@soniamarryrose
|
Yıl 2007… Bursa'da hayat yeniden bir düzene girmişti, ama yıllar önce yaşanan dehşet verici olayların izleri tamamen silinmemişti. Halil ve Lidya, hayatlarına devam etmeye çalışırken, kızları Zambak 13 yaşına gelmiş ve ortaokula yeni başlamıştı. Zambak için bu, hem heyecan verici hem de biraz korkutucu bir dönemdi. Özel bir okulda, lise ile ortaokulun birleşik olduğu bu kurumda eğitim görecekti. Sabahın erken saatlerinde, Lidya mutfakta kahvaltıyı hazırlarken, Halil de kızları Zambak’ın okul çantasını düzenliyordu. Yıllar geçmişti ama Lidya’nın yüzündeki o eski hüzünlü ifade hala zaman zaman geri dönüyordu. Halil ise artık fiziksel olarak iyileşmişti, ama ruhundaki izler silinmemişti. Lidya: "Zambak, hadi tatlım, kahvaltın hazır. Bugün büyük gün, okula geç kalmanı istemem." Zambak: (Merdivenlerden aşağı koşarak gelir) "Geldim anne! Çok heyecanlıyım, yeni arkadaşlarım olacak, acaba nasıl insanlar?" Halil: (Gülümseyerek Zambak’ın saçlarını okşar) "Eminim çok iyi arkadaşlar edineceksin. Hem sen güçlü bir kızsın, her şeyin üstesinden gelirsin." Zambak büyük bir hevesle kahvaltısını yaparken, Lidya ve Halil birbirlerine anlamlı bir bakış attılar. Kızlarının bu kadar büyümüş olduğunu görmek, onları gururlandırıyordu. Ancak, yıllar önce yaşadıkları travma, Zambak’ın güvenliğini her zaman öncelik haline getirmişti. Bugün Zambak’ı okula bırakacaklardı, ve kızları yeni hayatına başlarken ona eşlik edeceklerdi. Bir süre sonra, Halil, Lidya ve Zambak arabaya binerek okula doğru yola çıktılar. Yol boyunca, Zambak heyecanla yeni okulunu hayal ediyor, Lidya ise biraz endişeli görünüyordu. Zambak: "Baba, bu okul gerçekten büyük mü? Ne kadar çok sınıfı var? Öğretmenler nasıl?" Halil: "Evet, tatlım. Burası büyük bir okul, çok sayıda sınıf ve öğrenci var. Ama endişelenme, öğretmenlerin çok iyi olduğunu söylediler." Lidya sessizce yolculuğa devam etti, içindeki huzursuzluğu saklamaya çalışıyordu. Okulun kapısına vardıklarında, Zambak'ın yüzündeki gülümseme, Lidya'nın biraz olsun rahatlamasına neden oldu. Ancak içeri girdiklerinde, onları bekleyen sürprizlerle dolu bir gün olduğunu bilmiyorlardı. Okulun girişinde birkaç veli ve öğrenciyle karşılaştılar. Lidya, tanıdık bir yüz gördüğünde adeta donakaldı. Bu, yıllar önceki olaylardan beri hiç görmediği, eski bir dosttu: Samet. Samet, okulda fen öğretmeni olarak atanmıştı ve şu an Lidya ile Halil’in karşısındaydı. Samet: (Biraz çekinerek) "Lidya… Halil… Uzun zaman oldu." Halil: (Kısık bir sesle, ama samimi bir şekilde) "Evet, Samet. Gerçekten uzun zaman oldu. Burada çalıştığını bilmiyorduk." Lidya: (Endişeli ama nazikçe) "Nasıl olduğunu sormaya cesaret edemiyorum ama… Burada, bu okulda olman bizim için sürpriz oldu." Samet: (Gözleri biraz hüzünlü, ama gülümsemeye çalışarak) "Hayat bizi farklı yerlere sürüklüyor, değil mi? Ben de burada olduğunuzu bilmiyordum, gerçekten. Ama… geçmişi unutmak zor. Yine de, bu okulda öğrenciler için elimden geleni yapıyorum. Zambak da sanırım buraya başladı?" Halil: "Evet, burası onun için yeni bir başlangıç olacak." Samet, yıllar önceki olayların izlerini taşısa da, kendini toparlamış gibi görünüyordu. Ancak bu buluşmanın Lidya ve Halil için beklenmedik bir sürpriz olduğunu anlamıştı. Samet, onların duygularını göz önünde bulundurarak, fazla üzerinde durmamaya karar verdi. Samet: "Umarım Zambak da burada iyi bir eğitim alır. Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa, ben buradayım." Biraz daha konuştuktan sonra, Samet onlardan ayrıldı ve Lidya, Halil ve Zambak okulun içine doğru yürüdüler. İçeri girdiklerinde, başka bir sürpriz onları bekliyordu. Lidya, koridorda yürürken, bir kapıdan çıkan bir başka tanıdık yüzle karşılaştı: Savaş. Onun burada olacağını hiç tahmin etmemişti. Savaş, Lidya’nın eski çocukluk aşkıydı, ama yıllar içinde bu duygular unutulmuş, yerini başka acılara bırakmıştı. Savaş, Lidya’yı gördüğünde önce duraksadı, ardından kendine gelerek selam verdi. Sert bir bakışı ve mesafeli bir tavrı vardı. O da okulda fen öğretmeni olarak atanmıştı, ama öğrenciler arasında çok da sevilen biri değildi. Savaş: (Soğuk bir şekilde) "Lidya. Uzun zaman oldu." Lidya: (Şaşkın ve biraz çekingen) "Savaş… Sen… burada mısın? Fen öğretmeni mi oldun?" Savaş: "Evet, öyle. Burada öğretmenlik yapıyorum. Görüyorum ki sen de çocuğunu buraya kaydettirmişsin. Bu kız, senin mi?" Lidya: "Evet, bu benim kızım Zambak." Savaş, Zambak'a baktı ve bir an için hiçbir şey söylemedi. Gözleri, Lidya’nın kızı üzerinde dolandı, sonra yine soğuk ve mesafeli bir tavırla konuştu. Savaş: "Umarım iyi bir öğrenci olur. Bu okulun disiplinine ayak uydurması gerekecek." Lidya, Savaş’ın bu sözlerinden bir rahatsızlık hissetti ama bir şey demedi. Halil de durumu fark etmişti, ancak Lidya’nın bu karşılaşmanın etkisinde kalmasını istemediği için konuşmadan, sadece kızıyla ilgilenmeye devam etti. Ders yılı başladı ve Zambak, okulda yavaş yavaş uyum sağlamaya başladı. Sınıfında birkaç yeni arkadaş edindi. Ancak, Zambak’ın fen dersinde farklı bir öğretmenle karşılaşması, onu zorlukların beklediğinin habercisiydi. Savaş, onun fen öğretmeni olmuştu ve Zambak’a karşı diğer öğrencilere oranla daha sert davranıyordu. Zambak, annesi ve babasının geçmişinden habersiz, bu durumun nedenini anlamakta zorlanıyordu. Fen dersinin ilk gününde, Savaş sınıfa girdiğinde öğrenciler sessizleşti. Savaş, öğrencilerin üzerinde otoritesini hissettiren sert bakışlarını sınıfın üzerinde gezdirdi. Savaş’ın dersinde, öğrenciler kendilerini rahat hissetmiyorlardı. Savaş: (Sert bir ses tonuyla) "Bugün size fen dersinin önemini anlatacağım. Ama bunu anlamanız için, disiplinli olmanız gerekiyor. Bu sınıfta gevşeklik istemem. Eğer burada başarı elde etmek istiyorsanız, kurallara uymanız gerekecek." Zambak, Savaş’ın bu tavrından rahatsız olmuştu, ama annesi ve babasının ona öğrettiği gibi sakin kalmaya çalıştı. Ancak, Savaş’ın sert tutumu, Zambak üzerinde bir baskı oluşturuyordu. Zamanla, bu baskı zorbalığa dönüştü. Savaş, ders sırasında Zambak’a daha zor sorular sormaya, onu sınıfın önünde küçük düşürmeye başladı. Savaş: (Zambak’a dönerek) "Zambak, bu sorunun cevabını biliyor musun? Eğer bilmiyorsan, buraya gelmenin bir anlamı yok. Disiplinsiz öğrencilerle uğraşmaktan hoşlanmam, bu sınıfta başarılı olmanı bekliyorum." Zambak, Savaş’ın bu sözleri karşısında ne yapacağını bilemedi. Cevap vermeye çalıştı ama boğazı düğümlendi, kelimeler çıkmadı. Savaş’ın bakışları onun üzerinde yoğunlaştı, bu da Zambak’ı daha da gerdi. Savaş: (Soğuk bir şekilde) "Anladım. Demek ki bu konuyu öğrenmemişsin. Eğer bu şekilde devam edersen, bu sınıfta başarılı olman mümkün değil. Disiplin, en önemli şeydir. Eğer disiplinli olamazsan, burada barınamazsın." Zambak, bu sözler karşısında ne yapacağını bilemedi, ama içindeki korkuya rağmen, annesi ve babasının ona öğrettiği gibi, başını dik tutmaya çalıştı. Ancak Savaş, bu durumu bir meydan okuma olarak gördü ve Zambak’a daha da baskı yapmaya başladı. Ders boyunca, Zambak’a sürekli zor sorular sordu, onu küçük düşürmeye çalıştı. Zambak, eve döndüğünde yaşadığı bu durumdan rahatsızdı, ama annesi ve babasına bir şey söylememeye karar verdi. Ancak, Savaş’ın bu tutumu devam ettikçe, Zambak’ın üzerinde büyük bir baskı oluştu. Zambak, hem okulda başarılı olmaya çalışıyor, hem de bu zorbalığa karşı direnmeye çalışıyordu. Okulun koridorları sessizdi, ders zili çalmış, öğrenciler sınıflarında yerlerini almıştı. Zambak, Fen dersi için sınıfına girmiş, ancak içindeki huzursuzluk her geçen dakika artmıştı. Savaş öğretmen, tahtada deney tüpleri ve laboratuvar araçlarını anlatırken, Zambak’ın kalbi sanki göğsünden çıkacakmış gibi atıyordu. Savaş’ın bakışları, her an onun üzerinde gibi hissediyordu; bu baskı, onu adeta nefessiz bırakıyordu. Dersin ortasında, Savaş aniden durdu ve sınıfa dönüp, sert bir sesle Zambak’a seslendi: “Zambak! Kalk ve şu formülü tahtada çöz bakalım. Yoksa her zaman olduğu gibi sadece adınla mı var olacaksın bu sınıfta?” Zambak yavaşça yerinden kalktı, elleri titriyordu. Tüm sınıfın bakışları üzerine çevrildiğinde, bu anın geçmesi için dua etti. Yavaş adımlarla tahtaya yürüdü ve Savaş’ın gösterdiği denklemi çözmeye çalıştı. Ancak, formül ona yabancı geliyordu; panik, zihnini bulandırmıştı. Tahtaya tebeşiri dokundurmasıyla elinin titremesi daha da arttı. Savaş, alaycı bir gülümsemeyle Zambak’ın çabalarını izliyordu. Onun başarısız olmasını, bu durumdan zevk alır gibi gözlüyordu. Zambak bir türlü denklemi çözemediğinde, Savaş’ın sesi daha da sertleşti: “Görüyorsunuz işte, arkadaşlar. Zor bir şey istemedim, sadece basit bir formül. Ama Zambak bile bunu yapamıyorsa, sizden ne bekleyelim?” Zambak, bu sözler karşısında ne yapacağını bilemedi, ama gözyaşlarını zor tutuyordu. Hızla yerine dönmek istedi, ancak Savaş ona izin vermedi: “Burada kal, Zambak. Bu formülü çözüp yerine geçene kadar ayakta bekleyeceksin. Bu, bir öğretmenin öğrencisine yaptığı bir iyilik. Hadi, çözüme ulaşana kadar uğraş.” Zambak, tahtanın önünde sessizce durmaya devam etti. Utanç ve hayal kırıklığı, ona tüm sınıfın ortasında acı çektiriyordu. Dakikalar geçtikçe, Savaş’ın bu acımasızlığı daha da katlanılmaz hale geliyordu. Tam bu sırada, zil çaldı ve öğrenciler teneffüse çıkmak için sınıftan dışarıya çıkmaya başladı. Zambak, nihayet derin bir nefes alabildi ve ağır adımlarla sınıftan çıkmaya hazırlandı. Ancak, kapıda onu bekleyen bir sürpriz vardı. Babası Halil, kızını ziyaret etmek için okula gelmişti. Zambak’ı gördüğünde, onun yüzündeki durgunluk ve hüzün hemen dikkatini çekti. “Merhaba, kızım,” dedi Halil, gülümseyerek. “Nasıl gidiyor, her şey yolunda mı?” Zambak, babasına baktı, ama ona ne olduğunu anlatmakta tereddüt etti. “Her şey yolunda, baba,” dedi, ama sesi neredeyse duyulmazdı. Halil, kızının bu halinden bir şeylerin yolunda gitmediğini anladı. Onunla biraz daha konuşmak istese de, Zambak’ın gözlerindeki ifadeden fazla ısrar etmemenin daha iyi olacağını hissetti. Yavaşça kızının omzuna dokundu ve onu teselli etmeye çalıştı: “Eminim her şey daha iyi olacak. Eğer bir sorun olursa, benimle konuşabileceğini biliyorsun, değil mi?” Zambak hafifçe başını salladı ve ardından sınıfına doğru yürüdü. Halil, kızının bu halinden tedirgin olmuştu. Onu gözleriyle takip ederken, birden bire sınıftan çıkan Savaş ile göz göze geldi. Savaş’ın bakışları, Halil’e karşı her zaman olduğu gibi soğuk ve düşmancaydı. Onlarca yıl önce başlamış olan düşmanlık, hala alev alev yanıyordu. Halil, Savaş’ın bu bakışlarına karşılık vermekte gecikmedi. Aralarındaki gerginlik, etraflarındaki öğrencilerin bile hissedebileceği kadar yoğundu. “Senin burada ne işin var, Halil?” diye sordu Savaş, alaycı bir tonla. “Kızının başarısızlığını mı izlemeye geldin? Belki de ona zorbalık yapmayı öğretmek istiyorsundur, tıpkı bana yaptığın gibi.” Halil’in yüzü bir anda ciddileşti. “Kızımın dersleriyle ilgili hiçbir sorunun yok. Ama eğer ona kötü davranırsan, bunun hesabını senden sorarım.” Savaş’ın alaycı gülümsemesi daha da genişledi. “Kızın, senin gibi zayıf biri. Bunu sen de biliyorsun, Halil. Onu koruyamazsın, tıpkı Lidya’yı koruyamadığın gibi. Sadece izleyebilirsin, ben de ona dersimi vereceğim.” Halil, bu sözler karşısında daha fazla sessiz kalamadı. Bir adım öne çıktı, sesi daha da yükseldi: “Eğer kızıma bir kez daha zarar verirsen, seni bu okulda barındırmam. Anladın mı beni, Savaş?” Savaş da geri adım atmıyordu. “Tehditlerin beni korkutmaz, Halil. Ama bana bir kez daha meydan okumaya kalkarsan, sonuçlarına katlanırsın. Kızın, senin geçmişte yaptığın hataların bedelini ödüyor, ve ben bu bedeli sonuna kadar tahsil edeceğim.” Bu sözlerin ardından, ikisi de birbirlerine karşı saldırgan bir tutum sergilemeye başladı. Sözlü tartışma, fiziksel bir kavgaya dönüşmek üzereydi ki, o sırada Samet hızla araya girdi. İkisini de ayırmaya çalışarak, “Ne yapıyorsunuz siz? Bu bir okul, öğrencilerin önünde kavga mı edeceksiniz?” diye bağırdı. Halil ve Savaş, Samet’in bu müdahalesiyle biraz olsun duruldular, ama birbirlerine olan öfkeleri hala dinmemişti. Samet, her iki tarafı da sakinleştirmeye çalıştı: “Bu meseleleri burada çözemezsiniz. Ne Savaş’ın Zambak’a zorbalık yapması kabul edilebilir, ne de Halil’in bu şekilde tepki göstermesi. Eğer bir sorun varsa, konuşarak çözülmeli.” Halil, Samet’in bu sözleri üzerine derin bir nefes aldı, ama gözlerini Savaş’tan ayırmadı. “Bu iş burada bitmedi,” dedi sert bir şekilde, ardından arkasını dönüp okuldan ayrılmak üzere uzaklaştı. Savaş ise arkasından sessizce gülümseyerek, Halil’in uzaklaşmasını izledi. Samet, Savaş’a dönerek, “Sen de sakinleş ve öğrencilerle olan ilişkine dikkat et. Zambak’a zorbalık yapmak, sana hiçbir şey kazandırmaz, aksine her şeyi daha da kötüleştirir,” dedi. Savaş, bu uyarıyı duymazdan gelir gibi göründü. Ancak, Samet’in dediklerinin doğruluğunu içten içe kabul etmek zorunda kalmıştı. Zambak, sabah yaşadığı olayların etkisiyle hala tedirgin bir şekilde okul koridorlarında dolaşıyordu. Onun bu halini gören en yakın arkadaşları Recep ve Hatice, hemen yanına koşup ona eşlik ettiler. Tenefüs zili çaldığında, Zambak’ı biraz olsun rahatlatmak için okul bahçesine çıkmaya karar verdiler. Recep, Zambak’ın yanında otururken, ona merakla sordu: “Zambak, bu sabah Fen dersinde neler oldu? Çok dalgın görünüyordun, bir sorun mu var?” Hatice de hemen araya girdi: “Evet, seni böyle görmek bizi endişelendiriyor. Bizimle paylaşmak ister misin?” Zambak, arkadaşlarına doğru baktı, ama gözlerindeki korku hala tazeydi. Ne söyleyeceğini bilemeden, derin bir nefes aldı. “Bu sabah… Savaş Hoca yine beni zorladı. Tahtaya kaldırdı ve çözmem için zor bir soru sordu. Sadece bu kadar da değil, tüm sınıfın önünde beni küçük düşürdü. Kendimi çok kötü hissettim.” Recep, sinirle yumruğunu sıktı. “Bu adam tam bir zorba! Her fırsatta seni köşeye sıkıştırıyor. Neden bu kadar kötü biri, anlamıyorum.” Hatice de ona katıldı: “Evet, senin ne suçun var ki? Hem sana, hem de diğer öğrencilere karşı çok sert. Kötü notlar verdiği yetmezmiş gibi, bir de sürekli küçük düşürüyor. Bu hiç adil değil.” Zambak, başını öne eğdi, yaşadığı olayları tekrar hatırlamak istemiyordu. “Bilmiyorum… Belki de babamla olan şey yüzünden bana böyle davranıyor. Onların arasında neler geçti bilmiyorum, ama Savaş Hoca beni özellikle hedef alıyor gibi hissediyorum.” Recep, kararlı bir sesle konuştu: “Eğer bu adam seni bu şekilde rahatsız etmeye devam ederse, durumu okula bildirebiliriz. Senin yanında olacağız, merak etme.” Hatice de başını sallayarak onayladı: “Evet, Zambak. Biz senin arkadaşlarınız ve sana yapılan haksızlıklara karşı suskun kalamayız. Eğer bir şey olursa, hemen bize söyle.” Zambak, arkadaşlarının desteğini hissedince bir nebze olsun rahatladı. Ancak yine de içindeki huzursuzluk geçmek bilmiyordu. “Teşekkür ederim, arkadaşlar. İyi ki varsınız.” Tenefüs sona erdiğinde, öğrenciler tekrar sınıflarına döndüler. Zambak, bu sefer Türkçe dersi için sınıfına girdi. Rüveyda öğretmen, sınıfın en sevilen öğretmenlerinden biriydi; sıcak ve anlayışlı bir yaklaşımı vardı. Zambak, onun dersinde kendini daha rahat hissediyordu. Sınıfın havası, Fen dersindekinden çok daha yumuşaktı. Rüveyda öğretmen, derse başlamadan önce öğrencilerin halini hatırını sordu: “Nasılsınız çocuklar? Bugün nasıldı, her şey yolunda mı?” Öğrenciler hep bir ağızdan cevap verdiler, ama Zambak bu soruya sadece sessizce gülümseyerek karşılık verdi. Rüveyda öğretmen, onun sessizliğini fark etti ve hafifçe kaşlarını çattı, ama üzerine gitmedi. Dersine başladı ve öğrencilere Türkçe dersi kapsamında yeni bir hikaye yazma ödevi verdi. Herkes kendi hikayesini yazarken, Zambak da kendini yazıya vermeye çalıştı. Ancak Savaş’ın söyledikleri ve yaptığı zorbalıklar zihninden bir türlü gitmiyordu. Ders bitip, tekrar tenefüs zili çaldığında, Zambak sınıftan çıkmak üzereydi ki, Savaş öğretmen kapının önünde belirdi. Zambak’ın çıkmasına engel olarak ona sert bir bakış attı. “Seninle konuşmamız gereken şeyler var, Zambak,” dedi, sesi tehditkardı. “Gel, benimle gel.” Zambak istemeden başını salladı ve Savaş’ın peşinden yürüdü. Savaş, onu koridorun sonundaki boş bir sınıfa götürdü ve kapıyı arkasından kapattı. Oda sessiz ve ürkütücüydü, Zambak bu durumdan oldukça rahatsız olmuştu. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Savaş, Zambak’a döndü ve ona tehditkar bir sesle konuşmaya başladı: “Babanla bu sabah yaşadıklarımızı duydun mu, Zambak? Onun benimle olan düşmanlığını ve seni nasıl korumaya çalıştığını gördün mü?” Zambak’ın gözleri dolmaya başladı, ama konuşmakta zorlanıyordu. “Ben… Ben bir şey duymadım,” dedi kısık bir sesle. Savaş alaycı bir şekilde güldü. “Tabii ki duymadın. Çünkü baban, senin zayıflığını örtbas etmeye çalışıyor. Onun yüzünden, bu okulda hayatın daha zor olacak. Bunu sen de biliyorsun, değil mi? Onun geçmişte yaptığı hataların bedelini sen ödeyeceksin.” Zambak, bu sözler karşısında ne yapacağını bilemedi. Korku tüm bedenini sardı, ama hiçbir şey söyleyemedi. Savaş’ın bu kadar acımasız olabileceğini hayal bile edemezdi. Savaş, Zambak’ın bu çaresiz halini gördükçe daha da sertleşti: “Baban, benimle uğraşmanın bedelini senin üzerinden ödeyecek. Eğer bana karşı çıkarsa, senin daha fazla acı çekmeni sağlayacağım. Şimdi bu söylediklerimi iyi anla ve ona söyleme. Yoksa sonuçlarına katlanırsınız.” Zambak, gözyaşlarını tutmaya çalıştı ama başaramadı. Savaş’ın tehdidi karşısında tamamen çaresiz hissediyordu. “Tamam,” dedi titreyen bir sesle, “Kimseye bir şey söylemeyeceğim.” Savaş, Zambak’ın bu cevabından tatmin olmuş gibi göründü. “İyi. Şimdi git ve derslerine devam et. Ama unutma, senin ne yaptığını izliyor olacağım.” Zambak, hızla sınıftan çıkmak için kapıya yöneldi. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ve bir an önce bu korkunç yerden uzaklaşmak istiyordu. Kapıyı açtı ve dışarı çıktı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Hemen Recep ve Hatice’nin yanına gitmek istese de, onlara bir şey anlatamamanın acısını içinde hissediyordu. Zambak, okulun koridorlarında bir hayalet gibi dolaşırken, içindeki korku ve çaresizlik her geçen dakika daha da büyüyordu. Savaş’ın tehditleri, onun zihnini işgal etmişti ve ne yapacağını bilmiyordu. Zambak’ın gün boyunca içine kapanık ve tedirgin olduğunu fark eden Lidya, akşam eve geldiklerinde kızının bu haline daha fazla dayanamadı. Akşam yemeğinden sonra Zambak’ın odasına giderek onunla konuşmaya karar verdi. Odaya girdiğinde, Zambak yatağında oturmuş, sessizce elindeki kitabı karıştırıyordu. Ancak gözlerindeki kaygı, Lidya’nın içini sızlattı. Lidya, kızı Zambak’ın yanına oturup ona sevgi dolu bir bakışla sordu, “Kuzum, bugün okulda bir şey mi oldu? Bütün gün sessizdin. Bana anlatmak ister misin?” Zambak, annesinin sesini duyduğunda biraz duraksadı. Kalbinde bir korku vardı ama annesini de bu konuda yalnız bırakmak istemiyordu. Kısa bir tereddütten sonra, gözleri dolu dolu annesine döndü. “Anne… Savaş Hoca bana çok kötü şeyler söyledi. Babamla ilgili, seninle ilgili şeyler…” Lidya’nın yüzünde bir endişe belirdi. “Ne söyledi, kuzum? Sana bir şey mi yaptı?” Zambak, gözyaşlarını tutamayarak annesine sarıldı. “Babamla bu sabah tartışmışlar. Sonra beni derste zorladı, tenefüste de beni bir odaya çekip babamın hatalarının bedelini benim ödeyeceğimi söyledi. Çok korktum, anne. Bana zarar verecek diye çok korktum.” Lidya, Zambak’ın bu sözlerini duyunca derin bir nefes aldı, sinirleri gerildi. Kızına zarar veren kim olursa olsun, onun karşısında durmaya kararlıydı. “Korkma, kuzum. Biz senin yanındayız. Savaş Hoca’nın sana böyle davranmasına izin vermeyeceğiz. Babana hemen söylemeliyiz.” Bu sırada Halil de odaya girdi, Zambak’ın ağladığını görünce hemen yanlarına geldi. “Ne oldu burada? Neden ağlıyorsun, Zambak?” Lidya, Halil’e durumu hızlıca özetledi. Savaş’ın tehditlerinden bahsettiğinde, Halil’in yüzü öfkeyle kızardı. “Bu adamın seninle böyle konuşmaya hakkı yok! Onunla bu meseleyi hemen çözeceğim.” Zambak, babasının öfkesini görünce biraz korktu, ama Halil kararlıydı. Lidya, Halil’i sakinleştirmeye çalışarak, “Sakin ol Halil. Önce okula gidip bu durumu yetkililere bildirmeliyiz. Zambak’ı bu zorbalıktan korumalıyız.” Halil, derin bir nefes alarak başını salladı. “Haklısın. Hemen bu işi çözeceğiz. Okula gidip konuşmalıyız.” Ertesi sabah, Lidya ve Halil, Zambak’ı okula götürdüler. Zambak oldukça tedirgin olsa da, anne ve babasının yanında olmasından biraz olsun rahatladı. Okula girdiklerinde, okulun idari ofisine doğru yöneldiler. Resepsiyonda görevli olan kadına durumu anlattılar ve okul müdürü ile görüşmek istediklerini söylediler. Müdür, kısa bir bekleyişin ardından onları odasına kabul etti. Müdür, Halil ve Lidya’yı gördüğünde hafif bir gülümsemeyle onları karşıladı. “Hoş geldiniz. Buyurun, oturun. Nasıl yardımcı olabilirim?” Halil, sinirini kontrol etmeye çalışarak konuşmaya başladı. “Kızım Zambak, Savaş Hoca tarafından tehdit ediliyor ve zorbalığa maruz kalıyor. Bu kabul edilemez. Bu durumu derhal çözmek zorundayız.” Müdür, şaşırmış gibi görünse de konuyu ciddiye aldı. “Bunu duyduğuma gerçekten üzüldüm. Savaş Hoca oldukça disiplinli biridir, ancak bu tür davranışlara asla müsamaha gösteremeyiz. Durumu hemen inceleyeceğim ve gerekli adımları atacağım.” Lidya da duruma müdahil oldu. “Kızımın güvenliği bizim için her şeyden önemli. Eğer bu konuda gereken önlemler alınmazsa, daha yüksek mercilere başvurmaktan çekinmeyiz.” Müdür, onları yatıştırmaya çalışarak, “Merak etmeyin, bu konuyu hemen araştıracağım ve Savaş Hoca’yla konuşacağım. Zambak’ın güvenliği bizim için de önemlidir.” Tam bu sırada, kapı çalındı ve Savaş Hoca içeri girdi. Halil, Savaş’ı görür görmez öfkeyle ayağa kalktı. “Sen! Kızıma yaptıklarının bedelini ödeyeceksin!” Savaş, soğukkanlı bir tavırla Halil’e baktı. “Halil, bu durumu burada konuşmak yerine, dışarıda mı halletmek istersin?” Müdür hemen araya girdi. “Lütfen, burada kavgaya dönüşmesin. Bu sorunu medenice çözmek zorundayız.” Halil, yumruklarını sıkarak öfkesini bastırmaya çalıştı. “Zambak’a zarar vermene izin vermeyeceğim. Seninle daha sonra hesaplaşacağız.” Savaş ise alaycı bir tavırla, “Hesaplaşmamız gereken tek şey, senin geçmişte yaptıkların, Halil. Zambak masum olabilir ama onunla uğraşmamın sebebi sensin.” Bu sözler üzerine, Halil’in öfkesi doruğa ulaştı, ama Lidya onun kolunu tutarak sakinleştirmeye çalıştı. “Halil, bu şekilde hiçbir şeyi çözemezsin. Onun seviyesine inme.” Tam o anda Samet içeri girdi ve durumu görür görmez araya girdi. “Ne oluyor burada? Lütfen sakin olun. Bu şekilde bir sonuca varamayız.” Müdür de Samet’in müdahalesiyle sakinleşen ortamı kontrol altına aldı. “Bu durumu daha fazla uzatmadan çözmeliyiz. Savaş Hoca, bu tür davranışlar okulda kabul edilemez. Durumu inceleyeceğiz ve gerekli önlemleri alacağız.” Savaş, kendini savunmaya çalıştı. “Ben sadece disiplin sağlıyordum, ama eğer kızınızı incittiysem, özür dilerim. Bu durumu kişisel bir meseleye dönüştürmek istemiyorum.” Lidya, Savaş’ın bu sözlerine inanmakta zorluk çekiyordu, ama önemli olan kızını korumaktı. “Biz sadece kızımızın güvende olmasını istiyoruz. Eğer bir daha böyle bir durum yaşanırsa, gerekli her türlü yasal yola başvuracağız.” Müdür, durumu toparlamaya çalışarak, “Sizlere bu durumu çözeceğimize dair söz veriyorum. Zambak’a gereken desteği sağlayacağız ve Savaş Hoca’nın tutumunu yakından takip edeceğiz.” Halil, son bir kez Savaş’a bakarak, “Bu son olsun,” dedi. “Eğer bir daha kızımın canını yakmaya kalkarsan, sonuçlarına katlanırsın.” Müdür, konuşmayı sonlandırmak adına, “Tamam, bu konuyu burada kapatıyoruz ve gereğini yapacağız,” diyerek tüm tarafları sakinleştirdi. Halil, Lidya ve Zambak, okulu terk ederken içlerinde hala bir huzursuzluk vardı. Ancak, en azından bu sefer bir adım atılmıştı. Halil ve Lidya, kızlarının yanında olmaya ve onu korumaya kararlıydı. Zambak ise, yaşadığı korkuya rağmen anne ve babasının ona olan desteğiyle biraz olsun rahatlamıştı. Ancak, Savaş’ın tehditlerinin hala sona ermediğini biliyorlardı ve bu mesele henüz kapanmamıştı. |
0% |