Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2/ Dokunma Bana!

@sos_kadehi1

2

 

Dokunma Bana!

 

 

 

 

-🦋-


Uçurumun kenarında oturuyordu küçük kız ve erkek. Korkusuz bir şekilde ayakları sallanıyordu aşağıya doğru. Seslendim onlara duymadılar beni, yanlarına doğru gittim. Yanlarına yaklaşınca küçük kızın sesini duydum.


"Ölmekten ve unutmaktan korkuyorum" dedi kız, erkeğe bakarak. Gözleri dolu doluydu. Bende korkardım ölmekten fakat şimdi korkmuyordum. Belki de bu evde ölecektim. Belirsizdi.


"Niye peki?" diye sordu erkek çocuk kıza dönerek. Gözlerinde bir sürü duygu geçiyordu.

"Anneme söz verdim mutlu bir hayatım olacağı ve ölmeyeceğim konusunda ondan ölmek istemiyorum. Annemi unutmak istemiyorum. Unutursam verdiğim sözü de unuturum" dedi kız. Çocuk ise merakla kızı dinlemişti

“Ölmekten korkmana gerek yok, bundan sonra ben seni korurum” erkek çocuk kızın ellerinden tutmuştu. Yavaşça ayağa kalkerken kız da mecbur bir şekilde kalktı “Burası senin için tehlikeli, durma burada” derin bir nefes alma ihtiyacı ile dolup taşarken ikisi de bana döndü.

“Peki sen ölmekten korkar mısın?” küçük kızın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Merakla bana bakıyordu.


"Hayır" dedim. Küçük kız şaşkınlıkla bana baktı. Kendisi gibi korkacağımı sanıyordu. Oysaki şuan bana ne olacağı bile meçhuldü.


"Peki buradan aşağı atlayabilir misin?" diye sordu bu sefer küçük kız. Sorusuyla kaşlarımı çatmış ona baktım. Kendi isteğimle ölmek istemezdim ben. Kafamı ‘hayır’ anlamında salladım "İşte o zaman ölmekten korkuyorsun. Ölmekten korkmasan buradan aşağı atlayabilirim derdin" dedi küçük kız. Haklıydı aslında. Ölüm hiçbir zaman kolay bir şey olmamıştı.

Kız gözlerimin içine bakarak kendini aşağıya bıraktı. Yanımdaki erkek çocuk onun düşüşüyle bağırdı. Acıyla yere dizlerinin üstüne düştü. Ağlamaya ve bağırmaya devam ediyordu. Tek bir cümle çıkıyordu dudaklarından

“Özür dilerim, hepsi benim suçum.

 

 

 


-🦋-

 


Yüzümde ıslaklık hissetmem ile gözlerimi açtım. Elimi yanağıma götürdüğümde rüyamda ağlamış olduğumu anladım. Sıkıntıyla nefes alırken rüyam aklıma geliyordu. Erkek çocuk sanki hayatı bitmiş gibi perişan haldeydi. Çok seviyordu belli ki. Etrafıma baktığımda Herkes buradaydı. Uyumadan önceki anları hatırlamaya çalışsam da nafileydi. Kolumu kaldırıp yanımda duran Aden’e dokundum.


"Oh be sonunda uyandı" dedi Aden. Yataktan rahatsızlıkla doğruldum. Odadan çıkan Kayra dikkatimi çekmişti. Elimi ağrıyan başıma koydum.

"Ne oldu bana?" diye mırıldandım. Ufuk ile göz göze geldiğimde tedirginlikle bana bakıyordu. Gözlerimi herkesin üzerinde gezdirmeden yapamadım. Niye hepsi odaya doluşmuştu ki?


"Füsun'u mı çağırsak" dedi Ufuk arkadan bana bakarken. Gözlerindeki tedirginlik yerli yerindeydi.


"Tamam ben ararım Füsun'u" dedi Uzay eline telefonu alırken. Odadan çıktığında yanıma Ateş geldi. Yatağın ucuna oturup ellerimi tuttu. Dudaklarında küçük bir tebessüm vardı.


"Kızım çok korktuk ya" dedi sistemle Ateş ve ekledi "İyi misin?" kafamı evet anlamında sallarken başım daha çok ağrımaya başladı.

“Harbiden çok korktuk” Beril yanıma doğru gelmiş merakla yüzümü inceliyordu.

“Gerçekten iyisin değil mi Ada?” bu seferde Deniz sormuştu. Bu kadar merak edecek ne vardı ki. Nefesimi sıkkınca üfledim

“Kızı rahat bırakında dinlensin” İlayda ilgiyle yüzüme bakıyordu. Bir yandan da diğerlerinin çıkması için elini sallıyordu. O sırada içeri Uzay ve bir kadın girdi.


"Merhaba siz Ada olmalısınız ben Füsun hemşire" dedi adının Füsun olduğunu öğrendiğim kadın. Yüzünde hoş bir gülümseme vardı. Genel kontrol yaptığında ve bende rahatsızlıklarımı söylediğimde uygun bir serum takıp gitti.


Yaklaşık bir saat sonra serum bittiğinde serumu kolumdan çıkarıp salona geçtim. Serumun içindekiler bana daha çok halsizlik verdiği için elimi kımıldatacak halim yoktu. Onlara güvenip nasıl serum vurulmuştum aklım almıyordu. Salonda Ateş, Beril, Ufuk ve İkizler vardı. Diğerleri neredeydi acaba diye düşünürken diğerlerini seyrediyordum. Ateş ve Beril televizyondan oyun oynuyorlardı, diğerleri ise onları izliyorlardı. Beni geldiğimi ilk İpek fark etti. Endişeyle yanıma doğru koştu. Kolumdan sanki her an düşecekmişim gibi tutuyordu.


"Ayakta çok kalma Ada Füsun hemşire öyle dedi. Hem de serumun bitti mi de geliyorsun buraya" dedi İpek hafif kızarak. O sıra beni koltuğa çekiştirip oturttu. Bu aralar daha da zayıfladığım için halim hiç kalmamıştı.


"Serumum bitti ve yatmaktan çok sıkıldım bende buraya geldim sizin yanınıza" dedim İpek'e bakarak. O ise anlayışla kafasını salladı ve beni kollarından azap etti. Koltuğa rahatça yayılırken Ateş ve Beril'i izlemeye koyuldum. Ateş, Beril'i 5-0 yeniyordu. Ve Beril delirmek üzereydi. Sürekli Ateş’in hile yaptığını savunuyordu. Bence de öyleydi, o konsolda bir şeyler vardı. En sonda oyun bitti ve Beril oyun konsolu Ateş'in kafasına geçirdi. Onların dövüşünü izlemeye devam ederken kapı çaldı.


Yine aynı şekilde ilk önce bir kere aradan saniyeler geçince üç kere çalındı. Peki niye hep bu şekilde çalıyorlardı? En merak ettiğim buydu. Aralarında bir şifreydi belki de. İlayda gitti ve kapıyı açtı. Kapıyı açıp kenara çekildiğinde gelenleri gördüm. Kayra, Uzay, Aden, Polen ve Deniz’di. Üstleri kan içindeydi ve bazılarının ellerinde silahlar vardı. Bu görüntü beni rahatsız etti. Kaşlarımı korkuyla çattım ve başımı başka tarafa çevirdim.

Bu evden kesinlikle kaçmalıyım diye düşünmeye devam ederken onlar tertemiz bir şekilde salona geldiler. İşte benim gibi çoğu insan onların bu anki görüntülerine kanıyorlardı. Böyle tertemiz, melek yüzlü gibi gözüküyorlardı oysaki hepsinin içinde birer katil yatıyordu. Aden ve Polen bana bakmaya bile tenezzül etmiyorlardı. Utanıyorlardı belki de. O sırada Uzay kendini yorgunlukla koltuğa, yanıma attı. Ayaklarını benim dizlerime doğru uzattı.


"Uzay çek o ayaklarını!" dedim sinirle ve iğrenir bir şekilde. Ayaklardan çok fena bir şekilde iğreniyordum. Çoğu zaman ismini bile duymak istemiyordum. Buna tabii ki de kendi ayaklarımda dâhildi. Uzay ayaklarını çekmemeye devam ediyordu. Kol dirseklerimle itmeye çalışsam da bir işe yaramıyordu. Bir de üstüne üstelik gözlerim kapalı yapmaya çalışıyordum.


"Niye ne oldu cimcime ayaklardan mı iğreniyorsun?" diye sordu. Hızlı bir şekilde kafamı salladım ve ayaklarını tekrar ittirdim. Gözlerimi hafifçe açıp ona baktım. Rahatından ödün veriyordu. En sonunda bacaklarımdan ağırlık kalkınca ayaklarını çektiğini anladım. Gözlerimi tamamen açınca derin bir nefes verdim.


"Ohh şükür çektin o iğrenç yaratıkları" dedim. Herkes kıkırdadı. Ama ben gerçekten de ayaklarını çekti diye rahatlamıştım. Etrafa baktığımda bu sefer oyun oynayanlar Ufuk ve Ateş’ti. Ufuk şu anlık önde ilerliyordu ama Ateş hile yaparak kazanırdı. Yavaş yavaş odalara dağılmıştı çoğu kişi. Zaten Kayra ve Deniz hiç gelmemişti salona. Guruldayan midem ile yerimden kalktım. Çok acıkmıştım. Mutfaktan içeriye girdiğimde Beril ile karşılaştım, yemek yiyordu.


"Aç mısın Ada?" diye sordu dolu ağzıyla. Onaylar bir mırıltı çıkardığımda güldü “Gel de birlikte yiyelim, güçten düşme daha fazla” onun iyi davranışına gülümsemeden edemedim. Beril ile yemek yerken konuşmadan edemedik.

“Sen üniversite okuyordun dimi?” sorusu beni şaşırtsana cevap verdim.

“Evet tıp okuyorum. Beşinci yılımdı bu sene” aklıma yapacağım stajlar geldiğinde gülümsemeden edemedim. Güzel mesleğim elimden alınmıştı. Beril ile biraz daha konuştuktan sonra o da gitti. Bende yemek yemeğe devam ettim. Yemeğim bitince kaldırıp salona geçtim.


Salonda kimse yoktu ve hâlâ yağmur yağıyordu. Yağmur bana aynı anda hem huzur veriyordu hem de huzursuzluk. Gergin omuzlarım rahatlarken derince bir nefes aldım. Buraya oturma kararı almam ile mutfağa gittim. Mutfaktan sandalye alıp pencerenin önüne koydum. Tuvaletim geldiği için yukarı kata çıkmaya başladım. Elim merdivenin korkuluklarında geziniyordu. Her dokunuşumda geçmişe dair bir iz buluyor gibi oluyordum. Sonunda lavaboya geldiğimde kapıyı açmayı denedim.

“Dolu!” içeriden gelen boğuk ses ile kapının önünden ayrıldım. İçerideki kişinin çıkmasını beklerken gözümü etrafta gezdiriyordum. Karşıdaki odanın kapısı açıktı. Resmen bana buraya girmelisin diyordu. Kapıya yaklaşıp usulca içeriye baktım. Gördüğüm büyük kitaplık ile gözlerim büyüdü. Bu mükemmel bir şeydi. İçeride okuduğum birkaç kitap vardı. Bu içeriye girmem için bir sebepti adeta.


Hafif aralık kapıyı biraz daha ittirdim ve içeri girdim. İçerde başka bir kapı daha vardı kitaplığın yanında. Kapının diğer yanında açık mavi tonlarında gardırop, karşısında çift kişilik -sarı alt tonlu- krem renkli bir yatak vardı. Yatağın yanında cam sürgülü bir balkon kapısı. Balkon biraz küçük olmasına rağmen manzarası çok güzeldi. Sık ağaçların yeşili ile gökyüzünün mavisi uyum içindeydi. Balkon kapısının sağ çaprazında ise gardırop ile aynı renk çalışma masası vardı. Gördüğüm görüntü şöleni beni keyiflendirmişti. Dudaklarım iki yana kıvrıldı.

Gözlerim tekrar kitaplığın yanındaki kapıya kaydı. O kapının arkasında ne vardı? Merakla adımlarımı oraya yönlendirdim. Yakalanma korkusu da eklenmişti üzerime. Yüzümdeki sinsi sırıtışla parmak uçlarıma basarak kapıya yürüdüm. Kapıyı açtığımda ise beni ferah bir banyo karşılamıştı. Görüntünün bile ferah kokusu vardı. Kafamı iki yana sallayarak arkamı döndüm. Kafamı bir bedene çarpmam ile panikle kafamı kaldırdım.

“Ada?” Kayra’nın sesi ve görüntüsü beni korkutmaya başlamıştı.

“Efendim” ağzımın içinde konuştum. Gözlerimi ellerime indirmiştim.

 

“Ne işin var burada?” ses tonu ne kadar yumuşak olsa bile beni korkutuyordu. Bir eli çeneme dokunmuş kafamı yukarıya kaldırıyordu. Göz göze gelmemiz ile birleşik olan ellerim ayrıldı. Konuşmayı unuttum bir anda. Bana olan bakışından ne anlamlar çıkarmam gerekiyordu bilmiyordum ama kalbim durdu sandım. Rüya olmalıydı bu. Ne olduğunu anlayamadığım bir ses kulaklarıma dolsa da umursamadım. Çenemdeki elini çekti.

“Ben merak ettim” dedim. Kafasını belli belirsiz sallayıp önümden çekildi. Yanımdan geçip odanın içine girdi. Arkamı dönüp ona bakmadan alıkoyamadım kendimi. Balkonun sağ çaprazında kalan açık mavi çalışma masasına oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu “Bu oda senin mi?” soruma sadede kafa sallamakla yetindi. Onu daha fazla rahatsız etmek istemediğim için elime rasgele bir kitap alıp koşar adımlarla çıktım odadan. Elimdeki kitaba başımı çevirdiğimde gülümsedim. Özdemir Asaf-Lavinia şiir kitabıydı elimdeki. Hiç okumamıştım ama deli gibi merak ediyordum.


Lavabonun önüne tekrar geldiğimde kapı açıktı. Hemen tuvaletimi yapıp aşağı indim. Kitabı sandalyenin yanına koyup başımı saate doğru çevirdim. Gördüğüm saat beni biraz şoka uğratmıştı. Saat 23.27’ydi. Herkes odalarına çekilmiş etraf sessizdi. Sessizlik beni huzursuz etmişti. Mutfağa doğru adımladım. Normalde su içip çıkmayı planladığım mutfaktan, masanın üstünde duran mandalinaları gördüğümde bu planımdan vazgeçtim. Dolaptan bir tane kâse çıkarıp içine birkaç tane mandalina koydum. Mutfaktan elimde mandalina kâsesi ile içeriye girdim. Sandalyeme geldiğimde kitabım yoktu. Kaşlarımı çatarak etrafa baktım. En sonunda sıkıntıyla nefesimi vererek sandalyeme geri oturdum. Arkamdan gelen ses ile hızlıca başımı oraya çevirdim. Elindeki kitabın sayfalarını karıştıran Kayra’yı gördüğümde kaşlarımı kaldırdım. Kayra kafasını kaldırıp bana baktı.

“Sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum* Güzel seçim” kitaptan yaptığı alıntı ve şu anki durumumuzun uyumu güldürdü beni. Kayra’nın dudaklarında hafif bir tebessüm oldu “Fakat benden izinsiz eşyalarıma dokunulmasından hoşlanmam. Bir daha dokunursan külahları bozuşuruz” bana karşı yumuşak sesi daha önceki cümlelerini unutturan nitelikteydi. Bu kadar kolay kanmamalıydım.

“Tamam, özür dilerim” diye mırıldandığımda o da bir şey dedi ama anlamadım. Bir kapı gıcırdama sesi geldiğinde etrafa baktım ama hiçbir kapı açılmamıştı. Kafamı önüme çevirdiğimde kucağımda duran mandalinalara baktım. Elimi kâseye daldırıp rasgele birini aldım. Soyup tadına baktığımda ekşi çıkması ile yüzümü buruşturdum. Ben mandalina soyarken Kayra kendine sandalye getirmiş karşıma oturmuştu. Kucağında ise benim ondan aldığım kitap vardı. Yüzümü buruşturduğumu gördüğünde daha önceki yaptığı gibi dudakları hafiften yanlara kıvrıldı. Elimdeki mandalinayı kaseye attım.

“Bana ver” elini bana doğru uzattığında hafifçe gülümsedim. Kâsenin içindeki mandalinayı alıp ona verdim. Tek hamlede hepsini ağzına soktu. Bu görüntüsünü gözlerim açık izledim. Şişen yanağıyla komik gözüküyordu. Gülmemeye çalışarak yanağımı dişledim. Kayra ise kitaba gömülmüş bir şekilde mandalinayı çiğnedi.


Derin bir nefes alıp diğer mandalinayı soydum. Gözlerimi yağmura çevirdiğimde sesi de kulaklarıma doldu. Bir yandan mandalina yerken diğer yandan düşüncelere daldım. Elime sadece kabukların gelmesi ile düşüncelerden ayrıldım. Kâseye yüzümü buruşturup yerimden kalktım. Kayra göz ucuyla bana bakmıştı, arkamı dönüp buna tebessüm ettim. Mutfağa kâseyi bırakıp geri döndüm.


Kayra’nın ayakları benim sandalyemde olduğunu görünce gözlerimi kapattım. Geri açtığımda ise ayaklarını çekmişti. Bu yaptığına gülümsemek istesem de bir şey demedim. Yağmura bakmaya geri döndüğümde çocukluk anım geldi gözlerimin önüne. Yetimhanenin alt sokağında halı saha vardı o zamanlar. Erkek çocukların topunu alıp kaçmıştım o sırada yağmur yağıyordu, o yüzden yerler ıslaktı bende kayıp yere düşmüştüm. Yere düşünce kaşım patlamıştı. Benim ağlayışımı bütün mahalleli gelmişti ve hastaneye götürmüşlerdi. Yetimhaneden kaçtığım için azar yerken bir hemşire buna engel olmuştu. O an ağlamımı durdurmak için bir hikaye anlatmıştı;


"Derler ki bir katil iyi bir insanı öldürdüğünde bütün şehir ve melekler onun için ağlarmış" dedi Kayra, o anda bende tam içimden söylemiştim. Ona şaşırmış bir şekilde baktım, o ise kitabını bırakmış pencereden dışarıya bakıyordu "Bilir misin bu efsaneyi?" diye sordu bana.


"Evet peki sen nereden biliyorsun?" merakla sormuştum. Başını bana doğru çevirmişti. Yüzündeki hafif tebessümü görünce mutlu oldum.

"Annem anlatmıştı bana bu efsaneyi" dedi Kayra. Maskesini açmıştı bana sanki. O hissiz bakışlar yerine daha duygulu bakışlar gelmişti.


"Topunu çaldığım çocuklardan kaçarken düşmüştüm meğersem kaşım patlamış. Hastaneye gittiğimde bir hemşire beni sakinleştirmek için anlatmıştı." dedim ve bakışlarımı yağmura çevirdim. Yağmur damlaları camdan aşağıya süzülüyorlardı.


Boşu boşuna uzattığım cümleye gözlerimi devirdim. Yağmur damlaların süzülüşü bana intiharı hatırlattı. Bu cama düşmek bir intihardı aslında. En sonunda izleri bile kalmayacak, silinip gidecekti. Toprağa ise en azından yeşermeleri için yardım edeceklerdi, denize düşenler ise tekrar hayat bulacaktı. Göz kapaklarım gitgide ağırlaşmaya başlasa da açık tutmaya zorluyordum kendimi. En sonunda dayanamadım ve göz kapaklarım uykuyla kapandı. Son duyduğum ses ise Kayra’nın sesiydi.

 

 

 

-🦋-



Gözlerimin önünde beliren görüntüye kaşlarımı çattım. Küçük kızın alnından süzülen kan beni korkutmuştu. Sarı saçları ve safderun bir endişe ile bakan mavi gözlü bir erkek çocuk koridorun ucundaki sandalyeye oturuyordu. Her tarafı beyaz olan koridorda çok fazla camlı oda vardı. Neresiydi burası? Merakla etrafı incelerken küçük kızın erkek çocuğun yanına gittiğini gördüm. Onun arkasından merak gittim.


"Merhaba" dedi küçük kız elini uzatarak. Arkadaş olmak istiyordu belki de. Erkek çocuğa baktığımda gözleri doluydu. Kızın elinde olan bakışların yüzüne çevirdi.


"Yine mi unuttun beni?" dedi erkek çocuk üzüntüyle. Kız kaşlarını çatmıştı. Ne olduğunu anlamıyordu belli ki.


"Üzgünüm hatırlamadım seni ama ismini dersen belki hatırlarım" sesinde olan safderun üzüntü beni de üzdü. Ne olduğunu anlamasa bile çocuk için üzülmüştü.


"Hatırlayabilsen şimdi hatırlardın" dedi çocuk ve sandalyeden kalktı. Kız hızla onun elini tutarken gitmesin ide engellemişti. Çocuk durduğunda bir umutla kıza baktı.


"Bak sana bu bileziği veriyim. Bu bileziği asla unutmam çünkü bana bu bileziği çok sevdiğim bir arkadaşım vermişti" dedi kız. Çocuğun gözlerinde umut daha da büyüdü. Yüzünde kocaman gülümseme olurken elini kıza uzattı. Kız bileğindeki bileziği çocuğa doğru uzattı.


Çocuk direkt bileziği aldı ve bileğine taktı. Bilezikte ilk boncuk yeşil renkli olurken arkasından ise 'A' harfli bir boncuk vardı. Sonrasında mavi renk ve 'K' harfli boncuk vardı ve tekrar yeşil renkli boncuk vardı. Niye 'A' ve 'K' harfi olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu Başka harfler yerine niye onlardı? Kız ve çocuğun yanlarına bir hemşire geldiğinde çocuğun gülen yüzü asıldı.

“Anne götürmesen olmaz mı?” erkek çocuğun sorusu ile kaşları çatıldı. Hemşire bunun annesi miydi?

“Üzgünüm anneciğim götürmek zorundayım” erkek çocuk üzülerek kafasını salladı. Hemşire kızı kucağına alıp bir odaya götürdü. Camlı odalardan biriydi. Bende tam içeriye gireceğim an bileğimi birisi tuttu.


"Oraya girmek, sana da bir şey yaparlar" dedi çocuk endişeyle. Onun bu haline içim acısı da umursamaz davrandım. Kolumu ondan kurtarıp içeriye doğru girdim. Kapı ise arkamdan şiddetli bir şekilde kapandı. Kız odaya girer girmez hemşirenin kucağından inip pencerenin kenarına yürüdü. Hemşire gülerek kızın yanına gitti. Yağmur hızlı bir şekilde yağıyor, pencereye vuruyordu. Bu görüntü küçük kızı gülümsetmişti.


"Yağmuru çok seviyorsun değil mi?" diye sordu hemşire. Kız hızla başını salladı. Hemşire yanından ayrıldı ve bir sedyenin yanındaki sandalyeye oturdu "Hadi gel kaşına dikiş atarken sana yağmur hakkında bir efsane söyleyeyim onunda hikayesini anlatayım istersen" dedi ve elini yanındaki sedyeye vurdu. Kız heyecanla hemşirenin yanına gitti. Hemşire dikiş için her şeyi hazırlamıştı. Kız sedyeye uzandığında hemşire sandalyesini biraz daha yaklaştırdı.


"Derlerki bir katil iyi bir insanı öldürdüğünde bütün şehir ve melekler onun için ağlarmış" dedi hemşire. Bu efsaneyi biliyordum ama hikayesini bilmezdim.


"Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar küçük bir kız çocuğu varmış" dedi hemşire. Ve ilk dikişi attı. Kız yüzünü buluşturdu. "Bu kız çocuğu çok iyi kalpli ve güzelmiş. Bir bakan bir daha bakıyormuş. İyi kalbi yüzüne yansımış resmen. Bu yüzden herkes onu severmiş. Ama bir kişi hariç. O kişi onun kardeşiymiş. Onu kıskanırmış"


"Niye kıskanıyor ki hemşire?" diye sordu merakla kız.


"Çünkü herkes onu seviyormuş ama kendisini seven yokmuş. Güzelliğini de kıskanırmış. Çünkü kendisi eciş bücüş, çirkin bir şeymiş. Devam edeyim mi dikişin bitti" dedi hemşire. Kız heyecanla kafasını salladı ve hemşire devam etti. "Sonra bir gün kız çiçek bahçesine gitmiş ve kardeşi de gelmiş. Fakat onun istediği çiçekleri sulamak değilmiş, elinde bıçak varmış. Kardeşi kızın kalbine bıçağı saplamış kız ise oracıkta ölmüş. Sonra ise yağmur yağmaya başlamış, sanki bütün melekler dünyadan iyi kalpli birisi gitti diye ağlıyor gibi. Sonra ise bu ortaya efsane çıkmış A...."

 

 

 

-🦋-

 

Gözlerimi yavaşça aralayıp etrafta göz gezdirdim. Odamdaydım. En son içeride oturmuştum. Ne ara gelmiştim buraya? Kayra mı getirmişti acaba? Bu soruları aklımın bir köşesine attığımda aklıma rüyam tekrar gelmişti. Kızın ismini çok merak ediyordum. Yanındaki erkek çocuk ve bilezik beni daha da meraka sokuyordu. Yataktan uyuşuk bir şekilde kalktım. Kızlar ise hala uyuyorlardı. Üstümdeki kıyafet bana kirli gelmeye başlayınca sessiz adımlarla dolabın önüne gittim. Benim bölümümün kapaklarını açtığımda ne giyinsem diye düşünüyordum. Renk renk kıyafetler düştü önüme. Bu görüntüye istemsizce gülümsedim. Kıyafetim hiç yoktu ve bunlar özel olarak alınmış olmalılardı. İçlerinden sarı renkli sweat ve siyah eşofman aldım. Hızlıca giyindiğimde rahata ermiştim.


Salona gittiğimde Kayra sandalyede, kitap okuyarak uyuya kalmıştı. Sessiz adımlarla yanına gittim ve kucağında olan kitabı dikkatli bir şekilde aldım. Dün bana okutmadığı için sinirliydim. Kitabı rasgele bir masanın üstüne koydum. Koltukta duran battaniyeyi gördüğümde onu alıp Kayra’nın üstünü örttüm. Hava gerçekten soğuktu. Dışarıya baktığımda kaçabileceğim geldi. Ama bu düşünceyi hızlıca kafamdan attım. Çünkü Kayra uyanırdı ve yakalanırdım. Tek hakkım vardı, onu düzgün kullanmazsam bu sefer daha çok üstüme düşeceklerdi.

Beni düşüncelerimden sıyıran dış kapının sesi oldu. Kayra bu ses hemen uyanmıştı. Kaşlarımı çatıp ondan bakışlarımı çekip gelen kişiye baktım. Ufuk gelmişti. Onu görünce dudaklarım küçük bir şekilde iki yana kıvrılmıştı. Kayra öksürdüğünde ona baktım. Üstündeki battaniyeyi kenara koymuş bana bakıyordu. Kaşlarımı kaldırıp soru sorar gibi ona baktım.

“Hoş geldin Ufuk” dedim ve daha çok gülümsedim. Ufuk bana karşılık verip elindekilerle içeriye doğru geçti. Onun arkasından giderken Kayra’da yerinden kalkmış benim arkamdan geliyordu. Üçümüzde mutfağa girdiğimizde açlıkla midem guruldadı. Bu sesle ikisinin bakışları bana döndü ve ardından güldüler.

“Çok mu acıktın Ada?” diye soran Ufuk’a gülümsedim.

“Galiba çok açıkmışım” dedim de kafasını sallayıp dolaptan ufak şeyler çıkarmaya başladı. Kayra ise kendini yanımdaki sandalyeye atmıştı.

“Belli oluyor” Kayra’nın alayla konuşması beni sinir etse de herhangi bir şey demedim. Ufuk bana bir şeyler hazırladığında Kayra sonunda bizi yalnız bırakıp mutfaktan çıktı.

“Teşekkür ederim” gülümseyerek dediğime sadece başını hafifçe salladı. Ben yemek yemeye başladığımda o da az önce Kayra’nın kalktığı sandalyeye oturdu.

“Nasıl düştün buraya?” diye merakla sordum. Ufuk sorduğum soruya şaşırsa da kendini geri topladı. Cümleleri kendi kafasında toplamış olmalı ki sonunda cevap verdi.


“Öyle güzel bir hikaye değil benimki” gözlerini kaçırdı benden, bense yemeğime devam ettim “Katil olarak suçlandım. Aslında olayla alakam bile yoktu. Hapishaneye girdiğimde bir müddet sonra cezam indirilmiş bir şekilde çıktım. Cezamı indirten ise Kayra’ymış, tabi bunu ben çok sonradan öğrendim. Zaten bütün ailem bana sırtını çevirmişti bende Kayra’nın yanında kalmaya başladım. Sonum ise böyle” gözlerini sonunda bana çevirmişti.

“Gerçek bir katil oldun sonunda yani” kafasını onay veren bir ifadeyle salladığında bana gülmüştü. Ona ne oldu der gibi baktığımda yüzümde bir noktayı gösterdi. Kaşlarımı çatarak o noktayı silmeye çalıştım. Silinmemiş olmalı ki Ufuk daha büyük gülümsedi ve üstüme eğildi. Üstüme eğilip yüzümü sildiğinde arkadan bir ses geldi.

Boğazdan gelen öksürük sesi ile Ufuk kendini topladı ve geri çekildi. Arkamı dönüp baktığımda Kayra’nın olduğunu gördüm. Ufuk’a tekrar döndüğümde bana bakmıyordu. Onun bu haline kaşlarımı çatarken pek umursamadım. Kayra’ya tekrar döndüğümde bir şişe çıkarmış ve kafasına dikiyordu.


"Suyu öyle kafana dikmesen keşke hani bizde içiyoruz ya" dedim sitemle. Şişeyi tezgâha koyduğunda bana döndü.


"Ben içeri geçiyorum yoruldum" dedi Ufuk bir anda ve mutfaktan ayrıldı. Kayra bu olaya hiç aldırmazken üstüme doğru geldi.

“Nereden geliyor bu cesaret? Dün iyi davrandığımdan dolayı mı?” dudaklarının sol tarafı yavaşça yukarıya doğru kıvrıldı “Öyleyse çok umutlanma” dedi ve bir elini masaya yaslarken diğer eli ise sandalyenin başına yasladı. Yavaşça üzerime doğru eğildiğinde geriledim. Kısa saç tutamlarım topuzumdan çıkıp öne doğru düştü.

“Korkmuyorum senden” çatık kaşlarımla konuştuğumda Kayra’da kaşlarını çatmıştı.

“O zaman korkuturuz güzelim” dediğinde elini yanağıma sürtüp yanağıma yapışan saçları tek tek çekti. Gözleri yüzümde geziyordu. Derin derin nefesler alırken Kayra üzerime biraz daha eğildi. Gözleri dudaklarımdaydı. Korkuyla onu üstümden itekledim. Üstümden çekildiğinde hızla sandalyeden kalktım.

“Daha bunlar iyi günlerin” dediğinde mutfaktan hızlıca çıktım. Elimi kalbime götürdüğümde deli gibi atıyordu. Hem korkmuş hem de fazlaca heyecanlanmıştım. Derin derin nefesler ile göğsüm şişerken sakinleşmeye çalışırken etrafa baktım. Herhangi bir ses yoktu etrafta. Biraz serinleme ihtiyacı ile lavaboya çıkmaya karar verdim. Merdivenleri çıkarken elim trabzanda geziniyordu. Bu hareketim içimi huzurla doldurdu. Gözlerim bir anda dolduğunda ne olduğu anlamamıştım bile. Yavaş adımlarla merdivenden çıktığımda sanki buradan milyonlarca kez koşarak çıkmış gibiydim.

İçime dolan garip duygularla lavaboya girdim. Tuvaletimi yaptığımda ellerimi yıkadım. Serinlemek için soğuk suyla yüzüme ve ensemi de yıkadım. Derin nefes alarak musluktan doğrulup aynaya baktım. Saçlarım dağılmış, rengim korktuğumdan solmuş, yanaklarım ise heyecanlandığım ve hararet yaptığımdan kızarmıştı. Dudaklarıma baktığımda Kayra’nın az daha öpeceği fikri geldi aklıma. Dudaklarımı sımsıkı kapatırken daha da kızardım. Saçma sapan şeyler düşünmekten vazgeçip yüzümü tekrar yıkadım. Biraz daha vakit geçirip lavabodan çıktığımda toplanmıştım.

Sakince merdivenlerden tekrar inerken elim yine trabzanlarda durdu. Dudaklarımda minik bir tebessüm oluşmasına engel olamadım. Aşağıdan gelen çocuk kıkırdaması bütün dikkatimi dağıttı. Kaşlarımı çatarak aşağıya indim. Salona geldiğimde kimse yoktu, mutfağa baktığımda ise yine kimse yoktu –Kayra bile- kaşlarım daha da çatılırken dış kapıyı açtım. Tekrar gelen kıkırdama sesi beni de güldürdü. Dışarıya çıktığımda sadece kuş sesleri karşıladı beni. Merakla etrafa baktığımda aklıma kaçma fikri geldi. İçeriye uzanıp rasgele bir ceket aldım ve hızlı adımlarla sol tarafta kalan yola doğru koşmaya başladım. Evin arka tarafında gördüğüm arabalar ve motorların plakalarımı aklıma kazıdım.

Hızımı asla düşürmezken nefes nefese kalmıştım. Karşıdan gelen bir araba gördüğümde yolun ortasından çıkıp kenara geçtim. Araba beni görmüş olmalı ki yavaşladı. Camları film ile kaplı olduğundan içerisini göremiyordum. Sürücü tarafı tam önüme geldiğine araba durdu. Tedirginlikle arabaya bakıyordum. Cam yavaşça açıldığında Kayra’yı gördüm. Sol kolu camdan dışarı sarkarken sağ kolu direksiyonu tutuyordu. Yüzünde ise yine o gülümsemesi vardı, dudaklarının sol kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı.

“Hayırdır nereye?” diye sorduğunda içimden bütün küfürleri yüzüne söylemek geçti. Yavaşça bir adım geri gittiğimde gözlerimiz hala birbirine kenetliydi. “Benden kaçamazsın Ada” dediğinde arkamı dönüp karanlık ormana koşmaya başladım. Tek bir şansım vardı. Yakalanırsam bir daha kaçma ihtimalim çokça düşerdi


"Ben böyle şansı sikim” kendi kendime mırıldanırken koşmaya devam ediyordum. Sık ağaçlardan koşmak zor olurken, ağaç dalları yüzümü çiziyor, ayaklarıma dolanıyordu. Yağmur yağdığından ıslak olan yerlerdeki çamur birikintilerine takıldığımda ise istemsizce yavaşlıyordum. Arkamdan gelen adım sesleri beni daha çok tedirgin ediyordu. Arkama korkudan bakamıyordum fakat adım sesleri yaklaştığını söylüyordu. Ne kadar hızlı koşmaya çalışsam da nefesim kesilmeye başlamıştı. Başımı arkaya çevirip ona baktığımda aramızda on adım civarı vardı. Korkuyla kalbim ağzımda atarken ayağım bir şeye takıldı. Dizim yere sürtünüp parçalanırken yere düştüm. Ayağımın ucunda olan dal parçasını sinirle iteklediğimde dizimin acıması ile ağzımdan bir çığlık firar etti.

“Benden kaçamazsın demiştim” sakin adımlarla aramızdaki mesafeyi kapattı. Kayarak geriye gitmeye çalışsam da hiçbir işe yaramıyordu. Yere doğru eğildiğinde yüzlerimiz aynı hizaya gelmişti “E Ada napayım şimdi ben sana?” tek kaşını kaldırmış yüzüme bakıyordu.

“Bırak beni” dediğimde yüzündeki gülümseme büyüdü.

“Yanlış cevap güzelim” elini bana uzatınca şaşırmış bir şekilde ona baktım. Ne yani hiçbir şey yapmayacak mıydı? “Kalksana” bıkkın sesi ile elini tuttum. Kalkmaya çalıştığımda ise dizimin acısı ile tekrar düştüm.

“Kalkamıyorum” dediğimde yere eğilip bir anda sırtına atmıştı beni. Bu ani hareketiyle ağzımdan bir çığlık firar etti “Naptığını sanıyorsun” kızgın sesim onu güldürdü.

“Asıl sen naptığını sanıyorsun? Bırakamam seni” söylediği sözler beni korkuturken sırtında çırpındım. Ellerimi sırtına vuruyor bacaklarımı ise sallıyordum. Salladığım bacaklarımı sıkıca tuttuğunda duyduğum başka bir çığlık hareketlerimi durdurdu. Başımı o tarafa çevirdiğimde küçük bir kız çocuğu ağaçların arasında koşuyordu. Yüzünde korku dolu olan ifadesiyle sürekli arkasını bakıyordu. Arkasında koşan, kızdan kat kat daha büyük olan erkek çocuğu gördüğümde kaşlarım çatıldı.

“Kayra dur!” diye bağırdığımda Kayra aniden durdu. Kafasını sol omzuna doğru yatırıp bana baktı.

“Noldu?” sorusunu cevapsız bırakırken bakışlarım kızda dolanıyordu. Kız bir taşa takılıp düştüğünde erkek çocuk hemen kızın üstüne çıktı. Tedirginlikle bakışları etrafta gezdiğinde göz göze geldik. Sinsice gülümseyip kafasını iki yana salladı. O an ne yapacağını anladım. Kızın ağzını kapatırken hızla Kayra’ya döndüm. Gözlerim dolu dolu ona bakıyordum.

“Kayra lütfen gidelim ona” Kayra baktığım yöne baktığında kaşlarını çatmıştı. Ne olduğunu anlamıyordu belki de “İndir beni” omzundan indirdiğinde bir kolumu tuttu. Dizim acımasına rağmen o tarafa döndüm. Kimsecikler yoktu orada, Kayra kolumu tutarken o tarafa doğru yürüdüm. Herhangi bir şey demedi bana.

“Buradaydı” sesimin titremesine engel olamazken gözlerimde dolmuştu. Dizim çok acıdığından Kayra beni kucağına aldı. Ellerimi boynuna sararken o gezdirdi ormanı bana. Saatler geçti, güneş en tepeye geldi. Kayra’nın telefonu çokça kez çaldı, hiçbirini de açmadı. Kayra hiç usanmadan, yorulmadan, şikâyet etmeden gezdirdi ormanı bana. O sıra gözyaşlarım dinmedi hiç, kafamı Kayra’nın boynuna koymuş bir şekilde ağladım. Pes ettim sonra. Kayra ise bu konu hakkında tek bir kelime etmedi. En son arabaya doğru yürümeye başladı.

“Daha iyi misin?” sadece kafamı salladım. Gözyaşlarım ise arada akıyorlardı. Belki bana kötü şeyler yapacak olan o adama, katilime sığınmıştım ağlarken. Arabaya soktu yavaşça beni.

“Özür dilerim” diye mırıldandım ona bakarken. Kaşlarını çatarak bana baktı.

“Neden özür diliyorsun Ada?” sorusu gözlerimi tekrardan doldurdu.

“Benim yüzümden o kadar saat kollarında ben ile yürüdün. Çok fazla yorulmuş olmalısın” dediğime umursamazca kapımı kapattı ve sürücü koltuğuna geçti. O kızın halini düşününce midem kalkıyordu. Temas seven ben bile şuan kimsenin bana dokunmasını istemiyordum. İğreniyordum. Tüylerim diken diken olurken arabaya dolan sesle Kayra’ya döndüm. Telefonu arabaya bağlı olmalıydı, ekranda Uzay’ın ismini gördüm.

“Nerdesiniz olum siz?” telaşlı ve sinirli sesi doldu arabaya. Kayra göz ucuyla bana baktı.

“Geliyoruz Uzay. Anlatırım sonra. Sen çatı katını ayarlarsın” dediğinde kaşlarımı çattım. Çatı katı neyin nesiydi? Telefon kapandığında ona döndüm.

“Çatı katı ne alaka?” soruma kaşlarını havalandırdı.

“Cezasız kalacağını düşünmemişsindir umarım” dediğinde aklıma gelen kötü senaryolar midemi bulandırdı. İfademi görmüş olacak ki kaşlarını çattı “Sen istesen bile sana dokunan kimse olmaz Ada” kafamı camdan tarafa çevirmiştim ve ona bakmıyordum. “Ada bana bakar mısın?” sakin sorusunu galiye almadım. O çok kötüydü. Araba biranda durduğunda kaşlarımı çatmıştım. Kayra bana doğru döndüğünde bir eli çenemi buldu. Nazik bir tutuşla beni kendisine çevirmişti.

“O manada sana dokunan her kimse, o kişinin canını fena yakarım. Kimse rızan olmadan dokunmaz sana. Çatı katında ise düşündüğün şeyler geçmez. Benden habersiz bir kuş bile uçmaz bu karanlık ormanda. Sadece akıllanman için” dediğinde rahat bir nefes verdim. Gözlerimden usulca yaşlar aktığında Kayra onların yanaklarıma inmesine izin vermeden sildi.

“Akıtma yaşlarına Güzel” soy ismime yaptığı gönderme yüzümde ufak bir tebessüme yol açtı. Kayra çok dengesiz bir herifti. Bir iyi bir kötüydü, anlam vermek zordu. İçimde hissettirdikleri garipti bunu kabul ediyordum. Başımı tekrar cama doğru çevirdim. Dışarıyı izlerken düşüncelere daldığımdan ne ara eve geldik anlayamadım. Kayra arabadan indiğinde bende yavaşça indim. Dizim ağrısa da uyuşmuş olmalı ki eskisi kadar bir acı hissetmiyordum.

Kayra sağ kolumu tuttuğunda evin arka tarafına doğru götürdü. Yukarıya çıkan merdivene kaşlarımı çattım. Ucunda Ufuk ve Uzay bekliyordu. Uzay resmen ‘neden bunu yaptın’ diye bana bağırıyordu. Derince bir nefes alıp yerinde dikleştiğinde eski ciddi Uzay geri döndü. Ufuk’a baktığımda kafasını hafifçe iki yana salladı. Bir an midemin bulanması ile öğürdüm. Kayra’nın bana dokunan elinden kurtuldum. Aklıma dolan kötü senaryolar beni korkuttu.

Kayra tekrar kolumu tutmak için hamle yaptığında kaçtım ondan. Kaşlarını çatarak bana bakıyordu. Onu umursamadan merdivenleri çıktım. Kaderime teslim olmaktan başka herhangi bir şey yapamazdım. Ufuk benim için kapıyı açtı, içeri girdiğimde ise anında kapıyı kapatıp kilitledi. Arkamı döndüğümde boğuk seslerini duydum. Bir şey hakkında konuşuyorlardı. Kapıya yaklaşıp kulağımı dayadım.

“Koymasa mıydın buraya?” Ufuk’un benim için endişeli sesini duyduğumda şaşırdım. Benim için endişelenmesini beklemiyordum.

“Burada emirleri kim veriyor Ufuk?” Kayra’nın sinirli sesi beni şaşırtmamıştı. Her an sinirlenebilme özelliği taşıyordu. Biraz daha konuştuklarında gittiler. Ayakta daha fazla duramadım ve yere oturdum. Burası buz gibiydi. Üstümde olan sadece ceket beni ısıtmaya yetmiyordu. Her yerde toz içindeydi. Burnumun kaşınmasıyla elimi burnuma götürdüm. Dizim sızlayınca üstümdeki siyah eşofmanı sıyırdım. Parçalanan ve kanayan dizime yüzümü buruşturdum. Eşofmanım öyle katlı dururken ayağa kalktım.

Bir televizyon ünitesinin karşısında L koltuk vardı. Üstü beyaz çarşaf ile kaplanmıştı. Başka eşyalarda vardı ama pek umursamadım. Dikkatimi çeken tek şey televizyon ünitesinin üstündeki fotoğraf çerçeveleriydi. Oraya doğru yürüyüp birini elime aldım.

Gördüğüm fotoğraf beni güldürdü. Kayra, Uzay, Ateş üçlüsü vardı fotoğraflarda. Oldukça gençlerdi. Ateş, Uzay’ın sırtına binmişken Kayra kamerayı tutuyordu. Yanlışlıkla çekmiş olacağını düşündüm. Ateş kocaman sırıtışla sol kolunu Uzay’ın boynuna sımsıkı sarmışken sağ kolu havadaydı. Uzay ise altta can çekişiyordu. Yüzünü buruşturmuş, bir eli Ateş’in boğazına sardığı elini gevşetmeye çalışırken diğeri ise Ateş’i tutuyordu. Kayra’nın ise sadece yan profili gözüküyordu. Saçları güneşten ve gençliğinden kaynaklı olarak altın sarısı gözüküyordu. Kocaman gülümsemesiyle mavi gözleri kısılmıştı. Kamera elinde tutuyordu.

Fotoğrafa istemsiz bir şekilde gülerken yerine bıraktım. Diğer çerçeveyi elime aldığımda güneş yavaş yavaş kayboluyordu. Kayra olduğunu tahmin ettiğim bir erkek çocuğu duruyordu fotoğrafta. On üç- on dört yaşlarında olmalıydı. Saçları daha açık sarıydı. Fotoğrafta kocaman gülümserken gözleri buruk bakıyordu. Bir hastanenin önündeydiler. Hastanenin ismi çok bulanık çıktığından okuyamıyordum. Fotoğrafı yerine koyarken odada tek olan pencerenin önüne gittim.

Pencereyi açmaya çalıştığımda kilitli olmasıyla gözlerimi devirdim. Batmaya yüz tutmuş güneş odayı turuncuya boyamıştı. Az önce içim dışım çıkana kadar ağladığım orman ise oldukça güzel ve masum duruyordu. Pencerenin pervazına otururken ormanın içinde karartı gördüm. Gördüğüm karartıyla kalbim ağzımda atamaya başladı. Bedenim titrerken hızlıca oturduğum yerden kalktım ve kapıya koştum.

Kapıyı yumruklarken bağırmadan edemiyordum “Çıkarın beni buradan! Geliyor! Lütfen çıkarın beni! Dokunmayın!” bağırışlarım ve kapıya vurmalarım artarken hiç kimse gelmemişti. Yorgun düşen bedenim hem soğuktan hem de çokça kan kaybından zemini boyladı. Bilincim kapanırken kendimden geçmiş bir şekilde bir şeyler mırıldanıyordu

 

 

 

-🦋-


Uyandığımda L koltuğun üzerindeydim. Üstüme örtünün ince çarşaf üşümeme engel olmamıştı. Başımın ağrısı ve boğazımın ağrısı bana hiç yardımcı olmuyordu. Koltukta doğrulurken her yerimin tutulmuş olduğunu fark ettim. Guruldayan karnım bana ne kadar aç olduğumu hatırlattı. Bacağımdaki sargıyı fark ettiğimde kaşlarım çatıldı. Kim gelmişti ki buraya? Ben en son pencerenin kenarında uyuya kalmıştım. Ayağa kalktığımda hafif sızlayan dizimle kapıya yürüdüm. Kapıya vurmak için kaldırdığım elimi kapının kilitli olmayışını fark edince geri indirdim.

Kapıyı sonuna kadar açtığımda beni soğuk hava dalgası ve temiz hava karşıladı. Akşamdan belli içime çektiğim tozlu havadan sonra dışarısı çok iyi gelmişti. Merdivenden sarsak adımlarla inerken Kayra’yı fark ettim. Bir sandalyenin üzerinde gözleri kapalı duruyordu. Ne zamandır böyleyi? Üşüyor gibi kendine sarılmıştı üstelik. Uyuyor muydu acaba? Merdivenden inip yanına gittim. Kapalı gözleri bana cesaret verirken elimi anlına yasladım. Elimden bile soğuk olan anlı beni korkuttu. Üstümdeki ceketi çıkarıp üstüne koydum. O anda duyduğum ses ile yerimden sıçradım.

“Onu senin giymen daha mantıklı” Kayra sesiyle eş zamanlı olarak bileğimi de tutmuştu. Hızlıca elimi çektim ve arkamı döndüm. Arkamdan gelen hışırtıları galiye almadım. “Nereye böyle? Bana sırtını dönerek gidiyorsun” ona doğru döndüğümde kollarımı birbirine dolamıştım

“Sen değilmiydin ‘Sen bana bakma, ben senin baktığın yönde olurum” diyen?” dediğimde tek kaşı havaya kalktı. Benim gibi kollarını birbirine dolamıştı.

“Hay Allah öyle mi demişim?” alaycı sesi sinirimi bozmuştu. Arkamı dönüp giderken kolumdan tutmasıyla sürüklemesi bir oldu. “Dokunma bana” diye istemsizce bağırdım. O ise beni galiye dahi almadı. Çırpınışlarım devam ederken arka bahçeden çıkıp evin kapısına gelmiştik, cebindeki anahtar ile açıp beni yere fırlattı.

“Hayvan herif!” diye bağırdığımda kapıyı kilitledi.

“Ne dedin ne dedin?” bana dönüp yüzümle aynı seviyede durdu. Gözlerini gözlerimden çekmezken sert bakışları beni deliyordu. Bakışmaya son verip gözlerimi kaçırdım. Bu davranışımdan sonra ayağa kalktı. Nereye gittiğini bilmiyor, bilmekte istemiyordum. Yerden kalkmaya çalıştığımda ağrıyan dizim kendini hatırlattı. Önümde beliren iki ayak ile başımı kaldırıp sahibine baktım. Polen yanıma gelmiş beni kaldırmak için elini uzatıyordu. Hala onlara kırgın olan kalbim ona bakmadı. Duvardan tutunarak kalktığımda dizimin acısıyla yüzümü buruşturdum. Dizimi baktığımda bandaj kanamıştı. Kafama gelen sert şeyle kaşlarımı çatarak oraya dönmüştüm.

“Dizine pansuman yap” emir verici ses tonu Kayra’ya aitti. İçimden ona ne kadar dil çıkarmak gelse de bunu yapmadım. Yere düşen küçük bandajı aldığımda iki gün önce oturduğum sandalyelerin hala durduğunu fark ettim. Oraya oturduğumda sağlam ayağımla Kayra’nın sandalyesine tekme attım. Sinirimi böyle çıkarmak istedim.

Kan bulaşmış eşofmanımı yukarıya doğru katladığımda kanlanmış bandaj ortaya çıktı. Yavaşça bandajı çıkardığımda dünden daha kötü bir halde olduğunu gördüm. Kanı temizleyecek herhangi bir şey almadığıma yüzümü buruştururken yanıma gazlı bez konuldu. Koyan kişiye baktığımda İlayda’ydı. Hafifçe başımı sallayarak teşekkür ettim. Yanımdan ayrılırken bende yaramı temizliyordum. Temizledikçe daha da kötü halde olduğunu anlıyordum.

Diz kapağım parçalanmışken yer yer derilerim havaya kalkmıştı. Havaya kalkan derileri canım acıyarak koparmak durumunda kaldım. Bazı noktalar derindi. Diz kapağımdan aşağıya doğru yer yer çizikler vardı. Onları da temizlediğimde derince bir nefes verdim. Stres yüzünden terlemiştim. Dizimi bandajla sardığımda eşofmanımı geri indirdim.

Kafamı kaldırdığımda salonda kimse yoktu. Mutfaktan gelen sesler ile oraya sarsak adımlarla yürüdüm. Kavga sesleri geliyor gibiydi. Aden’in sesini duyunca adımlarımı hızlandırdım. Mutfak kapısından içeriye girerken birisinin çıkması o kişiye çarptım. Kime çarptım ben? Gözlerim kimseyi görmezken bir elim yüzümü sıvazlıyordu. O kişiyle temas eden kolumu koparıp atma isteği ile dolarken midem bulanıyordu. Birisi omzuma dokundu.

“Dokunma bana!” diye bağırdığımda hızlı adımlarla arkaya adımladım. Dizimin ağrısını bile unutmuştum. Bir beden benim adımlarımı takip ediyordu “Gelme gelme, nolur gelme” mırıldanışlarımı sadece ben duyuyormuş gibiydim. O beden hala üzerime doğru geliyordu. Omzuma birileri değiyor, adımı sesleniyorlardı. Olduğum odada sanki deprem oluyordu. Attığım adımlar sarsakçaydı, ayaklarım birbirine dolanırken yürümek daha da zorlaşıyordu. Yere düştüğümde çığlık attım.

“Gelme abi gelme!” bağırışımı sanki sadece ben duyuyordum. Önümde olan siyah silüet bana daha da yaklaşırken ben olduğum yerde kaymaya çalışıyordum. Kollarım korkuyla titrerken gözyaşlarım yanaklarımdan aşağıya süzülüyordu. Dışarıdan gelen gök gürültüsü olduğum yere daha da küçülmemi sağlıyordu. Bulanık gören gözlerim beni daha büyük bir korkuya itiyordu. Sırtım duvara değdiğinde ağlamalarım şiddetlenmişti.

“Yaklaşma, nolur” serzenişlerimi kimse duymuyordu. Yardım çığlıklarımı içimde olan küçük kız atıyordu “Çıkarın beni buradan, boğuluyorum” ellerim boğazıma gittiğinde nefes alışlarım zorlaştı. Dar gelen oda üstüme geliyordu. Kalabalıktı. Hapsinin ağzından bir kelime çıkıyordu. Noluyordu? Birisi yardım etsin bana lütfen! Dizlerimi kendime doğru çekmem bir işe yaramamıştı. Üstüme gelen siyah silüet daha çok hızlanmıştı sanki.

Üstüme doğru uzanan silüet ilk önce boğazımı sıktı. Bir eli ağzımı kapatırken konuşamıyor, nefes dahi alamıyordum. Kimse yok muydu? Kurtarın beni! İsteseler bile artık kurtulamazdım. Zorla kaçmaya yerden kalkmaya çalıştım. Hızla kalktığımda bana yaklaşan siluetlere elime ne geçse fırlatıyordum. Çok fazlalardı. Kurtulamıyordum. Gözümdeki yaşlar görmemi bulanıklaştırıyordu. Elime gelen keskin bir şey benden kan akıttı. Gördüğüm kan başımı daha çok döndürürken istem dışı keskin şeyi bileğime dayadım.

Derince kestiğimde akan kan beni şoka uğratırken bacaklarım beni daha fazla tutamadılar ve tekrar yere, dizlerimin üstüne düşüm. Her yer kan içindeydi. Gözyaşlarıma kan karışıyordu. Sol elim uyuşurken sağ elimle gözyaşlarımı silmeye çabaladım. Gözlerimden gelen kan beni daha çok korkuttu.

“Tamam silerim kanları. Özür dilerim, kan yapmak istemedim. Çok özür dilerim” üstümdeki kıyafeti çıkardığımda yere damlayan kanları silmeye çabaladım. Kanlar gitmiyor daha da artıyordu. Gözlerim kararıyor, iki elimde tutmamaya, uyuşmaya başlıyordu. Bir beden sarıldı vücuduma. İtmeye çalışsam da olmadı. Gözlerim tamamen kapandığında kulaklarım tek bir kişinin sesini duydu.

“Ada gitme. Tekrar olmaz nolur. Onun ecdadını sikicem, oruspu çocuğu. Kara parçası? Ne duruyorsunuz? Bir şeyler yapın Ada gidemez!” gözyaşları usulca yüzüme akıp benim gözyaşlarıma karışıyordu. Bileğimi tutuyor kısa dağılmış saçlarımı okşuyordu bir el. Seslerde görüntü gibi yavaşça gitti. Dokunuşları kaldı bir tek aklıma kazımak istediğim.

 

🦋

Merhabalar efendim. Bu bölümümüz Ada için gayet zordu. Eski bölümleri düzenledikçe atacağım. Bu süreçte bana destek olursanız sevinirim.

Sağlıcakla kalın

intsagram: sos.kadehi1

Loading...
0%