Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@soylumery

 

Merhaba...

 

Keyifli okumalar....🥰

 

Cihangir'den....

Üç gündür sarışınımı arayamıyordum. Bensiz ne yaptığını bilemiyor olmak gerçekten can sıkıcı bir durumdu. Onu asla yalnız bırakmak istemiyordum. O kadar güzel ve dikkat çekiciydi ki akbabalar hiç ayrılmıyorlardı peşinden.

Ben varken ona kimse dokunamazdı. Ama ya ben yokken...

O kadar ince, o kadar kırılgandı ki dokunmaya korkuyordum. Bir an davetteki hâli geldi gözümün önüne. Nasıl da güzel olmuştu... Ona bakan gözlerden bile kıskanmıştım onu. İlk defa bir kadını böylesine kıskanıyordum. Benden başka kimse bakmasın, ondaki güzelliği, ipek saçlarını, mavi gözlerini kimse görmesin istiyordum.

Ah İnci... İki günde ne hâle getirmişti beni. Gecem gündüzüm o olmuştu. Şimdi muhtemelen evde televizyon karşısında uyukluyordu ya da çoktan yatmıştı.

Üç gündür sınır dışındaydık. Teröristler için önemli itlerden biri şu anda elimizdeydi, sınır karakollardan birine gelmiştik. Bundan sonrasında büyük bir tehlike kalmasa da şimdilik bekleyecektik. Bizde hiçbir şey gelişigüzel olmazdı. Her şey planlı, sistemli ve emir komuta zincirinde yürürdü. Bu nedenle kafamıza göre hareket etmezdik. Düşünceli bir şekilde elimdeki bardaktan son yudumu da alıp ayaklandım. Biraz daha sesini duymazsam rahat olamayacaktım.

"Siz bekleyin, iki dakikaya geliyorum."

Giray ve Akın yanımda çaylarını yudumlarken Akın sessiz kalamadı.

"Git tabii, ara yengeyi."

Akın'a ters bir bakış attım.

"Sana ne lan? Boş gezeceğine sen de bul bir tane."

Umursamaz bir şekilde çayından bir yudum daha aldı. O mırıldanırken çoktan arkamı dönmüştüm bile.

"Vardı da biz mi bulamadık?"

Karakolun kapısından çıkarken bütün erler hayranlıkla bizi takip ediyor beni gören karşımda dikilip kalıyordu. Özel birlik olduğumuz için ilgilerini çekiyorduk. Tabii rütbelerin gücü de buna dahildi. Kaşlarımı çatarak çakılların üzerinde biraz daha ilerleyip telefonumu çıkarttım. Kalp atışlarımın ritmi değişmişti bile. Şu hâle bak, on sekizinde delikanlı gibi olmuştum. Hayır, bu kadar etkili olamazdı. Birçok eğitimden geçmiştim. Yine de "acaba özlemiş miydi beni?" demekten kendimi alamıyordum. Telefonumu kulağıma götürdüğüm anda ikinci çalışta açıldı. Küçük bir cırlamayla ismim kulaklarımda yankılandı.

"Cihan!"

Sesi o kadar içtendi ki dudaklarım kıvrıldı.

"Güzelim."

Derin bir nefes alarak benim de içime su serpti. Heyecanlanmıştı ben arayınca. Allah'ım ne güzeldi onun sesini duymak...

"Nasılsın Cihangir, bir şeyin yok değil mi? Yoksa geldin mi?"

"İyiyim güzel gözlüm. Gelmedim daha. Seni özledim sadece."

Karşı taraftan ses gelmediğinde üzüldüğünü biliyordum. Ben de onun yanında olmak isterdim ama bu benim mesleğimdi ve ben işine âşık bir adamdım.

"Ben de."

Onun fısıltısını duyunca biraz daha sıktım elimdeki telefonu.

"İnci'm geleceğim, az kaldı."

Sesindeki hayal kırıklığı belli etmek istemese de anlaşılıyordu.

"Tamam. Gelince kahvemizi içeriz değil mi? Başımı göğsüne yaslayıp hasret gidermek istiyorum."

O altın sarısı saçları göğsüme dökülürken ben nasıl nefes alacaktım? Kalbim nasıl hızlanmayacaktı? Ah bu kadın benden ne istediğini bir bilseydi...

"Senin elinden zehir olsa içerim yavrum."

Küçük bir kıkırdama sundu bana. Gülüşü çok güzeldi. Şimdi yanında olsam sessizce izlerdim onu. Belki gülüşünden öperdim. Yanağındaki küçük gamzesini öpmek isterdim, doya doya...

"Merak etme kahve yapabiliyorum artık. Seni zehirlemem."

Benim dudaklarım da kıvrıldı. Yemek konusunda çok beceriksizdi. Ama buna takılmıyordum. Her kadın yemek yapmayı bilmek zorunda değildi. Zaten bu onun suçu da değildi. Şimdiye kadar mutfak yüzü görmemişti. Ben ona her gün yemek yapmaya razıydım. Yeter ki o gülüşünü saklamasın benden.

"Yeteneğine hayranım doğrusu."

Söylediklerime kızacağını biliyordum. Yine de onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. O kadar tatlı oluyordu ki... Güzel kaşlarını çatarak dudaklarını büzmesi, kollarını göğsünde bağlaması. Masum ve güzel olduğu kadar hırçın ve ele avuca sığmaz bir kızdı İnci. Kontrol etmek zordu.

Altın kafesten kaçan bir kadını ben nasıl kafese koyabilirdim ki?

"Ya Cihangir, dalga geçmesene."

Gülümsemem biraz daha büyüdü. Yine huysuzdu.

"Tamam. Bir şey demedim. Hadi uyu artık, geç oldu."

Tatlı tatlı devam etti.

"Sen de uyu ama."

Ah be güzelim, masum meleğim benim, biz uyursak düşmanı kim korkutacaktı?

"Uyurum bir tanem, iyi geceler."

"İyi geceler sevgilim."

Telefonu kapattığımda bakışlarım karşıdaki dağlarda geziniyordu. Sesini duymak iyi gelmişti. Biraz daha içim rahatlamış, yüzüm gülmüştü. O iyi olunca ben de iyi oluyordum ama içimdeki kurdu da bir türlü söküp atabilmiş değildim. Bu ilk ayrılığımızdı ve kısa süreliydi. Ama ileride yine aynıları mı olacaktı? Yine heyecanla bekleyecek miydi beni? Artık her şey için çok geçti. Çoktan kaptırmıştım kendimi ona. Derin bir nefes alarak içeri girdiğimde Giray ve Akın bana bakıp gülmeye başladı.

"Ağabey ben böyle bir şey görmedim. Küçücük kız, koskoca Gölge unvanını almış, teröristlerin korkulu rüyası, asık suratlı yüzbaşıyı böyle gülümsetiyor ya helal olsun."

Farkında olmadığım yüzümdeki tebessümü anında sildim. Akın'ın konuşmasını Giray devam ettirdi.

"Ne sandım oğlum? İnsan âşık olduğunda bütün dünya güzelleşiyor."

Umursamazca sandalyeye oturdum.

"Ne aşkı Giray? Öyle bir şey yok daha."

Giray kaşlarını kaldırdı. Bakışları alaylıydı.

"Sen onu benim külahıma anlat komutanım. Bal gibi âşıksın işte. Suratından belli."

Ters bir bakış attım Giray'a. Hoşlanıyordum hatta seviyordum da ama aşk... Âşık olup olmadığımı bilmiyordum. Zaman lazımdı bunun için. Acaba o bana âşık mıydı? Seviyor muydu beni? Yoksa sadece hoşlanıyor muydu?

Daha iki kelimeyi bir araya getirip seni seviyorum diyememiştik birbirimize. Kadınlar beklerdi değil mi böyle şeyleri? Belki de ilk benim söylememi bekliyordu.

"Oğlum aşk yaramaz lan bize. Biz âşık olsak ne olur? İki gün sonra ya beklemekten sıkılırlar ya da şehit olursun arkanda yarım kalırlar. Biz kelle koltukta yaşayan adamlarız."

Giray elindeki çay kaşığını Akın'a fırlattı.

"Kelle koltukta diye sevmeyecek miyiz? Bizde de kalp var. Hem şimdi seni bekleyen birisi olsa, gittiğinde boynuna sarılıp, iyi ki geldin dese fena mı?"

Bir an İnci'me kavuştuğumu hayal ettim. Boynuma dolanan kolları, saçlarının güzel kokusu... Bekle beni güzel sevgilim, bekle ki sevdamız daha da değerli olsun. Ben hayallere dalıp gitmişken Akın duygusuz bir sesle konuştu.

"Ne bileyim oğlum. Aşk hiç çalmadı ki kapımızı."

Giray buruşan suratıyla arkasına yaslandı.

"Çalmaz tabii odun herif."

Giray'ın sözleri gülümsetti. Akın'ın rütbesi benden düşük olsa da yaşı benden büyüktü. Aşktan yana şanssız olmasının sebebiyse odun olmasıydı biraz da. Öyle kibarlık, kadın ruhu falan anlamazdı. Kalıbı gibi ifadeleri de iri yarıydı. Ama biliyordum ki kalbi güzel bir insandı. Belki kibar olamazdı ama sevdiği kadına da ondan iyi kimse sahip çıkamazdı.

"Tamam lan. Ne boş yaptınız ikiniz de. Giray kalk şu ite bir bak. Sıkıntı çıkmasın. En geç bir iki saate gönderirler helikopteri."

Giray'ın onaylayıp kalkmasıyla Akın da susmuştu. Bir süre sonra Giray gelmiş ve karakol komutanlarıyla sohbet etmiştik. Sonrasında ise gelen helikopterle karargâha geri döndük. Dönmüştük dönmesine de bu da yetmiyordu işte. Saatlerce adamın sorgusuna katıldık. İşlerimizi sabaha kadar zor halledebilmiştik.

Arabaya bindiğimizde saate baktım. Daha yedi buçuktu. İnci'm uyuyordu kesin. Aslında fazlasıyla yorgun ve uykusuzdum ama eve gitmeden onu görmek istiyordum. Belki bir kahvaltı yapardık birlikte. Giray yan koltukta uyuklarken arabayı çalıştırmadan önce yavrumu aradım. Ama bir türlü açan olmadı. Tekrar aradığımda yine açan olmayınca merak ettim. Uyuyor olsa bile telefonun sesine uyanırdı. Evet uykusu ağırdı ama gece bile arasam açardı telefonu. Kaşlarım çatılırken içime kurt düşmesine engel olamadım. Arabayı çalıştırarak hızla evlerine sürdüm. O sırada da Giray'a seslendim.

"Giray Burçak'ı bir ara bakalım nerede?"

Uyku sersemi bana dönen bakışları sakindi. "Hayırdır ağabey?"

"İnci telefonu açmıyor."

"Uyuyordur bu saatte ağabey daha erken. Dokuzda açmıyor muydu kliniği?"

Gözlerimi kısıp Giray'a hızlı bir bakış attım.

"Ara dedim Giray, uzatma."

Homurdanarak telefonunu çıkarıp Burçak'ı arayarak sesi hoparlöre aldı. Uzun bir süre açan olmamıştı. Kapanacağı sırada telefon açıldı.

"Günaydın kıvırcık."

Karşıdan gelen ağlama sesiyle içim daha da karardı.

"Giray... klinik yanıyor."

Giray anında toparlandı.

"Ne diyorsun Burçak? İnci nerede?"

İlk defa Burçak'a ismiyle hitap ettiğini duyuyordum. Arabayı kenara çekerek sert bir fren yaptım.

"İnci... İnci dur... Hayır!"

Telefon Burçak'ın son sözleriyle kapanırken şaşkın bir şekilde Giray'la birbirimize baktık. Giray tekrar arayarak telefonu kulağına götürdü. Telefonu kimse açmazken hızla yumruğumu direksiyona vurdum.

"Allah kahretsin..."

Alelacele tekrar yola çıktığımda Giray da tedirgindi.

"Ağabey çabuk ol."

Gaza biraz daha yüklenerek kliniğe doğru hızla yol aldım. Kısa sürede o kadar hızlı gelmiştim ki kliniğin önünde ani bir frenle durdum. Klinikten çıkan dumanlar her yere dağılıyordu. Arabadan inerek hızla kalabalığa ilerledim. Gözlerim sadece bir kişiyi arıyordu.

Sarışınımı...

Onu göremediğimde gözüme çarpan Burçak'a ilerleyip kolunu kavradım. "İnci nerede?"

Afallamıştı. Gözündeki yaşı silerek yüzüme baktı. Beni görür görmez yakama yapıştı.

"Yalvarırım kurtar onu Cihangir. O... alevlerin içine girdi. Paşa'yı kurtarmak için içeri girdi. Ama hâlâ çıkmadı."

Bir an duyduklarımla çıldıracak gibi oldum. Sevdiğim kadın alevlerin arasındaydı. Allah'ım ona bir şey olursa ben ne yapardım? Kıymetlimdi o benim. Kalbimin sızısı nefesimi keserken sanki o dumanların arasında ben boğuluyordum. Burçak bir şeyler daha söylüyor olsa da bu kulaklar duymuyordu artık. Bileklerini kavrayıp ellerini yakamdan çektiğimde arkamı döndüm. Kliniğe koşarken Giray yakalamıştı beni.

"Ağabey dur. Dumanlar her yeri kaplamış."

Onu ittiğim gibi yere düşerken umursamadan içeri girdim. Yoğun duman, görüş alanımı kapatmıştı. Ezbere bildiğim yerde ağzımı ve burnumu kapatarak yürümeye başladım. Paşa'nın olduğu yere geldiğimde yerdeki bedeni fark ettim. Ağzımı ve burnumu kapattığım kolumu çekerek seri bir şekilde yere çöktüm. Onu kendime çekerken bedeni hareketsizdi. Altındaki göğsüne saklanmış Paşa'yla gözümden bir damla yaş süzülerek yüzüne damladı.

Bu kadın nasıl güzel bir kalbe sahipti? Benim merhametli sevdiğim. Ona bir şey olursa burayı bir de ben yakardım.

Dokunduğum beden hareket etmezken onu hızla kucağıma aldım. Paşa'yı da onun kucağına koydum. İkisini de göğsüme bastırarak ayağa kalktım. Nefesim artık yetmediğinde öksürerek kendimi dışarı attım. İtfaiye çıkmamla müdahaleye başlarken sağlık çalışanları hızla sedye getirerek İnci'yi ellerimden aldı. Paşa'yı da onlara verdiğimde ambulansa ilerlediler. Peşlerinde ilerliyor, arada öksürüyor, derin nefesler almaya çalışıyordum. Burçak da ambulansa binmiş ve çoktan İnci'me oksijen maskesini takmışlardı. İnci'nin yanına geçerken bana da maske tutan Burçak'ın bileğini kavradım.

"Paşa'ya tak."

"Ama kötüsün..."

Şimdi biraz daha iyiydim. Benim sarışınım Paşa için girmişti oraya.

"Dediğimi yap Burçak."

Beni başıyla onayladığında bileğini bırakmayarak tekrar dikkatini çektim.

"Durumu nasıl?"

Buğulu gözleriyle başını salladı. "İyi olacak..."

Burçak Paşa'ya yöneldiğinde sarışınımın elini kavrayıp dudaklarıma götürerek öptüm. Hâlâ baygındı sevdiğim. Saçlarını okşarken ambulans hareket etmişti, öten sirenlerle hızlı bir şekilde hastaneye ilerliyorduk.

Ona bir şey olacak korkusu bütün bedenimi sarmalamış, beni inanılmaz bir karanlığa sürüklemişti. Şimdi anlamıştım... Onun bendeki yeri çok özeldi. Ben çoktan âşık olmuştum ona. Kalbim düşündüğümden de hızlı ilerliyor, hiçbir hesaba uymuyordu.

Bir kez daha öptüm avucumdaki elini. Olmaz sarışın, seni yeni bulmuşken kaybedemem... O okyanus mavisi gözlerin yine ve sadece beni görecek...

 

 

🔥🔥🔥

 

İnstagram:soylumery

 

Loading...
0%