@soniamarryrose
|
Bursa'nın gri bulutları, sokaklara düşen ince yağmurla birleşmişti. Sisi her yanda sarmış, üşüten bir esinti estiriyordu. Baharın tatlı esintisi beklenirken, her şey gri tonlara bürünmüştü. Bu karanlık havada, Lidya'nın içinde de aynı karanlık ve huzursuzluk vardı. Kızları Zambak kucağında mışıl mışıl uyuyordu, ama Lidya'nın kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Hayatları altüst olmuş, kurdukları gruplar dağılmış, dostları ve sevdikleri katledilmişti. Şimdi ise tehlike her zamankinden daha yakındı. Yeni taşındıkları bu ev, onları bir süreliğine saklayabilecek bir sığınak olmuştu. Ancak bu huzur yanıltıcıydı. Lidya, kızını kucağında taşırken, zihninden geçen olasılıkları bastıramıyordu. Zambak'ı üstünü değiştirip beşiğine yatırdı. Tam o sırada, alt katta kapının açılma sesi duyuldu. Kulaklarına inanamıyordu. Burayı kimse bilmiyordu, peki kim gelmiş olabilirdi? Yoksa bir şeyler ters gitmiş ve farkına varmadıkları bir tehlike mi yaklaşıyordu? Korku ve endişe içinde kapıya doğru koştu. Odanın kapısını açıp merdivenlerin başına geldiğinde, gözleri korkunç bir manzarayla karşılaştı. Halil’in önünde siyah bir kar maskesi takan, siyah kazak giymiş, mavi gözlü bir adam duruyordu. Elindeki silahı Halil’e doğrultmuştu. Bu adam, polislerin uzun zamandır aradığı ve beş cinayet kaydı bulunan Akif'ten başkası değildi. Halil, silahını ona doğrulttu ve tetiği çekti ama hiçbir şey olmadı; silah boştu. Halil, o anda Lidya'nın merdivenlerin başında olduğunu fark etti ve bir anlığına donup kaldı. Lidya’yı ve kızını kurtarma arzusuyla dolan Halil, umutsuzca bağırdı: "Lidya, Zambak'ı al ve kaç! Ben onu oyalayacağım!" Ama çok geçti. Silah patladı ve Halil vurularak yere yığıldı, kanlar hızla bedeninden boşalıyordu. Bu, belki de onun son sözleriydi. Şok ve panik içinde Lidya hemen odasına koştu ve işe yaramayacağını bilmesine rağmen kapıyı kilitledi. Zambak'ın yanına diz çökerek, gözlerinden yaşlar akarken ona ne kadar çok sevdiğini, onu her zaman koruyacağını söyledi. Son bir hamleyle, kızına ailesinden yadigar olan koruma kolyesini taktı. Kapı kırılarak açıldığında, Akif içeriye adımını attı. Gözleri öfke doluydu. "Belgeler nerede, kız?!" diye bağırdı. Lidya, korkudan titreyerek hiçbir şey bilmediğini söyledi ama Akif onu dinlemiyordu. Bir an bile tereddüt etmeden tetiği çekti. Lidya acıyla yere yığılırken, evin içi sessizliğe büründü. Tam o anda, polis sirenleri dışarıdan yankılandı. Akif, belki de kaçabileceğini düşündü, ama çok geçti. Polisler eve girip onu etkisiz hale getirdiler. Ambulans da hızla geldi. Küçük Zambak, korkudan ağlayarak annesine sarılıyordu. Halil, Lidya ve Zambak, hepsi hastaneye kaldırıldı. Hayatları bir kez daha altüst olmuştu, belki de bunun altından kurtulamayabilirlerdi... -Birkaç Saat Sonra- Lidya, hastane odasında yatarken gözlerini yavaşça açtı. Beyaz duvarlar ve antiseptik kokusu onu çevrelemişti. Kafası karışık ve ağırdı; olan biteni tam olarak hatırlamaya çalışıyordu. Ancak zihninde beliren tek şey, Halil'in vurulma anı ve kızları Zambak'ın ağlayışlarıydı. Kendine gelmeye çalışırken, kapı yavaşça açıldı ve bir hemşire, kucağında küçük Zambak ile içeri girdi. Zambak, annesini görür görmez kollarını ona doğru uzattı ve ağlamaya başladı. Hemşire, dikkatlice Zambak'ı Lidya'nın kucağına bıraktı. "Merhaba, nasılsınız? Küçük hanım biraz huzursuzdu, sizi görünce belki sakinleşir diye düşündük," dedi hemşire nazikçe. Lidya, Zambak'ı sıkıca kucakladı, gözlerinden yaşlar süzüldü. Bu küçük beden, onun hayattaki tek umudu ve dayanağıydı. Her şeye rağmen, Zambak'ı korumak için hayatta kalmalıydı. Derin bir nefes aldı ve hemşireye dönerek zor bir şekilde sordu: "Halil... Halil nasıl? Onu görmek istiyorum..." Hemşirenin yüzü hafifçe ciddileşti, ancak yine de sıcak bir ifadeyle konuştu. "Eşiniz yoğun bakımda. Durumu kritik ama doktorlarımız ellerinden geleni yapıyor. Şu an onu görmeniz mümkün değil, ama güçlü olmalısınız. Küçük kızınız size ihtiyaç duyuyor." Lidya'nın kalbi bir kez daha sıkıştı. Halil'in durumu gerçekten kötüydü. Onu kaybetme düşüncesi, yüreğini paramparça ediyordu. Ama Zambak, onun tek umudu, küçük kızının gözlerinde görebildiği tek şey, annesinin yanında güvende olduğunu bilmekti. "Halil güçlüdür, dayanacak," diye fısıldadı Lidya, hemşireye hem de kendine cesaret verircesine. Ardından Zambak'a sarıldı, onun sıcaklığıyla güç bulmaya çalıştı. Hemşire, Lidya'nın halini anlayarak nazikçe odadan çıkmadan önce, "Size biraz zaman tanıyayım. İhtiyacınız olursa hemşire masasından bana ulaşabilirsiniz," dedi ve kapıyı sessizce kapattı. Lidya, Zambak'ı kucağında tutarken, gözlerini bir noktaya dikti. Zihni, yaşadıkları korkunç anlara geri döndü. Akif’in soğukkanlılığı, Halil’in yere yığılması, kendi korkusu… Hepsi bir kabus gibi zihninde canlanıyordu. Ama hayatta kalmışlardı, Zambak'la birlikte buradaydılar ve Halil de onlara geri dönecekti. Bu düşünceyle güçlenmeye çalıştı. Zambak, yavaşça annesinin kollarında uykuya daldı. Lidya, onun yüzüne bakarken, kendi kendine bir söz verdi: Ne olursa olsun, ailesini koruyacaktı. Geçmişte yaşadıkları tüm kayıplar, ona bir şey öğrettiyse, o da mücadele etmekten asla vazgeçmemekti. Bu sefer, kimse onları ayırmayacaktı. Lidya, Zambak’ın yüzüne bakarken gözlerinden birkaç damla yaş daha süzüldü. Halil’in hayatını kurtarmak için kendini riske atışı ve şimdi kritik durumda olması, onu içten içe yıpratıyordu. Ama bu acı, onu daha da güçlü olmaya itiyordu. Bu savaş henüz bitmemişti ve Halil, Zambak ve kendisi için mücadele etmek zorundaydı. Odanın dışında hafif bir telaş vardı; hemşireler ve doktorlar koridorda sessizce ama aceleyle hareket ediyorlardı. Lidya, bu huzursuzluğu fark etti ve içi daralmaya başladı. Belki de Halil’in durumu kötüye gidiyordu. Bu düşünceyle harekete geçmek istedi, ancak Zambak’ı uyandırmamak için yavaşça onu yatağa yatırdı. Zambak’ın masum yüzüne son bir kez daha baktı ve kapıya yöneldi. Kapıyı açıp koridora çıktığında, Halil’in bulunduğu yoğun bakım odasına doğru yürüdü. Her adımda kalbi hızlanıyor, içini bir korku kaplıyordu. Yoğun bakım ünitesinin kapısına yaklaştığında, içeriden bir doktor çıktı. Lidya hemen doktorun dikkatini çekti. “Eşim… Halil… Nasıl? Lütfen, bana durumu hakkında bir şeyler söyleyin,” dedi, sesi titrek ama kararlıydı. Doktor, Lidya'nın gözlerine bakarak derin bir nefes aldı. "Eşinizin durumu hala kritik, fakat şu anda stabil durumda. Kurşun iç organlara ciddi zarar verdi, ancak ameliyatla büyük bir kısmını düzelttik. Yine de önümüzdeki saatler çok önemli. Onu görmek istiyorsanız, kısa bir süreliğine içeri girebilirsiniz, ama çok sessiz olmalısınız." Bu sözler, Lidya’nın içini bir nebze rahatlatmıştı, ama aynı zamanda büyük bir endişe de taşıyordu. Halil’in yanına gitme fikri, ona yeniden güç verdi. Doktorun yönlendirmesiyle yoğun bakım ünitesine girdi. Halil, yatakta hareketsiz yatıyordu, yüzü solgun, ama hala nefes alıyordu. Bu bile, Lidya için bir umut ışığıydı. Lidya, dikkatlice Halil’in yanına yaklaştı. Parmakları hafifçe onun elini tuttu ve gözyaşları sessizce yanaklarından süzüldü. "Buradayım, Halil. Beni duyabiliyorsan, lütfen dayan. Zambak’a ve bana geri dön," diye fısıldadı. Halil’den bir tepki gelmedi, ama Lidya onun yaşadığını bilerek yanında kalmak istedi. Sessizliğin içinde, kendi kalp atışlarının yankılandığını duyuyordu. Ona olan sevgisi, bu acı dolu anlarda bile ona güç veriyordu. Lidya, Halil’in elini nazikçe bıraktı ve sessizce geri çekildi. Kalbindeki tüm korkulara rağmen, Halil’in yanında olmanın ona iyi geleceğini umuyordu. Derin bir nefes aldı, gözyaşlarını sildi ve yavaşça odadan çıkmak için arkasını döndü. Tam kapıya doğru ilerlerken, arkasından gelen bir sesle irkildi. Ses çok zayıf ve kısık bir fısıltıydı, ama Lidya hemen tanıdı. Halil, neredeyse duyulmayacak bir sesle, adını fısıldamıştı: “Lidya…” Lidya anında durdu, kalbi bir anda hızla çarpmaya başladı. Gözlerinde umutla geri döndü ve Halil’e baktı. Halil’in gözleri hala kapalıydı, ama dudakları hafifçe kıpırdamıştı. Birkaç saniye boyunca, Lidya'nın yüreği heyecan ve sevgiyle doldu. Hemen Halil’in yanına geri döndü, elini tekrar nazikçe tuttu ve yüzünü ona yaklaştırdı. “Buradayım, Halil. Yanındayım,” diye fısıldadı. Halil’in parmakları, Lidya’nın elinin üzerinde hafifçe oynadı; bu, Halil’in onu hissettiğini gösteriyordu. Lidya, Halil’in bu küçük ama umut verici tepkisiyle yüreğinde bir sıcaklık hissetti. Halil, onlara geri dönüyordu. Bu küçük an, Lidya için tarifsiz bir mutluluk kaynağıydı. Halil’in yanında kalmaya devam etti, onu asla yalnız bırakmamaya kararlıydı. Hastanede Halil ve Lidya’nın umut dolu anları devam ederken, şehir merkezindeki polis karakolunda bambaşka bir gerilim yaşanıyordu. Sorgu odasında, Samet, Ramazan, ve Çağan birbirlerinden ayrı odalarda sorguya çekiliyordu. Üçü de kendi hikayesini anlatmaya çalışırken, gerçeğin ortaya çıkması an meselesiydi. Çağan, soğuk terler içinde titreyerek sorgu odasında oturuyordu. Karşısında oturan sert bakışlı dedektif, Çağan’a baskı yapmaya devam etti. Nihayetinde, Çağan’ın yüzü bembeyaz oldu ve ellerini masanın üzerinde çaresizce ovuştururken, fısıldayarak itiraf etti: “Ramazan… Akif’le işbirliği yaptı… Biz, onların ne yapacağını bilmiyorduk, sadece korktuk…” Polisin gözleri keskinleşti, hemen notlar alarak bu itirafı kaydetti. Çağan'ın söyledikleri durumu aydınlatmaya başlamıştı, ama polisin daha fazlasına ihtiyacı vardı. Diğer yanda, Ramazan bambaşka bir odada sorgulanıyordu. Onun yüzündeki kararlılık, diğerlerinden çok daha fazlaydı. Ramazan, masanın üzerindeki ellerini sıkarak dedektife dönüp konuşmaya başladı: “Evet, Akif’le görüştüm. Ama bu bir tuzaktı! Biz onlara karşı çalışıyorduk, bu her şeyin bir parçasıydı. Gerçekleri bilmiyorsunuz, ben suçsuzum!” diye haykırdı. Fakat polis memuru, bu savunmayı pek inandırıcı bulmadı. Çağan’ın iftirası sonrası Ramazan’ın söyledikleri dedektife sahte bir savunma gibi geliyordu. Bu sırada, Samet de kendini aklamaya çalışıyordu, fakat kafası karışık ve söyledikleri tutarsızdı. Samet, polisin sorularına mantıklı yanıtlar vermeye çabalasa da, sözleri polisleri tatmin edemedi. Her seferinde biraz daha köşeye sıkıştığını hissediyordu. Sorgular devam ederken, Samet’in aklına birdenbire Halil ve Lidya geldi. Onlar bu işin içindeydi, ama polislerin henüz Lidya ve Halil’in nerede olduklarından haberi yoktu. Panik içinde Samet, sorgu odasında ellerini masanın üzerinde birbirine kenetleyerek konuşmaya başladı: “Lidya ve Halil… Onlar bu işin tam ortasındalar. Akif’in saldırısından sonra onlardan haber alamadık. Belki… belki hala tehlikededirler!” Bu sözler, polislerin dikkatini çekti. Ramazan’ın ve Akif’in planlarının daha büyük bir şeyin parçası olduğu fikriyle, polisler hemen harekete geçti. Samet’in söyledikleri üzerine, Lidya ve Halil’in hastanede olabileceğini düşündüler ve acil olarak onları bulmak için yola çıktılar. Polisler araştırma sonucunda Lidya ile Halil'in hastanede olduğunu bulurlar ve yola koyulurlar. Halil ve Lidya’nın başına gelenleri öğrenmek, olayın tüm boyutlarını aydınlatmak için ellerindeki tek fırsattı. Hastane koridorları, siren sesleri ve ayak sesleriyle yankılanıyordu. Polisler, hastanenin acil girişinden içeri girerken, içeride bir telaş vardı. Bu sırada, Halil’in durumu yavaş yavaş iyileşiyor, Lidya ise kızları Zambak’la birlikte Halil’in yanından ayrılmıyordu. Lidya, Halil’in adını fısıldayarak onu duyduğunu düşündüğünde, yüreğinde yeniden umut filizlenmişti. Her ne kadar yaşadıkları dehşet verici olaylar aklından çıkmasa da, Halil’in hayatta kalma mücadelesi, Lidya’ya güç veriyordu. Tam bu anlarda, hastane odasının kapısı aniden açıldı. İçeri giren dedektifler, Lidya’ya doğru hızla ilerledi. Bir an için bu ani hareketlilik Lidya’yı ürküttü, ancak polislerin yüzlerindeki kararlılık ve acele, onların yardım için geldiklerini anlamasına yetti. “Lidya Hanım, Halil Bey... İkinizin de güvende olduğundan emin olmak için buradayız. Ama aynı zamanda, Akif ve Ramazan’la ilgili bildiklerinizi öğrenmemiz gerekiyor,” dedi, polislerden biri, ciddi bir tonla. Lidya, polis memurunun sözlerini duyduğunda içi bir anda ürperdi. Ramazan’ın da bu işin içinde olabileceği aklına gelmemişti. Her şeyin düşündüğünden daha karmaşık olduğunu fark etti. Ama Halil’in hayatını kurtarmak ve gerçeği açığa çıkarmak için bildiklerini paylaşması gerekiyordu. “Sizi anlıyorum,” dedi Lidya, derin bir nefes alarak. “Ama önce Halil’in durumu hakkında bilgi almalıyız. O, Akif’le yüzleşti ve... neredeyse canından oluyordu. Bildiğim her şeyi anlatacağım, ama Halil’in güvenliğinden emin olmam lazım.” Polisler, Lidya’nın endişesini anlayarak, Halil’in durumunu sormak için doktorla konuştu. Kısa bir süre sonra doktor, Halil’in hayati tehlikeyi atlattığını, ancak iyileşme sürecinin uzun olabileceğini söyledi. Bu haber Lidya’nın yüreğine bir nebze de olsa su serpti. Polisler, Lidya’nın bu güvenceyi aldıktan sonra daha açık olacağını biliyorlardı. Bu yüzden, Halil’in odasındaki küçük bir alana geçerek, Lidya’dan bildiklerini anlatmasını istediler. Lidya, Akif’in saldırısını, Ramazan’ın şüpheli davranışlarını ve gruplarının nasıl parçalandığını detaylıca anlattı. Bu bilgiler, polislerinn olayları daha iyi anlamasına yardımcı oldu. Lidya konuşmasını bitirirken, Polis memurlarından biri dikkatle Lidya’ya bakarak sordu: “Peki ya Samet? Onun bu olaylardaki rolü nedir? Onunla ilgili başka bir şey biliyor musunuz?” Lidya bir an duraksadı, Samet’in bu süreçte ne kadar güvenilir olduğunu sorguladı. “Samet... Onun da bu işin bir parçası olduğunu düşünmüyorum, ama son zamanlarda çok garip davranıyordu. Belki de bu olaylar onu zorladı, belki de… Ama kesin bir şey söyleyemem.” Polisler, Samet’in de sorgulanması gerektiğine karar verdiler. Ancak öncelikleri, Akif ve Ramazan’ın izini sürmek ve onların planlarını bozmak olacaktı. Lidya ve Halil’in güvende olduğundan emin olduktan sonra, dedektifler hızla polis merkezine geri döndüler. Hastane koridorları yeniden sessizleştiğinde, Lidya Halil’in başucuna geri döndü. Zambak da babasının yanında sakince uyuyordu. Lidya, bir kez daha Halil’in elini nazikçe tuttu ve fısıldadı: “Birlikte başaracağız, Halil. Bu sefer kazanan biz olacağız… |
0% |