1
Ormandaki Ev
Evden çıktığımda son kez eşyalarıma bakıyordum belki eksik bir şey çıkar diye. Çantalar gerçektendi çok ağır olmuştu taşımakta zorlanıyordum. Arabanın yanına vardığımda anahtarımı almak için elimi cebime attım. Elim sadece pantolonun kumaşına değince sinirle gözlerimi kapadım. Sürekli bir şeyler unutmaktan yorulmuştum. Derin bir nefes alarak binaya geri girdim. Çantaları orada bıraktığım için oldukça hızlı olmalıydım. Nefes nefese eve çıktığımda araba anahtarını alıp geri aşağıya indim. Çantaları yerleştirip sürücü koltuğuna oturduğumda rahat bir nefes verdim. Günüm hızlı başlamıştı.
İlk kimi alsam diye düşünürken arabayı çalıştırdım. Polen’in evi daha yakın olduğuna kanaat getirdiğimde arabayı oraya doğru sürdüm. Apartmanın önüne geldiğimde Polen’i görememiştim. İlk onu almak isteme fikrime anında pişman olmuştum. Arka koltuğa uzanıp çantamın içinden telefonumu aldım. Poleni ararken bir elim direksiyonda ritim tutuyordu.
"Alo Polen hadi çabuk in, aşağıdayım" dedim ve telefon her zamanki gibi yüzüme kapandı. Polen'in acele bir işi olduğunda telefonu insanların yüzüne kapatma huyu beni gıcık etse de alışmıştım artık. Polen'in geldiğini görünce arabadan indim ve bagajı açtım. Bagaja Polen'in de çantalarını yerleştirdik. Polen ön koltuğa oturduğunda aklıma Aden geldi. Ön koltuk için yine kavga edeceklerdi.
"İnsan bir şarkı açar ya" sitemle konuşurken radyoya doğru uzandı. Radyodaki şarkıları hızlı hızlı geçerken bir yandan da homurdanıyordu. En sonunda bir şarkı seçtiğinde yüzümde minik bir tebessüm oluştu. Aden’in evine geldiğimde elinde çantalarla bizi bekliyordu.
"Kızım araba kullanıyorum nasıl açıyım onu" arabayı durdururken Polen söyleniyordu. Aden arabayı durdurur durdurmaz direkt bagajı açtı. Aden’in dakik olmasını her zaman sevmişimdir. Yüzümde gülümsemeyle arabadan indim ve ona yardım ettim. Polen inmemişti çünkü biliyordu ki Aden ön koltuğu kapacaktı.
"Ön koltukta değil mi Polen?" kafamı hızlıca salladım "Tamam bu sefer kızmıyorum. Gelirken ben binerim ama öne kaptırmam ona" onun söylediklerine kıkırdarken Aden arabaya binmişti bile. Bende bagajı kapatıp sürücü koltuğuna geçtim. Tabii ki de Aden ve Polen laf dalaşına girmişlerdi bile. Arabaya bineli daha yeni olmasına rağmen küçük çocuklar gibi kavga etmekten zevk alıyorlardı. Onlar laf dalaşına devam ederken ben arabayı sürüyordum. Radyodan hüzünlü bir müzik çalıyordu.
“Ya kızım değiştirmeyeceğim işte neresini anlamıyorsun?" dedi Polen omuz silkerken.
"Ama sevmiyorum işte neden sevmediğimi de biliyorsun, niye inat ediyorsun ya" Dikiz aynasından baktığımda Aden'in gözleri dolmaya başlamıştı. Polen hemen konuştu
"Kızım aş artık bunu. Biliyorum çok zor ama alış artık, kendini yıpratıyorsun" Aden daha iki ay önce ailesini kaybetti. Ve her hüzünlü şarkı ona ailesini hatırlatıyordu. Polen'se onun alışmasını istiyordu. Polen ve ben kimsesiziz kimsemiz yok, eskiden yetimhanede kalıyorduk. Biz artık alışmıştık ve Aden'in de alışmasını istiyoruz. Bu Aden için çok zor. Annesi, babası biyolojik olmasa bile onlara çok bağlıydı. Hepimiz aynı yetimhanede büyüdük. Biz Polenle kabullendik ama Aden bu olayı asla kabullenmiyor. On yıl önce aldılar Aden'i, Aden de doğal olarak onlara çok bağlandı. Şuan ise iki aydır kendini yıpratıyor. Aslında bunun için ormana kamp yapmaya gidiyoruz biraz olsun kafası dağılsın diye. Aden'den hıçkırık sesi geldiğinde bakışlarım yine dikiz aynasına döndü. Ağlıyordu yine. Polen direkt arkasını döndü.
"Çok özür dilerim Aden" Arabayı durdurdum ve bende arkaya döndüm. Polen arabadan inip, Aden’in yanına geçip ona sarıldı. Bende arabadan indim, Aden ve Polen'in yanına gittim ve onlara sıkıca sarıldım. Aden'in ağlaması dururken o da bize sarılmadan edemedi. Polen Aden'in yanında kaldı ve ben yine sürücü koltuğuna oturdum. Arabayı çalıştırdım ama çalışmadı. Kaşlarımı anlamaz bir şekilde çattım. Ne olmuştu bu arabaya?
"Ne oldu Ada? Niye araba çalışmıyor?" kafamı bilmiyorum der gibi salladım. Arka taraftan çantama uzandım. Çantadan telefonu çıkarttığımda telefonun çekmediğini gördüm. Normalde burada çekmesi gerekmez miydi?
"Kızlar arabaya ne oldu bilmiyorum ama telefon çekmiyor sizde bir baksanıza" korkuyla telefonlarını ellerine aldılar. Onlarında telefonu çekmediğinde derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. İşte şimdi bu belirsiz ormanda ne halt yiyecektik. Arabadan sıkıntıyla indim. Arabanın tabutuna doğru yürüdüm, kaputu açtığımda hiçbir şey anlamamıştım. Araba sürmeye gelince güzel sürsem de, motor arızalarından bir şey anlamıyordum. Aslında arabam yeni bakımdan çıkmıştı. Gelirken taşlardan kaynaklı mı bozulmuştu? Kızlarda yanıma doğru geldiler.
"Ne oldu?" Polen’in endişeli sesi beni daha da tedirgin ediyordu. Ben pek korkmasam da Aden ve Polen korkarlardı.
"Gidip arabayı çalıştırsana bir" dedim. Aden hızlıca sürücü koltuğa oturup arabayı çalıştırmaya çalıştı. Boşuna baktığımı biliyordum ama yine de belki anlarım diye bakmaya devam ettim. Kızlara baktığımda korkuyla bana bakıyorlardı "İleriye doğru gidelim belki benzinlik ve ya başka bir şey vardır" dedim. Birlikte ileriye yürümeye başladığımızda boşuna yürüdüğümüzü biliyordum. Bu ıssız ormanda nerede benzinlik olacaktı ki? Biraz daha yürüdükten sonra arabanın yanına geri döndük.
"İyi yanından bakın kampımızı burada yaparız" işi şakaya vurmaya çalışsam da başarılı olamadım. Şaka olmayan şakamla kızlarda bana ters ters baktılar. Arabanın yanına vardığımızda çantaları alıp ormana doğru yürüdük. Araba gözden kaybolduğunda durduk "Çadırları kuralım o zaman" dedim ve çantadan çadırlarını çıkartmaya başladılar. Bende kendi çadırımı çıkarırken Aden konuştu.
"Ateş filan da yakalım gece soğuk olur. Ay marşmelov da pişiririz değil mi!" dedi heyecanla. Biz Polen ile kıkırdarken o çadırını kurmaya devam ediyordu "Off ne zormuş bu kuramıyorum" dedi Aden sitem ederek. Bende kuramamıştım çadırımı.
Polen gayet becerikli olduğu için rahat bir şekilde kurdu. Biz Adenle birlikte Polen'i ikna etmeye çalışıyorduk ki ben bir hışırtı duydum. Tedirginlikle oraya baktığımda hiçbir şey göremedim. Belki de yanlış duymuştum.
"Ne oldu Ada bir sorun mu var?" diye sordu Polen. Kafamı hayır anlamında salladım ama hala oraya bakıyordum. Tam kafamı bizimkilere çeviriyordum ki küçük bir kuş oradan havalanıp gökyüzüne uçtu. Demek ki duyduğum hışırtı bu cici kuştan geliyordu.
Kızlara baktığımda Polen Aden’e yardım ediyordu. Bende kendi çadırımı kurmaya çalıştım. Onlar çadırlarını kurmuşlardı ama ben hala kuramamıştım. Aslında Polen yardım edebilirim dedi ama ben istemedim. Çadırımı zorlukla kurduğumda etrafta kızlar yoktu. Huzursuzlukla etrafa bakarken bana seslendikleri geldi aklıma. Çadıra o kadar odaklanmıştım ki onları duymamazlıktan gelmiş olmalıydım.
Çadırın içine otururken elimdeki telefona bakıyordum. Hala hiçbir şekilde çekmiyordu. Bende şarjı bitmesin diye telefonu kapattım ve kızları beklerken yerdeki toprak ile oynuyordum. Kendi kendime şekiller çizerken bir hışırtı duydum o tarafa baktığımda bizim kızları gördüm. Ellerinde biraz kuru dal parçaları vardı.
"Gerçekten bu kadar mı topladınız?" dedim ve güldüm. Aden bana kızgın bakışlarını yollarken konuştu.
"Git kolaysa sen topla! Aramaya gittiğimizde sanki ormandaki bütün çalı çırpı yok olmuştu. Ancak bu kadar bulabildik ne yapalım" yorgunlukla ellerindeki bütün kuru dal parçalarını bana verdi. Kollarını esnete esnete çadırına doğru yürüyordu. Bir an dengesini kaybetti ve kalça üstü yere düştü. Polen’e dönerken gülmemek için zor tuttum kendimi. Polende öyleydi. Aden acıyla yüzünü buruşturmuş bir şekilde hala yerde oturuyordu. Arkasını dönüp bizim ifademize baktı.
"Ne gülüyonuz be ardı önü yere kapaklandım" derken gülmeyi ihmal etmemişti. Onun yerden kalkmasına yardım ederken Polen çoktan çadırlara gitmişti. Bizde çadırlara gittiğimizde kuru dal parçalarını bir yere dizdik. Etraftan büyük taşlar arıyorduk. Ateşin etrafa yayılmasına istemiyorduk. Taşları kuru dalların etrafına dizerken ben çantamdan çakmağımı arıyordum. Çantamın içindekileri dağıtarak ve sonunda çakmağı buldum. Zaten yavaştan hava kararmaya başlamıştı. Saat 16:04'tü. Ateşi bir saat sonra yakmayı düşünüyorduk. Üşüdüğümüzde yakacaktık ve şuan hava iyiydi.
"Kızlar ateşi yakalım bence ben üşümeye başladım" kollarını etrafına sarmış bir şekilde oturuyordu Aden. Bende üşümeye başlamıştım. Çantamda kazak getirmiştim onu da üstüme giydim. Ateşide yakmıştık. Ben marşmelovları çıkartırken Aden yerden çubuk topluyordu.
"Kız o çubuk kirlidir. Ona dizme" dedim Aden'e, bana hak vermiş olmalı ki çubukları geri attı yere. Yanaklarını şişip bıkkınlıkla geri saldı.
“Nasıl yiycem ya ben” onun bu haline gülerken Polen ona marşmelovları dizecek bir şey vermişti. O hepsini pişirip yerken bize bir tane bile vermedi. Onun bu haline güldük. Yavaştan uykum gelirken çadıra doğru gittim. Kızlar biraz daha oturdular sonrada ateşi söndürüp çadırlara geçtiler. Rüzgârın sesi kulaklarıma dolarken huzurla gözlerimi kapattım. Dışarıdan gelen ses ile gözlerim korkuyla geri açıldı. Neydi bu ses?
“Kızlar bir ses duydum sizde duydunuz mu?” kızlara seslendiğimde inkâr eden mırıltılar geldi. Sesi daha fazla umursamadan uyumaya çabaladım.
Sabah
Gözlerimi açtığımda soğuk hava üzerime hücum etti. Olduğum yerde daha da küçülürken ayağa kalktım. Gözlerimi kırpıştırarak çadırdan çıktım. Etrafa göz gezdirirken dünkü yaktığımız ateşin közünü yerde göremedim. Kızlar kaldırdı diye düşünürken Aden çıktı çadırdan. Ona baktığımda benim gibi ateşin olmayan yerine bakıyordu.
“Sen mi kaldırdın Ada?” uykulu sesiyle konuştu. Ona tedirginlikle baktığımda anlamıştı ne olduğunu. Polen sesimiz ile dışarıya çıkmıştı.
“Noluyo amına koyum?” ağır bastıran uykusu bir anda açılmıştı. Çadırıma geri döndüğümde küçük el çantam buradaydı. İçini endişe ile kontrol ettim. Her şeyim yerli yerindeydi ama diğer çantam yoktu.
"Kızlar eşyalarınız burada mı?" dedim ve dışarı çıktım. Elimde o küçük çantam vardı
"Hayır sadece küçük çantam var, telefonum yok" dedi Polen dışarıya çıkarken, onun arkasından Aden konuştu.
"Bende de aynı sadece küçük çanta var" içime doğan huzursuzluk beni korkuttu. Altıncı hissim yüksekti. Rüzgâr daha da artmıştı sanki. Kendimi kalitesiz korku filminde gibi hissetmekten alıkoyamadım. "Ben gece size demiştim bir hışırtı duydum diye ama siz dinlemediniz beni" kaşlarımı çatmış bir şekilde kızarak demişim. Ormana doğru küçük adımlar atarak yürümeye başladık. Tekrar duyduğum hışırtı sesinin yanına bu sefer Polen’in çığlığı eklenmişti. Korku ve endişeyle ona döndüm. Arkasında tanımadığım bir adam vardı. Yirmi beşli yaşlarda gibi duruyordu. Adama tek kaşım kaldırıp baktım.
“Gece birkaç ses duymuştum, çok geç olduğu için sabah gelmiştim de siz iyi misiniz?” adamın endişeli sesi biraz olsun beni rahatlaştırdı. Gerçeği söylüyor olma ihtimali yüksekti, gece bende sesler duymuştum.
"Merhaba ben Ada. Dün öğle saatlerinde buraya geldik ama aracımız bozuldu bizde geceyi mecbur burada geçirmek zorunda kaldık. Telefonlarımız çekmiyor ve uyandığımız da birkaç eşyamız ortalıkta yoktu. Bizi telefon çeken bir yere götürseniz çok iyi olur aslında” kısaca olduğumuz durumu bahsettim. Adam anlayışla kafasını salladı.
"Bende arkadaşlarım ile birlikte dağ evime gelmiştik. Burada biraz telefon zor çekiyor. İsterseniz benle birlikte gelin sizi bir müddet ağırlayalım, telefonunuz çektiğinde çekicide çağırırız?" ikna edici konuşsa bile yine de beni huzursuz eden şeyler vardı. Kızlara döndüğümde Aden kafasını sallayıp onayladı.
"Olur aslında" demişti Polen. Aden ve bana dönmüştü. Kızlara kaşlarım çatık bakmıştım.
"Kızlar iki dakika bir gelsenize" dedim kafamla arkamı gösterirken. Kızlar bana uyarak yanıma doğru yürüdüler. Arkadaşları olsa bile adama güvenemiyordum.
"Ne güzel işte kızım bize yardım edecek adam" dedi Aden, elimi anlıma vurdum.
"Ya kızım mal mısınız? Adamın niyeti ya kötüyse hem de dünkü yattığımız yerden farklı bir yerde uyandık farkındaysanız" dedim sinirle. Kızlar mızmızlanırken beni ikna etmeye çalışıyorlardı. Üç kız kendimizi koruyabiliriz diye söyleniyorlardı. En sonunda ikna oldum. Adam bize yolu gösterirken onu takip ediyorduk. Eve yaklaştığımda etrafa bakmadan edemedim. Sol taraf yokuştu ve toprak yol vardı. Yoldaki araba lastikleri dikkatimi çekmişti. Ev ise oldukça büyüktü. Kocaman bahçesi ve iki katlıydı. Tanıdık geliyordu lakin bir o kadar da uzak. Tanıdık kokular yayılıyordu etrafa, nerden tanıdığımı bilmiyordum. Eve vardığımızda adam kapıyı çaldı. İlk önce bir kere sonra ise üç kere tıklattı.
Niye böyle bir şey yaptı bilmiyorum ama galiba bir tek ben fark ettim. Çünkü kızlar etrafa bakıyorlardı. Evin sol tarafına bakmaya devam ederken adam önüme geçip hemen görüntümü kapattı. Fark etmişti oraya baktığımı. Neden böyle bir şey yaptığını anlamaya çalışırken kapı açıldı. Kapıyı gülerek bir kız açtı. Kızı istemsizce incelemeye aldım.
Kırmızı saçlarının boya olmadığı belliydi. Ela gözleri merakla bana bakıyordu. Baya küçük duruyordu, minyon bir tipi vardı. Beyaz dişlerini göstererek gülümsüyordu. Yüz hatları çok keskin değildi ama zayıf olduğundan oldukça belli oluyordu. Boyu benden kısaydı.
"Aa bunlar kim Deniz?" dedi kız adama bakarak. Yalan attığı o kadar belliydi ki. Bir an bizi tanıdığını düşündüm. Hemen kız kenara çekildi ve içeri geçmemizi sağladı. Başka bir kız koltukta oturmuş bize bakıyordu. Kapıyı açan kızla tek yumurta ikizi olmalıydılar. Birbirlerine benzeseler bile yaydıkları aura çok farklıydı. Onu süzmeye devam ederken duyduğum sesle yönümü o taraf çevirdim.
O sırada merdivenlerden iki kişi indi. İnen kişileri süzmeden edemedim. İlk inenin gözleri yeşil gibiydi fakat aynı zamanda elada olabilirdi, bu uzaklıktan ayırt edemiyordum. Göz göze gelmiştik. Elini kaldırıp dağınık siyah saçlarına daldırdı. Bana bakarken gözlerinden birçok duygu geçti. Bir duygunun ucundan tutuğumda bu safderun duyguya şaşırdım. Özlem duygusu.
Bakışlarımı ondan çekip diğer çocuğa baktım. Mavi gözleri merakla beni süzerken dudaklarında ise yarım bir gülüş vardı. Açık kahve olan saçları alnına dökülmüş vaziyetteydi. Elini daldırıp onları düzeltti. Merdiveni bitirdiklerinde koltuğa oturdular. Biz kızlar, kapıyı açan cici kız ve bizi getiren adam ayaktaydık. Kimse konuşmayınca ben konuştum. Bütün gözler bana döndü
"Merhaba. Bu arkadaş" dedim elimi bizi getiren adama doğru tutarken "Bize yardım amaçlı bu eve getirdi. Ormanda kamp yapmak için gelmiştik ama kaybolduk" dedim. Kapıyı açan kız karşıma geçti ve konuştu.
"Merhaba ben İpek!" dedi heyecanla elini uzatırken. Güldüm ve bende elimi uzattım. Çok minnoş ve hiperaktif bir kızdı.
"Ben Ada, bu Aden bu da Polen onlar benim arkadaşlarım" dedim. Elimi bizim kızlara doğru tutarken. İpek kızlarla konuşurken onları koltuğa oturttu. Sanki normal zamanda gibiydiler. Normal bir zamanda arkadaşlarımız ile gelmiş gibiydik. Kızlar İpek ile sohbet etmeye devam ederken ben ayakta kalmıştım. Bir kapı açılma sesi geldiğinde oraya baktım. Bu evde kaç kişi yaşıyorlardı böyle? Gelen İpek gibi minnoş bir kızdı. Kahverengi gözleri ile benim yeşil gözlerim buluştu. Uzun saçları gözleri gibi kahverengiydi. Buğday teni ile çok uyumlulardı. Benim yanımdan geçerken bakışlarımı ondan çektim. Nereye gidiyordu bir fikrim yoktu. Hala ayakta durmaya devam ediyordum. Kız bir anda yanımda belirince irkildim. Sandalye koymuştu bu tarafa, ona teşekkür edip sandalyeye oturdum.
“Beril ben, tanıştığımıza memnun oldum” heyecanla bana bakarak konuşmuştu. Beni durmadan süzüyor ve her süzdüğünde biraz daha mutlu oluyordu. Polen ve Aden’e hiç bakmamıştı bile. Bana bakmaya son verip bir kapıya doğru döndü.
"Ateş! Uyan artık misafirlerimiz geldi" dedi Beril heyecanla. Misafirlerimiz derken? Bizi bekliyorlar mıydı? Deniz haber vermiş olabilirdi ama telefonlar çekmiyordu ki? Kıza soru sorar gibi baktım ama o bana bakmadı. Tam ona bunu soracaktım ki içerden bir adam çıktı. Kahverengi saçları dağınık, gözleri ise uykulu uykulu bakıyordu etrafa. Beyaz teninde yer yer kızarıklık vardı. Göz göze geldiğimizde hem şaşırmış hem de mutlu olmuştu. Bakışları benden çekip Polen ve Aden’e de uğradı.
"Oww kim bu sexy kızlar?" diye sordu tekrar bana bakarken. Adamın yavşaklığına gülmeden edemedim. Bana son kez göz kırpıp Aden’in yanına gitti. Onu yavaşça yerinden kaldırıp gülümsedi “Güzel kızsın ha sen" dedi göz kırparak, Aden'in direkt yanakları kızardı. Gülerek Aden'e baktım. Kalktım ve Ateş denen çocuktan Aden'i kurtardım. Ve elimi uzattım.
"Ben Ada" elimi tuttu ve ters çevirerek elimin üzerini öptü.
"Bende Ateş kadar sıcak bir çocuğum" dedi gülerek. Gözlerimi devirmeden edemedim. Elimi bıraktı ve benim yerime oturdu. Kaşlarımı çatarak ona bakarken kapı çaldı. Deniz’in kapı çalışı gibi değildi, farklıydı sanki. Bunu boş verip ayakta olduğumdan kapıya doğru yürüdüm. İpek’te benimle birlikte kapıya doğru yürüyordu. Ben zaten kapıyı açacaktım o neden kalkmıştı ki? Kapıyı açtığımda bir adam karşıladı beni.
"Hoş geldin Kayra" dedi İpek. Mavi gözleri direkt olarak beni buldu. Bana bakarken gözlerinden geçen duyguların hepsi kucağıma düştü. Bu duygu yağmuru ve tanıdıklık hissiyle içim bir hoş oldu. Sarı saçlarına elini daldırırken beni süzüyordu dikkatlice.
"Kim bunlar İpek?" dedi Kayra. Gözlerini en sonunda benden çekip İpek’e çevirdi.
"Misafirler" dedi ve kocaman gülümsedi. Kayra’dan gözlerimi zorla çektim ve salona doğru yürüdüm. Omuzlarımı silkerken kafamı iki yana salladım. Elim istemsizce kalbime gitti. Neydi bu hisler? En çokta tanıdıklık hissi mahvetti ben. Huzursuzca salona geldiğimde hepsi aynı yerinde oturuyordu. Kollarımı birbirine bağladım.
"Ee ben adınızı bari sizde deyin" dedim. Sonra ise herkes teker teker konuştu.
"İlayda ismim" dedi İpek'in ikizi.
"Uzay tanıştığımıza memnun oldum" dedi gözlerinden özlem geçen çocuk.
"Deniz Kerim bende tanışma fırsatımız olmamıştı" dedi bizi getiren çocuk.
"Bende Ufuk" dedi dağınık saçlı çocuk. Ben konuştum bu seferde
"Hepinizle tanıştığıma memnun oldum. Acaba lavabo nerde?" evet tuvaletim gelmişti. Hemen Beril kalktı ve beni lavaboya götürdü. Merdivenleri çıkınca hafif sağ tarafta kalıyordu. Hemen içeri girdim. Sağ tarafta çamaşır makinesi sol tarafta lavabo, çamaşır makinesinin yanında duşa kabin var. Onun karşısında ise klozet vardı. Hemen oturdum ve tuvaletimi yaptım. Elimi yıkayıp havluya sildim. Havluyu geri yerine koydum.
Lavabodan çıkarken Kayra ile karşılaştım. O beni görmedi, omuzları çökmüş bir şekilde odası olduğunu düşündüğüm yere gidiyordu. Ona bakmaya son verip sanki çokça inip çıkmışım gibi hissettiğim merdivenlerden indim. Salona indiğimde Polen ve Aden’in çoktan aralarına kaynaşmışlardı bile. Zaten onlar su gibi bulundukları ortamın şeklini almakta çok iyiydiler, ben sıkıntıydım bir. Gülerek yanlarına oturdum. Hemen yanlarına gittim ve oturdum. Onlar konuşmaya devam ederken ne kadar kalacağımız geldi aklıma. Çoktan hava kararmıştı. Deniz’e doğru döndüm.
“Çekiciyi halletsek çok iyi olur Deniz” o da bana dönerken kafasını salladı. Elindeki telefonlar uğraşırken sıkıntıyla bana döndü.
“Telefonlar hala çekmiyor Ada. Bu gece sizi burada misafir etsek daha iyi olur” dedi mahcupça. Asıl mahcup olması gereken bizlerdik.
“Evet lütfen kalın. Sizi şuradan şuraya salmam. Ben sizi çok sevdim” İpek’in ikna edici konuşması beni bir nebze rahatlaştırdı.
“O zaman nerde yatalım biz?” hemen yatıp uyumak istiyordum. Kayra sorumu duymuş gibi bana döndü. Ne ara indiğini bile fark etmemiştim
"Ateş sen Deniz ve Ufuk' un yanlarında yat. Beril sende ikizlerle yat. Siz.." dedi ve bana bakarak durdu "..Beril gösterir yatacağınız yeri" dedi ve üçlü koltuğa uzandı. Onun bu hareketine gözlerimi devirmeden edemedim. Beril'in yanına gittiğimizde kalacağımız yeri gösterdi. Sanki eskiden hazırlanmış gibi bir ranza ve bir yatak vardı. Odada bir tane kocaman gardırop vardı. Beril gittiği an kızlar ranza için kavga ediyorlardı. Ben ise tek kişilik yatağa uzandım. Her yerim ağrıyordu.
"Ya kızım ben yatacağım işte üstte hem sen bir kere düşmüştün" dedi Polen. Evet bir kere yetimhanede Aden ranzadan düşmüştü. O anı düşününce kıkırdadım. Kıkırdadığım an kızlar bana döndü. Ellerimi hemen yukarı kaldırdım, teslim olur gibi. Sonra kızlar kavgaya devam ettiler.
"Polen ben yatıcam işte ya" dedi Aden. Onları dinlerken gözlerim kapandı. Aşırı yorulmuştum.
Gözlerim duyduğum sesler ile açıldı. Şen kahkaha sesleri geliyordu bir yerden. Odanın kapısı açıp sesin olduğu yere doğru yürüdüm. Mutfakta yemek yiyorlardı. Daha doğrusu Ateş ve Aden birbirlerinin kafasını yiyorlardı "Bak kızım orası benim yerim ya" dedi Ateş. Gülerek yanlarına gittim. Herkes oturmuş yemek yiyordu. Ateş ile Aden ise kavga ediyorlardı. Hemen Aden'in sandalyesini biraz kaldırdım ve Aden mecbur kalkmak zorunda kaldı. Aslında beni fark dahi etmemişlerdi kavgadan. Bende sandalyeyi çektim ve oturdum. O sırada herkes bana hayretle bakıyordu. Aden ile Polen her zaman bu durumu yaşadığı için alışmıştım.
"Ada!" dedi Aden, ona doğru döndüm, ağzıma bir şeyler attım ve konuştum.
"Hee ne var yine Ada da Ada!" dedim sinirle ve öldürücü bakışlarımla "Sabahtan beri kavga ediyonuz oturun oturduğunuz yerde! Alla alla yeter kafam şişti yeminle!" dedim ve suspus oldular. Baskın karakterim devreye girmesini seviyordum. Kıkırdadım. Herkes tavrıma şaşırmış kalmışlardı. Onların bakışlarını umursamadan yemeğimi yemeye koyuldum. Ortaya akıcı bir sohbet tekrar girince az önceki davranışım rafa kalktı. Yemekler yenip kalkıldı. Odaya doğru geçerken çantamı salondan aldım. Çantamı karıştırırken telefonumun olmadığını fark ettim. Bir yere koyduğumu düşünürken kıyafet alıp giydim.
Siyah bir sweatshirt ve siyah bir tayt giydim. Giyindikten sonra odadan çıktım. Herkes salondaydı bir kişi hariç o da İlayda. Mutfağa doğru gittim. Yemekten sonra bulaşığı hemen yıkamalıydım yoksa çok uyuz oluyordum. Mutfağa gittiğimde İlayda bulaşıkların kirini alıyordu. Onun yanına gittim. Kirini aldığı bulaşıkları makinaya dizdim. Beni fark etmediği için korkuyla yerinden sıçradı. Onun bu haline güldüm.
“Allah ne yapmasın kız seni. Ödüm bokuma karıştı” derken o da gülümsüyordu "Gerek yok sen içeri gir ben yaparım" dedi onu dinlemedim ve bulaşıkları makineye doldurdum. Bittiğinde sadece büyük parçalar vardı "Sen hadi içeriye geç ben yıkarım bundan sonrasını" dedi ve elimi kurulayıp içeri geçtim. İçeri geçtiğimde Ufuk ve Ateş Pes oynuyorlardı. Dışarıdan ses gelince pencereye baktım yağmur yağıyordu. İyi ki dışarda çadırlarda değildik. O an buraya geldiğime sevindim. Kapıya doğru yürüdüm. Hemen arkamdan birisi kalkmıştı. Ama arkama bakmadım. Kapıya vardım tam açacağım sırada Uzay bana seslendi.
"Nereye Ada?" ona doğru döndüm. Gayet umursamaz bir şekilde bakıyordu. Uzay'ın arkasında Beril vardı. Endişe ile bana bakıyordu. Niye öyle baktığını anlamamıştım. Kaşlarımı çattım Uzay'a doğru döndüm.
"Dışarı çıkacaktım nefes almak için" dedim ve elimin altındaki kapı kulpunu indireceğim sırada kapı anahtarla diğer taraftan açıldı. Biraz geri çekildim ve kapıya baktım Kayra gelmiştim. Yağmurdan dolayı sırılsıklam olmuştu. Sarı saçları ıslandığın için daha koyu renk olmuş, alnına düşüyordu. Beni görünce afalladı. Bu şekilde beklemiyordu beni. Sonra ise arkamdakilere sinirli bir şekilde baktı. Neden sinirli baktığını anlamadım ama kapıdan çekilince oraya doğru adım atmamla Kayra kolumu nazikçe tuttu ve beni içeriye çekti. Ona çatık kaşlarla baktım.
"Dışarı çıkamazsın" dedi sert bir sesle. Ona anlamaz bakışlarla baktım. Kolumu elinden kurtardım.
"Niyeymiş o?" dedim onun gibi sert bir sesle. O da kaşlarını çattı. "Hem yağmur yağıyor diye dışarı çıkacaktım" dedim. Kaşları yavaşça yukarı kalktı. Çehresi tamamen silinirken gülümsedi. Gülüşü içimdeki bir yerlere dokundu adeta. Dudaklarım iki yana kıvrılmak için an kollarken dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Hasta olursun çok yağmur yağıyor" dedi ve kendini gösterdi. Gerçekten de sırılsıklam olmuştu. Omuzlarımı silktim. Bu halime kaşlarını çatarak kolumu çekti ve içeri sürükledi. Ardından kilit sesi duydum. Niye kilitlemişlerdi ki? Beni koltuğa oturttu, o da yanıma oturdu. Etrafa baktığım zaman herkes toplanmıştı. Kayra bana bakarak konuştu.
"Eğer bir daha buradan çıkmaya çalışırsan seni öldürürüm DUYDUN MU BENİ!" dedi sinirli bir şekilde. O bağırınca korkuyla yerime sindim. Ne olmuştu bir anda böyle? Nasıl bir şey çıkmıştı bu adamın içinden? "Tamam mı Adacık?" dedi bu sefer gözlerini büyütüp, az öncekine göre sakin bir sesle. Bu sefer diğerlerine döndü ve konuştu "Ben gelmesem kız dışarı kaçacaktı! Eğer bu kız dışarı çıkarsa hepinizin kellesini alırım!" dedi daha sert ve sinirli bir şekilde. Üzerinde telaş ve endişe vardı. Az önce ona gülmek isteyen dudaklarımı şuan kesmek istedim. Ne yaptığını sanıyordu o? Beni burada alı koyamazdı. Ondan biraz uzaklaştım zaten sonrada o kalktı. Aden ile Polen'e döndüm Kayra'nın dediklerine şaşırmamışlardı. Kaşlarımı çattım hayal kırıklığıyla.
"Biliyor muydunuz o yüzden mi gelelim diye tutturdunuz?" diye sordum onlara kırgın ve sinirli bir sesle. Kafalarını salladılar. Ben nereye düşmüştüm böyle. Bütün duygularımın uç noktasındaydım şuan. Hızlıca odaya gittim ve kapıyı kilitledim. Yatağa yatıp yüzümü duvar tarafına döndüm. O tarafa döner dönmez gözümden bir damla yaş düştü.
"Ağlama Ada ağlama sakin ol sana ağlamak yakışmaz" dedim kendi kendime. Korkuyordum. Hıçkırık sesim yankılandı odada. Elimi hızla dudaklarımın üstüne kapattım. Duymasınlar istedim beni, kimse gelmesin istedim. Daha fazla dayanamadı gözlerim bu iğrenç yerde uyuyakaldım.
-🦋-
Dışarda koşuyordum, rüzgâr saçlarımı yüzüme vuruyordu. Ayaklarım yere sağlam basıyordu. Etraftaki araba sesleri ve rüzgârın uğuldaması kulağıma doluyordu. Bir kız çıktı karşıma, onu görünce koşmayı bıraktım çünkü o koşuyordu. Araba ona çarpacaktı. Altı yaşlarında omuzlarına gelen siyah saçları koştuğundan dolayı uçuşuyor, yüzünü maske gibi sarıyordu. Bağırdım, bağırdım ama duymadı. Sonra baktım arkasından bir adam geliyordu o yüzden kaçıyordu. Kötü bir şey yapmış olmalıydı adam. Sonra ses duydum
"Gel buraya A.." dedi adam. Adam en son ne söyledi duymadım. Sonra araba fren sesi ve bağrışlar doldu kulaklarıma. Küçük kızı kovalayan adam yerde kan içinde yatıyordu. Millet başına toplanmıştı, korkarak küçük kıza baktığımda ilerde sırt üstü yerde yatıyordu. Araba ona çarpmamıştı. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı.
O küçük kız kurtulmuştu ama diğerine çarpmıştı bu sefer araba. Kız yerden hızlıca kalktı, ellerini açarak koşmaya devam etti. Nereye yetişmeye çalışıyordu böyle? Saçları havalanıyordu. Küçük kız ise buna gülüyordu. Sonra küçük kız bir eve girdi ama evde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Arkasından gittim, yalnız bırakmak istemedim onu.
"Anne! Anne! Ben geldim!" dedi küçük kız bağırarak. Salonun ortasında annesi yatıyordu. Üstünde kırmızı elbisesi onun üstünde kırmızının daha koyu bir rengi vardı tam kalbinin üstünde. Kalbinden vurulmuştu. "Anne bak sana çiçek getirdim! Aaa anne uyudun mu? Üstüne de boya gelmiş anne" dedi üzülerek küçük kız. Annesinin üstündeki elbiseyi çok seviyordu sanki "Olsun anne yıkayınca geçer değil mi? Uyuyor galiba" konuşmaya devam etti bana bakarak. Kafamı yavaşça salladım.
"Annen uyuduğu için sesiz olmalıyız yoksa anne uyanır" dedim. Küçük kız kafasını salladı umutla.
"Hatırladın mı beni?" dedi yanıma gelirken. Kaşlarımı çattım ve hayır anlamda kafamı salladım. İlk defa görüyordum ben bu kızı "Hani hiç unutmayacaktık birbirimizi?" dedi gözleri dolarken. Ne olduğunu anlamadan başka bir çocuk geldi.
"Gerçekten unuttun mu bizi?" dedi üzülerek, dokuz, on yaşlarında olan erkek çocuğu. Kızın elini tuttu sanki hiç bırakmayacakmış gibi. O an elimde bir sıcaklık hissettim. Kızın sağ elini tutmuştu ve bende sağ elimde sıcaklık hissettim. Benim elimi tutmuş gibiydi. Kız erkekten hızlıca elini çekti. Rahatsız olmuştu nedense. Oysaki ben çok sevmiştim. Çok sevimlilerdi. Sonra o kızı alıp bahçeye çıktı. Kızı salıncağa bindirip sallamaya başladı.
"Daha hızlı! Daha hızlı" dedi kız bağırarak. Bir yandan gülüyorken diğer yandan bağırmaya devam ediyordu.
"Ama ya düşersen" dedi erkek endişeyle. Kolları kızı tutmuştu öylece
"Bana bişi olmaz ki benim süper güçlerim var bilmiyor musun?" dedi, güldüm bu dediğine. Kapıdaki merdivene oturdum ve onları izledim. İçeri baktığımda o kadın içerde yoktu. Kalktım ve içeri gireceğim sırada çocuklardan ses geldi.
"ADA! ADA!" dedi erkek bağırarak. Arkamı dönüyordum
-🦋-
"ADA! ADA!" dedi biri. Hızlıca yatakta doğruldum. Hepsi bir rüyaydı. Kalbim çok hızlı atıyordu.
"Kapıyı kırıcam en sonunda. Niye bu kız ses vermiyor bize" dedi birisi kim olduklarını anlayamıyordum. Kafam gördüğüm rüyadan kaynaklı çok bulanıktı. Bir rüyada ki ölü görmüştüm. Yataktan doğruldum ve yavaş ve sessiz adımlarla kapıya yürüdüm
"Efendim ne istiyorsunuz benden, rahat bırakın beni hiç birinizi istemiyorum!" dedim ve kapıya sırtımı verip yere oturdum. Korkuyordum onlardan. Kandırmışlardı beni. Ne olduğu belli olmayan tiplerdi. Ayak sesleri kapıya doğru geliyordu.
"Ne oldu ne bağırıyorsunuz gece gece!?" dedi. Bunu Kayra demişti anladım çünkü sinirli ve sert demişti. Adım sesleri kapıya doğru yaklaşıyordu.
"Ada içerde, korkuyorum kendine bir şey yapacak diye" endişeyle konuşmuştu Aden.
"Çekilin ben konuşurum. Gi.." dedi Kayra. Sonda ne dediğini anlamadım. Ve kapıyı yavaşça bir kere ve birkaç saniye bekledikten sonra üç kere tıklattı. Hızla ayağa kalktım. Ve Kayra usulca konuştu. "Ada'cım? Hadi açar mısın kapıyı. Bak merak ediyoruz seni" dedi sakin ve usulca. Cevap vermedim ve kapıdan uzaklaştım. En çok ondan korkuyordum. Bu sefer daha sert ve sinirli konuştu. "Ada! Aç artık şu kapıyı" dedi. Kapıdan daha da uzaklaştım. Dolabın kapağını açtım ve içine girdim. Aynı küçükken de yaptığım gibi saklandım. Kapının kırılma sesi geldi. Ve ardından ise konuştu.
"Ada! Neredesin?" dedi Kayra. İsmimi sert söylemişti ama soruyu daha nazik söylemişti. Dolabın kapağını usulca açtım. İçeri herkes doluşmuştu, gözleri etrafı endişeyle talan ediyordu. Kaçtım diye korkuyordu belki de. Penceresi bile olmayan yerden nasıl kaçacağım ise muammaydı. Gözlerim herkeste dolanıyordu. Bakışımı bir kişi yakaladı; Ateş. Kafasını iki yana salladı.
"Ada? Ada burada" dedi ve benim olduğum tarafı gösterdi. Herkes bu tarafa bakarken Kayra ile göz göze geldim. Göğsü yükselip indiğinde, derin bir iç çektiğini anlamış oldum. O odadan çıkarken bende dolaptan çıktım. Aden ve Polen direkt bana koşup sarıldı.
"Ada seni çok merak ettik!" dedi sitemle Polen. Ama hala bana sarılıyordu. İkisi de umurumda değillerdi. Ben eve gitmek istiyordum sadece ve onlar beni kandırmışlardı. Bu evde olduğumdan belli içim huzur dolsa da burayı istemiyordum. İkisi de benden ayrıldı. Bana sinirle bakıyorlar. Konuşuyorlardı ama ben hiçbir şey duymuyordum. Kulaklarım sağır olmuştu onlara karşı. Çok kırgındım çünkü. Onlardan ayrılıp mutfağa doğru geçtim. Dolaptan soğuk bir su çıkardım. Mutfağa birisi girdi ama bakmadım.
"Su taşıyor su" dedi Ateş yapmacık bir sinirle. Şişeyi tezgâha bırakıp suyu içtim. Ateş'te dolaptan bir yemek çıkardı, yemek makarnaydı. Çıkarıp mikrodalgaya koydu. Bende o sıra mutfaktan çıkarken arkamdan seslendi. "Aç mısın gel birlikte yiyelim" hiç bir ses etmeden mutfaktan çıktım.
Yine herkes salona toplanmıştı. Ufuk ve Uzay televizyonda oyun oynuyorlardı. Bende salona gittim ve boş koltuklardan birine oturup onları izledim. Bir süre sonra sıkıldım ve odaya gitmek için ayaklandım, yerimden kalktım. O an gözlerim kararmaya ve başım dönmeye başladı. Sonra ise birisinin kollarına düştüm. Bilincim kapanmıştı
🦋
Merhabalar efendim. Normalde wattpad platformunda yayindaydı. Bazı eksikler olduğu için buraya düzenleyerek atıyorum onun için wattpadde olandan farklı olabilir.
Paragraf aralarında bazılarında az olsa da bazılarında fazla oldu, o benim elimde olan bir şey değil. Görmezden gelin lütfen😞
Umarım beğenmişsinizdir. Eksiklerim varsa tavsiyelere açığım. Ikinci bölüm kısa zamanda gelecektir.
sağlıcakla kalin🦋
insta:sos.kadehi1