Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm "Zifiri Karanlık"

@sonsuzluksb

Beni boğan bir karanlığın içinde kaybolmuştum. Göğüsüm hızla kalkıp inerken koşuyordum, önümü görmeden, attığım adımların nereye ulaşacağını bilmeden koşuyordum. Dizlerimde derman kalmamıştı, tüm vücudum ağrı içerisindeydi. Nabzım kulaklarımda atıyordu, terden sırılsıklam olan saçlarım enseme yapışmıştı. Ayaklarım bir anda birbirine dolanınca sertçe dizlerim üzerine düştüm. Ellerim yere çarptığında avuçlarıma bulaşan sıvı şey çamur olmalıydı. Aldığım her nefes boğazımı yakmayı sürdürürken kafamı yavaşça kaldırıp etrafımı görmeye çabaladım. Şu an için bildiğim tek şey bir çamurun içine düşmüş olduğumdu, daha ilerisi yoktu, sadece hissedebiliyordum. Ellerimi dizlerime yasladım ve gücümü toparlamaya çabaladım. Sonunda ayaklarım dermanını bulduğunda ayağa kalkabildim. Artık koşmuyordum, sadece yürümekle yetiniyordum, ayaklarımın altında ki zeminin artık ıslak bir toprak yol olduğunu anlayabilmiştim. Omzuma arada çarpan dalları hissederken ağaçların arasından ilerlediğimide fark etmiştim. Yerimde durup kafamı kaldırdım, dolunay ışığını yeryüzüne yansıttı. Bir melek inmiş gibi her yer parıldadı, gözlerimi hafiften kıstım ve çevreme bakındım. Bir ormanın içindeydim, her yer o kadar sessizdi ki sessizliğin ağırlığı altında eziliyordum. Bu sessizliğin içinde yerimde durduğumda çokta uzaktan gelmeyen bir hışırtı duydum. Kafamı kaldırıp dikkatle etrafa baktığımda tam karşıda ki ağacın arkasında bir bedeni seçebildim. Karanlığın şekillendirdiği beden heybetliydi, yanağına kadar gelen saçları vardı, kadın veya erkek olduğunu anlamak imkânsızdı.

 

Garip bir his geri adımlar atmama sebep oldu, o anda beden öne doğru adımlarını attı, bedenini ağacın arkasından çekip gözlerimin önüne sundu. Dolunay ışığını onun yüzüne yansıttığında gözlerinin geceden daha siyah olduğunu gördüm. Beyazlıklarını yitirmiş katran gibi gözlere sahipti. Nefeslerim boğazımda takılı kaldığında ondan zarar geleceğini hissetmiştim. Arkamı dönmemle koşmaya başlamam eş değer oldu. Adımlarım çamura batarken onunda arkamdan geldiğini hissediyordum. Kalbim göğüs kafesimi parçalayacak gibiydi, tüm gücümle koşmaya çabalıyordum ama bedenime söz geçiremiyordum. Omzumun üzerinden geriye baktığımda tam arkamda olduğunu gördüm, çığlığım geceye karışırken elleri bedenimi yakaladı. Beni sertçe yere atıp yüzünü yüzüme yaklaştırdığında simsiyah gözleri ile karşı karşıya kaldım. Dudaklarını araladığında küf kokan nefesi yüzüme çarptı. Yavaşça yüzüme doğru fısıldadı.

 

"sonunda geldin"

 

Nefes nefese gözlerimi açtığımda terden sırılsıklam olmuştum. Kalbim kısa aralıklarla göğsüme baskı yaparken korku dolu gözlerimi karanlık odanın içinde gezdirdim. Bir ormanda değildim, komşumuzun misafir odasındaydım. Oturur pozisyona geçip sırtımı yatağa yasladım, korku ruhuma ilmek ilmek işlerken hala nefes nefese idim, sanki o yolu gerçekten koşmuştum, yorgundum. Boğazım kupkuruydu, nefes alırken bile bu kuruluk boğazımı yakıyordu.

 

Titreyen elimle yorganı avuçlayıp üzerimden attım ve yavaşça ayağa kalktım. Dizlerim titrediğinden duvardan destek alarak kapıya ulaştım. Kapıyı açıp çıktığımda evden tek bir ses yükselmiyordu. Karanlık koridorda ilerleyip mutfağa girdim, elimi duvara atıp ışığı yaktığımda gözlerime yansıyan ışık kaşlarımı çatmama sebep oldu. Yavaş adımlarla tezgâha yaklaşıp bir bardak su içtim, suyun boğazımı ıslatıp mideme ulaşması beni rahatlattı. Bardağı tezgâha koyduğumda içeriden bir tıkırtı geldi. Kafamı hızla kaldırıp mutfak kapısına çevirdiğimde yere yansıyan bir gölge gördüm. Ellerimle tezgâhtan destek alırken mutfağa efraz girdi. Aniden gevşedim ve derin bir nefes aldım. efraz hiç uyumamış gibiydi, kapının önünde dururken dikkatle bana bakıyordu.

 

"ne oldu ?"

 

Sorusuna karşılık bir şey olmadığını belirtircesine kafamı salladım.

 

"sadece s-su içmeye kalkmıştım."

 

Kafasını salladı ve mutfak dolabına yaklaşıp açtı, dolabı karıştırdıktan sonra istediğini bulmuş olmalı ki doğruldu. Elinde bir ağrı kesici tutuyordu. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda çatmış olduğu kaşları ve gergin yüzü başının ağrıdığını fısıldıyordu. Bir miktar su yardımı ile ilacı içti. Kafamı kaldırıp duvarda asılı olan küçük yuvarlak saate baktığımda 5.30'u gösteriyordu. Bu kâbusun üzerine yatabileceğimi düşünmüyordum bu yüzden yerimde durmaya devam ettim. efraz mutfaktan çıktı ve odasına doğru ilerledi, bu süre zaafında hiç yerimden kıpırdamadım. Çok geçmeden üzerini değiştirmiş bir şekilde karşımda durdu, montunu da üzerine geçirmişti.

 

"ben çıkıyorum sende kapını kilitle ve evden çıkma"

 

"Semra teyze ?"

 

"onu getireceğim, ağzını açıp kimseye bir şey söyleme"

 

Kafamı salladığımda arkasını döndü ve evden çıkıp kapıyı örttü. Yavaş adımlarla kapıya ulaştım ve kilitledim. Küçük adımlarla misafir odasına dönüp yatağın üzerine oturdum. Sırtımı yatağa yaslayıp ayaklarımı toparladım. Kollarımı ayaklarıma sarıp çeneme dizlerimin üzerine yerleştirdim. Hafifçe aydınlanmaya başlayan odaya göz gezdirdiğimde güneşin doğmaya yakın olduğunu çıkarabildim.

 

●●●

 

Ne zaman daldığımı bilmediğim bir uykudan içeriden gelen sesler ile uyandım. Zorlukla yerimde doğrulduğumda gözlerimi ovalayıp karşıda ki saate baktım. Gece 12'yi gösteriyordu. Tüm günü yatakta geçirmiş olmanın uyuşukluğu ile zorlukla ayaklandığımda kulağıma bir ses ulaştı, fısıltıya benzer bir sesti.

 

"yavaşça otur"

 

bu fısıltı efraza aitti, yerimde durdum ve dinlemeye devam ettim. Bir bedenin koltuğa bırakıldığını hissettim, ardından parke zemine değen bir poşet sesi, poşetin hışırtısının ardından tekrar efrazın fısıltısını duydum.

 

"yerinden kıpırdama gidip bir kaç eşya getireceğim"

 

Odanın kapısının önünde neden durduğunu düşünürken kapıya yaklaştım ve yavaşça açtım. Kapıyı açtığımda kimse yoktu, yerimde çakılı kalırken kafamı yavaşça çevirip koridorun sonuna baktım. Yaklaşık 3 metre ötemde koltuğun üzerine uzanan Semra teyzeyi ve başında ki efrazı gördüm. Yerimde tökezledim ve sırtımı kapının pervazına verdim. Gözlerim onlardayken efraz eğilip annesinin saçlarını geri iteledi.

 

"canın çok yanıyor değil mi? özür dilerim seni koruyamadım"

 

Bu fısıltısını kulağımın dibinde söylüyormuş gibi duydum. Aklımı oynatmış gibi hissederken efraz döndü ve odadan çıktı, bir kaç adım attıktan sonra beni fark etti. Yerinde durup bana baktı, bir şey söylemedi ve banyoya girdi. Kısa bir süre sonra elinde bir çanta ile çıkıp tekrar odaya doğru ilerledi. Kalbim göğüs kafesimi zorlarken küçük adımlarla ilerleyip odaya girdim. Semra teyze gözünü bile açmayacak haldeydi, koltukta uzanmıştı ve yüzü iki gün öncesinden çok daha berbat durumdaydı. Darp edilmişti, efraz onu nasıl bulmuştu, onu kim almıştı bilmiyordum. efraz çantayı açtı ve aldığı pamuk ile mikrop öldürücü suyuyla Semra teyzenin yüzünü temizledi. Sesimi çıkarmadan olanları izledim.

 

"o-oğlum"

 

"hm" efrazın yüzü kaskatıydı, işini bitirmiş öylece başucunda oturuyordu.

 

"bir şey yapmayacaksın "

 

"yapacağım"

 

Semra teyze gözünü açmadan efrazın elini yakaladı ve sıkıca tuttu.

 

"yapmayacaksın, bulaşmayacaksın. Yalvarırım sana oğlum sana bir şey olmasın"

 

"bunları düşünme sadece biraz uyuyup dinlen, ben her şeyi düzene sokacağım"

 

Efraz yerinden kalktı ve diğer odadan bir yorgan getirip Semra teyzenin üzerine örttü, onun bu hareketinden sonra burada daha fazla durmamım saçma olduğunu düşünerek odadan çıktım. Yavaş adımlarla misafir odasına döndüm ve yatağıma uzandım, neler döndü bilmeden gözlerimi kapattım ve derin bir uykunun kollarına bıraktım kendimi.

 

●●●

 

Telefonumdan gelen alarm sesi kulaklarımı doldurduğunda göz kapaklarımı yavaşça araladım. Misafir odasının beyaz renkli tavanı bakış açıma girdi, tavanın biraz kalkmış olan boyasının oluşturduğu görüntü beni rahatsız etti. Yavaşça yerimden doğruldum ve odayı bakış açıma aldım. Neredeyse bir gün uyumuş olmama rağmen yorgun hissediyordum. Yorganı zorlukla üzerimden attım ve ayağa kalkıp odadan çıktım, adım seslerim koridorda ufak bir yankı oluşturdu. Banyo kapısının önüne geldiğimde durup kafamı yavaşça karşıda ki odaya çevirdim, Semra teyze dün gece gördüğüm yerde hala uyuyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime bahşettikten sonra banyoya girdim. Kapıyı ardımdan yavaşça kapatıp aynanın karşısında durdum. Sabah olduğu için ışığı yakmamıştım ama banyonun içi de pek aydınlık değildi. Aynada ki yansımama bakındım, gözaltlarımda ki morluğun bir miktar daha arttığını fark ettiğimde sıkıntı ile ofladım. Elimi musluğa atıp suyu açtıktan sonra avuçlayıp yüzümü yıkadım. Bu işlemi bir kaç defa daha tekrarladıktan sonra kâğıt havlu ile yüzümü kurulayıp banyodan çıktım. Adımlarımı daha dikkatli zemine basarak sessiz olmaya çabaladım. Misafir odasına girdikten sonra kapıyı kapatıp kıyafetlerim aldım. Siyah dar pantolonum üzerine beyaz gömleğimi geçirdim. Siyah polarımı giyinip fermuarını kapattım, uzun saçlarımı salık bırakarak çantamı aldım ve odadan çıktım. Evden hiçbir ses yükselmediği için kimseye bir şey demeden evden çıkıp çizmelerimi ayaklarıma geçirdim. Yavaş adımlarla merdivenleri inerken ellerimi ceplerime koydum.

 

Apartmandan çıktığımda serin hava yüzüme çarptı, etrafa göz attığımda karların tamamen erimiş olduğunu gördüm. Sadece bir kaç ağacın tepesinde ve evlerin çatısında kalmıştı. Bu durum bir nebze olsa da beni rahatlattı, okula kadar yürümek daha kolay olacaktı. Ellerimi ceplerimden çıkarmadan yola çıktım, şimdilik yolda kimse yoktu. Bu tenha sokaklarda yürümek bir yığın insanla yürümekten her zaman daha cazipti. Rüzgârın ıslık gibi gelen uğultusunu dinleyerek yürümeye devam ettim. Okula yaklaştığımı fark ettiğimde kafamı kaldırıp kimsenin gelip gelmediğini kontrol ettim, her zaman ki gibi gelen bir kaç öğrenci gelmiş okulun bahçesinde dolanıyordu. Demir kapıyı açıp içeri girdiğimde kafamı eğip onlara bakmadan okulun giriş kapısına ilerledim.

 

İçeri girdiğimde beni karşılayan gürültü öğrencilerin çıkardığı adım sesleri ve konuşmalarıydı. Kaşlarımı bu gürültüye çatarak merdivenlere yöneldim. Yanından geçtiğim öğrencilere bakmamaya özen göstererek merdivenleri tırmanıp son kata ulaştığımda derin nefesler aldım. Elimi kaldırıp kalbimin üstüne koyduğumda kısa aralıklarla avuç içime baskı yapan kalbimin varlığını daha net hissettim. Biraz soluklandıktan sonra kendi sınıfıma geçtim. Sınıfta kimse yoktu. Kendi sırama gidip oturduktan sonra kafamı sıraya koyup gözlerimi kapattım. Zaman geçtikçe sınıfın doluşunu duyabiliyordum.

 

Hocanın içeriye girdiğini oluşan derin sessizlikten anlayabildim. Kafamı yavaşça kaldırdığımda tüm sınıf ayaktaydı, benim kalkmama gerek kalmadan hoca oturmaları için işaret etti. Kısa bir gürültünün ardından sınıf yine eski sessizliğine büründü. Kapının tıklatılması ile dikkatimi kapıya verdim. Anıl nefes nefese içeri girdiğinde hoca bir şey demeden önüne döndü. Adımlarını bana yönlendirdi ve gelip yanıma oturdu. Kendimi hafifçe kaydırıp duvara yaklaştım ve onunla arama mesafe koymaya çalıştım. Dersten çalınan dakikalardan sonra hocanın sesi duyuldu.

 

"bir proje ödevi vereceğim sizlere. İkişerli gruplar oluşturmanızı istiyorum. Bu sıradan başlayarak isimlerinizi almaya başlayacağım"

 

Ne ödevi olduğunu anlayamasam da sessizce herkesin gruplaşmasını bekledim. Hoca herkesin ismini alırken anıl elini kaldırdı ve konuşmak için izin istedi. Hocaya ikimizin adını verdiğinde gözlerimi aralayarak ona baktım. Bana dönüşü benim bakışlarımdan çok uzaktaydı, ukala bir gülümseme dudaklarındaydı.

 

"seninle güzel bir proje teslim edeceğiz ucube"

 

"seninle grup oluşturmak istemiyorum"

 

"çoktan oluşturduk"

 

Önüne döndüğünde sinirle gözlerimi kapattım ve derin bir nefesi içime çektim. Dudaklarımı oynatıp ona bir şeyler söylemek dahi istemiyordum. Sınıfın iğrenç uğultusu kulaklarımı doldurduğu her saniyede daha da daraldığımı hissettiğimden Anıl'a bakmadan kafamı cama çevirdim ve gözlerimi araladım. Okulun yanında ki meşe ağacının rüzgârın etkisi ile savruluşunu izlerken beni koruyan cama rağmen rüzgârın uğultusunu işittim. Islık gibi gelen bu ses çoğu zaman rahatlatıcıydı. Cama bir kaç damla su geldi, su cam yüzeyde yavaşça kaydı ve geride ıslaklığını bırakarak gözden kayboldu. Öyle dikkatle su damlasının bıraktığı ıslaklığa bakıyordum ki o küçük iz bir okyanus oldu. Suyun içinde boğulduğumu hissettim. Nefes alıp da aynı zamanda alamıyormuş gibi hissetmek garipti. O küçük ıslaklık beni içine çektikçe çekti, derinleştikçe derinleşti gözlerimi ondan almak imkânsızdı artık. O anda sanki cam içe doğru gömüldü, nefeslerimi usulca bırakırken ellerimi masaya dayadım. Göz kapaklarımı bir kaç defa kıpıştırdım. Bir kaç su damlası daha cama çarptığında dikkatle baktığım nokta yok oldu. Yağmur yağmaya başladı, su damlaları camı bulanıklaştırdı, artık meşe ağacının savruluşunu izleyemiyordum.

 

Yağmur öğle arası olana kadar yağdı. Çakan şimşekler çoğu zaman sınıfın camlarını sarstı. Zilin sesi sınıfı doldurduğunda yarım gün kadar süren yağmur dinmişti. Çantamı toplayıp ayağa kalktım ve sıradan çıktım. Adımlarım ritmini korurken okuldan çıktım. Yağmurun ıslattığı zeminde yürüyerek hastanenin yoluna çevirdim istikametimi. Çoğu zaman kaldırımda birikmiş olan su birikintilerine basıyordum, su yavaşça etrafa sıçrıyor ve bunu yaparken dar kotumun paçalarını kirletiyordu. Havada toprak kokusu vardı, bu koku derince solunacak kadar güzeldi. Bulutlar hala gökyüzünü kapladığından öğle vaktindeymişiz gibi durmuyordu. Kolumu kaldırıp saate baktığımda geç kalmamak adına adımlarımı hızlandırdım.

 

Caddede çok fazla insan yoktu bu her açıdan iyiydi. Bakış açıma giren hastane ile derin bir nefesi ciğerlerime gönderdim. Hastanenin girişinde ki kalabalıktan geçmeye çabalarken sedyede götürülen adama gözlerim takıldı. Hemşirenin kafasına bastırdığı bez kanın rengi ile boyanmıştı, aynı şekilde yüzünde ki kanlardan dolayı net göremiyordum yüzünü. Vücudunda oluşan hasarı göremiyor olsam da pekte iyi bir durumda olmadığı aşikârdı. Sedyenin tekerlekleri zeminde büyük bir gürültü oluşturdu, adamın cansız gibi duran bedeni yanımdan uzaklaşırken ardında koşan bir kaç hemşireyi daha görebiliyordum. Kapının tam önünde öylece durmuş olan kadına gözlerimi çevirdiğimde kaşının patlamış olduğunu gördüm, aynı zamanda yüzünde başka kesiklerde vardı ama ayaktaydı. Saçları dağılmıştı üzerinde ki mavi gömleğe bulaşmış olan koyu kan büyük bir ihtimal adama aitti. Öylece kapı önünde durmuş adamın götürülüşünü izliyordu, sedye uzaklaştı ama kadın hala oradaydı, hiçbir tepki vermeden öylece duruyordu. Ona doğru bir adım attım ama benden önce gelen görevli onun kolundan tutarak içeri doğru götürmeye başladı. Bir süre kadının ardından baktım, onu böyle durgunlaştıran ölümün sessiz çağrısı mıydı bilmiyorum. O adamı öyle cansız bir şekilde görmesi miydi yoksa üzerine sinen ağır kan kokusunu ömrü boyunca unutamayacağını bilmesi miydi?

 

Ortalık sakinleştiğinde dikkatimi topladım ve psikiyatrımın odasına çıktım. Kapının önüne vardığımda işaret parmağımı bükerek tahta kapıya iki defa vurdum. Gelecek olan komutu beklemeden yavaşça kapıyı açıp içeri girdiğimde psikiyatr dikkatle elinde tuttuğu kitabı okuyordu. İçeri girip kapıyı kapattığımda varlığımın farkındaydı ama henüz kitabı elinden bırakmamıştı. Bir kaç saniye sonra kitabın arasına ayracını koydu ve yavaşça kapatarak masanın bir köşesine yerleştirdi. Simsiyah gözleri gözlerimi bulduğunda ciddiyetinden ödün vermeden ayağa kalktı. Eli ile oturacağım koltuğu işaret ettiğinde ona itaat ederek yavaş adımlarla koltuğa ilerledim. Masanın hemen önünde ki deri koltuğa oturduğumda tam karşımda ki yerini almıştı.

 

"hoş geldin naira. Nasılsın ?"

 

sorduğu basit soru karşısında bir kaç dakika durdum, bir an için kapı önünde ki kadının o durgun hali gözlerimin önüne geldi. Adamın yüzünde ki kanların kokusu sanki burnumdaydı.

 

"iyiyim"

 

diye mırıldandığımda saçlarımı yavaşça omzumdan arkaya atmış ve biraz olsun rahatlamaya çabalamıştım.

 

"babandan öğrendiğim kadarı ile dedeni kaybetmişsin. Gelmeyeceğini düşünmüştüm. "

 

odanın duvarları üstüme gelirken kafamı sağa sola sallayıp kendime gelmeye çabaladım.

 

"bunu umursamıyorum"

 

"bu garip. Galiba dedenle çok samimi değildin ?"

 

"hiç değildim"

 

Bu kelimler dudaklarımın arasından çıkarken ellerimle koltuğun deri kolunu kavramıştım. Üzerime çöken ağırlığa anlam veremiyordum. Kan kokusu her yerdeydi. Kulağımda hafif bir mırıltı vardı. Biri sessizce dudaklarını oynatarak aynı şeyleri tekrarlıyordu. Onu duyuyordum, sessiz mırıltılarını duyuyordum.

 

"naira?iyi misin ?"

 

Doktorun sesini duydum lakin cevap veremedim. Çok kötü şeyler hissettim, içimde büyüyen ağır bir his derin nefes almama sebep oldu. Sonra bir bağırış sesini işittim. Elimi hızla kaldırıp kulaklarımın üzerine koydum. Kafamı hızla kaldırdığımda doktorum yerinden kalkmış önümde durmuştu. Hafifçe eğildi ve dikkatle yüzüme bakarken bir elini omzumun üzerine koydu.

 

"naira iyi misin ?"

 

kan kokusunu çok daha iyi alıyordum artık, bir haykırış işittim. Bilinçsizce doktoru ittim ve yerimden hızla kalkıp odanın camına doğru ilerledim. Camı hızla açtığımda soğuk havanın yüzüme esmesi beni rahatlattı. Kan kokusu uzaklaştı, yerine toprak kokusunu içime çektim. Nefeslerim düzene girdi.

 

"iyi misin ?! Neler oluyor ?!"

 

"b-birine bir şey oldu sanki bağırışı duymadın mı? Biri bağırıyordu"

 

Arkamı dönüp doktora baktığımda yavaşça dudaklarını ıslattı ve bana dikkatle bakmayı sürdürdü. Bir tepki vermedi.

 

"bir çığlık mı duydun ?"

 

"e-vet, biri haykırıştı, birine bir şey oldu sanki. Duymadın mı? Sen duymadın mı ?"

 

"dikkat etmedim. Gidip bakmamı ister misin ?"

 

Kafamı hızla salladığımda önce beni yerime oturttu ve hızlı sayılabilecek adımlarla odadan çıktı. Yerimde otururken ellerim pantolonumun üzerindeydi, avuçlarım durmadan terliyordu. Dakikaların geçtiğini duvardaki saatin çıkardığı rahatsız edici sesten anlayabiliyordum. Gerginliğim artarken odanın kapısı açıldı. Doktorum içeri girdi ve kapıyı ardından kapatarak gelip eski yerine yani karşıma oturdu.

 

"biri ölmüş"

 

Kafamı hızla kaldırıp gözlerine baktığımda o da dikkatle bana bakıyordu.

 

"yeni getirmişler galiba, trafik kazası"

 

Gözlerimin önünde sedyede götürülen adam vardı. Kadının tepkisiz duruşu nefesimi sıkıştırdı. Bir süre bende aynı onun gibi tepki vermedim. Kaç dakika sonra bilmiyorum ama gelen sesle irkilerek kafamı kaldırdım.

 

"naira ?"

 

dikkatle doktoruma bakarken o dirseklerini dizlerine yasladı ve kaşlarını çatarak yüzüme baktı.

 

"adam zemin katta ölmüş"

 

"yani ?"

 

"biz 5.kattayız"

 

"anlamıyorum"

 

derin bir nefes aldı, dikkatle gözlerime bakmayı sürdürdü.

 

"onu nasıl duydun ?"

 

sorusu karşısında afalladım. Bir süre yüzüne bakmayı sürdürdüm, hatta bir an kalkıp gitmek istedim.

 

"ç-çükü bağırdı, çok bağırdı"

 

"naira b-"

 

"ne yapmaya çalışıyorsunuz? Eğer normal bir düzeyde konuşsaydı onu duyamazdım öyle değil mi? bağırdı bu yüzden onu duydum"

 

"pekâlâ bu konu hakkında konuşmayacağım tamam mı?"

 

Kafamı yavaşça sallayıp bakışlarımı yere çevirdim. Bir süre konuşmadan yüzüme baktı, kaşlarını çatmıştı, kafasında bir şeyleri hesap ediyor gibi bir hali vardı. Sesimi çıkarmadan onun sessizliğine eşlik ettim. Cam açık olmasına rağmen oda havasız gibiydi.

 

"kullandığın ilaç var mı? "

 

"eski doktorumun verdikleri var"

 

"isimlerini hatırlıyorsan söyleyebilir misin ?"

 

Kullandığım ilaçları söyledikten sonra yerinden kalkıp masadan bir kâğıt aldı. Kahverengi kare kutudan siyah bir pilot kalem aldı ve küçük kâğıda bir şeyler yazdı. Gelip tekrar karşımda oturduğunda aramızda ki küçük sehpanın üzerine kâğıdı koydu.

 

"o ilaçları bırakmanı istiyorum. 1 ay boyunca bu yazdığımı kullan, sonrasında ilerleme veya gerileme ile birlikte tedavi yöntemini değiştireceğiz"

 

"ilaçlar hiçbir işe yaramıyor, kullanmak istemiyorum"

 

Derin bir nefes aldıktan sonra dirseklerini dizlerine yasladı, üzerindeki siyah gömlek bu hareketi ile gerildi. Gözlerine baktığımda siyah birer çukuru andırdığını fark ettim, uzun süre baktığında kendini boşlukta düşüyormuş gibi hissedeceğin kadar siyahtı. Kısa bir süreliğine gözlerim katlamış olduğu koluna gitti, esmer teninin üzerinde ki siyah dövmeler ilgimi çekti lakin bir şeye benzetemedim. Onu incelemekten beni alan şey sesi oldu.

 

"bu ilacı kullanmanı istiyorum, gereksiz depresyon ilaçlarını bırak artık. Sen depresyonda değilsin, sen şizofren değilsin. Unutma şizofrenler olmayan sesleri duyarlar, var olanları değil."

 

Kaşları ile kâğıdı işaret ettiğinde sertçe yutkundum ve elimi sehpanın üzerinde ki kâğıda götürdüm. Ellerim gereksiz bir şekilde titriyordu. Kâğıdı yavaşça kavrayıp kaldırdığımda üzerinde ki harflerin oluşturduğu kelime hiç tanıdık değildi. Kağıdı avuçlarım arasında sıktım ve derin bir nefes alıp çantamın içine koydum.

 

"günde bir kere alman yeterli olacaktır. İstediğin herhangi bir saat seçebilirsin, düzenli olarak o saatlerde kullan. Bir kaç tane yan etkisi olabilir bunlar seni endişelendirmesin"

 

"ne gibi yan etkiler"

 

"baş dönmesi, mide bulantısı çok az rastlanan halisülasyonlar. Dediğim gibi bu gibi yan etkiler olabilir eğer çok aşırıya kaçarsa kullanımı 2 günde bire çıkarabilirsin"

 

Kafamı yavaşça salladım. Sonra ki yarım saat psikiyatrın konuşması ile geçti. Çoğu konuşmasını dinledim fakat hiçbir şey anlamadım, aklım bu hastane odasından çok uzaktaydı.

 

Hastaneden dışarı adımımı attığımda hava henüz kararmıştı. Islak caddelerde yürüyen insanlar her zaman ki kalabalığından uzaktaydı. Hava biraz serindi ama insanın içini rahatlatacak derecede güzeldi. Sokak lambaları sarı ışıkları ile karanlık caddeleri aydınlatıyordu. Adımlarımı hastane yakınında bulunan eczaneye doğru çevirdim. Eczanenin cam kapısını iterek içeri girdiğimde klimanın sıcak havası yüzüme vurdu, bu bunaltıcı sıcaklık içimde büyüyen kaçma isteğine neden oluyordu. İlaç dolaplarını düzenleyen orta yaşlarda ki sarışın adam bana döndüğünde gözlerimi ondan aldım ve elimi çantama atıp koyduğum kâğıdı çıkardım. Biraz buruşmuş olan kâğıdı titreyen parmaklarımla düzelttikten sonra yavaş bir hareketle cam masanın üzerine koydum. Adam kâğıdı aldı ve okuduktan sonra dolapları karıştırmaya başladı. Yaklaşık 10 dakika ilacı bulamadı, sonunda alt dolabın en arkalarından ilacı bulup çıkardı ve cam masanın üzerine koydu. Söylediği fiyatı ödeyip ilacı aldım ve eczaneden çıktım. Hava kararmış olduğu için ana caddeden eve yürümeyi tercih ettim. Yine o eve gidecek olmamın sıkıntısı üzerimdeydi, kendimi annemin bir kaç gün içinde gelecek olması ile avutuyordum.

 

Eve varmak istemeyişim sebebi ile olsa gerek kendimi apartmanın önünde buldum. Kafamı kaldırıp apartmanın dış görünüşünü inceledikten sonra girişe doğru adımlarımı attım. Merdivenleri tırmanıp evin önünde durduğumda sertçe yutkundum ve elimi zile götürdüm. Rahatsız edici kuş seslerinin yankılanmasından hemen sonra kapı açıldı. Cenk kapının tam önündeydi, kafası ile geçmem için işaret etti. Ayakkabılarımı indirip elime aldım ve içeri geçtim. Ev garip bir şekilde sessizdi. Gözlerim kısaca oturma odasına takılınca Vedat amcanın orada oturduğunu gördüm. Şaşkınlığımı yüzüme yansıtmadan ayakkabılarımı vestiyere koydum ve kafamı yavaşça cenge çevirdim.

 

"Semra teyze?"

 

"odasında"

 

Kafamı salladım ve adımlarımı misafir odasına çevirdim. Odaya girip kapıyı kapattıktan sonra dalgın bir şekilde üzerimi değiştirdim. Evde dönen olayları merak ettiğimden odadan çıktım ve kapımı ardımdan kapattım. Gözlerim efrazın odasına kaydığında aralık olan kapısı sanki oraya gitmem için beni çağırıyordu. İki adımda kapının önünde durdum ve parmaklarımı kapıya yaslayıp ittim, kapı ufak bir gıcırtı ile aralandı. Odada kimsenin olmayışı kaşlarımı çatmama sebep oldu.

 

"gitti o"

 

Cenk'in sesi ile irkildim, omzumun üzerinden geriye baktığımda dikkatle bana baktığını gördüm.

 

"nereye?"

 

"kendi evine. Temelli gitti yani"

 

Kaşlarımı küçük bir kavisle çatarken kafamı yine odasına çevirmiştim. Gördüğüm kadarı ile eşyaları hala buradaydı. Gitmesine şaşırmamıştım ama bu kadar erken gideceğini de tahmin etmemiştim. Üzerinde durmadım ve odama dönüp çantamdan doktorun verdiği ilacı aldım. Mutfağa giderken cenk'in arkamdan geldiğini duyuyordum. Düğmeyi açıp beyaz ışığın küçük mutfağı aydınlatmasına izin verdim. Bir bardak su doldurduktan sonra masaya oturdum. Cenk sırtını tezgâha yasladı ve bir sigara yaktı. Sigara dumanının mutfağı doldurması çok zaman almadı. Dumanın gözlerimi yakmasını umursamadan ilacı kutusundan çıkardım. Cam bir şişenin içinde ki beyaz renkli hapların küçüklüğü dikkatimi çekti. Kafamı kaldırıp saate baktıktan sonra kapağı yavaşça açıp bir tanesini alıp dilimin üzerine koydum. Küçük olmasına rağmen hapın çok acı bir tadı vardı. Suyu hemen yudumlayıp hapı içtikten sonra şişeyi tekrar yerine koydum. Bu süre zaafında hiç konuşmayan cenk sesini o an bana duyurdu.

 

"ne ilacı kullanıyorsun ?"

 

"bilmiyorum"

 

"nasıl ?"

 

Kafamı kaldırıp ona baktığımda sigarasının çok az kalmış olduğunu gördüm. İşaret ve orta parmağı arasında tutmuş dumanının mutfağa karışmasına izin veriyordu. Gözlerinin hafif aralıklı oluşu dediklerime olan şaşkınlığıydı.

 

"o kadar çok ilaç kullandım ki artık hangisini niye kullandığımı bilmiyorum"

 

Sigarasını bitirdi, izmaritini lavabonun içine attıktan sonra gelip karşımda oturdu.

 

"merak ediyorum, hastalığın ne? Yani söylentilere göre-"

 

"söylentilere göre bir şizofrenim. Benden bu teşhisi kabul etmemi beklemiyorsun öyle değil mi? bak ben şizofren değilim, hastalığım ne bilmiyorum ama ben şizofren değilim buna eminim."

 

Cenk cevap vermedi, belki dediklerime inanmayışıydı bunun sebebi belki de verecek cevap bulamayışıydı. Kafamı buna çok yormadım ve yerimden kalkıp onu mutfakta yalnız bıraktım. Misafir odasına geçip kapıyı kapattıktan sonra yavaş adımlarla odanın penceresine gittim. Perdeyi çekip omzumu duvara yasladım. Bir anda gürüldeyen gök ile cam hafifçe sarsıldı. Hafifçe yağmaya başlayan yağmur giderek şiddetini arttırdı. Elimi atıp camı açtım ve soğuk havanın içeri girmesine izin verdim. Su damlaları çoğu zaman içeri geliyordu. Kafamı yavaşça dışarı çıkardığımda salık olan saçlarım arkaya doğru havalanarak boynumdan uzaklaştı. Gözlerimi yüzüme esen soğuk havanın etkisi ile kapattım. Yüzüme çarpmaya başlayan her bir su damlasını yüreğimde hissettim. Su damlalarının hafifliğini yüzümün her zerresinde hissediyordum, ıslaklığın yanağım boyunca kayarak boynuma ulaşması beni huylandırıyordu. Su damlaları göz kapaklarıma ve kirpiklerime değdi, kirpiklerimde takılı kaldı, bir kaç defa dudaklarımın üzerinde hissettim o küçük baskıyı. Göz kapaklarımı yavaşça araladığımda kirpiklerimde takılı kalan su damlaları yavaşça yanağıma doğru kaydı. Göğsüm aldığım nefeslerle kalkıp inerken garip bir rahatlama ile boş sokağa baktım. Yağmur kısa sürede kaldırımları su altında bırakmayı başarmıştı. Kaç dakika öylece camın önünde durdum bilmiyorum ama yağmurun dinlendirici sesini dinlemek güzeldi, yağmur kokusunu içime çekmek daha da güzeldi. Pencereyi kapatıp bu güzel dakikalara son verdiğimde içeride yükselen tartışma seslerini duyabildim. Odadan çıkmayı aklımın ucundan bile geçirmeden yatağıma ilerleyip yorganı kaldırdım. Yatağın içinde uzanıp bakışlarımı tavana çevirdiğimde içeriden yükselen Vedat amcanın sesini ve Semra teyzenin ağlayışını duyabiliyordum. Hiçbir şey yapmadım, onların gürültülü kavgası belki yarım saat belki de bir saat sonra sona erdi. Evin içinde bir kaç kapı sesi geldi, herkes farklı odalara gidip yalnızlıkları ile baş başa kaldıklarında evi saran ağır sessizlik beni rahatlattı. Gözlerimi kapattığımda nefesimi usulca dışarı üfledim. Evin sessizliği düşüncelerimin gürültüsüne eşlik etti, hiçbir zıtlık birbirine bu kadar yakışmamıştı, bunu o gece sabaha kadar yatağımda kıvranırken anlamıştım.

 

●●●

 

Sabahın ışıkları odama yansıdığında gözlerim yaşarıyordu. Ellerimle gözlerimde ki ıslaklığı silerken yerimde doğruldum. Uykusuzluğun verdiği ağırlıkla yerimden zorlanarak kalktım. Gözlerim yaşardığından önümü bulanık görüyordum. Yavaş adımlarla kapıya yaklaşıp odadan çıktım. Ev derin bir sessizlik içindeydi. Banyoya ilerleyip girdiğimde kapıyı kapatıp kilitledim. Aynanın karşısına geçtiğimde gözaltlarımın siyahlığını ve beyazlıklarımın kan çanağına dönüştüğünü fark ettim. Ellerimi saçlarımı atıp yüzümden uzaklaştırırken yağlanmış olan saçlarım beni rahatsız etti. Herkesin uyuyor oluşundan faydalanarak banyo yapmayı düşündüm. Önce banyo dolabına bakıp temiz, kullanılmamış bir havlu aldım. İlk önce kulaklarımda ki cihazdan kurtuldum, cihazı dolabın üzerine yerleştirdikten sonra üzerimdekilerden kurtulup küvetin içine oturdum. Sıcak suyu açarken dizlerimi toplamış, karnıma yaslamıştım. Ayak kemiklerime kadar ulaşan su sıcaklığı ile tenimi yakıyordu. Banyoda yankılanan suyun sesi kulaklarıma çok hafif bir uğultu gibi geliyordu. Suyun uğultulu sesi küvetin dolması ile kesildi, geriye hiçbir ses kalmamışken bu ağır sessizliğin altında eziliyordum.

 

Elimi bir şampuana attım ve avucuma bir miktar alıp yerine koydum. Suyun yardımı ile saçlarımı köpüklemeye başladığımda şampuanın çiçeksi kokusu burnumu doldurdu. Köpük kısa sürede içinde oturduğum suya karıştı. Saçlarımı duruladıktan sonra ayaklarımı suyun içinde uzattım ve köpük ile omuzlarımı ovalamaya başladım, banyoyu kaplayan ağır buhar etrafı görmemi zorlaştırıyordu. Kafamı arkada ki duvara yaslayıp gözlerimi kapattım. Bir kaç dakika sessizlik içinde gözlerimi kapalı tutum. O sessiz bir kaç dakikadan sonra tanıdık bir ürpertiyi ensemde hissetim. Gözlerimi yavaşça aralarken ellerim ile küvetin kenarlarına tutundum.

 

'naira'

 

fısıltıyı işittiğimde sertçe yutkundum.

 

'zifiri karanlığın lanetli ışığı'

 

tüylerim diken oldu. Sesi işittiğim anda her şeyden uzaklaşmış hissediyordum. Parmaklarımın bile uyuştuğunu hissediyordum, sanki tüm vücudum hareket yetisini kaybediyordu. Kulağımda ki cümleye bir anlam yükleyemedim. Nefeslerim bir tıkırtı bile olmayan banyoda yankılanıyordu. Sesin artık dışarıdan geldiğini düşünmüyordum, ses benim içimdeydi. Ses sanki benim bir parçamdı, onu duymuyordum hissediyordum.

 

'seni bekliyorlar çünkü çok az kaldı'

 

bunu duymadım, bunu hissettim. Kulaklarımda cihaz yokken duymam imkânsızdı zaten. Titrek bir nefes alırken elimi yavaşça tıpaya attım ve çektim. Su hızlıca küvetin içini terk etmeye başladı. Tıpayı kenara koyup ellerimi saçlarıma götürdüm, uzunluğu ıslanmanın etkisi ile artmış gibiydi. Sesin ürpertici etkisi yoktu, benden uzaklaştığını hissediyor gibiydim. Bedenimi zorlukla küvetten çıkardığımda temiz havlu ile vücudumu sardım. Islak zeminde kaymamak için duvara tutunarak kapıya yaklaştım. Anahtarı çevirdiğimde çıkar kilit sesi beni rahatsız etti. Kapıyı araladım, küçük aralıktan hemen içeriye doğru esen serin hava beni titretti. Cihazımı aldıktan sonra kimsenin olmayışına güvenerek banyodan çıktım ve hızlı adımlarla misafir odasına girip kapıyı kilitledim. Üzerimde ki havlu ile vücudumu kurulayıp üzerimi giyindim.cihazımı kulaklarıma yerleştirdiğimde kendi nefes alışverişlerimi net bir şekilde duyabiliyordum.

 

Aynanın karşısında uzun saçlarımı kurularken evden gelen bir kaç tıkırtı kulaklarımı doldurdu. Birinin uyandığını anlamıştım ama dikkatimi saçlarımdan almadan onları kurulamaya devam ettim. Saçlarımın ıslaklığını içine çeken havluyu gelişi güzel yatağın üzerine attıktan sonra çantamdan beremi alıp saçlarıma geçirdim. Salık olan saçlarım kalçama kadar uzanıyordu. Ayna ile olan bakışmamı kestikten sonra okul çantamı alıp odadan çıktım.

 

●●●

 

Camlara çarpıp duran su damlalarını saymaya devam ediyorken sınıfta ki gürültüden kurtulma isteği beni boğuyordu. Tam 1786. damla cama çarptığında sıram öne doğru itildi, kollarım bu itilmenin etkisi ile sıradan uzaklaştı ve dizlerim üzerine düştü. Kafamı yavaşça çevirip sıranın kollarımdan ayrılmasına sebep olan etkiye baktım. Anılın sırayı çektiğini fark ettiğimde ciğerlerime derin bir nefesi yollamıştım. Oluşturduğu mesafeden yaralanarak masanın üzerine oturdu ve ukala bir sırıtış ile bana baktı. Onun kurabildiğim iki üç saniyelik göz temasından sonra bakışlarımı yine cama çevirdim. Saydığım su damlalarının üzerine kaç damla daha cam ile buluştu bilmiyordum. Kaşlarımı çatıp bulanık olan camdan dışarıyı görmeye çabaladım.

 

"hey ucube"

 

Anıl'ın sesi ile kaşlarımı çatarak ona döndüm. Yerinde biraz dikleşti ve dikkatle yüzüme baktı.

 

"bugün hocanın verdiği ödeve başlıyoruz, önümüzde 2 hafta var yetiştirmeliyiz"

 

"seninle ödev yapmayacağım"

 

"sıkılmadın mı?"

 

Kaşlarımı daha derin çatarak ne demek istediğini anlamaya çalıştım, o ise bana yardımcı oldu ve konuşmaya devam etti.

 

"karşı koymaya çalışıyorsun. Ama benim bu dönem ki eğlencem sensin, yani hiç şansın yok"

 

"eğlence kelimesinin tanımı yanlış öğrenmişsin. Eğer seni eğlendiren şey insanlara baskı kurup onları rahatsız etmekse gittiğim psikiyatrın numarasını verebilirim. Çünkü asıl rahatsızlık benim sessiz ve kendi halimde takılmam değil senin insanlara problem yaratarak zevk alman"

 

Uzun konuşmamdan sonra büyük bir kahkaha patlattı. Tüm sınıfın bakışları bana döndüğünde yavaştan yüzümün yanığını hissediyordum. Anıl bununla yetinmedi ellerini kaldırarak alkış çalmaya başladı, alkış sesi tüm sınıfta yankılanırken herkes sessizce ikimize bakıyordu. Kahkahasını durdurduktan sonra alkışı da bıraktı ve derin bir nefes alarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı

 

"işte can alıcı nokta burası koca göz. Benim için zerre anlam ifade etmeyen şeyler senin yüzünü renkten renge sokuyor."

 

Sıradan atladı ve arkasını döndü, sonrasında aklına bir şey gelmiş gibi durup omzunun üzerinden bana baktı.

 

"telefonunu ver"

 

ona bir tepki vermediğimde eğilerek sıranın altında duran telefonumu aldı. Bir numaraya tuşladıktan sonra aradı. Onun cebinde ki telefon titrediğinde kendi numarasını kaydettiğini fark ettim. Hiçbir tepki vermeden onu izlemeye devam ettim. Telefonu masanın üzerine bıraktı.

 

"okul çıkışından 1 saat sonra sana mesaj olarak atacağım adrese gel. Şu projeye başlayalım"

 

Sınıftan çıktığında öylece arkasından baktım. Sınıf bir kaç dakika bana baktıktan sonra tekrar kendi halinde takılmaya devam etti. Bundan sonra ki derslerde anıl eski sırasında oturdu, bir kaç defa kafasını bana çevirip sinir bozucu derecede gülmüştü onun dışında çıkış zili çalana kadar hiç konuşmadım ne onunla ne de başkasıyla. Sınıf zilin sesi ile boşaldığında yavaşça çantamı topluyordum. Masanın üzerinde duran telefonum titrediğinde çantamı kenara bırakıp telefonu elime aldım. Mesaja baktığımda bir adres olduğunu fark ettim, numaranın Anıl'ın numarası olduğunu idrak ederek kaydetmek için tıkladım.

 

'büyük problem'

 

diye kaydettikten sonra ayaklanıp çantamı sırtıma taktım. Telefonu cebime koyduktan sonra sınıftan çıktım. Okul çoktan boşalmıştı, bu nedenle adımlarımı özgürce atıyordum. Okuldan dışarı çıktığımda yağmurun eski hızını kaybettiğini sadece çiselediğini fark ettim. Kafamı kaldırıp bulutlara kaplanmış olan gökyüzüne baktığımda küçük bir kaç yağmur damlası yüzüme çarptı. Bıraktıkları küçük etkiyi önemsemeden eve doğru yürümeye başladım. Ellerimi ceplerime koymuş gözlerimi yere çevirmiştim.

 

Tüm gün mideme bir şey girmemiş olmasının verdiği bulantı rahatsız edici idiydi. Midemin bulantısı kısa sürede başıma vurdu, baş ağrımla mücadele etmek mide bulantısından daha zordu. Başımın ağrısı eve varana kadar daha da arttı. Merdivenleri tırmanırken tırabzanlara tutunuyordum, ağrı gözümü açmamı engelleyecek dereceye ulaşmıştı. Geleceğim kata nasıl vardığımı bilmiyorum, bir elimle duvardan destek alıp kapıyı çaldığımda içeriden gelen adım seslerini işitiyordum, sesler kulaklarıma ulaşana kadar seviyesini arttırıyor ve ağrıma eşlik ediyordu. Kapı açıldığında Semra teyze olduğunu gördüm, duraksamadan içeri girip adımlarımı misafir odasına yönlendirdim. Kapımı kilitleyip çantayı yere attığımda ellerimi kaldırıp başıma yerleştirmiştim. Sinirle ovalayıp biraz saçlarımı çekiştirdim, ağrı ile mücadele etmek zordu. Alelacele üzerimdekilerden kurtulup mor kazağımı üzerime geçirdim, yünlü dokusu beni huylandırsa da bunu önemsemedim. Siyah taytımı da giydikten sonra baş ağrımla beraber çantama ihtiyacım olabilecek eşyalarımı koydum. Yemek yediğim zaman bu ağrının geçeceğinin bilincinde olduğum için odadan çıkıp mutfağa yöneldim. Semra teyze masaya bir tabak yemek koymuştu, bunu benim için koyduğunu biliyordum. Sesimi çıkarmadan masada ki yerimi aldım ve yemeğe başladım. Ayakta durmuş sırtını tezgâha vermişti, gözleri parke zemine dalmıştı. Yüzünde ki çürük izleri yerlerini koruyordu ama şişkinliği inmişti. Ona ne olmuştu, nereye gitmişti bilmiyordum ama çok dalgın ve sessizdi. Gözlerimi ondan alıp önümde ki yemeğe döndüm.

 

Tabağın yarısından daha azını yemiş olmama rağmen midemin dolduğunu hissediyordum, bu sebeple tabağımı alıp tezgahın üzerine koydum. Dudaklarımı ıslatıp dikkatimi ona verdim. Sesimi temizlediğimde bakışlarını bana çevirdi.

 

"Semra teyze benim bir arkadaşıma gitmem lazım. Proje ödevimiz var, geç kalmamaya çalışırım"

 

"Cenk'i çağırayım mı? Seni bıraksın. "

 

"Yok, gerek yok ben giderim"

 

Kafasını salladığında odaya dönüp çantamı aldım. İlacımı da yanıma alıp mutfağa döndüm. Su yardımı ile içip şişeyi çantama attım. Semra teyze dikkatli olmam için beni uyarırken sonunda dışarı çıkmıştım. Yemek yediğim için başımın ağrısı azalmıştı. Apartmandan dışarı çıktığımda havanın kararmaya başladığını far ettim. Bu beni bir miktar endişelendi. Ellerim ceplerimde temkinli adımlarla yürümeye başladım. Anıl'ın verdiği adres buradan bayağı uzaktaydı, yürüyerek gidemeyeceğimi bildiğimden durağa yönelmiştim. Durakta birkaç kişi vardı, hepsi elinde ki telefonla ilgileniyordu. Otobüs beni çok bekletmeden gelip önümde durdu. Binip tekli koltuklardan birine oturdum. Gözlerim dışarıdayken otobüsün çıkardığı rahatsız edici gürültüyü dinliyordum. Alan gittikçe daraldı, ayakta duran kişilerin omzuma yaptığı baskı artıyordu. Otobüslere binmekten her zaman nefret etmişimdir, daracık bir alanda insanların arasında sıkışıp kalmaktansa yürümeyi tercih ederdim. İneceğim duraktan 3 durak önce indim. İnişimle beraber derin bir nefes aldım. Havanın serinliği beni kısa sürede eski sakinliğime kavuşturdu. Hava tam olarak kararmıştı. Montumu kapüşonunu kafama geçirip adımlarımı hızlandırdım. Sokak lambaları yanmış karanlık olan sokakları sarı ışıkları ile aydınlatmıştı. Araba sesleri birbiri ardına geliyordu. Telefonumu çıkarıp tekrardan adrese baktığımda kaşlarım çatılmıştı. Sapmam gereken sokağa sapıp hızlı adımlarla sokağın sonuna ulaştığımda yerimde durdum. Dudaklarım aralanmışken ellerimle kapüşonumu ittim. Önümde ki büyük kasalar beni şaşırttı. Burada bir cafe yoktu, karanlığın içinde düzensizce dizilmiş büyük kasalar vardı.

 

Titrek bir nefes alıp telefonumu çıkardım, ışığı yakıp yavaş adımlarla kasalara doğru yürüdüm. İçimden bir his arkama bakmadan kaçmamı söylüyordu. Kalbim ağzımda atarken adımlarımı karanlığın içine atıyordum. Telefonumun flaşından çıkan ışık küçük bir alanı aydınlatmaya yetiyordu.

 

"A-nıl?"

 

Titreyen sesimle bağırdım, sesim yankılanıp bana geri döndü. Kendi sesimin yankısı dışında hiçbir ses işitmedim. Bir kasaya çok yaklaşmıştım, kasanın tam önünde durduğumda çok ufak bir tıkırtı işittim. Hızla etrafıma bakındım.

 

"kim var orada?!"

 

Yine kendi sesimin yankısını duydum. Kasalara doğru bir adım daha attığımda başka adım sesleri duydum. Telefonu hızla etrafa çevirip bir şeyler görmeye çabaladım ama göremedim. Hiç düşünmeden arkamı döndüm ve koşmak için adımımı attım ama koluma yapılan baskı ile yerimde sendeledim. Telefon elimden düştü ve uzak bir köşeye yuvarlandı. Dudaklarım arasından kaçan bir çığlık her yerde yankılandı. Biri kolumdan tuttu ve beni çekiştirmeye başladı, karanlık yüzünden kim olduğunu görmüyordum ama çırpınarak kurtulmaya çalışıyordum. Koluma yaptığı baskı gözlerimi doldurdu. Bir kasanın önünde durduğumuzda başka biri kasanın kapağını açtı. Kolumu tutan beni kasanın içine itti ve kalkmama fırsat kalmadan kapıyı kapatıp kilitledi. Dizlerim üzerinde sürünerek kapıya yaklaştım ve hızla kapıya vurdum.

 

"kapıyı açın!"

 

Çaresiz bağırışımdan sonra bir gülme sesi işittim. Sonrasında kulaklarımı dolduran ses sertçe yutkunmama sebep oldu.

 

"Duydum ki karanlıktan korkuyormuşsun ucube. Bir geceyi burada geçirmem sorun olmaz umarım"

 

Anıl'ın sesini işittikten sonra yerimde çöktüm. Sesleri gittikçe uzaklaştı ve sonunda beni bu zifiri karanlığın içinde yalnız bıraktılar. Aldığım nefesler boğazımda takılı kaldı, göğüsüm sıkıştı. En büyük korkumla baş başa kalmıştım, gözlerimin çoktan yaşarmaya başladığını ıslanan yanaklarımla anladım. Bu karanlığın içinde kalmak ölümü beklemek gibiydi.

Loading...
0%