Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.Bölüm "Iduğ'un Kehaneti"

@sonsuzluksb

Çilde

 

 

 

 

Büyük bir uğultu başladı. Her ağızdan bir ses çıkıyordu, çoğu benimle ilgili felaketler içeriyordu. Şimdiye kadar duyduklarım arasında: Meydanda yakılmam, kazığa geçirilmem, ibret olsun diye başımın kesilip sarayın büyük kapısına asılması en ürkütücü olanlarıydı. Bir cadı olabilirdim, pekala ihtimaller arasındaydı ama öyle olsaydım dahi böyle canice katledilmeyi hak eder miydim?

 

Doruk söylenenleri duymuyor gibiydi. Gözleri bileklerimizdeydi, elimi hala serbest bırakmamıştı. Uğultu gittikçe arttı, bir kılıcın demir kalkana şiddetle vurulması uğultuyu bastırmaya başladı. Darbeler arttıkça bakışlar sesin kaynağına döndü. Kralın önünde, iki yanında duran zırhlı askerler, kılıçlarını şiddetle kalkanlarına vurmaya devam etti. Bu şüphesiz uğultuyu kesmek isteyen kralın emriydi. Konuşmalar giderek azalıp yok olduğunda herkes krala dönmüştü. Yerinden kalktı ve uzun kırmızı pelerini onu takip ederken bize yaklaştı. Altın rengi çizmeleri her adımında metalik bir ses çıkardı. Onun ardından gelen askerler temkinliydi. Hemen arkamda duran ise çoktan kılıcını çekip ucunu bana doğrultmuştu. Saf bir bağlılıkla krallarını korumak istemeleri normaldi, fakat ben bileğimi tutan ellerden dahi kurtulamayacak kadar güçsüzdüm.

 

"Bunun ne anlama geldiğini biliyor musun Doruk?"

 

Kralın gözleri bileklerimizdeydi. Bu gerçek anlamda bir soruydu. Kaşları çatılmış ne olduğunu anlamak istercesine bakıyordu.

Doruk sonunda bileğimi bıraktı. Parmaklarının gerisinde kızarıklık kaldı.

 

"Bilmiyorum Kralım. Belki de onu öldürmeden önce Yula'ya sormalıyız."

 

Bilinmezler arasına bir yenisi daha eklendi. Yula kimdi?

 

"Yula'yı çağırın." Dedi kral. O sırada askerlerden biri konuştu.

 

"Yula mabede gitti Kralım. Uzun bir süre Rübaya'ya dönmeyecektir."

 

"O zaman bir atlı gönderip çağırın. O gelene kadar da casusu zindanlarda tutmaya devam edin."

 

 

Bir casusun ne amaçla krallığa geldiği önemli değildir demişti İmer. Bir bilgi taşıyor olabilirdi, ama daha yüksek bir ihtimalle kendisi bile hangi krallığa mensup olduğunu bilemeyebilirdi. Her krallığın kendine ait gizli tuttuğu casusların olduğu bilinirdi. Onları, doğumundan itibaren damgasız bırakıp gözden uzakta eğitirlerdi. Genelde kimsesiz çocuklar tercih edilirdi. Basit siyasi hamleler için kullanılmazlardı, bir casus ülke sınırlarına girdiyse ciddi bir saldırı tehdidi söz konusuydu. Durum böyleyken casusun ölüm emri verilecek tek karardı. Yine de İmer güzelliğimin bir serene evine mahkum edilmek için kullanılabileceğine de ihtimal vermişti. Fakat Kral'ın bu denli toy bir karar vermeyeceğini onu gördüğüm ilk anda anlamıştım.

 

Bileklerim yine kalın iplerin hapsine girdi. Doruk, bizi insanlardan uzaklaştırıp zindana doğru yol aldı. Ona karşı koymuyordum çünkü hafızamı kaybetmiş olsam da aklımı kaybetmemiştim. Her şey çok riskli bir hale gelmişti, casus olmamın yanı sıra bir cadı da olabilirdim. Tabii bileklerimizde ki o işaret hakkında zerre fikrim yoktu. Hal böyle iken etrafımı saran, kılıçlı adamlara karşı koyacak değildim. Yine de zihnimin en ücra köşelerinde bir ses yaşamak için bir şey yapmam gerektiğini söylüyordu.

 

Ağır bir koku ve beraberinde gelen havasızlıkla beraber zindanlara yaklaştığımızı anladım. Kara duvarlar yıllardır güneş görmeyişinden küf içindeydi, yerler de birikmiş olan su ayak tabanlarımı ıslatıyordu. Duvarların köşelerinde gezinen fare sesleri duyduğuma yemin edebilirdim. Demir parmaklıklar ardına girdiğimde İmer'i göremedim. Doruk bileğimi çözerken, ipi çekip zindana doğru bir atım atmasını sağladım.

 

"Hiçbir şey hatırlamayan birini öldürecek misiniz Doruk?"

 

İpi tek hamlede çekip bileklerimi özgür bırakırken kaşlarını çatmıştı.

 

"Bana öyle hitap edemezsin." Dedi küstahça.

 

"Ben senin emrinde ki asker değilim."

 

Önünde saygıyla eğilmemi bekliyorsa daha çok beklerdi. Bütün bu suçlamaların altında kim olduğumu bile bilmeden buraya tıkılmak, ölüm emrimi beklemek istemiyordum. Doruk birkaç adımda dibime geldi, kısık gözleri gözlerimdeydi.

 

"Daha da kötüsü bir casussun."

 

"Bunu nereden bilebiliriz ki? Belki de...Belki de yalnızca damgalamayı unutmuşlardır."

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Bu bir oyun değil! Yaşama ihtimalin zaten çok düşükken bu yaptığın ölümünün çok daha acı olmasına neden olabilir."

 

Bahsettiği bileklerimizde ki o işaretti. Bir cadı olmam söz konusuyken herkesin çok daha acımasız fikirler ortaya attığı bir gerçekti fakat onu da ben yapmamıştım.

 

Yapmamıştım değil mi?

 

Doruk zindandan çıkıp gitti. Demir parmaklıklar onun ardından kilitlendi. Bu kez yalnız başıma oturdum zindanda. Zaman geçtikçe duvardaki o küçük pencereden içeriye giren ışık azaldı. Zindan karanlığın içinde kayboldu. Başka zindanlardan gelen homurtular, bir dilim kuru ekmek için yalvaranlar, mahkumların bağırışlarına dayanamayıp her birini ölümle tehdit ederek susturan muhafızların sesleri geldi. Sonra sesler kesildi, homurtular bitti, mahkumlar derin bir uykuya daldı. Çok sonra, gecenin hangi vaktinde bilinmez bir adım sesi geldi. Güzel bir ayakkabıdan gelen bir tıkırtıyı andırdı, ses yaklaştı ve benim hücremin önünde durdu. Karanlıkta seçilen ilk şey buraya ait olmadığını bağıran güzel bir kumaşın fırfırlı görüntüsüydü. Rengi tam anlaşılmasa da, ince bileklerin hemen üstünde biten zarif kıyafet daha bugün Kralın yanında gördüğüm genç kıza aitti. Belini sıkıca sarmalamış, kollarını örtse de göğsünde derin bir dekolte bırakarak beyaz tenini gözler önüne sermişti. Siyah bukle bukle saçlarına takılan inciler sıradan bir insanın alamayacağı pahalılıkta gibiydi. Yerimden doğrulup ayaklandığımda, onu gördüğüm ilk anda yeşil olduğunu anladığım güzel gözlerini tiksinti ile gezdirdi üzerimde. Bir elini havaya kaldırdığında beyaz, zarif dantelli eldivenlerini göz önüne serdi.

 

"Kapıyı aç."

 

İnce sesi sanki onun üzerine oturmayacak bir güvenle çıkmıştı. Bu bir emirdi, muhafızda bunun farkındaydı elbette.

 

"Size zarar verebilir Prensesim."

 

"Kendimi koruyabilirim. Emirlerimi ikiletme."

 

Saf kibir dolu konuşmasından sonra demir parmaklıklar açıldı. Bana doğru bir adım attığında yerimde sabit durdum. Yüzüne yansıyan ay ışığı güzelliğini görmeme yardım etti. Kral'ın kızıydı ve gecenin bu vaktinde zindanlara inmiş, bir casusu görmek istemişti. Peki ama neden?

 

"Ona ne yaptın?"

 

Anlamlar çıkarmaya gerek yoktu, Doruk hakkında konuşuyordu. Onu büyülediğim yalanı çoktan tüm krallıkta geziyor olmalıydı. Onun dedikodulara ihtiyacı yoktu, bizzat oradaydı ve olanları görmüştü. Elini koluma atıp sertçe tuttuğunda eldivene rağmen tırnakları tenime battı. Geri çekmeye çalışmadan yüzüne baktım.

 

"Bu ne anlama geliyor?"

 

"Ben hiçbir şey yapmadım."

 

Kolumu bırakan eli ile yüzüme sert bir tokat attığında başım yana düştü. Dudağımdan çeneme akan kan ince bir yol çizdi. Öfke tenimi yaktı, ona saldırma arzusu ile doldum fakat parmaklıkların hemen ardında duran muhafızın tek bir hamle ile başımı bedeninden ayıracağını biliyordum. Yumruklarımı sıkıp başımı dikleştirdiğimde ikimizin de gözlerinde tiksinti vardı.

 

"Bir casusun hak ettiği her zaman ölümdür."

 

Elini beline götürdü ve kıyafetine gizli bir yuvadan parlak bir hançer çıkardı. İnce parmakları arasında sıkıca tuttuğu hançeri omzunun üzerine gelecek kadar kaldırdı. Karşı koyarsam ölürdüm, karşı koymazsam da ölürdüm. Bu leş zindanda, bilmediğim bir saatte ve kim olduğumu hatırlayamadan ölecektim. Bedenim korku ile titrerken hançer bana yaklaştı ve gözlerimi sımsıkı kapatıp gelecek olan acının hazırlığını yaptım. Fakat ne olduysa hançer başka bir şeye saplanıp durdu. Tedirgince gözlerimi açtığımda hemen önümde duran kolu gördüm. Prensesin hançeri bana siper olmuş bir kola saplanmıştı. Kesikten akan kan zindanın taş zeminine aktı.

 

"Kral, Yula gelene kadar onun yaşamasını istedi Prenses Tanla."

 

Doruk, koluna saplanmış olan hançerin acısını hissetmiyor gibiydi. Pekala prensesin hançeri yuvasından çıkmadan onu durdurabilirdi. Fakat bir Prensese dokunamazdı, bu yüzden ölümümü engellemek için yapabileceği tek şeyi yapıp kolunu siper etmişti.

 

"O bir casus, ölmeyi hak ediyor."

 

"Fakat emirleri Kraldan alırız."

 

Ben hayretler içerisinde Doruk'a bakarken Prenses durdurulmanın öfkesiyleydi. Elini hançerinden çekip geri adım atarken başını yana eğmiş ve Doruk ile bakışmıştı.

 

"Hançerimi odama getirirsin."

 

Sanki onun koluna bir hançer saplamamış gibi geri çekilip kendinden emin adımlarla zindandan gitti. Kan akmaya devam etti. Deri kıyafetini yırtarak etine saplanmış olan hançere tedirgince baktım. Fakat o bir şövalyeydi, bundan çok daha derin yaralar aldığına emindim. Bana doğru bir adım attığında gözlerimiz birbirini buldu.

 

"Beni öldürmek isteyeceğini nereden anladın?"

 

"Bilmiyordum, zaten yanına geliyordum."

 

"Bir tesadüf mü?" dedim inanmadığımı belirtircesine.

 

"Bana ne yaptın?" Diye fısıldadı konuştuklarımızı es geçerek. Koluna saplanmış bir hançer yokmuşçasına sakindi, yüzünde acıya dair tek bir duyguya rastlamadım. Acı eşiğinin böylesine yüksek olması kanımı dondurdu. Belki de onu bu genç yaşında Kralın baş şövalyesi yapanda buydu.

 

"Hiçbir şey."

 

Onun gibi fısıldadığımda gözlerini kapattı ve kafasını arkaya atarak derin bir nefes aldı.

 

"Sürekli rüyalarımdasın."

 

"Benden bu kadar etkilendiğini bilmiyordum." Dedim alayla. Bu onu kızdırdı. Gözlerini açıp üzerime geldiğinde sırtım zindanın duvarlarına değdi. Hançer saplı kolu boşluktaydı, diğer elini kaldırıp duvara yasladı.

 

"Ölüm emri verilmiş birine göre fazla cesursun."

 

"Zaten öleceksem korkmanın bir anlamı var mı?"

 

Meydan okuyuşumun altı bomboştu. Ölmek istemiyordum, ölümden nasıl kurtulacağımı bilmiyordum ve elbette korkuyordum. Fakat hatırladığım benliğimden kalan bir şey varsa o da herhalde güçsüz görünmekten nefret ettiğimdi. Karanlık bir zindanda, giydiğimden bu yana kir ile beyazlığını kaybetmiş elbisemle ve karşımda belki de celladım olacak adamla karşı karşıyayken bile başım dikti.

 

"Sartus'tan mısın? Söylesene kime hizmet ettiğini biliyor musun bari?"

 

Aşağılayıcı bir ses tonu, başka bir krallık olduğuna emin olduğum Sartus.

 

"Belki de herkes senin kadar şanslı doğmuyordur, Kralın şövalyesi."

 

Şimdide casusların savunuculuğunu mu yapıyorsun? Kesinlikle ölmek istiyorsun.

 

"Şans diye bir şey yoktur. Bir casus olmaktansa ölmeyi yeğlerdim."

 

Doruk geri çekildi. Koluna kısa bir bakış attı. Kanın durdurulması gerekiyordu. Zindandan çıkıp demir parmaklıkları kilitledi. Bu kez anahtarı muhafıza vermedi ve kendi yanına aldı. Ölümümü arzulayacak olan tek kişinin Prenses Tanla olmadığını daha net anlamamı sağladı.

 

***

 

Küçük pencereden içeri zorla yansıyan ışığın değişimi ile hesapladığım kadarı ile 5 gündür bu zindandaydım. Su ve kuru ekmek dışında bir şey yoktu. Açlık, bedenimi zindanın pis taşlarına zincirlemişti adeta. Zindanların havasızlığı, aldığım her nefesin bir önce ki nefesimden kaldığını bilmeme yetecek kadardı. Hatırlayamadığım hayatımda böylesine bir zorluk içinde yaşamadığıma emin olduğum kadar zarif bir vücudum vardı. Belki de bu yüzden bu zindanda kalıyor olmak beni böylesine tüketmişti. İmer olsaydı belki zaman daha çabuk geçerdi ama yoktu ve yalnızlık içinde delirmeme ramak kalmıştı.

 

Kulaklarımı tırmalayan bir anahtar sesi ile bedenimi güçlükle yerden kaldırdım. Bu parmaklıkların anahtarı yalnızca Doruktaydı bu yüzden henüz ayakkabılarını tek görüyor olsam da o olduğunu biliyordum. Elinde tuttuğu meşaleyi zindanın duvarına sabitlenmiş metale geçirirken gözleri bitap bedenimdeydi.

 

"Yula geldi" Dedi bir elini koluma atıp beni kaldırırken. Yine o büyük ve gösterişli salona gideceğimizi anladım. Bu kez ellerimi bağlamadı, ayakta duracak gücüm yoktu. Beni buradan çıkarıp merdivenleri aşabilmem için destek olması gerekiyordu, öyle de yaptı. Hançer saplı kolunda belirgin bir şey yoktu, beş günde toparlanmış gibiydi.

 

Yukarı çıktıkça alabildiğim temiz nefeslerin ardından büyük salonda karşılaştığım o kalabalık beni tekrar nefessiz bıraktı. İlk yargılamamdan çok daha fazla insan vardı. Hepsi bize bıraktığı ince bir yolun gerisindeydi. İki tarafta da onlarca insanın durabileceği kadar büyük bir salondu. O insanların olası bir tehlike arz etmemesi için önlerine dizilmiş olan askerler elleri kılıçlarında bekliyordu. Kral tahtındaydı ve birkaç gün önce canımı almak isteyen kızı Tanla bana tiksinti ile bakıyordu. Gözlerim istemsizce elbisesinin belini saran katmanlarında gezindi. Hançer oradaysa da göremezdim.

 

Doruk desteğini kesmeden arkamda durmaya devam etti. Kralın arkasında duran başı öne eğik yaşlı adamı bize doğru yürümeye başladığında fark etmiştim. Koyu yeşil eski bir paçavrayı andıran kıyafeti oldukça genişti. Boynuna asılı iplerin uçlarında kemik ve taşa benzer parçalar vardı. Kıyafetinin başını örten kısmını yavaşça geriye ittiğinde yüzünü gördüm. Gözleri ondan çalınmıştı, geride o boşluğu kapatan büzüşmüş eti ve kesiklerin izleri vardı. Görmeyen bir adama rağmen yolu rahatlıkla geliyordu. Tam önümüzde durduğunda olmayan gözlerine rağmen beni görüyormuş gibi hissettim. Yaşlılıktan buruşmuş ellerini kaldırıp ikimizin de bileklerini tuttu. Baş parmağının yaptığı baskı tırnağının etime batmasına neden oldu. Acı ile inledim fakat bu onu durdurmadı. Gerginlik bedenimi mahvetti. Yula kafasını kaldırıp mırıldanmaya başladı.

 

"Astanta sempran tagi"

 

Aynı kelimeleri tekrarlamaya devam etti. Mırıldanışı gittikçe yükselmeye ve bir bağırışa dönmeye başladığında korku ile çekilmek istedim ama Doruk elini belime atıp beni durdurdu.

 

"Korkma" diye fısıldadı kulağıma. "Iduğ ile konuşuyor."

 

Salon korkunç bir sessizlik içindeydi. Duyulan tek ses Yula'nın haykırışlarıydı. Herkes pür dikkat bizi izliyordu. Ve sonunda Yula sustu. Bileklerimizi bırakıp geri birkaç adım attı. Ellerini havaya kaldırdı ve krala döndü.

 

"Iduğ'un Kehaneti gerçekleşti Kralım o bir Kış Prensesi."

 

O an Doruk kaskatı kesildi. İnsanlar ağlamaya başladı. Yavaşça dizleri üzerine çöktüler Ellerini bana doğru kaldırdılar. Bu öyle bir saygıydı ki, tapınırcasına. Sonra hepsi bir ağızdan aynı şeyleri söylemeye başladı. Tüm salonda yankılanacak kadar yüksek, tek bir ağızdan çıkıyormuşçasına temiz bir sesle.

 

Kaldı geriye bir kristal tanesi

 

Öldüğünü sandılar derin sularda

 

Fakat korundu ruhu her bir damlasında

 

Ve doğacaktı yeniden

 

Gezgin bir ruh dokununca ruhuna

Loading...
0%