Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@soylumery

Keyifli okumalar...🥰

 

Sabah gözlerimi zorla aralarken burnuma gelen harika omlet kokusu açlığımı gün yüzüne çıkarttı. İlk başta kokuya odaklansam da iyice aralanan gözlerimle etrafıma bakındım. Tanımadığım bir evin oturma odasında, koltukta yatıyordum. Neye uğradığımı şaşırırken hızla yerimden fırladım.

Neredeydim ben böyle?

Bir an sonra hafızam yenilenirken akşamı hatırladım. Kızgınlıkla saçlarımı çekiştirdim. Nasıl uyumuştum ben burada? Gözüm yastığa ve üzerimden attığım pikeye takılırken birden dudaklarım kıvrıldı. Demek akşam beni düşünerek üzerimi örtmüştü. Pikeyi kavrayıp katlayarak yastıkla beraber özenle kenara koydum. Bu konularda da çok becerikli değildim ama yine de kendimce özenmiştim işte.

Adama daha kaç kez rezil olacaktım bilmiyordum. Ben ona bakacağım hâlde sürekli o benimle ilgileniyordu. Bu yetmezmiş gibi bir de evinde uyuyakalmış, rahatsız etmiştim. Nasıl olur da başkasının evinde uyurdum hâlâ aklım almıyordu.

"Günaydın uykucu. Anlaşılan koltuğumu çok sevdin."

Düşüncelerde boğulurken duyduğum sesle yerimden sıçradım. Başımı çevirdiğimde odanın kapısında beni izleyen Cihangir'i gördüm.

"Ödümü kopardın."

Elim istemsizce ağzıma giderken başparmağımla üst damağımı kaldırdım.

"Korkuttum mu? Kusura bakma."

Allah'ım evinde kalmam yetmez gibi bir de adamı tersliyordum.

"Yok... Yani bir anlık boşluğuma geldi. Sana da günaydın."

Ben kelimeleri gevelerken tebessüm etti.

"Gel hadi sana kahvaltı hazırladım."

Şaşkınlıkla kaşlarım havalanmıştı.

"Bana mı?"

Onaylar nitelikte başını salladı.

"Evet."

Gerçekten bana mı hazırlamıştı? Yok canım kendisine hazırlarken ben de fazlalık gibi girmiştim araya işte. Ay bu arada o omlet kokusu gerçekti değil mi? Bir an rüya sanmıştım.

"Ben bir elimi yüzümü yıkayayım."

Cihangir'in lavaboyu tarif etmesiyle holde ilerlerken karşılıklı iki kapıdan açık olan dikkatimi çekti. Buranın yatak odası olduğunu anladığımda hızlıca göz gezdirdim. İçeri girmenin doğru olmayacağını düşünerek kapıda bekliyordum. Burası da beni şaşırtmayarak fazlasıyla düzgün ve temiz duruyordu. Sadece yatağının üzerinde bir fazlalık gibi ama bir o kadar da özenle yerleştirilmiş izlenimi veren beresi dikkatimi çekti. Daha fazla oyalanmayarak lavaboda girip ihtiyaçlarımı giderdim. Mutfağa geçtiğimde küçük masanın üzerindeki enfes görünen kahvaltıyı inceliyordum. Cihangir ince belli bardaklara çaylarımızı dolduruyordu. Düşünün bir kere çaylarımızı...

"Otursana İnci."

Bu daveti sabırsızca bekleyen ben hemen oturdum. Elindeki bardağı önüme bırakarak kendisi de karşıma geçti. Dilimle alt dudağımı yaladım.

"Ellerine sağlık, harika görünüyor."

Gülümseyerek omletten bir parça alıp tabağıma servis yaptı. İlgiyle onu izliyordum. Hayran kalınasıydı. Kesinlikle benim gibi beceriksiz bir kadının hayran kalacağı türdendi.

"Senden daha becerikliyim sanırım."

Bana çarptığı lafı umursamadan elime çatalı alıp omletten bir parça ağzıma götürdüm. Bunu inkâr edecek değildim. İştahla yediğim omlet fazlasıyla başarılıydı.

"Seninle evlenecek kız çok şanslı o zaman. Benimle evlenecek olan da derdine yansın."

Çayından bir yudum aldığında belli belirsiz mırıldandı. Duymamı hem istiyor hem de istemiyor gibiydi.

"Belki de en güzel böyle tamamlarız birbirimizi."

Ne diyordu bu adam? Kendinde miydi acaba? Yoksa... Allah'ım olabilir miydi? Belki de hoşlanıyordu benden. Kızaran yanaklarımı başımı eğerek saklarken duymazdan geldim. Yine de benden hoşlanıyor olması fikri bile kulağa çok hoş gelmişti.

"Gece için kusura bakma olur mu? Bir an uyuyakalmışım."

Başımı kaldırdığımda tabağıyla ilgileniyordu.

"Sorun değil."

Israrla devam ettim. "Bir de yaralı hâlinle kahvaltı hazırlamışsın. Güya ben sana bakacaktım ama daha çok sen benimle ilgileniyorsun."

Yüzündeki tebessümle gözlerini gözlerimi taşıdı.

"Bana bakman için önce biraz hamarat olman gerekiyor. Hem bu ilk değil. Muhtemelen son da olmayacak."

Suratım düşerken içim acıdı. En çok hangisine üzülmem gerektiğine karar veremedim. İlk olmamasına mı yoksa son olmayacağına dair ifadesine mi? Ne zordu... Güçlükle tebessüm ederek mızmızlandım.

"Sürekli böyle uğraşacak mısın benimle? Ayrıca sen de bir erkeğe göre fazla hamaratsın. Benim odamdan bile daha toplu evin."

Küçük bir kahkaha atıp arkasına yaslandı.

"Askerî okulların da bazı kuralları var işte. Zamanla içine işliyor. Biz her zaman düzenli ve tertipliyiz İnci. Disiplin her şeyden önce gelir bizim için. Temizliğe gelirsek de o biraz da kişiye bağlı sanırım."

Kahvaltımı yaparken dikkatle onu dinliyordum.

"Zor olmalı."

Yani benim için zordu mesela. Ben hep dağınıktım. Pis değildim ama dağıtırdım işte. Toplamaksa pek benim yaptığım bir iş değildi buraya gelene kadar. Şimdi ise yalnızdım. Kendi işimi kendim yapmam gerekiyordu.

"Zor ama sistematik bir şekilde ilerleyince bir parçan gibi oluyor."

Çayımdan bir yudum alıp bardağımı yerine bıraktım.

"Şey... yüzbaşım bir soru daha sorabilir miyim?"

Bakışlarımız kesişirken dikkatini bana verdi.

"Sor bakalım."

Alt dudağımı ezerken merakla bakıyordum ona.

"Bordo berelisin değil mi? Özel kuvvetler."

Gözlerinde bir an şaşkınlık yakalasam da çabuk toparladı.

"Anlamana şaşırdım."

Şirince sırıttım.

"Aslında lavaboya giderken odanın kapısı açıktı ve bereni gördüm. Ama hiç takmamıştın."

Elindeki çatalı bırakırken bakışları imalıydı.

"Hım... Bir daha küçük kızlar için odamın kapısını kapalı tutmam gerekecek sanırım."

Yanlış anlaşılmaktan korkarak itiraz ettim.

"Ben özür dilerim. Gizli olduğunu bilmiyordum. Ayrıca odana da girmedim."

Derin bir nefes alarak gözlerime baktı.

"Aslına bakarsan gizli değil. Ama ortada da değil diyelim. Biz görünmeyiz İnci."

Merakla kaşlarım havalandı.

"Şu sizle ilgili anlatılan efsaneler gibi mi?"

Yüzünü buruşturarak çayına uzandı.

"Çoğu afaki, uydurma şeyler. İnsanların efsaneleştirme çabası. Biz hikâyelerde pek yer almayız. Varlığımız da yokluğumuz da bir bizim. Sessiz sedasız hallederiz işimizi. Kimse görmez, kimse bilmez. Son çareyiz aslında. En son bize başvurulur. Öyle abartıldığı gibi vücut olarak değil beyin olarak çalışırız en başta. Fakat aldığımız eğitime gelirsek kimse geçemez önümüze."

Kaşlarımı çattım. Söyledikleri kafamda tam oturmamıştı. "Ama Cihan sen göreve gidiyorsun," Elimle omuzunu gösterdim. "Bak yaralandın hem de."

Sakince gülümseyip başını iki yana salladı.

"Ben hiç göreve gitmiyorum demedim ki. Ama az gidiyorum diyelim. Daha çok karargâhta bulunuyorum."

Ne yalan söyleyeyim, bu duruma sevinmiştim. Sürekli gidiyor olsa daha kötüydü.

"Hım... Biraz farklı. Peki nerede vuruldun? Nasıl oldu?"

Merakım giderek artmış, arka arkaya sorularımı sıralarken beni frenledi. Tek kaşını kaldırarak keskin bir bakış attı.

"Senin saçların orijinal sarı mı? Yoksa sen de mi çakmasın?"

Sorularımın cevabını beklerken gelen soru afallamama sebep oldu. Anlaşılan çok soru sormuştum ve o da fazla konuşmuştu. Yine de saçlarıma bakmaktan kendimi alamadım. Başımı kaldırdığımda gülüyordu.

"Konuyu kapat diyorsun yani," Beni başıyla onaylarken devam ettim. "Ayrıca ben orijinal sarışınım."

Ayağa kalkıp masayı toplamaya başladım. Elimdeki tabağı tezgâha bıraktığımda onu arkasına yaslanmış genişçe sırıtırken buldum.

"Ben de öyle tahmin etmiştim."

Tekrar masadan aldıklarımı tezgâha koyarken homurdanıyordum.

"Hı, tabii tabii. Kaba adam."

"Seni duydum ufaklık."

Alaylı sesiyle yine bana ufaklık demesi daha da sinirlenmeme sebep oluyordu. Elimdekileri biraz sert bir şekilde tezgâha bıraktım. Kızgınlıkla arkamı döndüm.

"Ben ufaklık değil..."

Hemen dibimde bulduğum Cihangir'le cümlemi tamamlayamadım. Ne ara bu kadar yakınıma gelmişti? Hiç hissetmemiştim. Burun buruna gelmemizle başımı kaldırdım. Tabii bu mecazi bir anlatımdı. Zira ben onun çenesine geliyordum.

Ela gözleriyle karşılaştığımda iki yanımdan kollarını uzatarak elindekileri tezgâha bıraktı. Onun eğilmesiyle ben de belden üstümü aynı oranda geriye atarken zorla yutkundum.

"Tamamlamayacak mısın?"

Tok sesi, dik bakışları baştan aşağı ürpermeme sebep oluyordu. Konuşurken biraz geri çekildim. Gözleri hâlâ üzerimdeydi.

"Ben, yani... İşte, ben yirmi dört yaşındayım ve o yaştaki kızlar ufaklık olmaz diyecektim..." Çantamı kurcalayarak adıma kadar öğrenen adamla dudaklarımı büzdüm. "Ama sen bunu da biliyorsun zaten."

Başıyla beni onaylarken ellerini tezgâhtan çekmemişti. Gözleri hâlâ gözlerimde, yakıp geçiyordu âdeta. Kaçamak bakışlar atıyordum.

"Sen kaç yaşındasın ki?"

Sesim iyice içine kaçarken ellerim önümde sorduğum soruyla dudağının bir kenarı kıvrıldı.

"Otuz."

Ellerime düşürdüğüm saniyelik bakışlarla hemen aradaki farkı hesapladım. Büyük bir hesabın içinden çıkmışım gibi gözlerimi gözlerine diktiğimde mırıldandım.

"Yani aramızda altı yaş var."

Zaten bildiği şeyi çok önemli bir bilgiye ulaşmış gibi ona söylerken yüzünde kaybolan gülümsemesiyle konuştu.

"Bu senin için sorun mu?"

Kaşlarım havalandığında şaşkındım.

"Neden olsun ki? Beni çocuk gibi gören sensin."

Daha fazla bakmayıp gözlerimi kaçırarak başımı yana çevirdim. Elini çeneme koyarken gözlerimizi tekrar birleştirdi. Alevler içinde kaldım yine. Kendimi bir kaplanın pençeleri arasına sıkışmış tavşan gibi hissediyordum. Kalbim deli gibi çırpınıyordu. Fakat o pençelerini çıkarmak yerine, tüy hafifliğinde dokunuyordu bedenime.

"Seni çocuk olarak görmüyorum."

Titrek bir nefes aldım.

"Neden o zaman ufaklık diyorsun?"

Bakışları bir an olsun gözlerimden ayırmıyordu.

"Seneler sadece yaşı büyütür İnci. İnsanı büyüten hayatta yaşadıklarımızdır. Sen o kadar temiz o kadar safsın ki... Pamukların içinde büyümüşsün. İşte bu yüzden ufaklıksın."

Hızlıca omuz silktim. Ben ufaklık değildim. Olsam bile büyümeye hazırdım.

"Tamam ben de burada büyürüm işte."

Olumsuzca başını iki yana salladı. "Burası olmaz. Burada emekleyemezsin, koşman gerekir."

Ne olmuştu ki yani?

"Koşarım ben de."

"Düşersin."

"Sen varsın ya tutarsın."

Bir an duraksarken ne dediğimi sonradan fark ettim. Derin bir nefes alan Cihangir artık hüzünlü bakıyordu. Gözlerini kapatıp bir süre bekledi. Açtığında ela gözlerindeki birkaç yıldızı kaybetmişti.

"Anlamıyorsun İnci. Ben her zaman yanında olamam. Zaten yanında olmam da sana dertten başka bir şey değil."

Şimdi ben de hüzünlü bakıyordum.

"Neden öyle diyorsun? Nişanlı olduğumuzun bilinmesi bile benden uzak durmalarına yetiyor."

Gergince nefesini dışarı verirken geri çekildi. Bu benim için büyük bir yokluk olmuştu. Haksızlıktı bu. Dibime kadar girmişken böyle bir anda adımlarını geri atamazdı.

"Şimdilik İnci. Şimdilik... İleride başına sadece daha büyük belalar açacak."

Kollarımı göğsümde bağlarken kaşlarımı çattım.

"Bırak da bunu ben düşüneyim."

Fakat beklediğim cevap çok daha can acıtıcıydı.

"Evine git. Ailenin yanına, yuvana dön. Ne olursa olsun onlar koruyacaktır seni. Burası sana göre değil."

Şimdi benim mavilerime sis çökmeyecekti de kimin gözlerine çökecekti? İstemiyordu beni. Anlamıştım. Yine hayal kırıklığı. Ne bekliyordum ki? Yalnız ve onun tabiriyle küçük bir kıza sahip çıkmasını mı? Ya da küçücük kalbime bakmasını mı? Ben zaten kalbimdeki yalnızlığın acısıyla kaçmadım mı? Ailem başkalarından korurken kendileri zarar veriyordu bana. Yoksa kaçar mıydım onların yanından? Biricik kardeşimi bırakır mıydım hiç? Ama buraya gelerek hata yapmıştım anlaşılan.

Ben bir an sanmıştım ki... Ah boş verin gitsin. Saçmaladım kendimce.

Annem babam bile arkamda durmazken yabancı bir erkekten bunu beklemek aptallıktı zaten. Kalp yerine aklımı kullanmayı öğrenememiştim işte. Sinirle onun yanından geçip salona yöneldim.

"İnci nereye?"

Sert tavırlarla eşyalarımı topluyordum.

"Kliniğe gidiyorum, geç kaldım."

Salondan çantamı ve telefonumu almamla kapıya yöneldim. Koridorda kolumdan yakalayarak durdurdu.

"Bak beni yanlış anladın. Ben seni düşünüyorum."

Hızla kolumu kurtararak onu ittim. Fakat geriye gitmesi için yeterli olmadı. Ne onu uzağa itebildim ne de çatallaşan sesime hâkim olabildim.

"Ben seni gayet iyi anladım. Annemle babam da beni düşünüyordu sözde. Ama sadece kendi şirketlerini, itibarlarını düşündüler. Sen de aynısın işte," İşaret parmağımı göğsünün üstüne koyarak devam ettim. "Korkak ve bencil bir adamla benim de işim yok zaten."

Gerilen bedenini parmak ucumla bile hissederken kasılan çenesine uyumlu kaşlarını çattı. Bana sert bir şekilde bakarken umursamadan yanından geçip kapıyı açtım. Bir anda karşıma çıkan Giray telefonuna bakarak konuşuyordu.

"Hadi ağabey nerede kaldın? Geç kalıyo..."

Başını telefonundan kaldırdığında, beni fark etmesiyle cümlesine devam edemedi. Şaşkınlığını üzerinden atıp gülümsedi.

"Yenge! Sen burada mıydın?"

Sinirli bir şekilde zaten çatık olan kaşlarımla bir adım öne atıp ona da öfkelendim.

"Sakın bir daha bana yenge deme!"

Onu da omzundan iterek merdivenleri inerken düşmemek için tırabzanlara tutunmuştum. Aşağı indiğimde gözyaşlarıma hâkim olamazken arabama bindim.

Ben çoktan aşk merdiveninden aşağı yuvarlanmıştım. O ise düşerken elimi tutmak bile istememişti.

 

💛💛💛

İnstagram:soylumery

Loading...
0%