@sos_kadehi1
|
2
Dokunma Bana!
-🦋-
"Anneme söz verdim mutlu bir hayatım olacağı ve ölmeyeceğim konusunda ondan ölmek istemiyorum. Annemi unutmak istemiyorum. Unutursam verdiğim sözü de unuturum" dedi kız. Çocuk ise merakla kızı dinlemişti “Ölmekten korkmana gerek yok, bundan sonra ben seni korurum” erkek çocuk kızın ellerinden tutmuştu. Yavaşça ayağa kalkerken kız da mecbur bir şekilde kalktı “Burası senin için tehlikeli, durma burada” derin bir nefes alma ihtiyacı ile dolup taşarken ikisi de bana döndü. “Peki sen ölmekten korkar mısın?” küçük kızın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Merakla bana bakıyordu.
Kız gözlerimin içine bakarak kendini aşağıya bıraktı. Yanımdaki erkek çocuk onun düşüşüyle bağırdı. Acıyla yere dizlerinin üstüne düştü. Ağlamaya ve bağırmaya devam ediyordu. Tek bir cümle çıkıyordu dudaklarından “Özür dilerim, hepsi benim suçum.
"Ne oldu bana?" diye mırıldandım. Ufuk ile göz göze geldiğimde tedirginlikle bana bakıyordu. Gözlerimi herkesin üzerinde gezdirmeden yapamadım. Niye hepsi odaya doluşmuştu ki?
“Harbiden çok korktuk” Beril yanıma doğru gelmiş merakla yüzümü inceliyordu. “Gerçekten iyisin değil mi Ada?” bu seferde Deniz sormuştu. Bu kadar merak edecek ne vardı ki. Nefesimi sıkkınca üfledim “Kızı rahat bırakında dinlensin” İlayda ilgiyle yüzüme bakıyordu. Bir yandan da diğerlerinin çıkması için elini sallıyordu. O sırada içeri Uzay ve bir kadın girdi.
Bu evden kesinlikle kaçmalıyım diye düşünmeye devam ederken onlar tertemiz bir şekilde salona geldiler. İşte benim gibi çoğu insan onların bu anki görüntülerine kanıyorlardı. Böyle tertemiz, melek yüzlü gibi gözüküyorlardı oysaki hepsinin içinde birer katil yatıyordu. Aden ve Polen bana bakmaya bile tenezzül etmiyorlardı. Utanıyorlardı belki de. O sırada Uzay kendini yorgunlukla koltuğa, yanıma attı. Ayaklarını benim dizlerime doğru uzattı.
“Sen üniversite okuyordun dimi?” sorusu beni şaşırtsana cevap verdim. “Evet tıp okuyorum. Beşinci yılımdı bu sene” aklıma yapacağım stajlar geldiğinde gülümsemeden edemedim. Güzel mesleğim elimden alınmıştı. Beril ile biraz daha konuştuktan sonra o da gitti. Bende yemek yemeğe devam ettim. Yemeğim bitince kaldırıp salona geçtim.
“Dolu!” içeriden gelen boğuk ses ile kapının önünden ayrıldım. İçerideki kişinin çıkmasını beklerken gözümü etrafta gezdiriyordum. Karşıdaki odanın kapısı açıktı. Resmen bana buraya girmelisin diyordu. Kapıya yaklaşıp usulca içeriye baktım. Gördüğüm büyük kitaplık ile gözlerim büyüdü. Bu mükemmel bir şeydi. İçeride okuduğum birkaç kitap vardı. Bu içeriye girmem için bir sebepti adeta.
Gözlerim tekrar kitaplığın yanındaki kapıya kaydı. O kapının arkasında ne vardı? Merakla adımlarımı oraya yönlendirdim. Yakalanma korkusu da eklenmişti üzerime. Yüzümdeki sinsi sırıtışla parmak uçlarıma basarak kapıya yürüdüm. Kapıyı açtığımda ise beni ferah bir banyo karşılamıştı. Görüntünün bile ferah kokusu vardı. Kafamı iki yana sallayarak arkamı döndüm. Kafamı bir bedene çarpmam ile panikle kafamı kaldırdım. “Ada?” Kayra’nın sesi ve görüntüsü beni korkutmaya başlamıştı. “Efendim” ağzımın içinde konuştum. Gözlerimi ellerime indirmiştim.
“Ne işin var burada?” ses tonu ne kadar yumuşak olsa bile beni korkutuyordu. Bir eli çeneme dokunmuş kafamı yukarıya kaldırıyordu. Göz göze gelmemiz ile birleşik olan ellerim ayrıldı. Konuşmayı unuttum bir anda. Bana olan bakışından ne anlamlar çıkarmam gerekiyordu bilmiyordum ama kalbim durdu sandım. Rüya olmalıydı bu. Ne olduğunu anlayamadığım bir ses kulaklarıma dolsa da umursamadım. Çenemdeki elini çekti. “Ben merak ettim” dedim. Kafasını belli belirsiz sallayıp önümden çekildi. Yanımdan geçip odanın içine girdi. Arkamı dönüp ona bakmadan alıkoyamadım kendimi. Balkonun sağ çaprazında kalan açık mavi çalışma masasına oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu “Bu oda senin mi?” soruma sadede kafa sallamakla yetindi. Onu daha fazla rahatsız etmek istemediğim için elime rasgele bir kitap alıp koşar adımlarla çıktım odadan. Elimdeki kitaba başımı çevirdiğimde gülümsedim. Özdemir Asaf-Lavinia şiir kitabıydı elimdeki. Hiç okumamıştım ama deli gibi merak ediyordum.
“Sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum* Güzel seçim” kitaptan yaptığı alıntı ve şu anki durumumuzun uyumu güldürdü beni. Kayra’nın dudaklarında hafif bir tebessüm oldu “Fakat benden izinsiz eşyalarıma dokunulmasından hoşlanmam. Bir daha dokunursan külahları bozuşuruz” bana karşı yumuşak sesi daha önceki cümlelerini unutturan nitelikteydi. Bu kadar kolay kanmamalıydım. “Tamam, özür dilerim” diye mırıldandığımda o da bir şey dedi ama anlamadım. Bir kapı gıcırdama sesi geldiğinde etrafa baktım ama hiçbir kapı açılmamıştı. Kafamı önüme çevirdiğimde kucağımda duran mandalinalara baktım. Elimi kâseye daldırıp rasgele birini aldım. Soyup tadına baktığımda ekşi çıkması ile yüzümü buruşturdum. Ben mandalina soyarken Kayra kendine sandalye getirmiş karşıma oturmuştu. Kucağında ise benim ondan aldığım kitap vardı. Yüzümü buruşturduğumu gördüğünde daha önceki yaptığı gibi dudakları hafiften yanlara kıvrıldı. Elimdeki mandalinayı kaseye attım. “Bana ver” elini bana doğru uzattığında hafifçe gülümsedim. Kâsenin içindeki mandalinayı alıp ona verdim. Tek hamlede hepsini ağzına soktu. Bu görüntüsünü gözlerim açık izledim. Şişen yanağıyla komik gözüküyordu. Gülmemeye çalışarak yanağımı dişledim. Kayra ise kitaba gömülmüş bir şekilde mandalinayı çiğnedi.
"Annem anlatmıştı bana bu efsaneyi" dedi Kayra. Maskesini açmıştı bana sanki. O hissiz bakışlar yerine daha duygulu bakışlar gelmişti.
-🦋-
“Anne götürmesen olmaz mı?” erkek çocuğun sorusu ile kaşları çatıldı. Hemşire bunun annesi miydi? “Üzgünüm anneciğim götürmek zorundayım” erkek çocuk üzülerek kafasını salladı. Hemşire kızı kucağına alıp bir odaya götürdü. Camlı odalardan biriydi. Bende tam içeriye gireceğim an bileğimi birisi tuttu.
-🦋-
Gözlerimi yavaşça aralayıp etrafta göz gezdirdim. Odamdaydım. En son içeride oturmuştum. Ne ara gelmiştim buraya? Kayra mı getirmişti acaba? Bu soruları aklımın bir köşesine attığımda aklıma rüyam tekrar gelmişti. Kızın ismini çok merak ediyordum. Yanındaki erkek çocuk ve bilezik beni daha da meraka sokuyordu. Yataktan uyuşuk bir şekilde kalktım. Kızlar ise hala uyuyorlardı. Üstümdeki kıyafet bana kirli gelmeye başlayınca sessiz adımlarla dolabın önüne gittim. Benim bölümümün kapaklarını açtığımda ne giyinsem diye düşünüyordum. Renk renk kıyafetler düştü önüme. Bu görüntüye istemsizce gülümsedim. Kıyafetim hiç yoktu ve bunlar özel olarak alınmış olmalılardı. İçlerinden sarı renkli sweat ve siyah eşofman aldım. Hızlıca giyindiğimde rahata ermiştim.
Beni düşüncelerimden sıyıran dış kapının sesi oldu. Kayra bu ses hemen uyanmıştı. Kaşlarımı çatıp ondan bakışlarımı çekip gelen kişiye baktım. Ufuk gelmişti. Onu görünce dudaklarım küçük bir şekilde iki yana kıvrılmıştı. Kayra öksürdüğünde ona baktım. Üstündeki battaniyeyi kenara koymuş bana bakıyordu. Kaşlarımı kaldırıp soru sorar gibi ona baktım. “Hoş geldin Ufuk” dedim ve daha çok gülümsedim. Ufuk bana karşılık verip elindekilerle içeriye doğru geçti. Onun arkasından giderken Kayra’da yerinden kalkmış benim arkamdan geliyordu. Üçümüzde mutfağa girdiğimizde açlıkla midem guruldadı. Bu sesle ikisinin bakışları bana döndü ve ardından güldüler. “Çok mu acıktın Ada?” diye soran Ufuk’a gülümsedim. “Galiba çok açıkmışım” dedim de kafasını sallayıp dolaptan ufak şeyler çıkarmaya başladı. Kayra ise kendini yanımdaki sandalyeye atmıştı. “Belli oluyor” Kayra’nın alayla konuşması beni sinir etse de herhangi bir şey demedim. Ufuk bana bir şeyler hazırladığında Kayra sonunda bizi yalnız bırakıp mutfaktan çıktı. “Teşekkür ederim” gülümseyerek dediğime sadece başını hafifçe salladı. Ben yemek yemeye başladığımda o da az önce Kayra’nın kalktığı sandalyeye oturdu. “Nasıl düştün buraya?” diye merakla sordum. Ufuk sorduğum soruya şaşırsa da kendini geri topladı. Cümleleri kendi kafasında toplamış olmalı ki sonunda cevap verdi.
“Gerçek bir katil oldun sonunda yani” kafasını onay veren bir ifadeyle salladığında bana gülmüştü. Ona ne oldu der gibi baktığımda yüzümde bir noktayı gösterdi. Kaşlarımı çatarak o noktayı silmeye çalıştım. Silinmemiş olmalı ki Ufuk daha büyük gülümsedi ve üstüme eğildi. Üstüme eğilip yüzümü sildiğinde arkadan bir ses geldi. Boğazdan gelen öksürük sesi ile Ufuk kendini topladı ve geri çekildi. Arkamı dönüp baktığımda Kayra’nın olduğunu gördüm. Ufuk’a tekrar döndüğümde bana bakmıyordu. Onun bu haline kaşlarımı çatarken pek umursamadım. Kayra’ya tekrar döndüğümde bir şişe çıkarmış ve kafasına dikiyordu.
“Nereden geliyor bu cesaret? Dün iyi davrandığımdan dolayı mı?” dudaklarının sol tarafı yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı “Öyleyse çok umutlanma” dedi ve bir elini masaya yaslarken diğer eli ise sandalyenin başına yasladı. Yavaşça üzerime doğru eğildiğinde geriledim. Kısa saç tutamlarım topuzumdan çıkıp öne doğru düştü. “Korkmuyorum senden” çatık kaşlarımla konuştuğumda Kayra’da kaşlarını çatmıştı. “O zaman korkuturuz güzelim” dediğinde elini yanağıma sürtüp yanağıma yapışan saçları tek tek çekti. Gözleri yüzümde geziyordu. Derin derin nefesler alırken Kayra üzerime biraz daha eğildi. Gözleri dudaklarımdaydı. Korkuyla onu üstümden itekledim. Üstümden çekildiğinde hızla sandalyeden kalktım. “Daha bunlar iyi günlerin” dediğinde mutfaktan hızlıca çıktım. Elimi kalbime götürdüğümde deli gibi atıyordu. Hem korkmuş hem de fazlaca heyecanlanmıştım. Derin derin nefesler ile göğsüm şişerken sakinleşmeye çalışırken etrafa baktım. Herhangi bir ses yoktu etrafta. Biraz serinleme ihtiyacı ile lavaboya çıkmaya karar verdim. Merdivenleri çıkarken elim trabzanda geziniyordu. Bu hareketim içimi huzurla doldurdu. Gözlerim bir anda dolduğunda ne olduğu anlamamıştım bile. Yavaş adımlarla merdivenden çıktığımda sanki buradan milyonlarca kez koşarak çıkmış gibiydim. İçime dolan garip duygularla lavaboya girdim. Tuvaletimi yaptığımda ellerimi yıkadım. Serinlemek için soğuk suyla yüzüme ve ensemi de yıkadım. Derin nefes alarak musluktan doğrulup aynaya baktım. Saçlarım dağılmış, rengim korktuğumdan solmuş, yanaklarım ise heyecanlandığım ve hararet yaptığımdan kızarmıştı. Dudaklarıma baktığımda Kayra’nın az daha öpeceği fikri geldi aklıma. Dudaklarımı sımsıkı kapatırken daha da kızardım. Saçma sapan şeyler düşünmekten vazgeçip yüzümü tekrar yıkadım. Biraz daha vakit geçirip lavabodan çıktığımda toplanmıştım. Sakince merdivenlerden tekrar inerken elim yine trabzanlarda durdu. Dudaklarımda minik bir tebessüm oluşmasına engel olamadım. Aşağıdan gelen çocuk kıkırdaması bütün dikkatimi dağıttı. Kaşlarımı çatarak aşağıya indim. Salona geldiğimde kimse yoktu, mutfağa baktığımda ise yine kimse yoktu –Kayra bile- kaşlarım daha da çatılırken dış kapıyı açtım. Tekrar gelen kıkırdama sesi beni de güldürdü. Dışarıya çıktığımda sadece kuş sesleri karşıladı beni. Merakla etrafa baktığımda aklıma kaçma fikri geldi. İçeriye uzanıp rasgele bir ceket aldım ve hızlı adımlarla sol tarafta kalan yola doğru koşmaya başladım. Evin arka tarafında gördüğüm arabalar ve motorların plakalarımı aklıma kazıdım. Hızımı asla düşürmezken nefes nefese kalmıştım. Karşıdan gelen bir araba gördüğümde yolun ortasından çıkıp kenara geçtim. Araba beni görmüş olmalı ki yavaşladı. Camları film ile kaplı olduğundan içerisini göremiyordum. Sürücü tarafı tam önüme geldiğine araba durdu. Tedirginlikle arabaya bakıyordum. Cam yavaşça açıldığında Kayra’yı gördüm. Sol kolu camdan dışarı sarkarken sağ kolu direksiyonu tutuyordu. Yüzünde ise yine o gülümsemesi vardı, dudaklarının sol kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. “Hayırdır nereye?” diye sorduğunda içimden bütün küfürleri yüzüne söylemek geçti. Yavaşça bir adım geri gittiğimde gözlerimiz hala birbirine kenetliydi. “Benden kaçamazsın Ada” dediğinde arkamı dönüp karanlık ormana koşmaya başladım. Tek bir şansım vardı. Yakalanırsam bir daha kaçma ihtimalim çokça düşerdi
“Benden kaçamazsın demiştim” sakin adımlarla aramızdaki mesafeyi kapattı. Kayarak geriye gitmeye çalışsam da hiçbir işe yaramıyordu. Yere doğru eğildiğinde yüzlerimiz aynı hizaya gelmişti “E Ada napayım şimdi ben sana?” tek kaşını kaldırmış yüzüme bakıyordu. “Bırak beni” dediğimde yüzündeki gülümseme büyüdü. “Yanlış cevap güzelim” elini bana uzatınca şaşırmış bir şekilde ona baktım. Ne yani hiçbir şey yapmayacak mıydı? “Kalksana” bıkkın sesi ile elini tuttum. Kalkmaya çalıştığımda ise dizimin acısı ile tekrar düştüm. “Kalkamıyorum” dediğimde yere eğilip bir anda sırtına atmıştı beni. Bu ani hareketiyle ağzımdan bir çığlık firar etti “Naptığını sanıyorsun” kızgın sesim onu güldürdü. “Asıl sen naptığını sanıyorsun? Bırakamam seni” söylediği sözler beni korkuturken sırtında çırpındım. Ellerimi sırtına vuruyor bacaklarımı ise sallıyordum. Salladığım bacaklarımı sıkıca tuttuğunda duyduğum başka bir çığlık hareketlerimi durdurdu. Başımı o tarafa çevirdiğimde küçük bir kız çocuğu ağaçların arasında koşuyordu. Yüzünde korku dolu olan ifadesiyle sürekli arkasını bakıyordu. Arkasında koşan, kızdan kat kat daha büyük olan erkek çocuğu gördüğümde kaşlarım çatıldı. “Kayra dur!” diye bağırdığımda Kayra aniden durdu. Kafasını sol omzuna doğru yatırıp bana baktı. “Noldu?” sorusunu cevapsız bırakırken bakışlarım kızda dolanıyordu. Kız bir taşa takılıp düştüğünde erkek çocuk hemen kızın üstüne çıktı. Tedirginlikle bakışları etrafta gezdiğinde göz göze geldik. Sinsice gülümseyip kafasını iki yana salladı. O an ne yapacağını anladım. Kızın ağzını kapatırken hızla Kayra’ya döndüm. Gözlerim dolu dolu ona bakıyordum. “Kayra lütfen gidelim ona” Kayra baktığım yöne baktığında kaşlarını çatmıştı. Ne olduğunu anlamıyordu belki de “İndir beni” omzundan indirdiğinde bir kolumu tuttu. Dizim acımasına rağmen o tarafa döndüm. Kimsecikler yoktu orada, Kayra kolumu tutarken o tarafa doğru yürüdüm. Herhangi bir şey demedi bana. “Buradaydı” sesimin titremesine engel olamazken gözlerimde dolmuştu. Dizim çok acıdığından Kayra beni kucağına aldı. Ellerimi boynuna sararken o gezdirdi ormanı bana. Saatler geçti, güneş en tepeye geldi. Kayra’nın telefonu çokça kez çaldı, hiçbirini de açmadı. Kayra hiç usanmadan, yorulmadan, şikâyet etmeden gezdirdi ormanı bana. O sıra gözyaşlarım dinmedi hiç, kafamı Kayra’nın boynuna koymuş bir şekilde ağladım. Pes ettim sonra. Kayra ise bu konu hakkında tek bir kelime etmedi. En son arabaya doğru yürümeye başladı. “Daha iyi misin?” sadece kafamı salladım. Gözyaşlarım ise arada akıyorlardı. Belki bana kötü şeyler yapacak olan o adama, katilime sığınmıştım ağlarken. Arabaya soktu yavaşça beni. “Özür dilerim” diye mırıldandım ona bakarken. Kaşlarını çatarak bana baktı. “Neden özür diliyorsun Ada?” sorusu gözlerimi tekrardan doldurdu. “Benim yüzümden o kadar saat kollarında ben ile yürüdün. Çok fazla yorulmuş olmalısın” dediğime umursamazca kapımı kapattı ve sürücü koltuğuna geçti. O kızın halini düşününce midem kalkıyordu. Temas seven ben bile şuan kimsenin bana dokunmasını istemiyordum. İğreniyordum. Tüylerim diken diken olurken arabaya dolan sesle Kayra’ya döndüm. Telefonu arabaya bağlı olmalıydı, ekranda Uzay’ın ismini gördüm. “Nerdesiniz olum siz?” telaşlı ve sinirli sesi doldu arabaya. Kayra göz ucuyla bana baktı. “Geliyoruz Uzay. Anlatırım sonra. Sen çatı katını ayarlarsın” dediğinde kaşlarımı çattım. Çatı katı neyin nesiydi? Telefon kapandığında ona döndüm. “Çatı katı ne alaka?” soruma kaşlarını havalandırdı. “Cezasız kalacağını düşünmemişsindir umarım” dediğinde aklıma gelen kötü senaryolar midemi bulandırdı. İfademi görmüş olacak ki kaşlarını çattı “Sen istesen bile sana dokunan kimse olmaz Ada” kafamı camdan tarafa çevirmiştim ve ona bakmıyordum. “Ada bana bakar mısın?” sakin sorusunu galiye almadım. O çok kötüydü. Araba biranda durduğunda kaşlarımı çatmıştım. Kayra bana doğru döndüğünde bir eli çenemi buldu. Nazik bir tutuşla beni kendisine çevirmişti. “O manada sana dokunan her kimse, o kişinin canını fena yakarım. Kimse rızan olmadan dokunmaz sana. Çatı katında ise düşündüğün şeyler geçmez. Benden habersiz bir kuş bile uçmaz bu karanlık ormanda. Sadece akıllanman için” dediğinde rahat bir nefes verdim. Gözlerimden usulca yaşlar aktığında Kayra onların yanaklarıma inmesine izin vermeden sildi. “Akıtma yaşlarına Güzel” soy ismime yaptığı gönderme yüzümde ufak bir tebessüme yol açtı. Kayra çok dengesiz bir herifti. Bir iyi bir kötüydü, anlam vermek zordu. İçimde hissettirdikleri garipti bunu kabul ediyordum. Başımı tekrar cama doğru çevirdim. Dışarıyı izlerken düşüncelere daldığımdan ne ara eve geldik anlayamadım. Kayra arabadan indiğinde bende yavaşça indim. Dizim ağrısa da uyuşmuş olmalı ki eskisi kadar bir acı hissetmiyordum. Kayra sağ kolumu tuttuğunda evin arka tarafına doğru götürdü. Yukarıya çıkan merdivene kaşlarımı çattım. Ucunda Ufuk ve Uzay bekliyordu. Uzay resmen ‘neden bunu yaptın’ diye bana bağırıyordu. Derince bir nefes alıp yerinde dikleştiğinde eski ciddi Uzay geri döndü. Ufuk’a baktığımda kafasını hafifçe iki yana salladı. Bir an midemin bulanması ile öğürdüm. Kayra’nın bana dokunan elinden kurtuldum. Aklıma dolan kötü senaryolar beni korkuttu. Kayra tekrar kolumu tutmak için hamle yaptığında kaçtım ondan. Kaşlarını çatarak bana bakıyordu. Onu umursamadan merdivenleri çıktım. Kaderime teslim olmaktan başka herhangi bir şey yapamazdım. Ufuk benim için kapıyı açtı, içeri girdiğimde ise anında kapıyı kapatıp kilitledi. Arkamı döndüğümde boğuk seslerini duydum. Bir şey hakkında konuşuyorlardı. Kapıya yaklaşıp kulağımı dayadım. “Koymasa mıydın buraya?” Ufuk’un benim için endişeli sesini duyduğumda şaşırdım. Benim için endişelenmesini beklemiyordum. “Burada emirleri kim veriyor Ufuk?” Kayra’nın sinirli sesi beni şaşırtmamıştı. Her an sinirlenebilme özelliği taşıyordu. Biraz daha konuştuklarında gittiler. Ayakta daha fazla duramadım ve yere oturdum. Burası buz gibiydi. Üstümde olan sadece ceket beni ısıtmaya yetmiyordu. Her yerde toz içindeydi. Burnumun kaşınmasıyla elimi burnuma götürdüm. Dizim sızlayınca üstümdeki siyah eşofmanı sıyırdım. Parçalanan ve kanayan dizime yüzümü buruşturdum. Eşofmanım öyle katlı dururken ayağa kalktım. Bir televizyon ünitesinin karşısında L koltuk vardı. Üstü beyaz çarşaf ile kaplanmıştı. Başka eşyalarda vardı ama pek umursamadım. Dikkatimi çeken tek şey televizyon ünitesinin üstündeki fotoğraf çerçeveleriydi. Oraya doğru yürüyüp birini elime aldım. Gördüğüm fotoğraf beni güldürdü. Kayra, Uzay, Ateş üçlüsü vardı fotoğraflarda. Oldukça gençlerdi. Ateş, Uzay’ın sırtına binmişken Kayra kamerayı tutuyordu. Yanlışlıkla çekmiş olacağını düşündüm. Ateş kocaman sırıtışla sol kolunu Uzay’ın boynuna sımsıkı sarmışken sağ kolu havadaydı. Uzay ise altta can çekişiyordu. Yüzünü buruşturmuş, bir eli Ateş’in boğazına sardığı elini gevşetmeye çalışırken diğeri ise Ateş’i tutuyordu. Kayra’nın ise sadece yan profili gözüküyordu. Saçları güneşten ve gençliğinden kaynaklı olarak altın sarısı gözüküyordu. Kocaman gülümsemesiyle mavi gözleri kısılmıştı. Kamera elinde tutuyordu. Fotoğrafa istemsiz bir şekilde gülerken yerine bıraktım. Diğer çerçeveyi elime aldığımda güneş yavaş yavaş kayboluyordu. Kayra olduğunu tahmin ettiğim bir erkek çocuğu duruyordu fotoğrafta. On üç- on dört yaşlarında olmalıydı. Saçları daha açık sarıydı. Fotoğrafta kocaman gülümserken gözleri buruk bakıyordu. Bir hastanenin önündeydiler. Hastanenin ismi çok bulanık çıktığından okuyamıyordum. Fotoğrafı yerine koyarken odada tek olan pencerenin önüne gittim. Pencereyi açmaya çalıştığımda kilitli olmasıyla gözlerimi devirdim. Batmaya yüz tutmuş güneş odayı turuncuya boyamıştı. Az önce içim dışım çıkana kadar ağladığım orman ise oldukça güzel ve masum duruyordu. Pencerenin pervazına otururken ormanın içinde karartı gördüm. Gördüğüm karartıyla kalbim ağzımda atamaya başladı. Bedenim titrerken hızlıca oturduğum yerden kalktım ve kapıya koştum. Kapıyı yumruklarken bağırmadan edemiyordum “Çıkarın beni buradan! Geliyor! Lütfen çıkarın beni! Dokunmayın!” bağırışlarım ve kapıya vurmalarım artarken hiç kimse gelmemişti. Yorgun düşen bedenim hem soğuktan hem de çokça kan kaybından zemini boyladı. Bilincim kapanırken kendimden geçmiş bir şekilde bir şeyler mırıldanıyordu
-🦋-
Kapıyı sonuna kadar açtığımda beni soğuk hava dalgası ve temiz hava karşıladı. Akşamdan belli içime çektiğim tozlu havadan sonra dışarısı çok iyi gelmişti. Merdivenden sarsak adımlarla inerken Kayra’yı fark ettim. Bir sandalyenin üzerinde gözleri kapalı duruyordu. Ne zamandır böyleyi? Üşüyor gibi kendine sarılmıştı üstelik. Uyuyor muydu acaba? Merdivenden inip yanına gittim. Kapalı gözleri bana cesaret verirken elimi anlına yasladım. Elimden bile soğuk olan anlı beni korkuttu. Üstümdeki ceketi çıkarıp üstüne koydum. O anda duyduğum ses ile yerimden sıçradım. “Onu senin giymen daha mantıklı” Kayra sesiyle eş zamanlı olarak bileğimi de tutmuştu. Hızlıca elimi çektim ve arkamı döndüm. Arkamdan gelen hışırtıları galiye almadım. “Nereye böyle? Bana sırtını dönerek gidiyorsun” ona doğru döndüğümde kollarımı birbirine dolamıştım “Sen değilmiydin ‘Sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum” diyen?” dediğimde tek kaşı havaya kalktı. Benim gibi kollarını birbirine dolamıştı. “Hay Allah öyle mi demişim?” alaycı sesi sinirimi bozmuştu. Arkamı dönüp giderken kolumdan tutmasıyla sürüklemesi bir oldu. “Dokunma bana” diye istemsizce bağırdım. O ise beni galiye dahi almadı. Çırpınışlarım devam ederken arka bahçeden çıkıp evin kapısına gelmiştik, cebindeki anahtar ile açıp beni yere fırlattı. “Hayvan herif!” diye bağırdığımda kapıyı kilitledi. “Ne dedin ne dedin?” bana dönüp yüzümle aynı seviyede durdu. Gözlerini gözlerimden çekmezken sert bakışları beni deliyordu. Bakışmaya son verip gözlerimi kaçırdım. Bu davranışımdan sonra ayağa kalktı. Nereye gittiğini bilmiyor, bilmekte istemiyordum. Yerden kalkmaya çalıştığımda ağrıyan dizim kendini hatırlattı. Önümde beliren iki ayak ile başımı kaldırıp sahibine baktım. Polen yanıma gelmiş beni kaldırmak için elini uzatıyordu. Hala onlara kırgın olan kalbim ona bakmadı. Duvardan tutunarak kalktığımda dizimin acısıyla yüzümü buruşturdum. Dizimi baktığımda bandaj kanamıştı. Kafama gelen sert şeyle kaşlarımı çatarak oraya dönmüştüm. “Dizine pansuman yap” emir verici ses tonu Kayra’ya aitti. İçimden ona ne kadar dil çıkarmak gelse de bunu yapmadım. Yere düşen küçük bandajı aldığımda iki gün önce oturduğum sandalyelerin hala durduğunu fark ettim. Oraya oturduğumda sağlam ayağımla Kayra’nın sandalyesine tekme attım. Sinirimi böyle çıkarmak istedim. Kan bulaşmış eşofmanımı yukarıya doğru katladığımda kanlanmış bandaj ortaya çıktı. Yavaşça bandajı çıkardığımda dünden daha kötü bir halde olduğunu gördüm. Kanı temizleyecek herhangi bir şey almadığıma yüzümü buruştururken yanıma gazlı bez konuldu. Koyan kişiye baktığımda İlayda’ydı. Hafifçe başımı sallayarak teşekkür ettim. Yanımdan ayrılırken bende yaramı temizliyordum. Temizledikçe daha da kötü halde olduğunu anlıyordum. Diz kapağım parçalanmışken yer yer derilerim havaya kalkmıştı. Havaya kalkan derileri canım acıyarak koparmak durumunda kaldım. Bazı noktalar derindi. Diz kapağımdan aşağıya doğru yer yer çizikler vardı. Onları da temizlediğimde derince bir nefes verdim. Stres yüzünden terlemiştim. Dizimi bandajla sardığımda eşofmanımı geri indirdim. Kafamı kaldırdığımda salonda kimse yoktu. Mutfaktan gelen sesler ile oraya sarsak adımlarla yürüdüm. Kavga sesleri geliyor gibiydi. Aden’in sesini duyunca adımlarımı hızlandırdım. Mutfak kapısından içeriye girerken birisinin çıkması o kişiye çarptım. Kime çarptım ben? Gözlerim kimseyi görmezken bir elim yüzümü sıvazlıyordu. O kişiyle temas eden kolumu koparıp atma isteği ile dolarken midem bulanıyordu. Birisi omzuma dokundu. “Dokunma bana!” diye bağırdığımda hızlı adımlarla arkaya adımladım. Dizimin ağrısını bile unutmuştum. Bir beden benim adımlarımı takip ediyordu “Gelme gelme, nolur gelme” mırıldanışlarımı sadece ben duyuyormuş gibiydim. O beden hala üzerime doğru geliyordu. Omzuma birileri değiyor, adımı sesleniyorlardı. Olduğum odada sanki deprem oluyordu. Attığım adımlar sarsakçaydı, ayaklarım birbirine dolanırken yürümek daha da zorlaşıyordu. Yere düştüğümde çığlık attım. “Gelme abi gelme!” bağırışımı sanki sadece ben duyuyordum. Önümde olan siyah silüet bana daha da yaklaşırken ben olduğum yerde kaymaya çalışıyordum. Kollarım korkuyla titrerken gözyaşlarım yanaklarımdan aşağıya süzülüyordu. Dışarıdan gelen gök gürültüsü olduğum yere daha da küçülmemi sağlıyordu. Bulanık gören gözlerim beni daha büyük bir korkuya itiyordu. Sırtım duvara değdiğinde ağlamalarım şiddetlenmişti. “Yaklaşma, nolur” serzenişlerimi kimse duymuyordu. Yardım çığlıklarımı içimde olan küçük kız atıyordu “Çıkarın beni buradan, boğuluyorum” ellerim boğazıma gittiğinde nefes alışlarım zorlaştı. Dar gelen oda üstüme geliyordu. Kalabalıktı. Hapsinin ağzından bir kelime çıkıyordu. Noluyordu? Birisi yardım etsin bana lütfen! Dizlerimi kendime doğru çekmem bir işe yaramamıştı. Üstüme gelen siyah silüet daha çok hızlanmıştı sanki. Üstüme doğru uzanan silüet ilk önce boğazımı sıktı. Bir eli ağzımı kapatırken konuşamıyor, nefes dahi alamıyordum. Kimse yok muydu? Kurtarın beni! İsteseler bile artık kurtulamazdım. Zorla kaçmaya yerden kalkmaya çalıştım. Hızla kalktığımda bana yaklaşan siluetlere elime ne geçse fırlatıyordum. Çok fazlalardı. Kurtulamıyordum. Gözümdeki yaşlar görmemi bulanıklaştırıyordu. Elime gelen keskin bir şey benden kan akıttı. Gördüğüm kan başımı daha çok döndürürken istem dışı keskin şeyi bileğime dayadım. Derince kestiğimde akan kan beni şoka uğratırken bacaklarım beni daha fazla tutamadılar ve tekrar yere, dizlerimin üstüne düşüm. Her yer kan içindeydi. Gözyaşlarıma kan karışıyordu. Sol elim uyuşurken sağ elimle gözyaşlarımı silmeye çabaladım. Gözlerimden gelen kan beni daha çok korkuttu. “Tamam silerim kanları. Özür dilerim, kan yapmak istemedim. Çok özür dilerim” üstümdeki kıyafeti çıkardığımda yere damlayan kanları silmeye çabaladım. Kanlar gitmiyor daha da artıyordu. Gözlerim kararıyor, iki elimde tutmamaya, uyuşmaya başlıyordu. Bir beden sarıldı vücuduma. İtmeye çalışsam da olmadı. Gözlerim tamamen kapandığında kulaklarım tek bir kişinin sesini duydu. “Ada gitme. Tekrar olmaz nolur. Onun ecdadını sikicem, oruspu çocuğu. Kara parçası? Ne duruyorsunuz? Bir şeyler yapın Ada gidemez!” gözyaşları usulca yüzüme akıp benim gözyaşlarıma karışıyordu. Bileğimi tutuyor kısa dağılmış saçlarımı okşuyordu bir el. Seslerde görüntü gibi yavaşça gitti. Dokunuşları kaldı bir tek aklıma kazımak istediğim.
🦋 Merhabalar efendim. Bu bölümümüz Ada için gayet zordu. Eski bölümleri düzenledikçe atacağım. Bu süreçte bana destek olursanız sevinirim. Sağlıcakla kalın intsagram: sos.kadehi1 |
0% |