Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm "Kaina"

@sonsuzluksb

Rüzgârın uğultusu bir melodi tutturmuştu. Ağaçlar bu melodi ile dans ederken saçlarım omuzlarımdan ayrılmış geriye doğru dalgalanmaya başlamıştı. Boynumu geriye doğru eğip gökyüzünü kaplayan kara bulutlara baktığımda yağmurun yaklaştığını anlamıştım. Ellerimde duran kitaba bakışlarımı çevirdiğimde derin bir nefes aldım. Soğuk rüzgârı içime çektiğimden ağzım ve boğazım kupkuru olmuştu. Bir elimi kitabın altına koydum, diğer elimi kaldırıp kapağı tuttum ve yavaşça sola doğru kaydırdım. İlk sayfa eskimiş bir boş yapraktı. Beyaz rengini yitirmiş sarıya kaçmıştı. İlk sayfayı tuttuğumda normal kitap yapraklarına oranla daha kalın olduğunu fark ettim. Yavaşça onunda yana çevirdiğimde diğer sayfanın en başında siyah mürekkep bir kalemle yazılmış bir yazı vardı, eğik bir el yazısı ile yazılmıştı. Yazı tam olarak şöyleydi.

 

'İnanmak istemediğin gerçekler bir bir açığa çıktığında yapılabilecek tek şey karşı koymaktır '

 

01.04.2017

 

Bundan yaklaşık bir ay önce yazılmış olduğu atıldığı tarihten belliydi. Yazılanlardan hiçbir şey anlamasam da önemsemeden diğer sayfaya geçtim. Yazılan yazının tek bir harfini bile anlamadım. Değişik çizgilerle yazılmış olan yazıyı anlamasam bile tanıdık geliyordu. Sarp'ın bana daha önce buna benzer bir kitap gösterdiğini anımsadığımda kaşlarımı çattım. Sayfaları değiştirmeye devamı derken yazıların altı çizilmiş yanlarına bir kaç not alınmış olduğunu gördüm. Neredeyse her sayfada bir şeylerin altı çizilmiş kenarlarına notlar alınmıştı. Kitabın bazı sayfalarına kâğıt yapıştırmış üzerlerine tarih atılmıştı. Alınan notların hepsini burada okumanın imkânsız olduğunu bildiğim için kitabı kapatıp hızla çantama koydum.

 

Kafamı kaldırıp etrafa bakındığım gökyüzü tamamen bulutlarla kaplanmıştı, esen sert ve soğuk rüzgârlar tenimde bir uyuşukluk oluşturuyordu. Hızlı adımlarla yürümeye başladığımda en yakın otobüs durağına yetişmeyi planlıyordum. Harçlığım bitmiş olsa da kartım vardı. Gözlerim yerdeydi, attığım adımları ve kaldırım taşlarını izleyerek yürürken ellerimi kaldırıp polarımın ceplerine yerleştirdim. Yanımdan geçen bir kaç arabanın sesini işittiğimde kafamı kaldırıp sokağa bakmıştım, evlerin yoğunlukta olduğu caddeden çıkmış olduğumu fark ettiğimde otobüs durağına doğru yol aldım. Sonunda durağa vardığımda karla karışık yağmur yağmaya başladı. polarımın kapüşonunu saçlarımın üzerine örtüm durağın hemen yanında durdum. İnsanlar durağın küçük kabinine sığmaya çalışıyordu, ıslanmaktan bu kadar korkmaları biraz komikti. Yüzümü gökyüzüne çevirdim bir kaç damla gözlerime gelince istemsizce gözlerimi kapattım, yüzüm su damlaları ile ıslanırken araba ve korna sesleri kulaklarımı tırmalıyordu. Bu sesi duymaya çalıştığımda kulağıma ulaşan cılız ses damlaların yerle buluştuğunda çıkardığı rahatlatıcı sesti. Gözlerimi yavaşça araladığımda kirpiklerime konan küçük damla yanağıma oradan da boynuma doğru ilerledi. Dudaklarımın arasından firar eden nefesim beyaz bir duman olup gökyüzüne karışıyordu.

 

Şubat ayının en soğuk günlerini yaşıyor olmamıza rağmen sadece bir gömlek ve polarla durabiliyordum. Bedenim soğuktan zangır zangır titrese de üşümek güzeldi. Üzerime bir karartı düştüğünü gördüğümde kafamı eğip önüme baktım. Otobüs durmuş insanlar binmeye başlamıştı. Geride durup herkesin binmesini bekledikten sonra binip katımı bastırdım. Kalabalık olduğu için ayakta duran insanların yanına doğru ilerledim ve bir elimle demire tutundum. Kapüşonum yavaşça saçlarımdan kayıp sırtıma çarptığında uzun saçlarım özgürlüğünü ilan etti. Otobüste ki kimse ile göz teması kurmamaya çabalayarak camdan dışarıyı izlemeye çalıştım. Cama çarpıp duran su damlaları görmek istediğim alanı bulanıklaştırdığı için rahatsız hissediyordum. Garip takıntıların beni ele geçirmesine izin vermek istemesem de en çok nefret ettiğim şeyler arasında bulanık bir camdan dışarıyı izlemeye çalışmam olduğunu biliyordum. Gözlerimi yere indirdim. Hala o camı görebiliyor olsam da dikkatimi otobüsün kirli zeminine vermeye çalıştım. Dikkatim yerde iken kulaklarıma bir fısıltı ulaştı.

 

"hafta sonu şehir dışına çıkacağız, gelebileceğimi sanmıyorum"

 

Kafamı kaldırıp arkamda duran kadına baktığımda onun konuşmadığını sadece dışarıyı izlediğini gördüm.

 

"tamam, o zaman cuma günü gideriz sen de hafta sonu şehir dışına çıkarsın"

 

Kafamı önümde kilere çevirdiğimde birinin gözlerini kapatmış olduğunu diğerininse müzik dinlediğini gördüm. Kaşlarımı çatıp derin bir nefes alırken yanımdakilere bakmaya devam ediyordum.

 

"cuma olabilir, yine de anneme sormalıyım"

 

Kafamı kaldırıp geriye baktığımda otobüsün en sonunda duran iki kız gördüm. Yan yana oturmuş konuşuyorlardı. Gözlerimi dudaklarına kaydırdım.

 

"tamam, o zaman haberleşiriz"

 

Dudaklarının kıpırtısı ile duyduğum cümlenin birebir uyması derin derin nefesler almama neden oldu. Otobüs durakta durduğunda kız ayağa kalkıp indi, diğer ona elini salladığında tebessüm edip kafasını eğdi. Düşüncelerim derin bir kuyunun içine düştü. Kafamı eğip kuyunun karanlığına baktım, her bir düşüncemin sesi kuyuda yankılanarak yükseldi. Karanlığın içinde yükselen sesler kulaklarımda uğuldadı. Elimi attığımda yakalayacakmışım gibi ve elimi atsam da ulaşamayacakmışım gibi. Her biri birbirine dolandı, sesler birbirine karıştı büyük bir gürültü oluştu, bu kargaşa sadece zihnimin bana oynadığı bir oyundu.

 

Otobüs durdu, insanların arasından sıyrılarak indim. Evime biraz uzak olan durakta bir süre etrafıma bakındım. Her şey sesini kesmişti, tüm gürültüler yok olmuş zihnimin kara kuyusunda debelenen düşüncelerimin çığlıkları kulaklarımdaydı. Çoğu zaman birbirine giren düşüncelerden sıyrılan birinin senini işitiyordum 'sen delisin' diye bağıran ses bir kadın sesiydi. İnkâr etmek istediğim halde inkâr edemiyordum. Onu çeken kara kuyuya rağmen bağırmaya devam ediyordu 'evet, evet sen bir delisin. Şuna bak uzakta olan sesleri duyduğunu sanıyorsun' kafamı sağa sola salladığımda geri bir kaç adım atmıştım, bana çarpan bir kaç insana özür bile dileyemeden önüme döndüm. Eve doğru hızla yürümeye başladım. Zihnimin bana oynadığı acımasız sesler delirtecek cinstendi. 'delisin sen naira saral'

 

"hayır !"

 

Diye bağırdığımda etrafımda ki bir kaç insan durup bana baktı. Onların yüzüne baktım sonra kendi etrafımda dönüp çevremde ki herkese baktım. Bu duyduğum kadın sesi beni geceleri ziyaret eden ürkünç ses değildi bu zihnimin içinde ki kuyudan kendime yaptığım bir itiraftı. İnsanların bakışlarını es geçtim. Koşmaya başladığımda yağmur durmuş sadece kar yağıyordu. Saçlarımın arasına takılan karları umursamadan koşmaya devam ettim. Saçlarım koşmamın etkisi ile dalgalanıyordu, yüzüme sert rüzgârlarla beraber kar da çarpıyordu. Yerler bir miktar kar tutmaya başlamıştı. Ayaklarımın kaydığını hissetsem de önemsemeden koşmaya devam ediyordum.

 

"deli değilim ben"

 

diye mırıldanırken nefes nefese koşuyordum. Apartmanın sokağına girdiğimde ayağım birbirine dolandı, sertçe yere düştüğümde ağzımdan kaçan inleme ellerime batan taşlardan kaynaklanıyordu. Dün gece dizlerimde oluşan taze yara tetiklenince daha çok ağrıdı dizlerim üzerinde oturmuş nefeslenirken yüzümü acı ile kasmıştım. Kafamı kaldırıp üzerime yağan kar bakarken dudaklarımdan çıkan her nefes duman olup yükseliyordu.

 

"ben deli değilim"

 

Diye fısıldadığımda ensemde ki ürperti tanıdıktı.

 

'sen deli değilsin'

 

diye kulaklarıma fısıldayan o ürkütücü ses beni tatmin etti. Kafamı bilinçsizce salladım ve tekrarladım

 

"ben deli değilim"

 

Yerden destek alıp ayağa kalktığımda dizimde ki acı yüzünden topallayarak yürümeye başladım. Apartmanın önüne yaklaştığımda kapı açıldı. Kafamı kaldırıp kapıya baktığımda cenk'i gördüm. Merdivenlerden dikkatle inip bahçe kapısına geldiğinde beni fark etti.

 

"selam... Nasılsın ?"

 

Sorusu ile bir süre yüzüne baktım. efraz'ın yeşil gözlerinden uzak ela gözleri vardı. Saçları ise kumraldı. İki kardeşin birbirinden bu derece farklı olması beni şaşırtmaya devam ederken sesimi temizledim.

 

"i-iyiyim sen ?"

 

"iyi. Annenler bu akşam geliyormuş "

 

Kafamı salladığımda yanından geçip merdivenlere yöneldim. Bir şey demesini beklemeden kapıyı açtım ve içeri girip merdivenleri tırmanmaya başladım. Ağrıyan dizim yüzünden demirlere tutunarak çıkıyordum. 5. kata vardığımda elimle Semra teyzeleri kapısını çaldım. Kapı çok geçmeden açıldı.

 

"naira nasıl ıslanmışsın böyle"

 

endişeli sesine zorlukla tebessüm etmeye çalıştım.

 

"önemli değil Semra teyze. Ben eşyalarımı alıp eve geçecektim. "

 

"annenler gelene kadar kal istersen"

 

"hayır teşekkür ederim. "

 

İçeri geçip misafir odasına geçtim. Eşyalarımı çantama koyup sırtıma astıktan sonra odadan çıktım. Kapının önündeyken gözlerime efraz'ın odası takıldı. Kafamı çevirip içeri baktığımda kimseyi göremedim. Derin bir nefes alıp kapıyı açtım ve içeri girdim. Kapıyı ardımdan iterek aralık bıraktım. İçeri doğru bir kaç adım attığımda yatağın üzerinde ki düzgün çarşaf gözüme çarptı, hiçbir kırışıklık yoktu. Bir kaç adım daha attığımda kitaplıkta ki kitap ve CD lerin hala yerlerinde olduğunu gördüm. Kitaplığa yaklaşıp kitaplara baktığımda bir kaç dünya klasiğinin tanıdık isimleri ile karşılaştım. Gözüme bir çocuk romanı takıldığında kaşlarımı çatarak elime aldım. Sayfalarını değiştirirken arasından düşen bir şey yere çarparak ayaklarımın dibine sürüklendi. Kitabı yavaşça yerine koyup eğildim ve yere düşmüş olan fotoğrafı elime aldım. Arkasını çevirdiğimde bir kadın fotoğrafı olduğunu gördüm. Kadın o kadar güzeldi ki bir an bu güzelliğini kıskanmıştım. Uzun siyah saçları dalga dalgaydı, bir omzuna aldığı saçlarının kıvrımları gibi uzun kıvrımlı kirpikleri vardı. Bembeyaz teni açık yakalı siyah elbisesinden görünüyordu. Köprücük kemiklerinin arasına sızmış olan ince zincir asil bir şekilde aşağı doğru sarkıyordu. Zinciri ucunda ki şey her ne ise siyah elbisesinin içinde saklıydı. Yüzünde ki derin gülümseme ve büyük koyu kahve gözleri insanda tebessüm etme isteği uyandırıyordu. Fotoğrafa dakikalarca baktım, üzeride ne bir yazı ne de tarih vardı. Bir an için bunu neden yaptığımı duşundum. Elimde ki fotoğrafı hızla yerine koydum ve odadan çıktım.

 

Kafamda ki garip düşüncelerle beraber Semra teyzeye teşekkür ettim ve evden çıkıp kendi evime girdim. Evin havasızlığı direk yüzüme çarptığında çantamı omzumdan indirmeden evin camlarını açtım. Dışarıda yağan karın soğukluğu içeri girse de önemsemedim. Adımlarımla beraber gıcırdayan parkenin sesi kulaklarıma ulaştığında burnumu kırıştırdım. Kendi odama girdiğimde kıyafetlerimi ayırıp kirlileri banyoya koydum. Bir kaç kıyafet alıp banyoya girdiğimde elimde ki sargıyı yavaşça açtım. Elimde ki yaralar hala tazeydi. Acıdığı için zorlukla kıyafetlerimi indirip sepete attım. Sıcak suyun altına girdiğimde dizimde ki ve ellerimde ki yaralar sızladı. Kısa ve sıcak bir duşun ardında iç çamaşırlarımı giyinip banyodan çıktım. Evde kimsenin olmamasının rahatlığı ile aynanın karşısında saçlarımı kurularken ellerimin acısı yüzüme yansımıştı. Saçlarımda ki ıslaklığı aldığımda Yavaşça sırtımı aynaya döndüm. Derime kazınmış gibi duran desenleri inceledim. Derin bir nefes alıp yünlü kazağımı üzerime geçirip beni sıcak tutacak kalın bir tayt giyindim. Banyodan sargı alıp sağ elimi tekrardan sarıp sol elime bir kaç yara bandı yapıştırdıktan sonra saçlarımı ördüm. Odamdan çıktığım an kapının sesi kulaklarımı doldurdu. Yerimde durup bir süre koridora baktım. Kapının sesini bir kez daha işittiğimde ayaklarıma yüklenip kapıya ulaştım. Delikten baktığımda gördüğüm yüz annemindi. Derin bir rahatlama hissi ile kapıyı açtım. Beni görünce gülümseyen annem hemen ileri atılıp bana sarıldı.

 

"güzel kızım"

 

Yavaşça kolumu kaldırıp beline koydum. Geri çekildiğinde çantasını ve bavulunu alıp içeri girdi. Ardından kimse gelmediğini görüne kaşlarım çatıldı.

 

"baban direk karakola geçti canım"

 

kafamı sallayıp içeri girdim ve kapıyı örttüm. Annemin saçlarında ve montunda asılı duran karları gördüğümde onları temizleme isteği ile doldum ama yerimde durdum.

 

"dışarısı çok soğuk"

 

Üzerinde ki montu indirirken odalara göz gezdirdi

 

"camları mı açmışsın sen? Hasta olacaksın"

 

Camları kapatıp bavulu ile beraber odaya girdi. Kıyafetleri yerleştirip benim gibi duş aldıktan sonra oturma odasına geldi. Onunla karşılıklı otururken ellerimi saklamak için bağdaş kurmuş kucağıma saklamıştım.

 

"Semra teyzenin yanında çok sıkılmadın umarım"

 

Bir an için o evde yaşanılanları düşününce tüylerim diken diken oldu. Evde ki tartışmalar Semra teyzenin bir sabah evde olmaması, Vedat amcanın onu dövmesi efraz ve cenk'in kavgaları onları ayırmaya çalışırken aldığım darbe. İstemsizce güldüğümde annem şaşkınlıkla bana bakıyordu, onların evinde sıkılmaya vakit bulamamıştım.

 

"Semra teyze iyi bir kadın anne, emin ol sıkılmadım. "

 

"psikiyatrınla nasıl gidiyor? "

 

"iyi gidiyor. "

 

Bir süre dedemle ilgili konuştu, susup sadece onu dinledim. Dedemin ölümünden etkilenmememi önemsememişti. Uzun bir konuşmanın ardından yorgun olduğunu ve biraz uyumak istediğini söyleyip odasına çekilmişti. Onun uyuması üzerine odama gidip kapıyı kapattım. Bilgisayarımı kucağıma alıp yatağa oturduktan sonra yatağın yanında, yerde duran çantamı alıp içinden kitabı çıkardım. Bilgisayarın açma tuşuna baktıktan sonra yatağın yumuşak zemini üzerine koydum. Kitabı açıp kucağıma aldım. Kitapla ilgili bir kelime aratmak istiyordum ama bu harfler hiçbir ülkenin alfabesinde yoktu. Psikiyatrımın aldığı notlara bakmaya başladığımda not aldığı ansiklopedi isimlerini internetten araştırmaya başladım. Her birinde bahsi geçen kabilelerin adlarını araştırdım. Saatler süren araştırmama rağmen elimde sıfır bilgi vardı. Gözlerim yanarken sinirle bilgisayarı kapattım ve kitabı tekrar çantama koydum. Kapının sesini işittiğimde kafamı kaldırıp duvardaki saate baktım. Gece 10'u gösteren saat şaşkınlıkla dudaklarımı aralamama sebep oldu. Uyuşmuş olan bacaklarımı oynatarak ayağa kalkıp kapıyı açtığımda yorgun bir şekilde duran babamı gördüm. Elinde ki dosyalarla beraber bana hafifçe tebessüm edip içeri girdi.

 

"annen uyuyor mu ?"

 

Kafamı salladığımda üzerinde ki montu indirip astı, burnu soğuktan kızarmıştı.

 

"ben biraz çalışacağım sende uyu artık, geç oldu"

 

Çalışma odasına ilerlediğini gördüğümde onun ardından ilerledim.

 

"baba ?"

 

yerinde durup bana baktığında derin bir nefes aldım.

 

"psikiyatrın ölümü ile ilgili bir şey buldun mu? "

 

"henüz değil"

 

Kafamı salladığımda çalıma odasına girip kapıyı kapattı. Çoğu soruşturmada gece geç saatlere kadar çalışma odasında kalırdı, bu duruma alışkın olduğum için odama girip kapıyı kapattım. Odamın ışığını kapattıktan sonra yavaş adımlarla yatağıma gidip oturdum. Uykunun bu gece bana uğramayacağını anladığımda yorganı üzerime örtmeden sırt üstü yatağa uzandım ve tavanı izlemeye başladım. Boş ve bir o kadar dolu düşünceler zihnimi terk etmezken ufak bir tıkırtı işittim. Yavaşça yerimde doğrulup tıkırtının geldiği yöne baktığımda pencerenin camına çarpan bir şey olduğunu gördüm. Yavaşça ayağa kalktım ve pencereye doğru bir kaç adım attım. Kalbim garip bir şekilde hızlanırken perdeyi yavaşça çektim. Gözüme çarpan ilk şey bembeyaz sokaklar oldu. Elimi kaldırıp camı açtığımda buz gibi bir hava yüzüme çarptı. Gözlerimi kısıp bakışlarımı eğdiğimde cama vuran şeyin bir kuş olduğunu fark ettim. Kaşlarımı çatıp eğildiğimde kuşu tanıdım. Yüzümde küçük bir tebessüm yer edinirken kuşu yavaşça lime aldım.

 

"üşüdün mü sen ?"

 

Kuşu içeri alıp camı kapattığımda yavaş adımlarla yatağıma gidip bağdaş kurarak oturdum.

 

"yaran iyileşmiş galiba, uçup buraya kadar gelebildiğine göre"

 

Kanadını kaldırdığımda küçük sargının yerinde durduğunu gördüm. Mikrop kapmasını istemediğim için sargıya karışmadım. Kuşun başını yavaşça okşarken üşümüş olduğunu fark ettim.

 

"nasıl buldun beni ?"

 

Cevap veremeyeceğini bile bile konuşuyordum. Kafamı kaldırıp camdan dışarıya baktığımda hala yağmakta olan karın sokak lambasının altında ki ışıkta dans edişini izledim. Kuşun başını okşarken gözlerim dışarıdaydı.

 

"yeşil gözlü adamın yanından geliyorsun öyle değil mi? "

 

Kafamı eğip kuşa bakarken kaşlarımı çatmıştım.

 

"bence o sana daha iyi bakar, ben pek beceremem"

 

Ayağa kalkıp yavaş adımlarla cama ulaştım ve açıp kuşu biraz dışarı doğru uzattım. Soğuk hava ona doğru esince titreyerek ellerime sığındı. Elimi kaldırıp korkmaması için başını okşarken başımı eğip dudaklarımı kuşa yaklaştırdım.

 

"korkma"

 

Diye fısıldadığımda soğuk ve sert bir hava daha üzerimize doğru esti. Benimde bedenim titrerken gözlerimi dışarıda ki karlara çevirdim.

 

"hadi onun yanına geri dön. "

 

Elimi havaya kaldırdığımda bana itaat ederek uçtu. Bir süre sonra karanlığa karışan kuşun ardından camın kenarında durdum. Soğuk hava durmadan içeri doğru eserken kar şiddetini arttırdı. Onun yanına gidip gitmeyeceğinden emin değildim ama çokta önemsemeden geri çekilip pencereyi kapattım. O anda kulağıma ulaşan adım sesleri adımlarımı kapıya çevirmeme neden oldu. Eğilip kapının deliğinden baktığımda babamın çalışma odasından çıkmış olduğunu gördüm. Ayaklarını yere sürerek odasına girip kapıyı kapattı. Geri çekilip kitaplığıma yaklaştım ve en alttaki çekmeceyi açıp küçük el fenerini elime aldım. Bir süre yatakta oturup onunda derin bir uykuya dalmasını bekledim. Saat 12 olmuşken artık evde ki derin sessizlik herkesin derin bir uykuda olduğunu bana fısıldıyordu. Işıkları açarsam uyanacaklarını bildiğimden el fenerini açıp küçük adımlarla odamdan çıktım. Karanlık evi aydınlatan el fenerimin cılız ışığı ile çalışma odasına ulaştım ve içeri girip kapıyı dikkatle kapattım.

 

Önce odayı el feneri ile kontrol ettikten sonra masaya yaklaştım, babam çalışma odasına girmeme izin vermezdi, ona göre bu yaşta onun işleri ile ilgili şeylerden uzak durmalıydım. Bu kuralı bu gece görmezden gelerek sandalyeye oturdum ve masanın üzerinde duran dosyalara göz attım. Eve girdiği anda elinde gördüğüm dosyalardı bunlar. Sertçe yutkunarak en üsttekini elime alıp açtım. Asuman bakır'ın kişisel bilgilerinin bulunduğu bir kâğıt vardı. İlgimi çeken bir şey olmadığı için kâğıdı çıkarıp kenara koydum. Altta gördüklerimle titrek bir nefes aldım. Cesedin farklı açılardan çekilen fotoğrafları. Psikiyatrım evin salonunda tam ortadaydı. Çıplak bedeninde boğazından karnına kadar açılan derin bir kesik vardı. Altta yazan notta cesedin kalbinin yerinden çıkarıldığı yazıyordu, lakin kalp olay yerinde değildi. Fotoğrafı kaldırıp altındakine bakarken el fenerini tutan elim terlemişti ve feneri tutmakta zorlanıyordu. Sadece yüzünü alan fotoğrafta psikiyatrımın göz kapaklarının koparılmış olduğunu gördüm, gözlerinin akı vardı sadece. Dışarıda kalan diline geçirilmiş olan bıçaktan aşağı doğru akan kanlar ağzının çevresinde ve boynunda kurumuştu. Alınan nota göre bıçağın üzerinde herhangi bir parmak izi yoktu.

 

Fotoğrafı masaya bırakıp kafamı kaldırıp tavana baktım. Derin nefesler alırken midemin bulanmasını engellemek için farklı şeyler düşünmeye çabaladım ama gözlerimin önünde ki şey göz kapakları koparılmış bir yüzdü. Yüzünün fotoğrafını çekip diğerine baktığımda bedeninde ki darp izlerini ele alan bir kare gördüm. Asuman bakır'ın cesedi kendi kanı ile bir daire içine alınmıştı. Bunun yanında cesedin saçlarının kazındığını görebiliyordum. Son fotoğraftan önce babamın el yazısı ile yazılmış olan nota baktığımda cesedin iç organlarının parçalarının evin bir kaç yerinde bulunduğunu yazmıştı. Organların üzerinde ki izler ve küçük parçalar katilin insana ait bir şeyleri yemeyi sevdiğini gösteriyordu. Bu cümleler midemi iyice bulandırırken feneri kapatıp karanlık odada nefes nefese karşı duvara baktım. Dakikalarca öyle durup soluklandıktan sonra son fotoğrafa bakmak için feneri yaktım. Son fotoğrafta cesedin kazılmış olan kafasına kendi kanı ile çizilmiş olan bir işaret vardı. Boynuza benzeyen bu garip işaret gözlerimi aralamama sebep oldu. Hızlıca yerlerini düzeltip yerine koyduktan sonra bu fotoğrafı alıp odadan çıktım. Dikkatli adımlarla odama girip kapıyı örttükten sonra çantamda ki kitabı çıkarıp sayfalarını çevirmeye başladım. Aradığım sayfaya geldiğimde fotoğrafı kitabın yanına koydum. Cesedin başında ki şekil ve kitapta ki şekil tıpatıp aynıydı. El feneri ile saatlerce bu iki fotoğrafı inceledim. Kitapta ki daha ince dokunuşlarla çizilmişken kadının kafasında ki iz daha üstün körü çizilmişti.

 

Sabahın ilk ışıkları odama vururken fotoğrafı kitabın arasına koydum ve çantama koyup el fenerine gerek kalmadığı için kapattım. Yorgun bir şekilde yatakta uzandığımda kafam karman çormandı. Gözlerim usulca kapanırken gece yanıma uğramayan uykum yanıma geldi ve beni usulca kollarına çekti.

 

●●●

 

Kulaklarımı dolduran ses ve eşyaların tıkırtısı ile gözlerimi açtım. Bir süre odamın tavanı ile bakıştım, sesleri daha net işittiğimde bu sesin anneme ait olduğunu anlamıştım. Yavaşça yerimden doğrulduğumda kitaplığımı karıştırıyor olduğunu gördüm. Aynı zamanda kulağına yasladığı telefon ile konuşuyordu.

 

"baktım her yere yok....nairanın odasına girmediğini biliyorum yine de bakayım dedim...hayır çalışma odasında yok...çekmecelere 2 defa baktım...tamam bulursam seni arayacağım"

 

Telefonu kapatıp bana döndüğünde uyanmış olduğumu fark etmediği için irkildi.

 

"ah korkuttun beni. "

 

"üzgünüm... Ne arıyordun ?"

 

"baban bir fotoğrafın kaybolduğunu söyledi onu arıyordum. Muhtemelen karakolda düşürmüştür ama inatla eve getirdiğini söylüyor, her neyse uyandıysan gel de bir şeyler ye"

 

Dedikleri ile bakışlarımı yerde ki çantama çevirdim. Derin bir nefes aldım, kaybettiğini sanması iyiydi. Yavaşça ayağa kalktığımda duvarda asılı olan saate kaydı gözlerim. Öğlene geldiğini görünce şaşkınlıkla anneme döndüm.

 

"beni neden uyandırmadın? Okul vardı bugün"

 

"uyandırmaya çalıştım ama uyanmadın. Bir ara gelip devamsızlığını sileriz. Üzerini değiştir kahvaltını yap ve hastaneye git. Seansını kaçırmanı istemiyorum"

 

Annemin dediğini yapıp üzerimi değiştirip az da olsa bir şeyler yedim. Çantasız çıkmaya alışmadığım için onu da yanıma alıp siyah montumu giyindim. Çizmelerimi ayaklarıma geçirip çantamı da aldıktan sonra evden çıktım. Dışarı çıktığımda beni karşılayan bembeyaz örtü kusursuzdu. Ayaklarım karın içine bata bata yürümeye başladığımda ağır bir sessizlik sokakta hüküm sürüyordu. Geçtiğim yollardan ayak izlerimi geride bırakırken karın ayaklarımın altında ezildiğini hissediyordum. Soğuk tenime işlemiş gibiydi, burnumu ve parmaklarımı hissetmezken titrek nefeslerim dudaklarımın arasından firar ediyordu. Sıcak bir yerde olma arzum zirveye ulaşmışken bakış açıma hastane girdi. Adımlarımı hızlandırıp içeri girdiğimde yüzüme vuran sıcak hava yüzümü karıncalandırdı. Soğuktan sızlayan ayaklarıma yüklenip psikiyatrımın katın çıktığımda kapıyı tıklatıp içeri girdim. Masasının boş olduğunu gördüğümde bakışlarım odanın içinde gezindi. Odanın duvar kadar büyük olan camının önünde dışarıyı izlediğini gördüğümde derin bir nefes aldım. Varlığımı fark etmiş ve bedenini yavaşça bana çevirmişti. Simsiyah gözleri gözlerimi bulduğunda kısılmıştı.

 

"hoş geldin naira, otursana"

 

çantamı omzumdan sarkıtıp bir kaç adımda koltuklara yaklaştım. Çantamı koltuğa bıraktıktan sonra ıslanmış olan montumu indirip çantamın üzerine attım. Koltuğa çöktüğümde onun arkamdan gelen adım seslerini işitiyordum. Zeminle buluşan ayakkabısının çıkarttığı tok ses net bir şekilde her kulağıma ulaştığında titrek bir nefes alıyordum. Tam arkamda durduğunu hissettim. Bunu hissetsem bile kafamı geri çevirmedim.

 

"bana ait olan şeyi de getirdin mi ?"

 

kalın sesi ile dediklerinden sonra sertçe yutkundum.

 

"n-neyi ?"

 

Ellerini omuzlarımda hissettiğimde geri çekilmeme fırsat vermeden hafifçe baskı uyguladı. Kafasını omzumdan kulağıma yaklaştırdığında göğsüm korku ile kalkıp iniyordu.

 

"kitabımı senin aldığını biliyorum. Bu çok kötü bir hareket...seni küçük hırsız"

 

"n-ne kitab-bı b-ben-"

 

"kitabı ver !"

 

Sert sesi ile cümlemi kestiğinde yerimde sıçradım. Kalbim ritmini arttırmışken boğazım kupkuru olmuştu. Onu kandıramayacağımı biliyordum, bu kadar çabuk fark etmesi sinirlerimi bozmuştu.

 

"yanımda değil"

 

diye yalan söylediğimde ellerini omuzlarımdan çekti ve hemen karşımda ki tekli koltuğa geçip oturdu. Dirseklerini dizlerine yaslarken aramızda ki bu küçük sehpanın daha da büyük olmasını diledim.

 

"onun yanında olduğunu biliyorum. Başkalarının çantasını karıştırmayı sevmem bu yüzden kendin bana ver, hadi naira"

 

Derin bir nefes aldım. Ve çantamı kucağıma çektim. Alt dudağımı dişlerimin arasında ezerken utanmıştım. Çantanın fermuarını açıp kitabı çıkardım ve yavaşça sehpanın üzerine bıraktım. Siyah gözleri kısa bir an kitaba kaydı, kitaba dokunmadan kafasını kaldırıp bana baktı, gözlerimin içine.

 

"neden aldın ?"

 

"b-bilmiyorum... Almam gerekiyormuş gibi hissettim"

 

Ona sesten bahsetmedim. Kafasını ağır ağır salladı, bana kızmasını bekledim ama bunu yapmadı. Bir süre ikimizde konuşmadık. Sonunda bu sessizliği boza taraf o oldu.

 

"buna benzer bir kaç kitabım daha var... Senin sırtında ki ize benzer bir izin bulunduğu kitabı sana göstermiştim zaten. Duyduğun sesle ilgili bir şeyler bulabilmek için uğraşıyorum."

 

"bu kitapları nereden buldun ?"

 

Bir süre yüzüme baktı, yüz hatları gergin görünse de ses tonu sakin olduğunu vurgulayacak derecede kısıktı.

 

"şehrin dışında eski bir malikâne var. Yaşlı bir kadın, geleceği gördüğüne dair söylentiler var. Değişik kolyeler, yüzükler satıyor. Aynı zamanda böyle kitaplar ve daha önce hiç görmediğim taşlar. Nereden bulduğunu bilmiyorum ama kitapla ilgili bildikleri var. Yazılanları okuyabiliyor ama ısrarlarıma rağmen çevirmiyor, para bile teklif ettim ama bunu reddetti. Kitabın kullandığı alfabeyi bulamıyorum sadece bir kaç ansiklopedide gördüğüm yazılardan seçebildiğim bir kaç kelime var. "

 

"o malikâneyi görmek isterdim."

 

bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra dudaklarını ıslatarak geri yaslandı.

 

"istediğin her hangi bir gün seni götürebilirim ama bildiğin gibi sabahları çalışıyorum. İstediğin bir gece bana haber vermen yeterli"

 

kafamı sallayıp onun gibi geri yaslandığımda aklıma gelen ayrıntı ile öne doğru atıldım ve kitabı elime aldım.

 

"sana göstermek istediğim bir şey var"

 

Benim gibi sehpaya eğildiğinde dün gece arasına sıkıştırdığım fotoğrafın bulunduğu sayfayı açtım ve sehpanın ortasına koydum. Bir tarafta eski psikiyatrımın kafasının fotoğrafı diğer tarafta o işaretin kitapta ki fotoğrafı.

 

"bu geçen günlerde öldürülen psikiyatrım, kafasında ki şu şekle bakar mısın ?"

sarp eğilerek fotoğrafı eline aldı. Bir fotoğrafa bir kitaba bakarken şaşkınlıktan gözleri açılmıştı.

 

"bu inanılmaz, çok benziyor"

 

"çok mu benziyor? Tıpatıp aynısı! "

 

fotoğrafı biraz daha inceledikten sonra sehpaya bıraktı ve kitabı eline alıp o sayfayı incelemeye başladı.

 

"iki seçenek var naira" elini sayfanın üzerinde gezdirdikten sonra kitabı da sehpanın ortasına koydu ve kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı.

 

"ya bu kabileyi bilen birileri var "

 

durup gözlerinin içine baktıktan sonra cümleyi ben tamamladım.

 

"ya da bu kabilenin soyundan gelen birileri"

 

Kafasını ağır ağır salladığında derin bir nefes alıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Elini uzatıp kitabın üstünde ki işaretin üzerine koydu ve mırıldandı

 

"kaina" kaşlarımı anlamadığımı belirtircesine çattığımda kafasını kaldırıp bana baktı ve cümleyi devam ettirdi.

 

"bu işaretin adı, kaina. Eski zamanlarda kabilelerin kendine özgü simgeleri vardı. Simgelerin hangi kabilelere ait olduğunu bilmiyorum ama yaklaşık bir aydır bu kitap üzerine çok araştırma yaptım."

 

Fazla düşünmekten kaynaklanan baş ağrısı ile yerimden kalktım ve cama doğru yürüdüm. Bembeyaz örtünün altına gizlenmiş olan şehre bakarken başımı ovaladım. Düşüncelerime sızıp arsızca kendini belli eden bir ihtimal zihnimin içinde gizlenmiş olan endişeyi ayağa kaldırdı. Kafamı hızlıca sarp'a çevirdiğimde gözleri üzerimdeydi. Ona doğru bir kaç adım attım ve koltuğun arkasında durup ellerimi seri koltuğun üzerine koydum.

 

"bu ilk mi? yani bu işaretin çizildiği ilk cinayet asuman bakır mı? Bizim bilmediğimiz başka cinayetler olabilir, bu cinayetlerin tarihleri? Hepsini de kusursuz yapmış olmaz öyle değil mi ?"

 

Soluklanmadan konuştuklarıyla beraber eli ile sakalını sıvazladı.

 

"bu tarz cinayetlerin ayrıntıları medyaya yayılmaz. Öldüğünü herkes öğrenir ama cesedin nasıl öldürüldüğünü kimse bilemez, yani başka cinayetler olduğunu bilmemiz için her bir cinayetin dosyasını incelememiz gerekiyor. Bu imkânsız, yasal değil"

 

Haklı olduğunun bilinci ile omuzlarım çöktü, ellerimle koltuktan destek alırken derin nefesler alıyordum. Masanın üzerinden gelen ritmik ses bu seansın bittiğini gösteriyordu. Bitkin bir şekilde eğilip montumu aldım ve giyindim. Çantamı bir omzuma taktıktan sonra eğilip fotoğrafı aldım ve sarkan çantamın içine koydum. Sarp'a bir şey söylemeden kapıya kadar ilerledim. Elim kapı kolunda iken beni yerimde durduran şey onun sesi oldu.

 

"bu cinayetin ilk olup olmadığını bilmiyoruz. Ama son olmadığına eminiz. Eğer bu kabile ile senin üzerindeki şu garip şeylerin bir ilgisi varsa söz veriyorum bulacağız"

 

Kafamı yavaşça salladım ve kapıyı açıp odadan çıktım. Bir süre kapının önünde durup derin nefesler aldım, kendime geldiğimde hastaneden çıktım.

 

●●●

 

Gün boyu susmayan telefonumun sesini bir kez daha işittiğimde ekranda ki yabancı numaraya bakıp sıkıntı ile nefes aldım. Bu numarayı da engellerken ne olduğunu anlamaya çalıyordum. Gün boyunca farklı numaralardan gelen aramalar ve ahlaksız mesajlar bitmemişti. Telefonu alıp yastığın altına tıkıştırdığımda gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Gözlerim kapalı olsa da yelkovanın hangi rakamın üzerinde durduğunu biliyordum. Gece 11 iken annemin izlediği televizyonun sesini duyuyordum babam çalışma odasındayken ben yatağımda öylece oturmuş telefonuma durmadan gelen aramaların kimden olduğunu düşünüyordum. Tanıdık bir tıkırtı kulaklarımı doldurduğunda gözlerimi açtım. Hızla yerimden kalkıp pencereye ulaştığımda gagasını cama vuran kuşu gördüm. Kendime yabancı bir tebessüm dudaklarımda yer edinirken camı açtım ve kuşu elime alıp yatağa doğru ilerledim. İçeri doğru esen soğuk havayı umursamadan yatağın yumuşak zeminine çöktüm.

 

"yine mi geldin sen ?"

 

başını yavaşça okşarken kanadının altında ki sargının açılmış olduğunu gördüm.

 

"sargını kim açtı? efraz mı? İyeleşmiş gibi duruyor"

 

Başını okşamaya devam ederken birden uçtu. İrkilerek ayağa kalktığımda kitaplığımın üzerine konduğunu gördüm. Ona doğru yaklaşıp yavaşça elime aldığımda kaşlarımı çatmıştım.

 

"uslu durmayı öğrenmelisin, kendini bir daha yaralamak mı istiyorsun? "

 

Tekrar yatağa çöktüğümde onu daha sıkı tutuyordum, aynı zamanda incitmemeye özen gösteriyordum. Bir süre kuşun tüylerini okşadım. Huzursuzca avuçlarım arasında kıpırdanınca ayağa kalkıp cama yaklaştım. Elimi hafifçe dışarı uzatırken rüzgâr saçlarımı okşuyordu.

 

"hadi git, nereye gideceğini biliyorsun değil mi? "

 

Kanadını hafifçe okşadıktan sonra yukarı kaldırıp başının üzerini öptüm ve tekrar fısıldadım.

 

"güzel kuş"

 

Elimi havaya kaldırdığımda kanatlarını açtı ve güçlü bir şekilde çırparak uzaklaştı. Camı kapatıp geri yatağıma uzandığımda kuşun gerçekten nereye gittiğini düşünerek derin bir uykuya daldım.

 

●●●

 

Gökyüzünün haykırışlarının oluşturduğu senfoniyi dinlerken zihnimin kara kuyusunun eşiğindeydim. Bedenim o kuyunun içine düşmemek için amansız çırpınışlara kurbanken kopan fırtına acımasızlığı ile beni itiyordu. Karanlığın içinde boğulmak istemiyorken beni çıldırtan çığlıklar kara kuyudan yükseliyordu. Çığlıklar... Korkunç çığlıklar. Cehennem azabına tabi tutulmuş günahkâr bedenlerin cayır cayır yanarken attığı çığlıklar gibi, hiç durmadan yükselen acımasız çığlıklar. Zihnim bir kabir miydi? Onlarca insanın azap çektiği dar bir kabir mi? bu çığlıkların sahipleri yabancı mıydı yoksa benim düşüncelerimin tutsak olduğu sahte kişilikler mi? peki tüm sesleri bastırıp bana ulaşan o kadın kimdi? Neden her defasında bir deli olduğumu çığırıyordu. Kafamı taşlara vurma isteği ile dolup taşıyordum. Eğer o zihnimin içinde yaşıyorsa şüphesiz kafamı taşlara vurarak onu kan gölünde boğmak istiyordum. Eğer o ölecek ve durmadan çığlık atmayı kesecekse ölmeye razıydım.

 

Ayaklarım karın içine batarken çoktan gözlerime ilişmiş olan okulun binası karla kaplıydı. Ayak parmaklarımın sancısı durmadan kendini arttırırken bedenime nüfuz eden soğuk iliklerime kadar işliyordu. Okulun kapısına yaklaştığımda gözüme ilişen siyah bir araba yerimde durmama neden oldu. Arabanın kapısına yaslı olan efraz'ı gördüğümde dikkatle ona baktım. Üzerinde ki siyah montuna koyduğu ellerini ve soğuktan kızaran yüzünü görüyordum. Rüzgâr onun saçlarını dalgalandırıp dururken o dikkatle bir yere bakıyordu. Bakışlarını takip edip gözlerimi baktığı yere çevirdiğimde bade ile konuşan bir kız gördüm. efraz badeye mi bakıyordu yoksa yanında ki kıza mı bilmiyorum ama o kadar dikkatli bakıyordu ki ben olsam diye düşündüm ben olsam bu bakışları görmeden rahatsız olurdum. Gözlerimi kıpıştırırken soğuğa daha fazla karşı koyamayacağımı bildiğimden adımlarımı okul kapısına yönlendirdim. Demir kapıya ulaşıp içeri girecekken badenin sesi kulaklarımı doldurdu.

 

"hey naira "

 

yerimde durup ona döndüğümde yanında ki kız çoktan okula girmişti. Bade yanıma geldiğinde kafamı kaldırıp karşıda duran efraza baktım, badeye baktığına emin olduğumda beni fark etti, beni tanıdı.

 

"dün seni aradım okulda ama gelmemiştin galiba"

 

bakışlarımı zorlukla efrazdan alıp bade'ye döndüğümde belli belirsiz kafamı salladım.

 

"gelmemiştim"

 

Çantasını omzundan kaydırdı ve bir kâğıt çıkarıp kalemini eline aldı. Bir şeyler yazıp bana uzattığında bir elinde ki kâğıda bir de onun yüzüne baktım.

 

"al hadi, yarın doğum günüm. Kutlayacağım mekânın adı ve saat kaçta partinin başladığı yazıyor"

 

"gelmeyeceğimi söylemiştim"

 

Israrla kâğıdı elime tutuşturduğunda bıkkınlıkla bir nefes aldım.

 

"lütfen gel, eminim eğleneceksin. Kendini bu kadar soyutlama her şeyden"

 

Gözlerim yine yüzünde ki dağınık çillere kaydı, çillerle dolu olan burnunun soğuktan kızardığını fark ettim. Bu dağınık çiller onları düzeltme isteği ile beni doldururken yumuklarımı sıktım. Bu çıldırtıcı bir histi, çiller o kadar dağınık serpiştirilmişti ki yüzünde derisini soyarak onları yok etmek istiyordum. Geri bir adım atıp bakışlarımı yere eğdiğimde hastalıklı düşüncelerimi bir kenara atmaya çalıştım. Kara kuyudaki o çığlık yine çığırıyordu. Benim bir psikopat olduğumu söylüyordu, onu kulak asmadım onun gerçek olmadığını biliyordum. O ses değildi o zihnimin içinde ki bir oyundu. Sesi tanırdım.

 

"ne diyorsun? Geleceksin öyle değil mi ?"

 

"neden bu kadar ısrar ediyorsun ki ?"

 

İstemsizce sesimi yükselttiğimde irkilerek geri bir adım attı. Derin derin nefesler alarak kafamı yere eğdim ve gözlerimi kapattım.

 

"ö-özür dilerim. Ben g-gitmeliyim"

 

Arkamı dönüp hızlı adımlarla okulun binasına doğru ilerlemeye başladım. Okuldan içeri girdiğimde direk sınıfa çıkıp çantamı sırama attım. Sınıfta kimse yoktu, bunun rahatlığı ile cama yaklaşıp dışarı baktığımda bade okula doğru yavaş adımlarla yürüyordu. Kafamı biraz kaldırdığımda efraz hala oradaydı. Onun neden badeyi izlediğine bir anlam veremeden camdan uzaklaştım ve yerime oturdum. Öğle arasına kadar sessizce sıramda oturup kâğıtlara şekiller çizdim, bir an farkında olmadan kainayı çizdiğimde irkilerek kalemi bırakmış ve kâğıdın ortasına çizdiğim şekle bakakalmıştım. Bu şeklin zihnimi bu kadar ele geçirdiğinden haberim yoktu. Kâğıdı parçalara ayırarak sıranın altına atmış ve bezgin bir nefes almıştım. Anıl sınıfta olmasına rağmen bana hiçbir şey söylememişti, arada göz göze gelsek bile bakışlarını çeken taraf o olmuştu, galiba dediği gibi benimle uğraşmaktan vazgeçmişti.

 

Öğle arasının zili çaldığında karnıma şiddetli bir ağrı girmişti. Bu tanıdık ağrı yüzümü buruşturmama sebep oldu. Henüz erken olduğunu biliyordum ama son zamanlarda aşırı stres yaptığım için bu ay erken geleceğini tahmin etmiştim. Çantamı açtığımda karşılaştığım boşlukla gözlerimi yumdum. Her zaman yanımda bulundurmama rağmen bugün çantamda yoktu. Öğle arasında olmamızı fırsat bilerek çantamı koluma taktım ve sınıftan çıktım. En yakın marketten almak çok da uzun sürmeyecekti. Merdivenleri inip dışarı çıktığımda okulun neredeyse yarısı dışarıda kartopu oynuyordu. Merdivenlerden dikkatle inip yürürken birden yüzüme çarpan sert ve dondurucu bir şey ile geri yalpalayıp karın üstüne düştüm. İnleyerek elimi burnuma götürdüğümde bir kaç damla kan bembeyaz karın üzerine damladı. Parmaklarıma da bulaşan kana baktığımda kaşlarımı çatarak yere baktım. Burnuma çarpan şey içine taş sıkıştırılmış olan bir kartopuydu. Yüksek erkek kahkahaları kulaklarıma ulaştığında kafamı kaldırıp etrafıma baktım. Anıl ve arkadaşlarının bana baktığını görünce yerden destek alarak ayağa kalktım. Kanın burnumdan dudağıma doğru aktığını hissediyordum.

 

"derdin ne ?"

 

anıla doğru bağırdığımda kaşlarını çattı.

 

"burnun kanıyor, bana bağıracağına lavaboya git"

 

Ona doğru bir kaç adım atıp durdum. Elimi kaldırıp biraz daha kanı sildim ama yerini dolduracağını biliyordum.

 

"önce kanatıyorsun sonra böyle mi diyorsun? Sana benimle uğraşma demedim mi? "

 

"o topu ben sana atmadım"

 

Dişlerinin arasından tıslayınca kaşlarımı çatarak ona baktım. Kan dudaklarımın üzerinden geçip çeneme ulaştı. Anıl'ın yanında ki arkadaşı bir adım öne çıkınca bakışlarım ona döndü. Eline tuttuğu kartopu ile bana sırıtarak baktı.

 

"canın çok acıdı mı ?"

 

alayla sorduğu cümle ile ona bakmayı sürdürdüm.

 

"ama sen alışkınsındır canının acımasına malum üzerinden çok geçmişler"

 

"oğuz kes !"

 

Anılın uyarısını dinlemeyen oğuz öne doğru bir adım attı, yaptığı çirkin imayı anlamak dahi istemedim. Dilim tutulmuş gibi ona bakarken elini cebine attı ve telefonunu çıkardı.

 

"gençler aklıma ne geldi. Hani şu ateşli geceler vadeden numara var ya, arayasım geldi belki bu defa açar ha ?"

 

Ona hala donuk şekilde bakarken numarayı tuşladı ve kulağına yasladı. Çok geçmedi bir melodi sessiz bahçede yankılandı. Benim telefonumun melodisi. Titreyen elimi cebime atıp telefonumu çıkardığımda büyük bir kahkaha tufanı koptu erkeklerden.

 

"sessiz görüntüsünün altında sakladıklarına da bak sen"

 

Bana doğru bir kaç adım attığında dolu gözlerimle geri doğru bir adım attım, herkesin bakışları bendeyken titrek nefesler alıyordum.

 

"gözaltlarında ki morlukta geceleri çok uykusuz kalmandan kaynaklanıyor herhalde"

 

arkadan bir erkek sesini daha işittim

 

"o morlukları gözaltlarında değil başka yerlerde görmek isterim ben"

 

büyük bir kahkaha koptu. Midem altüst oldu, gözlerim aralandı oğuz denen çocuk bana doğru bir adım daha attığında geriledim.

 

"maharetlerini bize göstermeyecek misin ?"

 

"oğuz kes şunu !"

 

Anılın uyarısı ile bakışlarımı ona çevirdim. Numaram ondaydı, bu okulda numaramı bilen tek kişi oydu. Oğuz denen çocukla tartışmaya dahi girmek istemedim, tüm okulun onun bana söylediklerini duyduğunu biliyordum bu ağır aşağılanma duygusu beni yıksa da kendimi kastım ağlamamak için. Çoğu kişinin ciddiye aldığını da biliyordum. Anıl'a doğru sert adımlar atıp ona yakın durdum.

 

"önce numaramı veriyorsun"

 

diye fısıldadım zorlukla, onun dışında kimsenin duymadığına emindim. Biraz sesimi yükseltsem kendimi yere atıp hıçkırarak ağlayacaktım bunu biliyordum.

 

"sonra adamlık taslıyorsun"

 

cümlemi bitirdiğimde sert bakışları yüzümdeydi.

 

"ben senin numaranı vermedim !"

 

Dişlerinin arasından tısladıklarından sonra sinirle gözlerini yumdu. Arkamı döndüm ve okula doğru yürümeye başladım. Hala kanayan burnuma sargılı elimi bastırıp okulun merdivenlerini aştım. Lavaboya ulaştığımda aynada yüzüme baktım. Bembeyaz tenime tezat olan kanın kırmızılığı burnumun etrafını ve çenemi sarmıştı. Suyu açıp burnumu yıkarken elimde ki sargının kana bulanıp ıslanmasını umursamıyordum. Benden izinsiz gözlerimden damlayan yaşlar sadece incinen gururum yüzündendi, onların ne düşündüğünü zerre önemsemiyordum. Suyu kapatıp ellerimi lavaboya yasladım ve gözlerimi aynaya diktim.

 

"korkaksın! O aptal psikiyatrın verdiği aptal haplar sana cesaret vermedi mi ?"

 

Bağırışım lavaboda yankılanırken nefes nefesiydim.

 

"aptalın tekisin! Kimseye sesini çıkaramayan geri zekâlı bir eziksin"

 

Ellerimi hırsla lavaboya vururken acısını hissetmiyordum. Kendimi kasmayı bırakmış ağlıyorken sinirlerim altüst olmuştu.

 

"hiçbir şey, hiçbir şey söyleyemedin ona! Çünkü korkaksın"

 

yumruk yaptığım ellerimi betona vurmaya devam ederken çıldırmış gibi hissediyordum. Omzumda ki çantayı yere atıp fermuarını açtım. İçinde ki ilacı çıkarıp kanın yer edindiği avucuma döktüm. Dört hap. Dört hapı ağzıma atıp lavabonun suyunu açıp içtim. Gözlerim aynaya döndüğünde gözlerimden akan tuzlu yaşlar dudaklarıma kadar geliyordu.

 

"bu kadarı yeter mi? biraz cesaret için bu kadarı yeter mi ?"

 

Dizlerimden bir şeylerin çekildiğini hissettiğimde yere çöküp sırtımı duvara yasladım. Dizlerimi toplayıp anlımı dizlerimi yasladım. Sessiz hıçkırıklarım lavaboda yankılanırken acısını yeni hissettiğim ellerimde ki yaralar kanıyordu. Anlımı dizimden kaldırıp ellerime bakarken kana bulanmış olan sargıyı gördüm. İç çekişlerim lavaboda yankılanırken karnımın acısını unutmuştum. Lavabonun kapısının açıldığını duyduğumda irkilerek kafamı oraya çevirdim. Bade'yi gördüğümde bakışlarımı ondan alıp yere çevirdim. Gözlerimden hala yaşlar akıyordu ve iç çekişlerim yerini koruyordu. Gelip tam önümde yerde tiksinmeden oturdu.

 

"iyi misin ?"

 

Ona cevap vermedim. Bakışlarım yerdeydi. Dizlerim üzerinde ki ellerime elini uzattığında geri çektim.

 

"ellerin kanıyor"

 

"kanasın"

 

Mırıldanışımla beraber gözlerimin içine baktı, çilleri yine odak noktam olduğunda hemen kafamı çevirip duvara baktım. Ellerimi tutup kendi kucağına çektiğinde yavaşça ayaklarımı düzeltip bağdaş kurdum. Elimde ki sargıyı dikkatle açtı ve kanattığım yerlere baktı. Kendi sırtında ki çantayı indirip içinden bir ıslak mendil çıkarırken onun yaptıklarını izliyordum. Islak mendil ile ellerimde ki kanı siliyordu. Mendil üzerinde ki ıslaklık canımı yaksa da sesimi çıkarmadım.

 

"sana söyledikleri çok çirkin şeylerdi"

 

Onun dediklerine cevap vermedim. Diğer elimde eki eskimiş bantları çıkarıp orada ki kanıda silerken devam etti.

 

"aslında oğuz iyi biridir"

 

"aslında iyi biridir ama hiç tanımadığı bir kız üzerine iğrenç dedikodular çıkarabilir ?"

 

karşı çıkışımla durup kafasını kaldırdı. Yeşil gözlerini gözlerime çevirdiğinde şaşkınlığını gördüm.

 

"ah hayır öyle demek istemedim. Sadece..."

 

Bir süre durdu burnunu kırıştırıp diyecek bir şey aradı. Burnunu kırıştırdığında çilleri birbirine yaklaşıyor ve daha sinir bozucu bir hal alıyordu.

 

"sadece insanlarla uğraşmayı seviyorlar. Onları tanırsan gerçekten seveceğine eminim "

 

Kanlı ıslak mendili yere bırakıp çantasında yara bandı çıkardı. Onun dediği cümleye cevap vermedim bile. Parmaklarımı ve soyulmuş yerlere bant taktığında nerdeyse ellerimin her yerinde yara bandı vardı, önemsemedim. Bir an sağ elimi tutup avuç içime baktığında ne yaptığını anlamak için kafamı eğdim ve elime baktım. Başparmağını avucum üzerinde gezdirdi.

 

"bu da ne böyle ?"

 

avucumun içinde ki yarım aya benzer ize baktıktan sonra kafasını kaldırıp büyük gözlerini gözlerime dikti.

 

"doğum izi"

 

"öyle mi? çok güzelmiş"

 

Ellerimi bırakıp kanlı mendilleri alıp ayaklandı. Onları çöpe atıp elini yıkadıktan sonra bana döndü.

 

"yarın seni bekliyorum. Zil çalmak üzere, görüşürüz"

 

Kapıya kadar gitti ve kapıyı açtı, çıkmadan önce durup omzunun üzerinden bana baktı.

 

"oğuzun dediklerine takılma bir kaç gün sonra seni unutup başkası ile uğraşacağına eminim"

 

Lavabodan çıktığında ardından bıraktığı boşlukla baş başa kaldım. Derin bir nefes aldım ve çantamdan telefonumu alıp kartımı çıkardım. Kartı kırıp yere attıktan sonra telefonumu tekrardan çantaya koydum. İçeri zili çaldı ama yerimden kalkmadım. Kimsenin yüzünü görmeye tahammülüm yoktu. Üç ders saati boyunca tuvaletin soğuk zemininde oturdum, regl olmama bu kadar az süre kalmışken bu zeminde oturmanın bana neler ödeteceğinin bilincindeydim ama umursamıyordum.

 

Son zil çaldığında büyük bir gürültü ile okul boşalmaya başladı. Koridorda ki sesler eksildiğinde yavaşça yerimden kalktım. Midemde yer edinen bulantı ve başımın dönmesi adımlarımı yemine güvenle basmama engel oluyordu. Çantamı sırtıma takıp aynadan kendime baktığımda berbat bir yüzle karşı karşıya kaldım. Her zaman mor olan gözaltlarım, kireç gibi beyaz olan tenim ve şişmiş olan gözlerimin yanında kızarmış olan burnum. Lavabodan çıktım ve boş olan okulda yavaş adımlarla ilerledim. Dışarı çıktığımda bedenimi titreten soğuğu umursamadım, bir kaç öğretmen dışında okul bahçesinde kimse kalmamıştı. Merdiven basamakları birbirine giriyordu, tırabzanlara tutunarak zorlukla indim ve karın içinde salınarak yürümeye başladım. Mide bulantım yerini koruyordu. Okul bahçesinden çıktığımda kulağıma ulaşan bir ses yerimde durmamı sağladı.

 

"naira"

 

Kafamı çevirdiğimde efrazı gördüm. Kaşlarımı çatıp ona baktığımda karın içine büyük adımlar atarak yanıma geldi. Yüzüme bakınca kaşlarını çattı.

 

"ağladın mı sen ?"

 

Sert sesine inat endişeli görünen yüzüne baktım. Yeşil gözleri kısılmış alt ve üst kirpikleri birbirine karışmıştı. Dudaklarının arasından çıkan nefes sigara dumanı gibi havalanırken burnunun soğuktan kızarmış olduğunu gördüm. Bu sefer kafasında siyah bir bere vardı. Bere onun yüzüne yakışmıştı.

 

"naira, iyi misin ?"

 

Sorusunu yinelediğinde gözlerimi kıpıştırarak ona baktım. İyi miydim, eğer iyiysem neden her şey birbirine giriyordu. Ağaçların yılan gibi kıvrıldığını görüyordum, birbirine dolanan binalar midemi bulandırıyordu.

 

"i-iyiyim"

 

Sonunda sesim çıktığında sert bir rüzgâr esti. Rüzgâr dengemi sarsarken efraz nazikçe koluma tutundu.

 

"başın mı dönüyor yine ?"

 

Göz kapaklarımı usulca gözlerimin üzerine örtüp titrek bir nefes aldım.

 

"biraz"

 

"seni eve bırakmamı ister misin ?"

 

Gözlerimi yavaşça araladığımda kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

 

"olur"

 

zorlukla fısıldadığımda hemen gerimizde duran arabaya ilerleyip bindik. efraz arabayı çalıştırmadan önce durup kafasını bana çevirdi.

 

"bir şey soracağım"

 

kafamı yavaşça ona çevirdiğimde kararsızca yüzüme bakıyordu. Kafamı hafifçe salladığımda dudaklarını araladı

 

"bu sabah konuştuğun kız... "

 

"bade mi ?"

 

Bir süre yüzüme baktı, neden burada olduğunu şimdi daha iyi anlıyordum. Bade'yi soracaktı.

 

"ne konuştunuz? Arkadaş mısınız ?"

 

"beni yarın ki doğum günü partisine çağırdı. Ne yapacaksın ?"

 

Sorumu es geçip arabayı çalıştırdı ve yola çıktı, üstelemedim. Klimayı çalıştırmış olmasına rağmen zangır zangır titriyordum. Titriyor olmama rağmen anlımdan boncuk boncuk terler birikmişti. Mide bulantım zirveye ulaşmışken bunun yanına bir de mide ağrısı eklenmişti. efrazın bakışları kısaca bana çarptı.

 

"sen iyi misin ?"

 

Titrek nefesler alıp gözlerimi yumdum. Acı ile karnımı tutup koltukta küçülürken bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Araba ani bir frenle durduğunda koltuğa daha çok sindim. efraz emniyet kemerini çözdü ve çatmış kaşları ile bana doğru eğildi.

 

"neyin var ?"

 

"c-canım çok yanıyor"

 

Midemde ki acı şiddetini arttırırken artık inliyordum. Dudaklarımın arasından çıkan her bir inleme acı ile yoğrulmuştu. efraz arabayı tekrar çalıştırdı ve kolunu benim koltuğumun arkasına atıp arabayı ustalıkla çevirdi.

 

"seni hastaneye götüreceğim tamam mı ?"

 

İnlemelerim ağlayışlara dönüşünce efraz sinirle kornaya bastı, arabalarla savaşıyordu sanki.

 

"belayı çekiyorum ben belayı. Seninle ne zaman karşılaşsak bir boklar oluyor"

 

Bağırışını işittim ama cevap verecek takatim yoktu, acı öyle yoğundu ki ağlayamıyordum artık dudaklarım arasından çıkan tek şey titrek nefeslerdi. Yarı açık olan gözlerimle efraz'ın endişeli bakışlarını üzerimde hissettim.

 

" bak sakın bayılayım falan deme. Ağla bağır çağır ama bayılma. Sana diyorum naira, bu arabada bilincini yitirmeyeceksin !"

 

Gaza yüklendiğinde gözlerimi yumdum. Arabanın gürültülü sesinden başka hiçbir şey duymuyordum. Acılı kıvranışlarımın sonunda araba durdu. Bir kapının açıldığını ve buz gibi bir havanın bedenime ulaştığını hissettim. Sonra daha yakından bir kapı açıldı ve bedenim havalandı.

 

" ne oluyor lan? "

 

efraz'ın sesi kulaklarıma ulaştığında gözlerimi hafifçe araladım. Bana bakan endişeli yeşil gözleri gördükten saniyeler sonra beni aşağılara çeken şeye karşı koymadım. Karanlığa doğru sürüklenirken gözlerim kapandı.

Loading...
0%