@soylumery
|
Merhaba 💛💛💛 Keyifli okumalar...🥰
Kalbin kırılması ne kolaydı. İnsanın içinin acıması için sebep çoktu da tamiri zordu işte. Keşke kalp, kırıldığı gibi hemen toparlanıverseydi. Ama kor düşmüştü bir kere. İlacı gelmeden teselli olur muydu hiç? Eve geldiğimde Burçak'ın olmamasını fırsat bilerek odama kapandım. Yolda gelirken Yusuf'u arayıp geç kalacağımı haber vermiş, acil bir durum olursa da aramasını istemiştim. Bir saate yakın yatağımda boş boş oturup konuştuklarımızı düşündüm. Hata etmiştim. Hemen kaptırmıştım kendimi. Fakat bu elimde olan bir durum değildi ki. Yine de neye güvenip yakın davranmıştım ki? Beni sevmek zorunda değildi. Bana âşık olmaksa onun seçimi olmayacaktı zaten. Zorla güzelliğin olmadığını en iyi bilen ben şimdi neyin derdine düşmüştüm böyle? Kalbim neden acıyordu benim? Yerimden kalkıp kendimi banyoya attım. Duş almalıydım. Ilık bir duş... Beni kendime getirmesi gerekiyordu. Sahiden de öyle oldu. Duşun ardından daha iyi hissediyordum kendimi. Saçlarımı kuruttum bir güzel. Aheste aheste takılıyordum. Yapmam gerekenleri yapıyordum ama aklım yüzbaşında takılı kalmıştı. Altıma mavi bir kot geçirip üzerime de siyah bir üst seçtim. Matemim vardı bugün benim. Hafif bir makyaj yapıp kendimi toparlamanın ardından evden çıktım. Kliniğe geldiğimde Yusuf müşteriyle ilgileniyordu. Onları es geçerek masama oturdum. Bilgisayarı açarak bir süre işlerimle ilgilendim. Çalan telefonuma baktığımda Burçak arıyordu. Açtığımda ise duyduğum öfkeli ses telefonu uzaklaştırmama sebep oldu. "Sen neredesin? Kafayı yiyordum akşam. Kaç kez aradım seni." Derin bir nefes aldım. "Sakin ol Burçak. Görmedim aradığını." Ara vermeden devam etti. "Allah'tan en sonunda Cihangir açtı da kendisinde olduğunu ve uyuduğunu söyledi. Kızım senin ne işin var orada? Hani umurunda değildi. Hadi gittin, niye uyuyorsun?" Yusuf'a bir göz atıp arka tarafa geçtiğini fark ettim. Ciğerlerime batan havayı serbest bıraktım. "Burçak sonra konuşalım mı?" Bendeki hüznü fark etmiş olacak ki endişesi ses tonuna yansıdı. "Bir şey olmuş. Sesin de kötü geliyor. Sorun mu var?" Derin bir iç çektim. "Bir şey yok." Panikle devam etti. "Yoksa o kasıntı sana bir şey mi yaptı?" Görmüyor olsa da olumsuzca başımı salladım. Yine de çok haksız sayılmazdı. Kalbime bir şeyler yapmış olmalıydı. Yoksa neden böyle ısrarla onu sayıklasın. "Hayır. Akşam konuşalım olur mu?" Anlatmayacağımı bildiği için zorlamadı. "Tamam. Akşam çarşıda buluşalım. Beraber yemek yeriz." Onaylayarak kapattım telefonu. Arkasından çalan iş telefonumla gün fazlasıyla yoğun geçmişti. Yusuf'u klinikte bırakıp saha işlerine koşarken ne ara akşam olduğunu anlayamadım. Akşam Yusuf'u eve erken gönderip kliniği ben kapattım. Çarşıda Burçak'la buluştuğumuzda beni restoranda bekliyordu. Birlikte yemeğimizi yerken o konudan bahsetmedik. Burçak hastaneden bahsetmişti biraz. Ben de bugünkü işlerden bahsettim. Yemeğimizi yedikten sonra kahvelerimizi istedik. Kısa süre sonra kahvelerimizi içerken zamanı gelmiş olacak ki Burçak iri gözlerini gözlerime dikti. "Anlat bakalım. Neden böyle üzgünsün?" "Bana git dedi Burçak." Ortadan giriş yapmamla anlamsız gözlerle bana bakan arkadaşım suratını buruşturdu. "Nasıl yani?" Derin bir nefes alarak en başa sardım. Ona sabah olanları detaylı bir şekilde anlatırken dikkatle beni dinliyordu. Son cümlemi bitirmemle buruk bir tebessüm etti. "Ah be güzelim niye ağladın bu kadar? Sadece seni düşünmüş bu normal değil mi? Ben bile sana en başta zor olduğunu söylemedim mi?" Önümde duran kahvemle oynarken bakışlarım da fincanımda geziyordu. "Ben bilmiyor muyum Burçak? Ama ben buraya neden geldim en iyi bilenlerden biri sensin. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmem lazım. Benim kimseye ihtiyacım yok. Ben sadece sandım ki..." Cümlemi tamamlayamadım. Burçak'a kaçamak bir bakış attığımda bana doğru biraz eğildi. "Ne sandın İnci?" Başımı kaldırmamla göz göze geldik. "Ben... Hiçbir şey..." Gözlerimi kaçırmama izin vermedi. "Gözlerime bak tatlım. Benden de mi saklayacaksın?" Alt dudağımı dişlerim arasında ezerken inkâr etmek dillendirmekten daha kolay geliyordu. "Ne saklaması? Neyden bahsediyorsun?" Elini elimin üzerine koyup gülümsedi. "Ondan hoşlanıyorsun. Hatta daha da ilerisi. Âşık oldun değil mi?" Duyduklarım ağır bir gerçeğin yüzüme vurulması gibiydi. Kalbimde küçük bir sızı hissederken umutsuzca baktım arkadaşıma. Ben Cihangir'den hoşlanıyor muydum? Yoksa... yoksa ona âşık mı olmuştum? Gerçekten öyle miydi? Kendi kalbimde cevabı ararken dalıp gittim. Neden bu kadar tepki vermiştim ona? Onun bakışı, dokunuşları neden etkiliyordu beni? Bana küçük ya da ufaklık demesinden neden rahatsız olmuştum? O çok yakışıklı, etkileyici bir erkekti. Kendimi kaptırmama şansım var mıydı sanki? Evet, düpedüz hoşlanıyordum ondan. Hatta durum daha da vahimdi. Ben âşık olmuştum! Yani aşk buysa, âşıktım elbette. Fakat çok erken olmamış mıydı? Sırası değildi ki. Zaman lazımdı bana. Peki ya o? Burçak'ın fark ettiği durumu o da çoktan fark etmiş olmalıydı. Dediği gibi o kadar saftım ki bunu bile saklayamamıştım. Ve daha da vahimi duygularımın karşılıksız olmasıydı. Yoksa bana neden git desin ki? İstemiyordu beni işte... Ben ona göre miydim sanki? Etrafında Merve gibi güçlü, akıllı, kendisine benzeyen kadınlar varken benim gibi başını sürekli belaya sokan, beceriksiz bir ufaklığa bakıcılık mı yapacaktı yani? Belki de sarışın sevmiyordu, kim bilir... Sonuçta o benim çetelemi çıkartsa da ben onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum hâlâ. Ya kalbinde başka biri varsa? Yok demişti gerçi. Olsa söyleyecek kadar yürekli duruyordu. Sıkıntılı bir nefes verdim. "Bilmiyorum Burçak." Yine gözlerim doldu. İstemsiz oluyordu bu. Ağlamak istemiyordum ama kendime de hâkim olamıyordum. Aşkın çaresizlik olduğunu bugün anladım. Elinden hiçbir şey gelmiyor. Yönetemiyorsun karşındakinin kalbini. Onu bırak, kendi kalbine bile gücün yetmiyor. Bu çaresizlik değil de ne? "Kafam çok karışık. O beni istemiyor." Sürekli aynı kelime yankılanıyordu aklımda. O seni istemiyor. O seni istemiyor. O seni istemiyor... Üzgün bir şekilde gözlerime bakan arkadaşım dudaklarını birbirine bastırdı. "Üzülme kuzum. Eminim en kısa zamanda ne kaybettiğini anlayacaktır," Beni teselli etmek istemiş olacak ki devam etti. "Hem belki de o da kalbiyle aklı arasında kalmıştır." Buruk bir gülümseme şekillendi dudaklarımda. Kalbiyle aklı arasında kalabilmesi için önce kalbine yer edebilmiş olmam gerekirdi. Fakat ortada böyle bir durum olduğunu sanmıyordum. "Kendimi kandırmanın anlamı yok. Boş bir hayale dalmak üzereydim ve uyandım işte. Bundan sonra görüşmemek en doğrusu." İnanmayan bir bakış attı. Ben de inanmadım kendime ama olması gereken buydu. "Pek inandırıcı gelmedi ama..." Kaşlarım çatılırken cevap vermeme izin vermeden ayaklandı. "Hadi kalk, gidiyoruz." Şaşkınca ona baktım. "Nereye?" Çantasını ve telefonunu alırken bir eliyle de kalkmam için işaret yapıyordu. "İçmeye." Beklemediğim kelimeyle ayaklandım. "Ne içmesi kızım, kafayı mı yedin?" Fazlasıyla kendinden emindi. "Hayır." "Ne içeceğiz peki?" Bunu gerçekten merak ediyordum. Ukala bir gülümseme sundu. "Meyan şerbeti. Aşk acısına birebir diyorlar." Bir an durup düşünür gibi yaptı. "Mırra mı içsek acaba?" Sonra elini havada salladı. "Boş ver çok acı. Tatlı iyidir." Gülerek Burçak'ın peşine takılırken mırıldandım. "Doktor hanım reçeteyi yazdı..." *** Sabah gözlerimi açar açmaz yine ilk iş olarak telefonuma baktım. Ne bir arama ne de bir mesaj vardı. Bir hafta olmuştu. Ben her gün onu düşünürken, onun aklına bile gelmiyordum. Yoksa en azından bir mesaj atardı ama bir haftadır hiçbir şey yapmamıştı. Nerede olduğunu bile bilmiyordum. Belki o da bana kırgındı. Sonuçta ona korkak ve bencil olduğunu söylemiştim. Hâlbuki vatanı için mücadele eden bir asker nasıl korkak ve bencil olabilirdi ki? Onları söylerken çok kötü bakmıştı bana. Yine de karşılık vermemişti. Aslında benim bahsettiğim başka bir şeydi. Yoksa beni o teröristlerin elinden kurtarırken görmüştüm. O kadar cesurdu ki gözünü bile kırpmamıştı. Ama ya kalbi... Kalbi için de aynısı geçerli miydi? Benim savunmasız kalbimi kalbine alacak kadar cesur muydu? Peki ben neden istiyordum bunu? Aslında bunun bir cevabı yoktu. Sanırım Burçak en doğru tespiti yapmıştı. Hoşlanıyordum ondan. Belki de daha fazlası. Bilemiyorum... Ama ona karşı bir şeyler hissettiğim kesindi. Bir haftada daha iyi anlamıştım bunu. Canımı yakan tek şey karşılık bulamayan duygularımdı. Yataktan kalkıp lavaboya gittim. Odaya geldiğimde üzerime yazlık, yeşil bir tulum geçirdim. Hafif bir makyajla saçlarımı açık bırakarak odadan çıktım. Burçak kapıda ayakkabılarını giyerken telaşla konuştu. "Bebeğim günaydın. Benim hemen çıkmam lazım. Geç kaldım." Gülümseyerek kapıya ilerledim. "Günaydın. Dikkat et kendine." "Sen de." Telaşla beni öpüp gidince ben de arkasından çıktım. Yusuf her zamanki gibi kahvaltı hazırlamıştı bize. Bu sefer pek bir şey geçmedi boğazımdan. Kliniğimdeki yavru köpeğin kendini toparlamaya başlaması ise şu aralar en büyük mutluluğumdu. O kadar tatlıydı ki bayılıyordum ona. Muhtemelen iki yaşında olmalıydı. Orta boy bir köpek cinsiydi. Kırma olduğu için tam olarak ne olduğunu bilemiyordum. Tek istediğim sakat kalmamasıydı ama bu çok fazla emek istiyordu. Alçıdan sonra bir süre fizik tedaviye bile ihtiyaç duyabilirdi. Bir şekilde ufak tefek işlerle öğleni ederken bir türlü telefona bakmaktan alamıyordum kendimi. Yine boş olan ekran canımı sıkarken sert bir şekilde masaya bıraktım. "Abla ben arka tarafa geçiyorum depoyu düzenleyeceğim." Yusuf'un sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. "Tamam ablacığım. İhtiyaç olursa seslen." Yusuf arka tarafa geçtikten kısa bir süre sonra kapı açıldı. Elinde tespih sallayan adam dikkatimi çekerken başımı kaldırarak yüzüne baktım. Tanıdık gelen yüz, ne yazık ki suratımı buruşturmama sebep olmuştu. Arkasındaki adamla birlikte yanıma gelerek sırıttı. "Oo... Baytar hanım da buradaymış." Karşımda yine rahat tavırlar sergileyen Doğan'a hemen kaşlarımı çattım. Bu adam ne hakla yine karşıma çıkıyordu anlamıyordum. "Ne istiyorsunuz?" Doğan masanın önündeki koltuğa oturdu. Arif yine ellerini önünde bağlamış dikiliyordu. Zaten tek yaptığı manasız bir saygı gösterisiydi. "Hoş geldin demek yok mu?" Asık suratımla bir miktar da belli etmek istemediğim bir çekingenlik vardı üzerimde. "İlaç mı lazım?" Olmadığı belliydi ama yine de şansımı deniyordum. Arkasına yaslandı. "E bir kahveni alırız artık." Sinirlerim gerilirken adamdaki rahatlığı anlayamıyordum. Sanki kahveye gelmişti. Bir okey taşları eksikti zaten. Onu da getirsem memnun kalacaktı. "Kahve falan yok. İnsan gibi ne istiyorsanız söyleyin, yoksa terk edin kliniğimi." Koltukta biraz doğrularak kolunu masama yasladı. Gülümseyen yüzü yavaş yavaş yok olurken korkutucu bir görünüm almaya başladı. "Ama olmaz ki güzelim. Sen gel burada dükkan aç sonra da esnaflıktan bihaber yaşa. Hiç yakışıyor mu sana?" Daha fazla dayanamayacaktım. Sesim istemsiz yükseliyordu. Ne zamandır buradaydım ve şu adamın yaptığı saygısızlığın bir benzerini dahi etraftaki esnaftan görmemiştim. "Bu ne küstahlık. Hemen çıkın kliniğimden." Başımı çevirdiğimde Yusuf'u kapı arasından bizi izlerken gördüm. İnşallah yanımıza gelmezdi. Çünkü bu adamlar tekin değildi. O gün bana silahını gösterdiğini unutmamıştım. "Sen kimsin ki bizi kovuyorsun? Hâlâ anlamadın değil mi? Ben istediğimle, istediğim gibi konuşurum." Ayağa kalkıp elimle kapıyı gösterdim. "Hemen defolup gitmezsen polisi arayacağım." Bir süre beni izleyip ayağa kalktı. Elleri arkasında yavaş yavaş bana doğru yaklaştı. "Hayırdır. O boynuna atladığın komutan yok mu? Ben olsam polis yerine önce onu arardım." Eliyle masamda duran birkaç süsü yere fırlatmasıyla bir adım geriledim. Yavru köpeğim tehlikeli durumu sezmiş olacak ki havlamaya başladı. Masadaki telefonumu kavrarken gitmeleri için tekrar şansımı denedim. "Şimdi polisi arayacağım. Bu yaptığınız suç." Alaylı bir kahkaha atıp diğer adama döndü. "Duydun mu Arif? Nişanlısı koskoca yüzbaşı ama o tutturmuş polisi arayacağım diyor." Bakışları yeniden beni bulduğunda açtığım mesafeyi bir adımda tekrar kapattı. "Yoksa nişanlın seni terk mi etti baytar? Ya da yalan olmasın her şey." Elimdeki telefonu hızla çekerek yere fırlattı. Korkuyla gözlerim büyüdü. Zor da olsa yutkundum. Sesim eskisi kadar kendinden emin değildi. "Ne yapıyorsun sen?" Arif araya girdi ama onun da cesareti Doğan'ı yönlendirecek kadar değildi. "Ağam gidelim artık." Arif'e dönen sert bakışlarıyla azarladı. "Karışma bana." Başını bana çevirdiğinde geriye gitmek istesem de yer kalmamıştı. Bileğimden kavrayıp kendine çekti. "O gün dikleniyordu yüzbaşı. Ne oldu? Hâlâ yüzük takamamış parmağına." Yüzünü bile göremediğim adam mı takacaktı yüzüğü? O bana o kadar uzaktı ki. Hem de ben ona bir o kadar yakın olmak isterken. Zar zor mırıldandım. "Bu seni ilgilendirmez." Üzerimde gezen bakışlarıyla sırıttı. "Aslında çok ilgiliyimdir ben baytar hanım. Böyle güzel bir şey gördüm mü ilgilenmeden yapamıyorum." Kolumu çekiştirdim. "Bırak beni pislik herif. Cihangir bu yaptığını öğrenirse seni pişman eder." Çırpınmamla bileğimi daha da sıktı. Canım acımaya başlamıştı. Gözümden akan bir damla yaşla ne yapacağımı bilmiyordum. Tek ihtimal Yusuf'un çoktan polisi aramış olmasıydı. Fakat o arka taraftan çıkarak bağırdı. "Bırak lan ablamı." Yusuf'un tepkisi Doğan'ın dikkatini çekerken ona doğru döndü. "Bak hele... Kimler varmış burada?" Yusuf bize doğru yaklaşırken Arif araya girmiş ve silahını göstermişti. Küçücük çocuğu bile silahla korkutacak kadar zavallılardı. "Yusuf uzak dur ablacığım." Doğan alayla beni taklit etti. "Bak ne güzel söylüyor. Uzak dur ablası." Karşımda gevşek gevşek konuşan adama diktim bakışlarımı. Ne hakkı vardı beni böyle taciz etmeye? Nereden buluyordu bu cesareti? Güçlü durmalıydım. Kimseye muhtaç değildim. Sağ elimi sıkıca tuttuğu için sol elimi kaldırarak suratına sert bir tokat attım. İyi yapmıştım. Belki daha çok öfkelenecekti ama hadsizliğine karşı kendimi tutamamıştım. "Defolup gidin kliniğimden." Yüzüne yediği tokatla neye uğradığını şaşıran Doğan eliyle yüzünü kavradı. Bakışları daha da tehlikeli bir hâle büründü. İki eliyle kollarımdan kavrayıp sarsmaya başladı. "Lan, seni elimden kim alacak şimdi?" Yusuf bu hâlime kayıtsız kalmayarak öne doğru atıldı. Arif silahını çektiği anda bağırdım. "Bırak çocuğu!" Doğan bir adım dahi atmama izin vermedi. "Kes lan sesini!" Doğan'ın öfkeli sesi kulaklarımda yankılanırken bir anda kliniğin kapısı açıldı. İçeriye rüzgâr gibi giren Cihangir doğruca Doğan'a yöneldi. Ne ara yanımıza kadar geldi, ne ara ensesinden kavradığı Doğan'ı geriye çektiği gibi suratına sert bir yumruk indirdi anlamıyordum. Arkasından giren Giray da Arif'e ulaşmıştı bile. "Cihan." Ona seslenişimi duymadı. Yakasına yapıştığı Doğan'ın çenesine bir yumruk daha geçirmesiyle yere serdi. "Ulan şerefsiz it. Sen hangi hakla ona dokunursun?" Zor da olsa toparlanan Doğan ayağa kalkmaya çalışırken yakasını kavradı. Arka arkaya iki yumruk geçirdi. Ellerim ağzımda izliyordum her şeyi. "Sen bittin komutan." Doğan silahını kavrayıp Cihangir'i hedef aldığında korkuyla çığlık attım. "Cihangir dikkat et." Gayet sakin olan Cihangir ise beklemediğim bir pratiklikle silahı Doğan'ın elinden alıp ona doğrulttu. İşler ne ara tersine dönmüştü? "Bir daha seni nişanlımın yakınında dahi görürsem üçüncüye affetmem bilesin." Şarjörü çıkararak silahı önüne attı. "Köpeğini de alıp defol git şimdi." Doğan korkuyla yerdeki silahı kavrarken doğruldu. Gerileyerek Arif'le klinikten çıktı. Bana dönen Cihangir'e koşarak kollarına atıldım. Evet, yine yaptım aynı şeyi. Yine ilk fırsatta sarıldım ona. Fakat bu sefer o da her zamankinden daha farklıydı. Beni sıkıca sararak saçlarımı okşadı. Kolları belime her zamankinden daha hızlı dolanmıştı. Başıma kondurduğu küçük öpücükle yüzümü göğsüne daha çok bastırdım. Kokusunu derin derin içime çektim. Özlemiştim onu, kokusunu. Hem de çok... O da burnunu saçlarıma daldırırken derin bir nefes çekti içine. Hemen kıvrıldı dudaklarım. O da özlemişti beni. O zaman neden uzak tutuyordu beni kendinden? Birbirimize iyi gelebilirdik oysa. Ben ona çiçek olurdum o bana toprak... İkisi de birbiri olmadan anlamsız değil mi? Ne de genişti göğsü, nasıl sarıyordu kocaman kollarıyla... Onun göğsünde küçücük kalıyordum. Öyle güzel sarıyordu ki âdeta saklıyordu beni. Geçmişimi dahi unutturuyordu bana. Gelen öksürük sesi beni kendime getirirken birbirimizden ayrıldık. Giray kollarını göğsünde birleştirmiş sırıtıyordu. "Bir an hiç ayrılmayacaksınız sandım." Yanaklarım ısınmaya başlamıştı bile. "Ben korktum da o yüzden yani." Cihangir, Giray'a ters bir bakış atarken elimden tutarak beni masanın önündeki koltuğa oturttu. Kendisi de yanıma oturdu. Giray'la Yusuf da yanımıza geldi. "İnci abla iyi misin?" Şefkatle baktım gözlerine. Nasıl da tatlıydı. Kardeşim gibi olmuştu. "İyiyim merak etme." Eski neşesine kavuşan Yusuf arkasını döndü. "O zaman ben çay getireyim size." Yusuf gidince ikiliye döndüm. "Siz nasıl geldiniz, yani nereden bildiniz?" Cihangir'in bakışları hâlâ sertti. "Önceki gelişimde Yusuf'a numaramı vermiştim. O aradı. Biz de çarşıda olunca geldik hemen." Ah Yusuf... İyi ki vardı. "Teşekkür ederim." Kısa bir süre sonra çayları getiren Yusuf'a gülümsedim. "Teşekkür ederim Yusuf. Cihangir'i aramışsın." Tatlı tatlı gülümsedi. "Ne demek abla. O adam her gittiği yere anca bela götürür. Allah'a şükür ki Cihangir ağabey gibi bir nişanlın var. Yoksa bir kıza taktı mı bırakmaz o manyak." Şaşkınlıkla dinledim Yusuf'u. Tanıyor oluşunu beklemiyordum. "Sen nereden biliyorsun?" Yusuf elindeki tepsiyi önüne indirerek heyecanla anlatmaya başladı. "Burada onu bilmeyen mi var İnci abla? Kaç kızı harcadı öyle. Ama babası ağadır diye her seferinde kurtardı parçayı. Paraları çok tabii." Üzgünce dudak büktüm. "Anladım." Başım yere düşerken gözlerimi çayıma diktim. Belki de Cihangir haklıydı. Belayı kendime çekiyordum ve hâlâ ufaklıktım. Kendi ayaklarımın üstünde durmayı bile beceremiyordum. Cihangir çenemi kavrayıp başımı kaldırdı. Gözlerime fazlasıyla şefkatli bakıyordu. "Bileğine eczaneden bir krem alalım. Kızarmış biraz." Olumsuzca başımı iki yana salladım. "Gerek yok. Ben hallederim." Sıkıntılı bir nefes verdi. Uzatmak niyetinde değildi. Çaylarını içip ayaklandıklarında üzgün bir şekilde Cihangir'e baktım. Onun gitmesini istemiyordum. Beni bırakmasa olmaz mıydı sanki? Giray ona doğru havlayarak kuyruğunu sallayan köpeğime kayıtsız kalamadı. Yanına giderek onunla oynarken gülümseyerek bir süre onları izledim. Cihangir'e döndüğümde bakışlarını bende yakalamıştım. Sessizce mırıldandım. "Hemen gitmek zorunda mısın?" Dudakları kıvrıldı. Gözleri sıcacık bakıyordu. "Ben değil biz gidiyoruz." Ne dediğini anlayamazken Giray'a döndü. "Giray sen burada bekle. Biz birazdan geliriz." Onun cevabını beklemeden beni elimden tutarak klinikten çıkarttı. Birkaç dükkân ilerimizde bulunan kuyumcuya girdiğimizde Cihangir kendinden emin bir şekilde içeri ilerledi. "Selamünaleyküm." Karşımızda, hemen tezgâhın arkasında duran orta yaşların üzerindeki adam tebessüm etti. "Aleykümselam. Hoş geldiniz oğlum." Tezgâha yaklaşarak dudaklarını araladı. Elimi hâlâ sıkı sıkı tutuyordu. "Kolay gelsin. Biz alyanslara bakacaktık." 💛💛💛 Görüşmek üzere... Instagram:soylumery
|
0% |