istemese de Akshay, yaptıklarını karşılıksız bırakmak istemiyordu.

"​​​​​​Çok teşekkür ederim delikanlı. Şimdi son bir görevimiz daha var." Elini kaldırıp kapıda dikilen korumaları işaret etti. "Şu kapıdaki iri yarı adamların yanına gidip Bay Akshay acilen sizi çağırıyor diyerek kapıdan uzaklaştırabilir misin?"

"Hiç kuşkunuz olmasın."

Garson üstünü düzeltip büyük adamlarla korumalara doğru yürürken dönüp göz kırpmayı da ihmal etmiyordu. Saniyeler içerisinde garson ve korumalar kapıdan uzaklaşırken Akshay son hızla restauranttan çıktı ve yine aynı hızla alışveriş merkezinin çıkışına doğru yürümeye başladı. Buradan kaçabilmesi için sadece birkaç dakikası vardı. Oda elinden geldiğince hızlı davranacaktı.

Alışveriş merkezinden çıkar çıkmaz kaldırımda yürüyen kalabalığa karıştı. Her ne kadar birine çarpmamaya özen göstersede bu kalabalıkta pek mümkün olmuyordu. Çarptığı her kişiden özür dileyerek ara sokaklardan birine saptı. Şimdi sokak daha sessiz diğer yerlerine nazaran daha sakindi. Boyası dökülmüş evlerden sarkan adını bilmediği türdeki çiçekler sokağın ürkütücü görüntüsünü bir nebze azaltıyordu. Evlerin kapılarına tünemiş kirli ve zayıf kediler bu yabancı adama hiç dost canlısı bakmıyorlardı.

Akshay bu kedilerden olabildiğince uzak durarak bir başka sokağa daha sapınca birkaç ses duydu. Sese doğru yavaş adımlarla yürürken içinde adlandıramadığı, tarifini yapamadığı bir his peyda olmuştu. Yavaş yavaş kalbine doğru adımlıyordu adeta ve olduğundan daha hızlı bir şekilde atmasına neden oluyordu. Korku muydu yoksa heyecan mı bilmiyordu. Tek bildiği bu garip duygu ile ilk kez karşılaştığıydı.

Evlerin seyrekleştiği sokakta yürümeye devam ederken seslere daha da yaklaştığını hissediyordu. Önündeki duvardan başını sağa doğru uzatınca seslerin sahibini gördü. Üç adam bir kızın etrafını sarmış gülüyorlardu ve arada bir seslerini iyice yükseltiyorlardı. Kız beline kadar uzanan kestane rengi saçlarını sırtına gelişigüzel bir şekilde atıp kolundaki çantayı iyice sıktı. Gül kurusu rengindeki gömleğinden görünen kolları bir pamuk kadar beyaz, tutulduğunda kırılacak kadar narin duruyordu. Dzinin hemen altında biten turkuaz rengindeki eteği kısa boylu adamın onu iteklemesiyle hafifçe dalgalandı. Turkuazın bir Türk rengi olduğunu duymuştu Akshay. Ve bir renk bir Türk kızına anca bu kadar yakışırdı.

Adam kıza doğru bir adım yaklaştı. Sararmış ve birkaçı düşmüş dişleri görünecek şekilde sırıttı. "Hiştt fıstık, bizim gibi sincaplar seni yakalasın diye mi bu sokağa saptın?"

Yanındaki iki adam da kahkahalarla gülmeye başlayınca kız elini çantasının kolundan çekti. "Oyuk, sincap mı?" dedi midesi bulanmış gibi yüzünü ekşiterek. "Beyler, lütfen hayvanlara hakaret etmeyelim. Senden olsa olsa Gargamel olur, başka da bir şey olmaz."

Az önce konuşan adam öfkeyle solumaya başlarken yanındaki arkadaşları gürültülü bir şekilde kahkahayı bastı. "Abi fıstık haklı, ben de daha önce gargamele benzediğini söylemiştim sana."

"Kes sesini fodul." Adam küçük gözlerini iyice kısarak kızın tam karşına geçti. Çenesini boğumlu ve kısa parmaklarıyla kavradı. "Çizgi filmde Gargamel hiçbir şirini yakalayamıyordu ama bakın, şirine avucumun içinde."

Akshay, bu mide bulandırıcı adamlara nasıl engel olacağını düşünürken arkasında birinin ona seslendiğini duydu. Akshay dönüp bakmasa da sesin sahibini tanımıştı. Bu Abishek'ti. Bir an ne yapacağına karar veremeden adamların aksine yönüne doğru koşmaya başladı. Beyaz ayakkabılarının kirlenmesine aldırmadan bir su birikintisinin üzerinden atladı. O kızı orada bırakmakla büyük bir hata yapmıştı ama dönüp de tekrar oraya gidemezdi. Çünkü kaybolmuştu. Birbirine benzeyen duvarlar onu kıskacı arasına almış bırakmıyordu.

Yaklaşık on dakika kadar yürüdükten sonra sırtını pembe boyalı bir evin duvarına yasladı ve başındaki şapkayı çıkardı. Derin derin nefes alırken bir labirente girmiş olmasından korkuyordu. Çünkü hangi sokağa sapsa derin bir sessizlik ve ürkütücü bir havayla karşılaşıyor, hangi yöne baksa pembe boyalı, dört katlı bir ev görüyordu. Farklı bir şehirde hatta farklı bir ülkede kaybolmak bir yabancının başına gelebilecek en felaket şeydi ve Akshay da bu felaketi dibine kadar yaşıyordu.

Daha aldığı nefesleri yutkunamadan güçlü bir elin omzundan kavradığını hissetti. Dönüp soluna bakınca yarı yolda kalan nefesi bir düğüm misali nefes borusuna kuruldu. Bu adam ve yanındaki iki arkadaşı az önce kızı rahatsız eden adamlardı. Yalnız adamlarda bir değişiklik vardı. Birinin dudağı patlamış, diğer ikisinin de boynunda kırmızı izler vardı. Adamlara ne olduğunu çok merak ediyordu ama o kıza ne olduğunu daha çok merak ediyordu.

"Fodul baksana, şirineyi elimizden kaçırdık ama daha fiyakalı bir şirinle karşılaştık."

Yine aynı kahkahalar, yine aynı sırıtmalar oluşunca Akshay yüzünü ekşitti. Adamın ne dediğini tam olarak anlayamamıştı ama onunla dalga geçtiklerini hissediyordu.

"Nerden biliyorsun fiyakalı olduğunu?" Sakallarının ucunu örmüş olan adam kaşındaki piercingle oynamayı bırakıp yanlarına geldi.

Kumral saçlarının sadece kafasının yanlarından sarkan adam -yani kızın gargamele benzettiği adam - Akshay'ın yer yer kirlenmiş Beyaz spor ayakkabılarını işaret etti. "Bak, senin popondan daha büyük ayakkabıları ve markalı da aynı zamanda."

"Ayakkabılarımı benzettiğiniz şeye inanamıyorum. İğrençsiniz."

. "Lan, bu konuşmayı da biliyormuş. Daha neler biliyorsun anlat hele." Adam uzanıp Akshay'ın saçlarına dokunmak istedi ama Akshay ani bir refleksle sağa kayıp boşta kalan elini arkasında birleştirdi. Adam acı bir inlemeyla debelendikçe Akshay kolunu daha çok sıktı. "Sakın saçlarımı ekleyeyim deme."

Kısa boylu adam arkadaşını kurtarmaya yeltenmek istese de Akshay'ın güçlü yumruğundan nasibini aldı. Kolunu sıktığı adamı geriye doğru fırlatırken boynunun arkasında acı bir şey hissetti. Anteni bozulmuş bir televizyona benzetti o anda kendisini. Oluşan karıncalanma kulaklarına ulaşırken canını yakmaktan da geri durmuyordu. Gözlerinin önü kararmaya başlarken son bir gayretle dönüp arkasına baktı. Piercingli adam otuz iki dişini gösterecek bir şekilde ona gülüyordu.

Akshay sağına doğru düşerken gördüğü son kişinin bu sakallı ve piercingli adam olduğuna lanet etti. "Keşke bu adamın yerine o ay tenli kadını görseydim." dedi fısıltıyla karışık bir sesle. "Belki o zaman daha huzurlu bir şekilde ölebilirdim."

Loading...
0%