@sonsuzluksb
|
Beynimin içinde çalkalanıp duran düşünceleri bembeyaz bir sayfaya geçirdim. Kalemimden akan siyah mürekkep sayfayı lekeledi. Leke tam ortasındaydı, zihnimin bana oynadığı gibi benimle oynadı. Küçücük olan o iz yazdığım kelimeleri tek tek kendine çekip büyüdü. Bu bir virüsün tüm hücrelerine yayılması gibiydi. Sayfa korkularım kadar siyah olduğunda kendimi bir boşlukta hissettim. Vücudum son bir savaş açtı. Neferleriyle beraber tüm bu karmaşaya karşı koydu.
Kendime gelip derin bir soluk almam uzun sürdü. Dondurucu havayı içime çektiğimde ellerimi yumruk yapıp sıktım. Ellerimde kurumuş olan kanı hissedebiliyordum. Kar üzerime yağıp kömür karası saçlarımın arasına karışmaya devam ederken gözlerim karşımda ki hastanedeydi. Araba ve insan seslerinin oluşturduğu gürültüyü kafaya takmayacak kadar iğrenç hissediyordum.
Kaç dakikadır bekliyordum bilmiyorum ama efraz kapıda görünmüştü. Bana doğru yürümeye başlayacakken yerinde durdu. Bir ayağı karın içine batmışken öbür ayağı beton zeminde durmuştu. Omzunun üzerinden geriye baktığında bende gözlerimi oraya çevirdim. Anıl'ın gergin yüzünü gördüğümde sertçe yutkundum. O an anıl bir şeyler söyledi, bu efrazın bedenini ona çevirmesine neden oldu. Bir şeyler konuşmaya başladıklarında merak tüm vücudumu sardı, onları duymak istedim ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Gözlerimi usulca kapatıp etrafımdaki onlarca gürültü arasında onların seslerini ayırt etmeye çalıştım. Gözlerim kapalıyken sanki dünya benim etrafımda dönmeye başladı. Önce korna seslerini duydum, arabaların çıkardığı vızıltıları, sonra insan karmaşasından çıkan uğultuları. Daha yakını duymak istedim. Bir adım sesi, bir nefes, bir hışırtı... Kulaklarımı dolduran onlarca ses arasında gözlerimi aralayıp onlara baktım, bir anda tüm sesler kesildi ama efrazın burnundan verdiği sert soluğu işittim.
"sadece öfkesini kontrol edemiyor, bu olayı deşmene gerek yok"
Anıl’ın o an kafasını sağa sola salladığını gördüm.
"bunun öfke kontrolü ile alakası yok. Karşında çocuk mu var senin ?"
Efraz anıla doğru bir adım attı, ayağının altında ezilen karın çıkardığı sesi net bir şekilde işittim. Şimdi aralarında çok az bir mesafe kalmıştı.
"sana olayı deşme dedim"
Her bir kelimenin üstünü bastırarak konuşmasının anılı etkileyebileceğini sanmıştım ama anılın yüzünde tek bir mimik oynamadı
"bu yaşanılan şey normal değildi ve ben mantıklı bir açıklama bulana kadar deşmeye devam edeceğim"
O an efraz onun yakasından tutup yüzüne yaklaştı, bu ani hareketi anılı korkutmuştu. Yaş ve fiziksel yönden ondan büyük olduğu için daha güçlü olduğu aşikârdı. Şu an için onun sadece sırtını görüyor olsam da yüzünü tahmin edebiliyordum.
"arkadaşın gibi yüzünün tanınmayacak hale gelmesini istemiyorsan susacaksın. Bunun normal veya anormal olması seni zerre ilgilendirmiyor. nairadan uzak duracaksınız, ikinizde."
Yakasını iterek bıraktı ve geri doğru bir adım attı, bir süre anıla baktıktan sonra bedenini bu yöne çevirip bana doğru gelmeye başladı. Henüz bir kaç adım atmışken anılın seslenmesi ile yerinde durdu.
"susacağım"
Anılın gözleri bana döndü, boğazıma bir yumru çöktü Sanki yutkunamadım.
"şimdilik"
Diye devam ettirdi cümlesini, sonra arkasını dönüp hastaneye girdi. efraz onun dediklerinden benim kadar etkilenmedi ve sert adımları ile yanıma doğru gelmeye başladı. Kafamı sağa sola sallayıp derin bir nefes aldım. efraz yanıma yaklaştığında gözlerim yerdeki kardaydı, binlerce düşünce beynimi kamçılamıştı, berbat hissediyordum.
"naira?"
Diye mırıldandığında gözlerimi onun ayaklarından yukarı doğru kaldırarak sonunda yeşil gözlerine ulaştım. Uzun ve kıvrımlı kirpiklerinin üzerinde asılı kalan kar tanesi gözlerimi aldı.
"sen iyi misin ?"
sesi ile bakışlarımı kirpiklerinden alıp yüzünde gezdirdim.
"ellerimi yıkamak istiyorum. Böyle durmak rahatsız ediyor beni"
Kafasını hafifçe salladığında hastaneye doğru yürüdük, bu süre zaafında hiç konuşmadık. Lavaboya girdiğimde kapının pervazına omzunu yaslayarak beni izlemeye başladı, onun yansımasını aynadan görebiliyordum. Kanın izlerini bıraktığı elimi yavaşça musluğa atıp suyu açtığımda tazyikli bir su lavabonun içine doğru akmaya başladı. Ellerimi suyun altına götürdüğümde kurumuş olan kanın kolay çıkmayacağını biliyordum. Başparmaklarımla ovaladığım ellerimden arınan kan suyun rengini bozarak lavaboya doğru akmaya başladı. Sanki kanın kokusu burnumdaydı, midemi altüst ediyordu. Derin bir nefes aldım, avucuma sabun döküp sertçe ellerimi yıkamaya devam ettim. Bu işlemi 6 ya da 7. kez yaparken suyun kapanması ile kafamı kaldırdım. Aynadan efrazla göz göze geldiğimizde ellerimi yavaşça lavabonun mermerine yasladım.
"hiçbir şey hatırlamıyorum bu... Bu çok sinir bozucu"
"biliyorum"
"bilmiyorsun, bir anda her şeyin karanlığa gömülüp aynı hızda ellerinde kanın iğrenç ıslaklığını hissetmenin ne demek olduğunu bilmiyorsun."
"naira..."
Ellerimi mermerden alıp bedenimi ona çevirdiğimde söyleyecek bir şeyinin olmadığını biliyordum. Titrek bir nefes aldım, bu nefesimle sıska omuzlarım hafifçe sallandı.
"yalan söylediğimi düşünüyorsun"
Kaşları saniyeler içinde keskin bir kavisle çatıldı, daha sonra çattığı kaşlarına rağmen yarım ağız güldü.
"ne o uzaktaki sesleri duymanın dışında birde düşünceleri okuma özelliğin mi var?"
O an gülmekle gülmemek arasında gidip geldim. Sert bir soluğu burnumdan dışarı verip başımı yere eğdiğimde gözlerim her ikimizin ayakkabısındaydı. Berbat hissediyordum ama onun tüm bunları bilerek yapmadığımı bildiğini biliyordum. Bir süre lavaboda durduk, bu lavaboda olmaktan rahatsızlık duymaması beni şaşırtmıştı. Sonunda hastaneden çıktığımızda onun arabasındaydık, tüm bu olayların içinde malikâneye gideceğimiz tamamen aklımdan çıkmıştı ama efraz unutmamıştı. Her ikimizde adresi bilmiyorduk, bildiğimiz tek şey şehrin dışında olduğuydu.
Binaları geri bırakıp ağaçların yoğun olduğu yola girdiğimizde gözlerim dışarıdaydı. Şehrin hemen yanında ki ormanın ağaçları beyaz örtüİle örtünmüştü. Camda soğuğun etkisi oluşan bir buğu vardı, bu dışarıyı net görmemi engellediğinden sinirlerim bozuluyordu. Sağ elimin işaret parmağını kaldırarak cama yasladım. Soğuğu parmağımda hissettim ama önemsemeden yavaşça buğuyu sildim. Cam biraz netleşti, parmağımın ıslaklığını kotuma sürüp başımı koltuğa yasladım. efraz karşılaştığımız her petrolde malikâneyi sordu. Sonunda bir adamın verdiği tarifle bozuk bir toprak yola girdik. Araba yolun bozukluğundan sarsılıyor ve bu beni rahatsız ediyordu. efrazın aniden frene basmasıyla öne doğru savruldum. Kafamı hızla kaldırıp yola baktığımda bir köpeğin hızla arabanın önünden uzaklaştığını gördüm. efraz kısa bir küfür mırıldandı bu duruma. Onun bu ahlaksız küfrüne aldırmadan kafamı biraz daha kaldırdığımda gözlerime çarpan şey eski bir malikâneydi.
Elimi kapıya atıp indiğimde rüzgâr yüzümü okşadı. Arabanın kapısını kapatıp karların içine doğru bir kaç adım attım. Şehre göre burada daha çok kar olduğundan ayaklarım karın içinde kayboluyordu. Bir kapı sesi daha duyduğumda onunda indiğini anlamıştım ama gözlerim malikânedeydi. Dışarıdan çok eski duruyordu, hatta içinde kimsenin yaşadığını düşünmüyordum ama bir his psikiyatrımın bahsettiği yerin burası olduğunu söylüyordu.
"malikâne burası mı sence ?"
"büyük ihtimal"
Efrazla uyum içerisinde oraya doğru yürümeye başladık. Verandaya geldiğimizde gergin hissediyordum. efraz benden daha önce davrandı ve kapıya yaklaşıp yumruk yaptığı eliyle üç defa üst üste vurdu. Tahta kapı yerinden sökülecekmiş gibi sarsıldı. Çok geçemeden bir ayak sesi duydum. Kapı rahatsız edici bir gıcırtı ile açıldığında karşımızda bir kadın vardı. Üzerinde ki değişik kıyafetlerden sonra dikkatimi çeken şey çenesinde ve anlında olan değişik sembollerde, dövme gibi duruyorlardı. Boynunda bir haç kolyesi var. Saçları dağınıktı ve siyah bir bandana ile onları geri toparlamıştı.
"sizde kimsiniz ?"
Diye mırıldandığında ses tonu beni ürküttü.
"içeri girebilir miyiz? Sormak istediğimiz bir şeyler var"
Efrazın sorusu ile kadın onu inceledi ve yavaşça geri çekildi. Onun bıraktığı boşluktan yararlanarak içeri girdiğimizde içerideki kitaplara ve eşyalara göz gezdirdim. Tavandan aşağıya sarkan lambaların yarattığı loş hava hoşuma gitti. Odanın ortasında ki sobanın sıcaklığı içeriyi ısıtmıştı, üzerinde siyah bir çaydanlık vardı, içinde fokurdayan suyun sesini duyabiliyordum. Bakışlarım kadına döndüğünde onunda bakışlarının bende olduğunu gördüm. Bana doğru bir adım attığında geri gitmemek için direndim. Boşlukta duran ellerimi yumruk yapıp sıktım.
"gözlerin" diye fısıldadı pürüzlü sesi ile biraz daha yakınıma geldiğinde kafasını hafifçe sağa yatırmıştı. Öne doğru çıkık olan çürük dişleri çirkin bir görüntü ortaya koymuştu, yüzünü yakından görmek kırışıklıklarını fark etmeme sebep oldu. Yüzünde ki dövmeler dışında birde gözlerinin etrafını siyah bir kalemle çizmişti.
"bu gözleri tanıyorum ben... Elini ver bana "
Bakışlarım efraza döndüğünde en az benim kadar şaşkın olduğunu anlamıştım ama ona elimi vermem için başını salladı. Sertçe yutkunarak sıktığım yumruğumu serbest bıraktım. Elimi kaldırarak yavaşça onun havada duran elinin üzerine koydum. Diğer elini kaldırarak elimin üzerine koyduğunda elim onun iki eli arasında kalmıştı. Benim elime oranla elleri sıcaktı, üzerinde dövmeler vardı. Tam gözlerimin içine baktığında elim elleri arasında sıkılmıştı. Yüzü bir anda beni görmüyormuşçasına dondu, gözleri boşlukta gibiydi. Dudaklarının arasından mırıltılar yükseliyor, anlamadığım kelimeleri telaffuz ediyordu.
"ah... Yüce tanrım"
Ellerini hızla çekip benden geriye bir adım attığında yüzü dehşet içindeydi. Bu hareketi ile aldığım nefesler hızlandı.
"yüce tanrım... Yüce tanrım"
elini kaldırıp boynundaki kolyenin üzerine koydu.
"lanet... Bu çok büyük bir lanet... Ah tanrı korusun sen kanında kainanın lanetini taşıyorsun"
"kainanın laneti de ne ?"
Efrazın sesi kulaklarımda uğuldadı, kelimenin tanıdıklığı tüylerimi diken diken etti. Kadın benden çok korkmuşa benziyordu, kafasını sağa sola sallayarak geri gidiyordu.
"tanrı korusun... Tanrı hepimizi korusun"
"anlayabileceğimiz bir şey söyleyecek misin artık? Ne demek istiyorsun ?"
Efrazın bağırışı ile kadın ona doğru bir adım attı, gözleri hala dehşet ile açıktı.
"götür onu malikânemden. Onu hemen buradan çıkar!"
"ne?"
Kapıya doğru koştu, kapıyı açıp kafasını bize çevirdiğinde yerimde çakılı kalmıştım.
"götür onu buradan!"
Diye bağırdı tekrardan. efraz ona doğru yürüyüp kaşlarını çattı.
"ne oluyor ?" Kadın efrazın omuzlarını tuttuğunda onunla eş değer nefesimi tuttum.
"o lanetlenmiş. Kanına karışmış kainanın laneti."
"n-ne yapmamız gerekiyor, bir şey söyle"
"çok geç. Ona yardım edemezsin"
Efraz kafasını çevirip bana baktığında başım dönüyordu. Buna fark etmişçesine hızlı adımlarla yanıma geldi ve kolumdan tutup beni mekândan çıkardı. Beni çekiştirmesi ile arabaya doğru yürümeye başladık. Ayaklarımı hissetmiyordum, midemde bir bulantı vardı ve dünya benim etrafımda turluyordu sanki. Onun hızlı adımlarına eşlik edemedim, dizlerimden tüm güç çekildiğinde ayaklarım birbirine dolandı ve sertçe karların üstüne düştüm. Hava kararmış olduğu için etrafı tam olarak göremiyordum. Ellerimi kara yasladığımda bakışlarım karanlık olan yerdeydi, nefes nefeseydim. efraz benim gibi yere çöküp omuzlarımdan tutup beni dikleştirdiğinde nefes nefese ona baktım, ağlamak istiyordum. Uzun süredir ilk defa şiddetli bir şekilde ağlamak istiyordum ama bunu efrazın karşısında yapmak istemiyordum.
"iyi misin ?"
Diye soluduğunda dudaklarının arasından çıkan duman havaya yükseldi. Yüzü karanlığın içinde çok net seçilemese de gözlerini net bir şekilde görebiliyordum. Yeşillikler karanlıkta siyah birer elmas gibi parlıyordu.
"n-ne dedi o kadın? Ç-çok geç dedi"
"siktir et kadını, zırvaladı sadece"
Kafamı sağa sola salladığımda ağlamamak için son direnç kırıntılarımı kullanıyordum.
"hayır, biliyordu... Bir şeyler biliyordu. Bana yardım edemeyeceksin, çok geç dedi. Çok geç... Biliyor işte. Benden korktu, lanet olsun biliyor bir şeyler. Tüm bunları yaşamak istemiyorum... İstemiyorum-"
"naira, bana bak"
Efrazın omuzlarımı sıkması ile titrek bir nefes aldım, gözlerim onun gözlerine çarptığında gözyaşlarımı geri gönderme savaşına devam ediyordum.
"sana yardım edeceğim. Söz veriyorum sana yardım edeceğim... Senin kanına karışan her bir damla lanet için kendi kanımdan bir damlayı feda etmem gerekse bile yardım edeceğim. Bunu yapacağım çünkü senin için değil tam 16 yıldır beklediğim anda olduğum için"
Durup soğuk havayı ciğerlerime çektim ve efrazın gözlerine son bir defa baktım.
"söz verdin..."
"söz verdim" kafamı hafifçe salladım
"tutacaksın çünkü benim için değil" dediğimde o da benim gibi kafasını salladı.
"tutacağım çünkü senin için değil"
●●●
Araba apartmanın önünde durduğunda inmek çok zor geldi, üzerime çöken ağırlıkla mücadele ederek kapıyı açtığımda soğuk hava içeriye adımını attı.
"iyi akşamlar "
Diye mırıldanıp arabadan indiğimde efrazın cevap vermesini beklemeden apartmana doğru yürüdüm. Merdivenleri aşıp evin önünde durduğumda zile basmadan kapı açıldı. Ailemin endişeli yüzlerini görünce onlara haber vermediğim aklıma geldi. Tüm karmaşıklıkların içinde birde bununla uğraşacak olmak can sıkıcıydı.
"naira sen nerdesin bu saate kadar? Aklımız çıktı, sana bir şey oldu sandık. Nasıl böyle sorumsuz olabilirsin? O çocuğun arabasında ne işin vardı?"
"sadece..."
Cümlemi devam ettiremeden babam kapının önünde bağırmaya devam etti.
"sadece ne? O serseri ile bu vakte kadar dışarıda olmanın nasıl bir açıklaması olabilir? Seni onunla bir daha yan yana görmeyeceğim naira! "
"baba o sadece arkadaşım"
"arkadaş mı? Ben kızımın öyle pis insanlarla arkadaşlık etmesini istemiyorum. Bir daha seni onun yanında görmeyeceğim"
"baba-"
Konuşamadan gelen öksürme sesi ile kafamı hızla geriye çevirdim. efrazın merdivenlerde durduğunu gördüğümde berbat hissettim. Elinde duran çanta benim çantamdı, almayı unutmuştum. Yavaşça bana doğru uzattı, yüzünde tek bir mimik oynamıyordu.
"çantanı unutmuşsun"
Elimi kaldırıp çantayı alırken aniden ortama çöken ağır sessizlik sinirlerimi bozdu. Çantayı kavradığımda gözlerim ondaydı. Bakışlarını benden alıp babama çevirdiğinde genzimde acı bir tat vardı.
"iyi akşamlar"
Arkasını dönüp merdivenlerden indiğini görünce çantayı yere bırakıp arkasından inmek için bir adım attım. "naira " kafamı çevirip babama baktığımda yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama onunda azda olsa mahcup olduğunu görebildim.
"seni duydu"
diye yakındığımda sesini çıkarmadı. Kafamı sağa sola sallayıp merdivenleri hızla indim ve efraz arabasına doğru giderken apartmandan dışarı çıkabildim.
"efraz" seslenmemle beraber yerinde durdu ve omzunun üzerinden bana baktı. Derin bir nefes alarak ona doğru ilerleyip yanına yaklaştığımda ne demem gerektiğini bilmiyordum. Bu garip bir histi, genelde insanları umursamazdım ama o kendi için bile olsa bana yardım ediyordu ve böyle hakaret edilmeyi hak etmiyordu.
"babamın söyledikleri için üzgünüm"
"insanların dediklerini umursamayalı uzun zaman oldu "
"yinede... Söyledikleri hoş değildi"
Dediklerimden sonra hafifçe güldü ve arabaya yaslandı, ilginç bir dürtü ile onun gibi arabaya yaslandığımda gecenin soğuğu kollarımı birbirine sarmama neden oldu.
"sadece seni korumak istiyor"
"bana zarar verenin ben olduğumu bilmeden çevremdekilerden korumaya çalışıyor. Çevremdekileri benden korusa ya "
Dediklerime hafifçe güldü. Sonrasında bir süre sessizce öyle durduk. Bazı anları neden yaşadığımızı bilemeyiz ya tam olarak o an içerisindeydim, neden burada durduğumu bilmiyordum ama durmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. efrazın yıllardır gördüğüm karşı komşum olmadığını biliyordum, onu aslında hiç tanımıyordum. Elbette o da beni tanımıyordu. İlk andan bu ana kadar gelişen tüm olayları gözden geçirirken aklımın en ücra köşelerinde gizlenen bir soru açığa çıktı. Onun badeyi neden izlediğini öğrenmek istemiştim. Aklıma gelen ilk şeyi söylemekten çekinmedim.
"badeye âşık mısın ?"
sorum ile önce kafasını bana çevirdi ve anlamsızca baktı sonra kaşları havalandı.
"saçmalama"
"onu izlediğini gördüm"
Derin bir nefes alıp ellerini ceplerine koydu ve dudaklarını ıslattı.
"aşk diye bir şey yoktur naira"
Bedenimi tamamen ona çevirip arabadan uzaklaştığımda bakılarını hala karşıdan almamıştı.
"annem hep babama ilk gün ki gibi âşık olduğunu söyler"
Dediğimle beraber bakışları bana döndü, aşkın varlığını hiç sorgulamamıştım, olması veya olmaması umurumda değildi ama efrazın bunu inkâr etmesinin nedenini öğrenmek istedim.
"daha ne olduğunu bilmedikleri bir şeye inanıyorlar. Kimileri aşkın imkânsız olunca aşk olacağını söylüyor kimisi masalın sonuna sonsuza kadar birbirlerine âşık yaşadılar diye mutlu son yapıyor. Bazısı tek taraflı olur diyor sonra biri çıkıp destansı aşk hikâyelerini anlatıyor. Birileri evlilik aşkı öldürür diyor birisi kocama ilk günkü gibi aşığım diyor. Aşk ne? Tek taraflı mı karşılıklı mı? İmkânsız mı yoksa ulaşılınabilir mi? yan yana mı olmak gerekiyor yoksa uzaktan mı sevmek? Korku mu? Nefret mi? öfke mi? heyecan mı? Umut mu? Aşk demişler ama kimse ne olduğunu bilmiyor."
Kollarımı çözdüm ve geri doğru bir adım attım, bakışlarım apartmana dönünce babamın balkondan buraya baktığını gördüm. Önemsemeden bakışlarımı efraza çevirdim ve dudaklarımın arasından çıkan nefesin sigara dumanı gibi yukarı yükselmesine izin verdim.
"bir şeyin ne olduğunu tam olarak bilmiyorsak yoktur demek istiyorsun. O zaman bir yaratıcı yok mu ?"
"aptal olma. Bir şeyi bilmiyorsan yoktur demiyorum, insanların adını koyduğu şey aslında farklı şeyler demek istiyorum. Heyecan ve mutluluğun ya da acının birleşimi aşk olamaz. Acı acıdır naira, canını yakan bir şey varsa bu acıdır, içinde yükselen güzel bir şey hissediyorsan bu mutluluktur aşk değil"
"değişiksin"
"senin kadar değil"
Kafamı aşağı yukarı sallayıp derin bir nefes aldıktan sonra ellerimi ceplerime koydu.
" gitsem iyi olacak... Bu arada kendin için bile olsa yardım ettiğin için t-"
"gereksiz şeyler söylemene gerek yok. Teşekkürden nefret ederim"
"insanlar bunu kibarlık olsun diye kullanıyor "
"insanlar hep mantıklı şeyler yapmazlar... Her neyse baban balkondan aşağıya düşmeden eve gitsen iyi olur"
Yerimde durup onun arabaya binişini izledim. Lastiklerin çıkardığı keskin ses kulaklarımı acıttıktan sonra araba gözden kayboldu. Derin bir nefesi içime hapsedip apartmana doğru yürümeye başladım. Ailem içinde benim içinde uzun bir gece olacaktı, sadece uzun olan şeyin bu gece olmayacağını biliyordum. Ucu görünmeyen bir yolun başındaysanız bu yolculuğun kısa olmayacağına emin olabilirsiniz, aynı zamanda kolay olmayacağını da.
●●●
Dumanlı bir hava geceye yardımcı olup önümü görmemi zorlaştırıyordu. Ayaklarım sanki kilometrelerce yürümüşüm gibi sızlıyor ve her adımımda tüm damarlarımı hissetmeme neden oluyordu. Soğuk hava üzerimde ki kıyafetleri bir bir geçip içime ulaşıyor ve bedenimi titretiyordu. Kollarımı birbirine sarıp yerimde durdum, sık ağaçların yanlarına doğru sarkmış olduğu dalları kollarıma baskı yapıyordu. Kafamı kaldırıp kapkara gökyüzünde parlayan dolunaya baktım, dolunayın üzerinde bir sis bulutu vardı sanki. Gözlerim dolunaydayken bir inilti sesi kulaklarımı doldurdu. Titreşen göz bebeklerimin odağı ağaçların arası olurken dudaklarımın arasından sert bir soluğu dışarı bıraktım.
Boğazım günlerce susuz kalmışım gibi yanıyordu bu yüzden nefes alıp vermek güç geliyordu. Yürümeye devam ettiğimde ormanın içine doğru ilerlediğimi anlamıştım, inilti sesleri daha yakındaydı artık, bu inilti sesi bir insana ait değildi. Kalbim hızla çarparken geride bıraktığım ağaçlardan çok daha büyük olan bir ağaçla karşı karşıya geldim. Ağacın önünde bir su birikintisi gördüğümde kollarımı çözmüştüm. Yağmurdan kalmış olacağını düşünmüştüm, o an suyun kirli veya temiz olması önemsizdi çünkü bedenim kana kana su içmek istiyordu. Bedenimin isteğine karşı gelmedim he hızla birikintiye yaklaştım. Yere çöktüğümde toprağın sertliği dizlerimi acıttı. Ellerimi birikintiye daldırıp bir avuç aldığımda hemen yakınımda bir inilti duydum, başımı omzumun üzerinden geriye çevirdiğimde kimse yoktu. Korku ile beraber hissettiğim susuzluk avucumu dudaklarıma götürmeme neden oldu. Dudaklarıma baskı yapan sıvının metalik tadını hissettiğim an gözlerim açıldı. O an dolunay ışığını avuçlarıma vurdu, ellerimde ki sıvı su değildi, kandı. Midemden boğazıma doğru yükselen bulantı ile öğürerek ellerimde ki kanı attım. Defalarca öğüdüm ama kusamadım. Dudaklarımda hala kan lekelerinin olduğunu biliyordum ve ellerimde ki kan derime yapışmıştı sanki. Hala yerde iken titrek nefesler alıyordum, bedenim kalkacak gücü bulamamıştı.
Ellerimi toprağa sürtüp kandan kurtulmaya çalışırken anlıma doğru bir ıslaklık hissettim. Elimin tersini yavaşça anlıma sürüp baktığımda bir kandamlası olduğunu fark ettim. Şimdi boğazım düğümlenmişti, nefes alamıyordum. Gözlerimi yavaşça havaya kaldırdığımda büyük ağacı kalın dalından aşağı doğru sarkan bedenin boğazından akan kandamlaları birikintiye karışıyordu. Gözlerimi boğazından kafasına doğru çevirdiğimde karşılaştığım gözler boğazımı parçalayacak güçte bir çığlık atmama sebep oldu. Bu büyük ve siyah gözler benim gözlerimdi.
Boğazımı acıtan çığlıklarımla yataktan doğrulduğumda ter içindeydim. Ellerimi boynuma götürdüğümde parmaklarıma bulaşan ıslaklığın ter olduğunu biliyordum. Odamın kapısı aniden açılıp annem ve babam içeri girdiğinde yataktan yere attım kendimi. Nefes alamıyordum.
"naira! Kızım iyi misin ?"
Annemin sesi kulaklarıma ulaştığında öksürerek nefes almaya çalışıyordum. İkisi de yanıma çöküp bedenimi tuttular.
"güzelim kâbus mu gördün yine? Bana bak güzel kızım iyi misin? "
Babamın söylediklerini önemsemeden ayağa kalkıp pencereye ilerledim. Camı açtığımda yüzüme doğru esen sert rüzgâr bir astım hastasının tüpüne ulaştığı o anda ki oksijendi. Derin nefesler alıp ellerimi pencerenin pervazına yasladım.
"naira, bir şey söylesene kızım korkutma bizi. İyi misin? "
Bir süre annemin sorusuna cevap vermedim, nefeslerim düzene girdiğinde pencereyi kapatıp bedenimi onlara döndüm. İkisi de gözlerinde ki korku ile bana bakıyordu.
"k-kâbus" diye mırıldandığımda babam derin bir nefes aldı.
"yarın psikiyatrınla bir görüşme ayarlayacağım, günlerdir kâbus görüyorsun bu normal değil"
Dediklerine sesimi çıkarmadım, kendimle ilgili olan hiçbir şeyin normal olmadığını biliyordum lakin tam 4 gecedir aynı kâbusu görüyordum ve artık uyumak istemiyordum. Kâbusu görmemek için uyumak istemiyordum.
"ben bu gece naira ile yatacağım sen de dediğin gibi psikiyatrla bir görüşme ayarla"
Babam kafasını sallayıp odadan çıktığında annem bana bir bardak su getirdi. Yatağa çöküp verdiği suyu tuttum. Gözlerimin önünde ki donuk gözler sertçe yutkunmama neden oldu. Bardaktan bir yudum su alıp anneme geri verdiğimde bardağı komedinin üzerine koydu. Yatağıma uzandığında bende sırtımı ona dönüp odanın duvarına bakmaya başladım. Ellerini saçlarıma koyup okşamaya başladığında daha iyi hissediyordum, ne zaman korksam saçlarımı okşardı ve bu beni rahatlatırdı.
Annem benden önce uykuya yenik düştü, o uykuya daldığında sabahın dördüydü. Güneş henüz doğmamıştı ama gökyüzü eski siyahlığından arınmış laciverte bürünmüştü. efrazın beni eve bırakmasının üzerinden tam 4 gün geçmişti, tüm bu zaman içerisinde bir kez bile karşılaşmadık onunla. Okula gidip gelmek dışında hiçbir şey yapmadım, anıl ve oğuz da 4 gündür ortalıkta yoktu. Onların gelişi ile olayların daha karmaşık bir hale geleceğini biliyordum ama bu beni korkutmuyordu. Artık beni korkutan çok az şey vardı. Bunların başında ben vardım, herkesten her şeyden çok kendimden korkuyordum ve garip olan şuydu ki herkesten ve her şeyden kaçabilirdim ama kendimden kaçmam imkânsızdı.
●●●
Gözlerim ayakkabılarımın aşınmış olan kısımlarındaydı. Köşelerinde ki küçük yırtıklar yeni bir ayakkabıya ihtiyacım olduğunu gösteriyordu. Üzerinde ki yırtıklara rağmen en rahat hissettiğim ayakkabılarımdı. Ayaklarımı ileri geri sallayınca yırtıklar genişleyip daraldı. Bakışlarımı onlardan alıp hastanenin beyaz duvarlarına çevirdiğimde derin bir nefesi içime çektim. Bugün görüşmem olmadığı için içeride ki hastayı beklemek zorunda olmak can sıkıcıydı. Akrep ve yelkovan birbirlerine bir zincirle bağlıydılar sanki hiç zaman ilerlemiyordu. İnsanların gürültüsü ve danışmadan sıklıkla yükselen telefon sesi sinirlerimi bozuyordu. Sonunda kapı açıldığında içeriden orta yaşlarda bir kadın çıktı, yüzünde ki aptal gülümsemeyi gördüğümde bakışlarımı ondan alıp ayağa kalktım. Onun kapattığı kapıya ilerleyip işaret parmağımın kemikli kısmı ile hafifçe tıklattım. İçeriden gelen kalın ses ile kapıyı açıp içeri girdim. Psikiyatrım beni görünce kaşlarını havalandırarak bana baktı, onunla görüşeceğimi biliyordu bu sadece bir anda görüşmek istememim şaşkınlığıydı.
"naira her zaman ki gibi uykusuz görünüyorsun"
Dediklerine cevap vermeden koltuğa oturduğumda yerinden kalkıp karşımda ki koltuğa geçti. Bakışları düzdü.
"seansımızdan önce seni görmek beni mutlu etse de bunun altında olumlu bir sebep olmayacağını biliyorum. Kötü bir şey mi var ?"
Derin bir nefes alıp sırtımı koltuğa yasladım, dizlerimin üzerinde duran ellerime baktığımda sanki rüyamda ki kan üzerlerindeydi. Gözlerim hala ellerimdeyken konuşmaya başladım.
"günlerdir kâbuslardan dolayı yatamıyorum"
"kâbuslar... Nasıl kâbuslar?"
"berbat... Hep aynı kâbusu görüyorum"
"bana biraz kâbusundan bahseder misin ?"
Bakışlarım ona döndüğünde gözlerinde ki merakı gördüm. Titrek bir nefes aldım ve ellerimle yüzümü sıvazladım, sanki kanın kokusu avuç içlerimdeydi.
"bir ormanda olduğumu görüyorum"
Bana olan bakışlarında hiçbir değişlik olmadı, cümlemin devamını aynı sakinlikle bekliyordu.
"çok susamış hissediyorum... Sonra büyük bir ağıcın önüne gidiyorum. Ağacın dibinde bir birikinti görüyorum, eğilip içmek istediğimde bunun su değil de kan olduğunu fark ediyorum"
Sanki kâbusu tekrar yaşıyormuş gibi hissettiğimde tüylerim diken diken oldu, montumun yakasını yavaşça çekiştirdim.
"sonra üzerime bir damla kan akıyor, kafamı kaldırdığımda ölü bir bedenin ağaçtan sarktığını görüyorum. Beden..."
Durduğumda devam etmemi istercesine bana baktı, devam edemedim. Bu yerinde dikleşmesine sebep oldu, kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
"beden ?" diye beni tekrarladığında ellerimi koltuğa yasladım ve onun yüzüne bakmayı sürdürdüm.
"beden benim bedenim"
Bir süre durdu. Gözlerini yere eğip ellerini dizleri üzerinde birleştirdi.
"son zamanlarda başından kötü olay geçti mi? seni fazlaca etkileyen bir olay"
durup düşündüğümde başımdan çok fazla olay geçmişti ama hangisinin beni etkilediğini bilmiyordum.
"ben bilmiyorum... Bunun yaşadığım bir şey ile ne ilgisi olabilir ki? "
"sen farkında olmasan da yaşadığın kötü veya iyi olaylar bilinçaltına yerleşir. Eğer şu an da bir korkuya sahipsen büyük bir ihtimal daha önceden bu korkuya sahip olmana neden olacak bir şey yaşamışsındır. Gördüğün rüya sıradan bir rüya değil, bilinçaltın bir şeyin etkisinde olabilir. Bu şey senin çok fazla etkilendiğin bir olay olmalı... Seni gerçekten etkilemiş bir olay"
Son bir hafta gözlerimin önünden geçti, her bir sahneyi tekrardan yaşadım ama beni derinden etkileyen hiçbir şey yoktu. Ya gerçekten yoktu ya da ben etkilediğinin farkında değildim.
"bilmiyorum. Bak ben daha öncede çok kötü kâbuslar gördüm ama ilk defa birisini üst üste 4 gün gördüm. Aynı rüya, her şey aynı. Sanki attığım adım sayısı bile aynı, hep aynı sahnede uyanıyorum. Bu beni... Korkutuyor"
Birbirine kenetlediği ellerini çözdü ve sırtını koltuğa yasladı. Bir ayağını diğer ayağının üzerine atarken gözleri bendeydi. Bir süre konuşmadı, bu durumun ona garip geldiğini biliyordum. O ruh hastalıkları doktoruydu ama bu güne kadar hiç benim gibi bir hasta ile karşılaşmadığını tahmin edebiliyordum.
"naira ben seninle normal bir hastaymış gibi görüşmeye çalışsam da bunun olmayacağını biliyoruz. Gördüğün rüyanın diğer şeylerle ilgisi olabileceğini düşündün mü?"
"bir sonuca varamadım"
"ikimizde senin ne ile karşı karşıya olduğunu bilmiyoruz. Bu şey üzerine çok araştırma yapıyorum ama çoğu şeyi senden öğreniyorum. Birçok kitap okudum ama kâbuslarla ilgili hiçbir şeye rastlamadım."
"ben artık kendimden korkuyorum. Ya kendime zarar veriyorum ya da etrafımdakilere"
kaşlarını çatıp bana baktığında sertçe yutkundum.
“etrafımdakilere ?"
Sorusunu cevaplamak istemedim, ona yaptığım şeyi anlatmak istemedim. Sessizliğim kaşlarını daha fazla çatmasına neden oldu ama bir şey söylemedi. Seansımın bitmesine az kalmıştı ve yine hiçbir sonuca varamamıştık. Yerimden yavaşça kalktığımda o da kalktı. Sanki bir şey söyleyeceğini biliyormuşum gibi yüzüne baktığımda dudaklarını araladı.
"kendinden mi korkuyorsun yoksa içinde ki sesten mi?"
"içimde ki sesten çünkü kulağımda ki şu zımbırtıyı çıkardığımda tüm sesleri kesebileceğimi biliyorum ama ondan asla kaçamam"
Derin bir nefes aldığında masanın üstünde ki saat çaldı, bakışlarım ritmik sesin sahibine döndüğünde seansımızın bittiğini anladım. Önce odayı sonra hastaneyi terk ettiğimde montumun kapüşonunu kafama taktım. Yağmur yağıyordu. Eve doğru attığım her adımda etrafımdan geçen her insanın sesini duyuyordum. Her bir fısıltıyı, her bir ayrıntıyı işitiyordum. Tüm bu sesleri nasıl kontrol edeceğimi bilmiyordum. Sesler katlanılamaz hale geldiğinde ellerimi kaldırıp kulaklarıma yasladım ve adımlarımı hızlandırdım. Yağmur üzerime yağıp beni ıslatmaya devam ederken apartmanımızın olduğu sokağa girdim. Apartmanın önünde duran adamları gördüğümde bu havada ev taşıdıklarını fark ettim. Boş olan alt katımıza bir evin taşınacağını düşünmezdim çünkü apartman çok eskiydi. Ellerimi kulaklarımdan çekip apartmanın bahçesine yaklaştığımda duvarın köşesinde duran birini gördüm. Saçları bembeyazdı. Kafasını hafifçe kaldırdığında kirpiklerinin de beyaz olduğunu gördüm. Onun albino hastası olduğunu anlamıştım. Ona doğru bir adım attığımda elinde tuttuğu kuşu gördüm, bu her gece camıma gelen kuştu. Benim yaşlarımda görünen çocuğun kuşun canını acıttığını fark ettiğimde istemsizce adımlarımı ona doğru atıp önünde durdum.
"canını acıtıyorsun !"
Sert sesimle beraber kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleri mordu, morun çok güzel bir tonuydu, bunun hastalığı ile ilgili olduğunu biliyordum fakat gözleri çok güzeldi.
"canını acıtmıyorum, üşüdüğü için titriyor"
Dediklerini umursamadan kuşa baktığımda onu fazlaca sıktığını gördüm, kuşu defalarca tutmuştum ve üşüdüğünde nasıl göründüğünü biliyordum, canını acıtıyordu.
"bırak onu"
"hayır"
Diye söylenip bakışlarını kuşa indirdiğinde derin bir nefes alıp elimi kuşa uzattım. Kuşu tutamadan elini çevirince kolunu tuttum. Mor gözlerini bana çevirdiğinde sinirlenmişe benziyordu.
"elini çek" diye söylendiğinde en az onun kadar sinirliydim, sanki o kuşa dokunmaması gerekiyormuş gibi hissediyordum.
"kuşu hemen bırak!"
Aniden inleyerek elimi çektiğinde kuş kanat çırpıp uçtu. Gözlerimle kuşu takip ettiğimde benim odamın penceresine konduğunu gördüm. Kafamı önümde ki çocuğa çevirdiğimde mor gözlerini açmış bana bakıyordu, aynı zamanda kolunu sıvazlıyordu.
"elinde ne vardı? "
diye bağırdığında geri bir adım attım. Ona dokunduğum elimin içi hafiften sızlıyordu. Elimi yavaşça kaldırıp içine baktığımda doğum lekemin etrafında kızarıklık vardı.
"söylesene elinde ne vardı senin ?"
Çocuğun bir daha bağırması ile geri bir adım daha attım. O anda apartman kapısından görünen orta yaşlarda ki bir kadın bize doğru seslendi.
"baran gelip yardım etmeyi düşünüyor musun ?"
Adının baran olduğunu öğrendiğim çocuk bana ters bir bakış atıp apartmana girdiğinde alt komşumuzu tanımış oldum. Eve girdiğimde hızlıca odama girip kapımı kilitledim. Pencereme yaklaşıp camı açtığımda kuş orada duruyordu. Camı kapatmadan önüne çöktüğümde soğuk hava içeri giriyordu. Elimi kaldırıp avucuma baktığımda bunun daha öncede yaşandığını hatırladım. Donuk gözlerim elimdeyken dudaklarımı ıslattım.
"gün geçtikçe kendimle ilgili yeni şeyler öğreniyorum"
mırıldanışımdan sonra kafamı kaldırıp kuşa baktığımda sertçe yutkundum.
" çok garip değil mi? " kuşu olması gerektiği gibi bir tepki vermeyince onu ellerimin arasına alıp kanatlarını okşamaya başladım.
"sana bir isim verelim ha ne dersin ?"
durup gözlerimi kıstığımda ona verebileceğim ismi düşünüyordum. Çok geçmeden aklıma gelen isimle gözlerimi elimde ki kuşa çevirdim.
"duman, adın duman olsun. Çok kuş ismine benzemiyor ama seninle konuşmak daha kolay olacak"
Telefonumun sesini duyduğumda kuşu bıraktım. Pencereden uçup uzaklaştığında camı kapatıp cebimden telefonumu çıkardım. Ekranda gördüğüm isim beni şaşırtırken aramayı onaylayıp kulağıma yasladım.
"efendim?"
-naira nerdesin?-
Efraz'ın endişeli sesi ile kaşlarımı çatıp çöktüğüm yerden kalkıp dolabıma doğru yürüdüm.
"evdeyim. Neden sordun?"
dolabımın aynasının önüne geldiğimde bakışlarım kendi yansımamdaydı.
-aklımdan çıkmamalıydı. Bu gece dolunay var -
dedikleri ile bir elimi saçlarıma atıp kulağımın arkasına sıkıştırdım.
"ne var bunda?"
-anlamıyorsun, iyi şeyler olmayacak. Dolunay seni etkileyecek, evde olmaman lazım-
"saçma daha önceki dolunaylarda evdeydim ve ciddi bir şey olmadı"
-daha önce bir çocuğun üstüne atlayıp yüzünü parçalamış mıydın? İyi şeyler olmayacak biliyorum. Buna tanık oldum-
Bakışlarım aynadayken odanın içine çöken karanlık kendimi net görmemi engelledi. Gözlerimi yavaşça dışarı çevirdiğimde henüz gökyüzünün tam karanlığa karışmadığını gördüm. Gözlerim yine aynaya döndüğünde gözlerim aynadaki gözlerimdeydi.
-naira orda mısın? Bak ben yola çıktım geliyorum bir şekilde evden çık. Ailene bir arkadaşında kalacağını filan söyle-
"benim arkadaşım yok"
-bir şey uydur işte! Vaktimiz kalmadı-
Efraz telefonu kapattığında yansımama bakmaya devam ettim. Aynaya bir adım daha yaklaşıp gözlerimin içine baktığımda beyazlıklarının siyaha yaklaştığını fark ettim. Göz bebeğim gözlerimin içinde büyüyor gibiydi. Hızla geri bir adım atıp elimi dudaklarımın üzerine götürdüm. Bakışlarım aynı hızla pencereye döndüğünde karanlık çökmüştü. Telefonumu hızla cebime koyup odadan çıktım, annemin hala mutfakta olduğunu koridorda ki turuncu ışıktan anladım. Hızlı adımlarla dış kapıya gittikten sonra durup derin bir nefes aldım.
"anne şimdi hatırladım da benim arkadaşımla proje ödevim vardı bugün onun yanında kalmam gerekiyor"
Mutfağa seslendikten hemen sonra kapıyı açtım ve elime aldığım ayakkabıları giymeye başladım.
"babanı bekleseydin o seni bırakırdı. Hem yemek yemedin sen ayrıca hangi arkadaşın seni doğum gününe çağıran mı?"
"evet, geç kaldım gitmem lazım seni ararım"
Merdivenlerden inmeye başladığımda arkadan dikkatli olmam gerektiğini söylediğini duydum. Hızımdan mı kaynaklanıyordu bilmiyordum ama basamaklar birbirine giriyordu sanki. Apartman kapısını açıp dışarı çıktığımda sert soğuk yüzüme çarptı, yağmur çoktan durmuştu. Apartmanın bahçesinden çıktığımda gözlerim gökyüzüne çevrildi. Dolunay ışığını gözlerime vurduğunda tüm vücudumdan bir elektrik geçti sanki. Korku kalbimin hızla atmasına sebep oluyordu. Ve tanıdık bir ürperti ensemi gıdıkladı. Gözlerimin odağı dolunay iken ses hiç olmadığı kadar duyurdu kendini bana. 'seni bekliyor' tüm bedenim alev aldı sanki aldığım soluklar nefesimi kestiğinde gözlerimin önü karanlığa gömüldü. Hızla koşmaya başladım. Gözlerimin önünü görmüyordum ama koşuyordum. Ses 'şimdi' dediğinde koştuğumu bile hissetmiyordum artık çünkü bu ben değildim.
●●●
Gece çöker, yeryüzü karanlığa gömülür. Bir kasırga kopar zihnimde tüm düşüncelerim yerle bir olur. Ve tek bir ses duyduğum tüm sesleri katleder. Sonra her şey sessizliğe gömülür, sağır edici bir sessizliğe. Aynı bedende iki farklı insanı taşıyorken hangisinin bedenin de hüküm süreceğine karar veremezsin. Bir an da bu benim dediğin kişi bir anda ben bu olamam dediğin kişi olur. İpler kimin elinde bilemezsin. Bildiğin tek şey sen olan kişi de sen olmadığını düşündüğün kişide aslında sensindir ve bir anda bedeninin içine hapsolursun. Hücrende ki küçük pencereden kendi bedeninin iki farklı kişilikle nasıl yönetildiğini izlersin. İşte ben o andayım.
Gözlerimi açtığımda etrafı göremediğim o karanlığın içindeyim. Ben tam o andayım çünkü yerde cenin pozisyonunda uzanıyor olduğumu henüz fark ettim. Bedenim sızlıyor, her yer karanlık hiçbir şey göremiyorum. Ellerimi yere yaslayıp zorlukla doğrulduğumda beynimden vuruldum. Ormandayım... Tam kâbusumun içindeyim. Ellerimi yere yaslayıp ayağa kalktığımda kendi etrafımda dönmeye başladım, bu dar ağaçlar, ağaçların uzun dalları, karanlık. Kafamı biraz gökyüzüne kaldırdığımda dolunayın bir sis bulutunun arkasında gizlendiğini gördüm.
Nefes alamıyorum sanki bu bir kâbus değil biliyorum buradayım. Ormandayım. Bakışlarımı ağaçlara indirdiğimde korku dolu adımlar atmaya başladım, nereye geleceğimi biliyordum bu yolları biliyordum. Bedenim tir tir titrerken tam karşımda geniş gövdeli ağacı gördüm. Bakışlarım yere indiğinde yerde ki birikinti dudaklarımın arasından bir inilti kaçmasına sebep oldu. Deliriyormuş gibi hissediyordum. Korku gözlerimden yaşlar akmasına neden oldu. Dizlerim titriyorken bir kaç adım attım ve birikintinin ününde durdum. Dolunay ışığını yere yansıttığında kanın kırmızılığını gördüm. Midemden ağzıma doğru yükselen safra tadı bir kaç defa öksürmeme neden oldu. Bedenim put kesilmiş gibi birikintiye bakarken bir damla kan birikintinin içine damladı. O an dudaklarım aralandı, gözlerimden akan yaşlar boynuma doğru bir yol izlerken elerim buz kesti. Kafamı kaldırıp ağaca bakacak gücü bulamıyordum. Ama bakacaktım çünkü kâbusumu yaşıyordum. Orada ölü bir beden vardı bunu biliyordum. Bir damla daha kan damladığında dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı, bakmak istemiyordum ama oradaydı biliyordum.
Soğuktan ve korkudan titreyen alt dudağımı dişlerimin arasına alıp ısırdığımda kafamı yavaşça kaldırdım. Cansız bedenin boşlukta ki ellerini görünce bir hıçkırık daha kaçtı ağzımdan. Kafayı yiyecek gibi hissediyordum, buradaydım kâbus değildi. Gözlerimi biraz daha yukarıya kaldırdığımda karşılaştığım donuk gözlerle dudaklarımın arasından bir çığlık koptu. Sonra bir kez daha çığlık attım. Çığlık atmaktan boyun damarlarımın patlayacağını sanmıştım. Çığlıklarım kendi kulaklarımı ağrıttı. O donuk gözleri tanıyordum. Ve en kötüsü kâbusta olmadığımı biliyordum, ben buradaydım ve ölü beden ağaçtan aşağıya doğru sarkıyordu. Ben buradaydım ve o gözleri tanıyordum. |
0% |