Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@soylumery

Keyifli okumalar....🥰

 

Cihangir'in sözleriyle heykel gibi kalmış ne hareket edebiliyor, ne de konuşabiliyordum. Allah'ım doğru mu duymuştu kulaklarım? Sahiden alyans mı alacaktık? Karşımızdaki adam bize gülümseyerek alyansları çıkartırken aynı zamanda da açıklama yapıyordu.

"Bunlar ince olanlar. En uygun olanları burada. Bunlar da düz sade olanlar, bunlar ise süslü ve taşlı olanlar. Biraz daha pahalıdır yalnız."

Adamın bakışları bizi bulunca Cihangir'i kolundan tutarak geriye çektim.

"Bak, buna gerek yok gerçekten. Ben kendi başımın çaresine bakabilirim."

Kaşlarını çatarak eliyle bileğimdeki kızarıklığı acımasından korkar gibi hafifçe okşadı.

"Belli oluyor nasıl başa çıktığın. O şerefsiz seni yalnız zannederse daha da çok üstüne gelecektir. Bir daha buna izin veremem. Hem madem nişanlı olarak biliyor parmağında yüzük olması lazım."

Derin bir iç çektim. Ben değersiz bir halka takmak istemiyordum. Denemiştim, olmuyordu. Hem bir alyans mı bağlardı insanları birbirine? İki halkanın parmaktaki yeri ne kadar önemliydi? Ben onu daha önemli bir yere koymuştum bile. Peki, benim yerim neresiydi?

"Ama bu hep böyle devam edemez."

Kaşları havalanırken sorgulayan bir havası vardı.

"Gittiği yere kadar ama eğer sen kısmetim kapanır diyorsan o ayrı."

Ters bir bakış attım.

"Hayatımda kimseyi istemiyorum."

Gözleri kısılırken dikkatle beni izliyordu. Daha fazla buna izin vermeyerek tezgâha yöneldim. Aslına bakarsanız istediğim biri vardı da o beni istemiyordu. Onun dışında da önemli değildi zaten.

Tezgâha dayanmış alyanslara bakarken Cihangir de başımda bekliyordu. Sıkılmış olmalı ki mırıldandı. "Seç artık birini. Daha ne kadar bekleyeceğiz?"

Seç demesi kolaydı da alması zordu işte. İkinci kez parmağıma bir yüzük girecekti ve yine istediğim şekilde, mutlu bir hâlde olmuyordu. Derin bir nefes alarak elimi kaldırıp ince olanlardan, sade bir yüzük aldım.

"Bu olsun."

Cihangir parmaklarım arasında duran yüzüğü kavradığında biraz inceleyip başını olumsuz anlamda salladı.

"Saçmalama İnci. Bu çok ince ve kenarları parmağını keser."

Umursamazca dudak büktüm. Fark etmezdi ki nasıl olduğu.

"Pahalı bir şey istemiyorum. Bu yeterli. Önemli olan simgesi."

Yüzüğü yerine koyup dikkatlice alyansları incelemeye başladı. "Tamam, ben hallederim." Kalın ama sade bir alyansa parmakları gittiğinde kavrayıp bana uzattı. "Bunu dene bakalım."

Parmağıma tam olan yüzük sade ama şık duruyordu. Cihangir'in zevki hoşuma gitmişti. Zaten öyle taşlı bir şey istemiyordum. Çok sevmezdim de. Daha öncesinde kocaman bir tektaş ve alyans vardı parmağımda ama mutlu değildim. O yüzden yüzüğün taşı, parası çok da önemli değildi.

"Çok güzel." Yüzümdeki gülümsemeyle her şeye rağmen çocuk gibi mutluydum. Ben de parmağımdaki alyansın eşini çıkarıp onun parmağına taktım. Ne hoş durmuştu. Ben takmıştım ya ondandı tabii. "Yakıştı."

Benim neşeli çıkan sesime karşın onun kaşları çatık parmağına bakarken homurdandı.

"Ben de mi takacağım?"

Gözlerimi devirdim.

"Takacaksın tabii. Tek başıma nişanlanmadım herhâlde."

Elindeki yüzüğü inceleyip çıkartarak tezgâha bıraktı.

"Ben bunu takamam. Alışık değilim bir kere. Hem sende olması yeterli."

Moralim bozulurken suratım asılarak ben de parmağımdaki yüzüğü çıkartıp tezgâha bıraktım. Alışık olmak neydi? Kim alışık olarak parmağına alyans takıyordu ki? Beni mi iğneliyordu yine? Önceden alışıksın mı demek istiyordu? Yoksa ne manası vardı ki dediklerinin?

"Sen istemiyorsan ben de istemiyorum."

Kuyumcunun kapısına doğru ilerlediğimde kolumdan yakaladı. Tekrar tezgâha götürerek yüzüğü eline aldı.

"Tak şunu başımın belası. Bak ben de takacağım."

Gülümseyerek parmağımı uzattığımda yüzüğü taktı. Kendisininkini de takmasıyla tezgâhın arkasındaki adam garip bakışlarla bize bakıyordu.

"Uzun zamandır böyle bir çift görmemiştim. Hem birbirinizi düşünüp hem de sürekli didişiyorsunuz. Genelde çiftler kendi çıkarlarını düşünür burada. Erkek cebini, kadın da takacağı en pahalı şeyi. Bence ne olursa olsun kaybetmeyin birbirinizi."

Dışarıdan bakınca gerçekten çift gibi mi görünüyorduk? Evet, tek takıldığım kısım burasıydı çünkü biz çift bile değildik. Olsak güzel olmaz mıydı? Adamın söyledikleriyle kızaran yüzümü saklamak için bakışlarımı yüzüğüme düşürdüm. Ben daha onu kazanamamıştım ki kaybedeyim.

Geçen dakikaların ardından ödeme yapmak için cüzdanından kartını çıkartan Cihangir'le yine kolunu kavradım. Tabii ki de ona ödetmeyecektim.

"Ben yüzüğümün parasını öderim."

Alayla tek kaşını kaldırdı. "Alman usulü yapalım diyorsun yani."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Evet... Ne olmuş?"

Yani olamaz mıydı? Sonuçta bu benim yüzüğümdü.

Muzip bir bakış vardı üzerinde. Bedenini tam bana doğru çevirdi. "Ben de senin gibi zengin bir kızdan hepsini ödemesi için bir teklif bekliyordum."

Mahcup bir ifadeyle bakıyordum. "Artık o kadar zengin değilim. Kartım da yok."

Küçük bir tebessüm etmesinin ardından kartı adama uzattı. Kuyumcu işlemleri hallederken tekrar bakışları beni buldu.

"Senin için üzüldüm doğrusu. Bir anda o zenginlikten soyutlanmak zor olmuş olmalı." Belli ki hâlinden hoşnuttu. Hatta çok eğleniyor gibiydi.

Sinirli bir bakış attım. "Benimle uğraşmaktan sıkılmadın mı?"

Başını iki yana salladı. "Peki ya sen? Sana ödetirim mi sandın?"

"Sana daha fazla yük olmak istemiyorum."

Aramıza giren kuyumcunun uzattığı kartını alan Cihangir'le teşekkür edip çıktık. Yolda ağır adımlarımız bizi kliniğe götürürken bakışlarım yüzüğümdeydi.

"Sen bana yük değilsin İnci."

Cihangir'in sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrıldım. Gözlerinin en içine baktım beni anlaması için.

"Son konuşmamızdan sonra bu söylediğin inandırıcı gelmiyor."

Tam kliniğin önüne geldiğimizde kolumdan tutarak beni kendine çevirdi.

"Sadece zarar görmeni istemiyorum. Neden anlamıyorsun?"

Alayla gülümsedim. Ne kadar da düşünceliydi. Gerçekten düşünceliydi ama bu yaptığı da kalbime bencillik gibi geliyordu.

"Bak böyle de zarar görüyorum."

Fısıltı gibi çıkan sesimle bana doğru bir adım daha attı. Kliniğin kapısını açan Giray bizi camdan görmüş olmalıydı ve yine yanlış zamanlama yapmıştı.

"Sonunda geldiniz. İçeride hasta var, seni bekliyorlar İnci."

İçeri girdiğimde küçük bir kedi beni karşılarken hemen önlüğümü giyerek onu muayene odasına aldım. Göz ucuyla cam bölmeden Cihangir'e baktığımda Giray'la hâlâ dışarıda konuşuyorlardı. Yusuf'un da yardımıyla küçük kediyi muayene etmemin ardından birkaç ilaç vererek yolcu ettim. O esnada Giray gülerek içeri girdi.

"Hadi yenge..." Devam edemeden duraksarken tedirgin bir bakış attı bana. "Yani İnci diyecektim."

Onun bu hâli, beni mahcup etti. O günkü çıkışımdan dolayı bana yenge demeye bile korkuyordu. Hemen arkasından içeriye giren Cihangir'e imalı bir bakış atıp Giray'a tebessüm ettim.

"Kusura bakma Giray o gün uyuz bir adama sinirlenmiştim ve sen çıktın karşıma. Sen de nasiplendin."

Giray'ın yeşil gözleri sevimli bir hâl alırken gülümsedi. Cihangir ise uyuz dediğim için ters bakışlar atıyordu bana.

"Sorun değil. İşin bittiyse gidiyoruz."

Giray'ın ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordum.

"Nereye?"

Çenesiyle yüzük olan elimi işaret etti. "Yüzükler takıldığına göre bunu kutlamamız gerekiyor."

Gözlerimi devirdim. Giray bu durumu biraz fazla ciddiye alıyordu.

"Sence gerçek olmayan bir şey için buna gerek var mı?"

Cihangir'e göz ucuyla baktığımda o da ifadesiz bir şekilde beni izliyordu. Böyle zamanlarda anca susmayı biliyordu zaten.

"Hadi ama oyunbozanlık yapma. Hem senin kıvırcık da gelir biraz kafa dağıtırız."

Dudaklarım kıvrıldı. Anlaşılan bizim sarı komutan kıvırcığını görmeye bahane arıyordu.

"Pekâlâ."

***

Birlikte gittiğimiz restoranda otururken kısa bir süre sonra Burçak da geldi.

"Selam."

Onun neşeli sesiyle hepimiz gülümserken Giray yanındaki sandalyeyi geriye çekti.

"Gel kıvırcık. Sana sandalye ayırttım."

Burçak kaşları havada Giray'ın yanındaki sandalyeye oturdu.

"Ne kadar da düşüncelisin sarı."

Hep beraber gülerek keyifli bir yemek yedik. Tabii bu gülücüklerin sebebi Giray ve Burçak'tı. Giray'ın sürekli Burçak'la uğraşması dikkatimi çekmeye başlamıştı. İyiden iyiye yazıyordu arkadaşıma. Giray yemek boyunca bütün olanları Burçak'a anlatırken o ise yaşananları ağzı açık dinlemişti. Tabii bir de Giray'ın ilgi çekici anlatımı vardı. Ben bile arada yaşadığım şeyi dinlerken bulmuştum kendimi. Hatta anlattığı gibi mi yaşamıştım ondan da şüpheliydim ama neyse.

"Bence şikâyetçi olmalısın, fazla oldu o hasta manyak."

Burçak'ın dedikleriyle iştahım kaçarken çatalımı bıraktım.

"Ben de öyle düşünüyorum."

Burçak arkasına yaslanarak bakışlarını anlık da olsa Cihangir'e çevirdi.

"Allah'tan Yusuf, Cihangir'i aramış. Bu yüzük iyi oldu sana. Bir daha bulaşmaz."

Bundan umutlu değildim. Nedense bir karamsarlık çökmüştü üstüme. "İnşallah." diyerek derin bir iç çektim.

"Bence temkinli olmakta fayda var. Eminim hırslanacaktır."

Giray'ın söyledikleri daha da canımı sıktı. Umarım dediği gibi olmazdı.

"O it bir daha yaklaşırsa onu pişman ederim."

Cihangir, kaşları çatık sert bir ifadeyle konuşurken yapacaklarından şüphem yoktu. Buruk bir tebessüm gönderdim ona. Bakışlarım masada duran eline düştüğünde, parmağındaki alyansta takılı kaldım. Uzun uzun baktım. Ne kadar da emanet duruyordu? Niye böyle duruyordu ki?

Karşılaştırmak istercesine kendi yüzüğüme çevirdim bakışlarımı. Diğer elimle yüzüğüme dokundum. Benimki de emanet duruyordu. Yine olmamıştı işte, başaramamıştım. Derin bir nefes alıp ayaklandım. Bana dönen bakışlara küçük bir tebessüm gönderdim.

"Lavaboya gidip geliyorum."

Çabucak yanlarından ayrılmamla lavaboya girdiğimde kendimi kabinlerden boş olan birine attım. Klozetin kapağını kapatıp üzerine peçete sererek oturdum. Ne yapıyordum ben böyle? İkinci kez beni sevmeyen bir adamın yüzüğünü takmıştım parmağıma. Ben bir şeyler hissetsem de ne anlamı vardı ki? O bana karşı hiçbir şey hissetmiyordu. Tek yaptığı beni korumaktı. Ben ise ona zorla yüzük taktırmıştım. Şimdi ne farkı kalmıştı benim önceki hâlimden? Ben niye bu kadar aptal olmuştum?

Gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştum sanki ama bu daha çok canımı yakıyordu. Hislerime engel olamıyordum ve daha da büyüyüp karşılık bulamamak... İşte bunu kaldırabilir miydim bilmiyorum. Onun her hareketi ilgimi çekmeye başlamıştı ama o aklı başında ve olgun bir erkekti. Kalpten önce mantık çerçevesinde düşünüyor. Zaten kalbiyle düşünmediğine göre de bir şey hissetmiyordu. Neden benim gibi bir çocukla ilgilenecekti ki?

Moralim bozuk tuvaletten çıkıp lavaboya ilerledim. Elimi yüzümü yıkadım. Peçete alarak yüzümü kuruladım. Akan makyajımı da toparlamayı ihmal etmedim. Biraz daha iyi olduğumu düşünerek çıkmaya karar verdim. Çok oyalanmıştım ve Burçak birazdan basabilirdi tuvaleti. Kapıdan çıktığımda koridorun başında ellerini göğsünde birleştirmiş, duvara yaslanarak duran Cihangir'i görmeyi beklemiyordum. Başını kaldırdığında göz göze geldik. Birkaç adımda yanındaydım.

"Cihangir?"

Üzerimdeki bakışlarına anlam verememiştim.

"Biraz daha çıkmasaydın ben geliyordum."

Kaşlarım havalandı birden.

"Bir de dakika tuttum de tam olsun."

Gayet ciddi duruyordu. Beni şaşırtacak kadar.

"Aslına bakarsan on üç dakikadır içeridesin ve sen girip çıkana kadar üç kişi çıktı. Bir kişi de içeri girdi. İki dakika daha gelmeseydin giriyordum."

Ağzım açık onu dinlerken beni kandırmadığı yüzündeki ciddi ifadeden belli oluyordu.

"Oha..." Çekingen bir bakış atarak toparladım. "Yani biraz abartmıyor musun?"

Omuz silkerek kollarını çözdü.

"Belki de. Mesleki deformasyon işte."

İkimiz de masaya ilerlerken Burçak ve Giray'ı göremeyince tekrar yanımdaki adama döndüm. "Bizimkiler nerede?"

Elinde geç de olsa fark ettiğim çantamı bana uzattı. "Burçak'ın acil gitmesi gerektiği için Giray'la çıktılar. Biz de gidelim artık."

Arabayı Giray aldığı için taksiyle gitmek en mantıklısıydı. Restoranın önünde sağıma soluma bakarak taksi ararken Cihangir'in seslenmesiyle ona döndüm.

"Biraz yürüyelim mi? Sonra ben seni bırakırım eve."

Küçük bir tebessüm sundum. Sesim mırıltıdan farksızdı.

"Tamam."

İkimiz birlikte yürürken ne ben ne de o konuşuyordu. Sessizliğe bürünmüştük âdeta. Hadi benim sebebim belliydi de onunki neydi? Bir süre sonra ise ilk konuşan o oldu.

"Neyin var İnci?"

Daldığım düşüncelerden sesiyle kendime gelirken bakışlarım anlık onu buldu.

"Nasıl, anlamadım?"

Merakla yüzümü inceliyordu. "Yemeğe kadar her şey normaldi. Ama sonra her ne olduysa moralin bozuldu, keyfin kaçtı."

Bu kadar dikkatli olmak zorunda mıydı? Hiçbir şeyi kaçırmıyordu. Bu da mı mesleki deformasyondu acaba?

"Ha... Yok... Yani sana öyle gelmiş. İyiyim ben."

Tatmin olmamış olacak ki beni durdurup kendine çevirdi. Eli çenesinde düşünceli duruyordu.

"Beni kandırmak için daha iyi yalan söylemen gerekiyor."

Gözlerimi gözlerine dikip gülümsedim.

"Oysaki iyi bir yalancı olduğumu sanıyordum."

Onun dudakları da yukarı kıvrıldı. Ellerini ceplerine soktuğunda bakışları üzerimdeydi.

"Anlatmayacak mısın?"

Derin bir iç çekerek tekrar önüme döndüm. Kaldırım taşlarını takip ederek yürüyordum.

"Bugün yine bir sürü şey yaşadım ve sen yine benimle uğraşmak zorunda kaldın." Kuruyan dudaklarımı ıslattım. Konuşmak giderek zor olmaya başlamıştı. "Ben o gün sana haksızlık ettim Cihangir. Sen korkak ve bencil değilsin. Özür dilerim."

Başım önümde yürümeye devam ediyordum. Yüzüne bakmak istemiyordum. Cihangir de adımlarını bana uydurmuş elleri cebinde beni takip ediyordu.

"Önemli değil. O gün sana kızmadım. Daha çok kendime kızdım. Sanırım kırdım seni. Buna hakkım yoktu."

İçimi acıtan bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. Kırmıştı evet ama benim de alınmaya hakkım yoktu. Yine de alınmıştım. Alınmak istemiştim belki de.

"Hayır. Sen haklıydın. Baksana küçük bir çocuk gibi davranıyorum. Başım sürekli belada," Adımlarımı biraz hızlandırarak önüne geçtim. "Yüzüğü takmak zorunda değilsin. Biliyorum ısrarım aptalcaydı. Şimdilik ben taksam da yeter," Zor da olsa yutkundum. "Olaylar kapanınca da ayrıldık falan deriz işte. Böylece konu kapanır."

Gözlerimin içine derin bir şekilde uzun uzun baktı. Kalbimdeki sızıyı da görüyor musun Cihangir? İtiraz etmeni isteyen bakışlarımı, aptalca çırpınan kalbimi de görüyor musun?

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun İnci?"

Dudaklarından dökülenlerle hafif başımı eğdim.

"Evet. Farklı düşünmem için bir sebep mi var?"

Şimdi de ben derin derin bakıyordum gözlerine. Söylesene be adam. Var de... Çıkaramam, senden hoşlanıyorum de. Ne bileyim, en azından parmağımda güzel durdu de...

"Haklısın. Bu durumu fazla uzatmanın anlamı yok."

Dudaklarından dökülen her kelimeyle canım biraz daha yanarken az ileriden gelen taksi gözüme çarptı. Bize yaklaşırken elimle durdurdum.

"Ben de öyle tahmin etmiştim zaten. Ben artık eve gitsem iyi olacak. Bugün için teşekkürler."

Önce bekleyen taksiye sonra da bana baktı ama ben ona bakmadım. Dolan gözlerimi görsün istemedim.

"Önemli değil. İyi akşamlar."

Donuk sesi kulaklarımda yankılanırken taksiye binmiştim bile. Kendimi toparlayıp son bir bakış attım. Yüzümde sahte bir gülümseme vardı.

"İyi akşamlar."

Taksinin hareket etmesi üzerine uzaklaştım ondan. Arkama bakmak istiyordum ama yapamadım. Şoföre adresi söyleyip sessizliğe gömüldüm. Arkama yaslanırken bir elim diğer elimdeki yüzükle oynuyordu. Ne de güzel yakışmıştı parmağıma. Fakat çok bağlanmayacaktım. Nasıl olsa kısa süre sonra o da çıkacaktı parmağımdan. Tıpkı bir önceki gibi. Tek fark bu sefer kalbimden de bir şeyler sökülecekti.

😇😇😇

İnstagram: soylumery

 

Loading...
0%