@soylumery
|
Keyifli okumalar 💛
Sabah gözlerimi açtığımda bir süre nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Dün yaşadıklarımı hatırladığımda hemen telefona sarılıp saate baktım. Gelen cevapsız arama ve mesajları es geçtim. Saatin erken olduğunu fark edip telefonu komodine bırakarak oturma odasına geçtiğimde Burçak ortada görünmüyordu. Tekrar odama dönerken bakışlarım kapıya yapıştırılmış nota takıldı. Net bir şekilde görmek için biraz daha yaklaşıp okumaya başladım. "Acil bir durum olduğu için erken çıkmak zorunda kaldım. Kendine dikkat et, kahvaltı yapmadan da evden çıkma. Çok öpüyorum seni." Burçak'ın notuna gülümsemeden edemedim. Tam bir anne edasıydı. Lavaboya giderek ihtiyaçlarını halledip tekrar odama geçtim. Dün yerleştirdiğim dolabımın kapaklarını aralayıp üzerime yazlık bir tulum seçtim. Tulumumu giyer giymez, hırkamı da üzerime geçirdim. Çantamı ve telefonumu alıp evden çıktım. Biraz ilerledikten sonra bir taksi bulmuş, dün akşam Murat'ın gönderdiği adresi vermiştim. Kısa süren yolculuğun ardından taksiden indim. Ufak adımlarla geldiğim kliniğin kapısını açarak içeri girdim. Üniversite arkadaşım Murat beni görür görmez gülümsedi. "İnci... Hoş geldin." Aynı samimiyetle karşılık verdim. "Hoş buldum." Birbirimize sarılarak hasret giderdik. Beni cam kenarındaki koltuklara yönlendirip oturmamı sağladı. "Kahve söylüyorum." Başımla onaylamam üzerine yanındaki çalışanına eliyle göstererek iki kahve istedi. Tekrar bana dönen bakışları emin olmak ister gibiydi. "Demek koskoca İnci Sargın burada klinik açmayı düşünüyor. Hem de benim küçük kliniğime talip. Senin isteyip de alamayacağın yer mi var?" Gözlerimi devirip gülümsedim. "Yapma Murat, biliyorsun sebepleri." Beni üzmemek adına geçiştirmeyi tercih etti. "Tamam tamam, biliyorum. Ee, ne düşünüyorsun beğendin mi?" Başımı kaldırıp alıcı gözlerle kliniği inceledim. Aslında yeni gibi duruyordu. Malzemeler, ilaçlar oldukça düzgün dizilmişti fakat biraz temizliğe biraz da modernize edilmeye ihtiyacı vardı. "Güzel ama bir kadın eline ihtiyacı var." Gülümseyerek kendisi de kliniğini inceledi. "Haklı olabilirsin, sonuçta bir kadının yerini tutamam. Ne zaman devralmayı düşünüyorsun? Fazla zamanım yok, eşimin ataması çıktığı için birlikte gideceğiz." İçim kıpır kıpırdı. Bana kalsa şimdi başına oturur çalışmaya başlardım. "Bence hemen başlayabiliriz. Zaten bir haftaya anca açarım." Derin bir iç çekti. Sanırım kliniğini fazlasıyla özleyecekti. "Pekâlâ. Önce kahve içerken bütçeyi ve diğer işleri halledelim, sonra da kliniği inceler arka tarafa bir göz atarız." Onu başımla onaylayıp yeni gelen kahvemden küçük bir yudum aldım. Murat aklına bir şey gelmiş gibi gözlerini biraz daha araladı. "Bu arada, bu akşam bizdesin. Mehtap ve Elif seni bekliyor. Elif kocaman oldu, görmen lazım." Mehtap ve Murat üniversitede tanışıp evlenmişlerdi. Sabırsız arkadaşım üçüncü sınıfın sonunda istemişti kızı. Evlendikten kısa süre sonra da hamilelik haberini vermişlerdi. Tanıdığım en hızlı aile kuran çiftler arasındaydılar. "Çok sevinirim. Elif kaç yaşına girdi?" Arkadaşım aşk evliliği yapmış ve bundan hiç pişman olmamıştı. Kızından bahsederken de gözlerinin içi gülüyordu. "İki yaşında." Yüzümde bir tebessüm şekillenirken Murat'a benzeyen minik bir kız çocuğu gözümde canlandı. "Ah nasıl da tatlıdır o şimdi." Murat şikâyet ediyor olsa da durumdan keyif alırcasına dudaklarını kıvırdı. "Daha çok tam bir cadı." Kahvelerimizi bitirdikten sonra uzun bir süre hem sohbet etmiş hem de iş konuşmuştuk. Murat bana o kadar çok yardımcı olmuştu ki kendisinden ne istediysem tereddüt etmeden yerine getirdi. Bazen iyi bir arkadaş her şeyden kıymetli oluyordu... *** Geçen bir haftanın sonunda her şeyi hallederek kliniğimi açtım. Devir işlemleri, tabela, kartlar, dükkânın boyası, birkaç değişiklik, eksikler derken bir sürü masraf çıksa da sonuç oldukça güzel olmuştu. Ben her türlü memnundum. Bunlar, iyi veya kötü kendi ayaklarım üzerinde durmak için attığım adımlardı ve bayağı ilerleme kaydetmiştim. Şu ana kadar ufak pürüzler dışında bir sorun da çıkmamıştı. Tek sorun babamın devir işlemlerinden beni bulma ihtimaliydi ama eminim ki beni çok başka yerlerde arıyorlardı. Burası onlar için en son seçenek bile değildi. Güzel bir açılışın ardından sonunda kendi kliniğimi işletecektim. Murat'ın yanında çalışan elemanını bırakmamış, benimle devam etmesini istemiştim. Arkadaşımın anlattığına göre bir senedir birliktelerdi ve Yusuf çok akıllı, çalışkan bir çocuktu. Ailesine bakmak için okulu bırakarak çalışmaya başlamıştı. Murat'ın desteğiyle de liseyi açıktan okuduğunu duyunca çok sevinmiştim. Daha yolun başında olsa da bu yaşında bu kadar sorumluluk üstlenmesi beni hem üzmüş hem de hayran bırakmıştı. Beş kardeş olduğunu öğrendiğim Yusuf, babasının vefatıyla en büyük kardeş olarak aile geçimini devralmıştı. Kardeşleri küçük olduğu için annesinin çalışamıyor oluşu da büyük bir etkendi tabii. Yusuf, genel anlamda benim için işleri de kolaylaştıracaktı. Ben buraya yabancıydım ve onun bir yıldır Murat'la çalışması, buradaki işlere hâkim olması benim adıma büyük bir artı olacaktı. Ben yokken dükkânda duracak olması, yetişemediğim zamanlarda avantaj sağlayacaktı. Sabah erkenden kalkıp hazırlandım. Heyecanla buzdolabından bir elma alıp çıkmıştım evden. Zaten pek kahvaltı yapmıyordum. Aslında alıştığım gibi önüme hazır gelse yapardım da hazırlamakla pek aram yoktu. Mutfağa girme gereği bile hiç duymamıştım. Annemin de dediği gibi koskoca İnci Sargın mutfağa mı girecekti yani? Burçak genelde ortalarda görünmüyordu. Bazen nöbetleri oluyor, bazen erken gidiyor, kimi zaman da geç saatlere kadar mesaisi sürüyordu. Murat'tan aldığım arabayla yola çıktım. Bu araba da benimdi artık. İş için kullandığı arabasını satmak istemesiyle hemen talip olmuştum. Benim de kullanım amacım bu olacağı için çok iyi olmuştu. Meslek gereği kırsal yerlere gittiğimizden Murat'ın cipi ideal bir seçenekti. Kliniğe geldiğimde anahtarı cebimden çıkarırken biricik çalışanım olan Yusuf'a gülümsedim. "Günaydın Yusuf, erkencisin." Yusuf, hafif kısa boylu, esmer ve yakışıklı bir çocuktu. Daha on altı yaşındaydı. Aslında onun çalışıyor olması beni yaralayan bir durum fakat evine ekmek götürmesi gerekiyordu, dört kardeşi ve annesine bakmak zorundaydı. Ben kendimi bile idare etmekte zorlanırken ona hayran olmamak elde değildi. Yine de Yusuf ve ailesi için ne gerekiyorsa mutlaka yapacaktım. "Günaydın İnci abla. Ben hep erken kalkarım. Önceden de Murat abi gelmeden açardım kliniği." Yusuf sabah sabah yüksek enerjisiyle konuşurken içeri girdik. Bu durum hoşuma gitmişti. "O zaman sana yeni bir anahtar çıkaralım ve kliniği sen aç çünkü ben genelde sahada olacağım." Şirin şirin başını salladı. Bu bir haftada Yusuf'la bayağı samimiyet kurmuştuk. Tekrar işe devam edeceğini öğrenmesi üzerine hevesle bana yardım etmişti. Eliyle arka tarafı işaret etti. "Ben bir çay koyayım." İyice esnaf moduna girmiştim. Çay da olmazsa olmazımızdı tabii. Yusuf da Murat'tan kalan alışkanlıklarını devam ettirmek niyetinde olacak ki her sabah ilk iş çayı hazırlıyor akşamları da kliniği bir güzel silip öyle kapatıyordu. Yusuf arkaya geçtiğinde ben de koltuğuma oturarak kliniğimi incelemeye başladım. Kapıdan girince ilk olarak karşıdaki masam ve önündeki iki koltuk görünüyordu. Etrafındaki dolaplarda dizili duran ilaçlar eczaneyi andırıyordu fakat girişteki kocaman tabelada yazan "İnci Veteriner Kliniği" yazısı, cam yüzeyleri kaplayan hayvan figürleri, kenarlarda duran mamalar ve evcil hayvanların ihtiyacı olan malzemeler, biraz arka tarafta kalan cam bölmeyle ayrılmış muayene odası klinik olduğunu kanıtlar nitelikteydi. En önemlisi de burası bana aitti. Öğlene kadar sadece birkaç müşteriye ilaç satabildik. İlk gün için bu bile yeterliydi. Yerel halkın kendi aralarında kullandığı kelimeler ve tabirler beni zorlasa da Yusuf her seferinde imdadıma yetişiyor, aramızda tercümanlık yapıyordu. Ben İstanbul'da doğup büyümüştüm ve buralarda kullanılan tabirler bana fazlasıyla yabancı geliyordu. Koltuğumda oturmuş bilmem kaçıncı çayımı yudumlarken Murat'ın bana bıraktığı iş telefonu çalmaya başladı. Heyecanla yerimde doğrulup telefonu elime alarak cevapladım. Bu benim için ilkti, komik ama kalbim daha hızlı atıyordu. "İnci Veteriner Kliniği, buyurun." Benim ses tonumu bile ayarlayarak cevapladığım konuşmada karşı taraf umursamazdı. "Baytar, bizim inek göve gelmiş hele bir baksan?" Boş gözlerle karşıya bakarken suratım buruştu. "Neye gelmiş dediniz, anlamadım?" "Bilmeysen kızım? Murat'a söyle o bilir." Bilmiyordum. Yani böyle bir terim öğrenmemiştik. Anlaşılan o ki daha çok şey öğrenecektim. Açıklama yapmak yerine adresi öğrenip telefonu kapattım. Yusuf'la konuşarak biraz önceki adamın göv dediği şeyin kızgınlık olduğunu öğrendim. İlk tohumlamamı yapacak olmanın heyecanıyla arabaya yöneldim. Yusuf'tan yol tarifi de almıştım çünkü adresteki köye ilk defa gidecektim. Arabaya atlayıp kemerimi takar takmaz yola çıktım. Doğuda genel olarak büyükbaş hayvancılık yaygındı ve tabii merkezden çok kırsal kesimlere hizmet vereceğim için işim daha da zordu. Bazen doktor olmanın daha kolay olduğunu düşünüyordum çünkü insan tek bir türden oluşuyordu fakat konu hayvan olduğunda türler çok fazlaydı ve bizim hepsini nasıl tedavi edeceğimizi bilmemiz gerekiyordu. Mesela her insan doğal olarak, istisnalar hariç, dokuz ayda doğum yapıyordu fakat hayvanları düşündüğünüzde bu bile değişkenlik gösteriyor, inekler ortalama dokuz ayda, koyunlar beş ayda, köpekler elli altı ila yetmiş günde doğum yapıyordu ve siz hepsini bilmeliydiniz. Elbette üstesinden gelecektim. Gelmek zorundaydım... Sonuçta bunun için buradaydım. Merkezden uzaklaşarak geldiğim yere bir kez daha baktım. Güzel göründüğü kadar da tedirginlik veriyordu. Büyük tahta kapıyı çaldığımda orta yaşlarda bir adam açtı. "Buyur kızım. Kime baktın?" Kendimden emin gülümsedim. "Merhaba, Berat Bey'in evine gelmiştim." İfadeleri biraz daha yumuşadığında beni incelemeye başladı. "Doğrudur kızım ben kâhyasıyım ama Berat Ağam çarşıdadır." Dudaklarım büküldü. Sanırım daha açıklayıcı olmam gerekiyordu. "Hayır hayır... Onun için gelmedim. Siz tohumlama için beni aradınız ya, onun için geldim. Ahır ne tarafta?" Emin olmak istercesine gözlerime baktı. "Bir yanlışın olmasın? Ben Murat baytarı aradım." Beni mesleğime yakıştıramamıştı. İçten bir gülümseme sundum. En baştan başlamalıydım sanırım. "Ben veteriner hekim İnci Sargın. Murat kliniği bana devretti. Artık hayvanlarınızla ben ilgileneceğim." Şimdi de bakışları şaşkındı. Galiba karşısına çıkan ilk kadın veteriner bendim. Ne yazık ki bu meslekte azınlıktık ama şimdilerde sayımız giderek artıyordu. "Sen yeni baytar mısın?" Derin bir iç çektim. İşte bu kelime olmamıştı. "Veteriner hekim desek daha doğru olur." Gülümseyerek eliyle içeriyi gösterdi. "Buyur baytar hanım kızım." İçeri girerken gülümsesem de ısrarından dolayı gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. İlk defa baytar hanım olarak isimlendiriliyordum ve kulağa garip geliyordu. Malzemeleri alarak içeri girmemizle yanımdaki adam yukarıya seslendi. "Kazım! Yeni baytar gelmiş, hele gel de ineği bir tut." Onaylayan seslerle ahırın girişine geçtik. Üzerime tulumumu geçirirken etrafımızdaki insan sayısı yavaş yavaş artmaya başlamıştı. Bu durum bana garip gelse de umursamamaya çalışarak eldivenimi giyip ahıra girdim. Hayvanla ilgili bilgi alırken muayeneye başlamıştım. Ahırdan geri çıkıp ineğe atacağım tohumu hazırlamaya başladım. Bir yandan da kadınların kendi aralarındaki fısıldamalarını dinliyordum. "Baytar mı kız bu?" "He... Şuna bak, ayıp değil mi kız başına gelmiş tohum atıyor?" Duyduklarım kaşlarımı çatmama sebep olurken sanki ben duymuyormuşum gibi devam ettiler. "Nesi ayıp? Baytar hanım olmuş işini yapıyor." İşte bu beni tatmin eden bir cevaptı fakat bu his uzun sürmedi. "Bak gör yazıyom buraya, üç güne komazlar onu burada. Arkasına bakmadan gider." "Essah zor iş." Suratım bir anda asılırken belli etmeyerek tekrar ahıra girip işimi hallettim. Buraya üç gün sonra gitmek için gelmemiştim. İlk tohumumu atmanın heyecanını bile yaşayamadan geri arabama binip yola çıktım. Yarı yolda iş telefonumun çalmasıyla hasta bir at olduğunu öğrendim. Yakın olduğu için dönüş yapıp geldiğim yolu tekrar gitmeye başladım. Biraz önce gittiğim köyden daha uzak bir köy olsa da kısa bir süre sonra varmıştım. Arabamla büyük bir bahçe kapısından içeri girip ilerledim. Arabayı durdurup inmemle yine bir adam karşılamıştı beni. Bu sefer daha genç biriydi. Ona da durumu açıklayıp veteriner hekim olduğumu söylesem de baytar hanımdan ileri gidemedim. Atın durumuna baktığımda bileğindeki küçük şişlik çok da kötü durmuyordu. Bana kalırsa sadece ödem yapmıştı. Muayenemi bitirip pomad verdim. İşim bittiğinde bahçeye çıkarak beni atın yanına getiren adama döndüm. "Pomadı düzenli olarak sürmeyi ihmal etmeyin. Bir sıkıntı olursa ya da düzelme olmazsa mutlaka bana haber verin. Çok geçmiş olsun." Üzerinde gömleği, altındaki kumaş pantolonuyla bana alttan kaçamak bakışlar atan adam başını salladı. "Sağ ol, baytar hanım." Yanaklarımı şişirerek gitmek için arkamı döndüğümde ne ara geldiğini bilmediğim adamla burun buruna geldim. Üzerinde takım elbisesi, esmer teni, kirli sakalları ve kahverengi gözleriyle karşımda dikiliyordu. Ellerini arkada birleştirmişti. Üzerimde gezen bakışlarıyla yakınlığımızdan rahatsız olup bir adım geri çekildim. Üzerimden çektiği bakışlarını yanımdaki adama çevirdi. "Bu hanım kim Arif?" Adının Arif olduğunu öğrendiğim, biraz önce benimle ilgilenen adam ellerini önünde birleştirdi. Başını saygı ifadesiyle hafif önüne eğmişti. "Yeni baytar, ağam." Gözleri üzerimde gezen adamın bakışları hiç hoşuma gitmedi. Memnun bir ifadeyle sırıttı. "Demek yeni baytar." Yanımdaki Arif'in tüm sıkılganlığına karşın rahat tavırlarıyla konuşan adam beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Arkasına sakladığı ellerini önünde birleştirerek parmakları arasındaki tespihle oynamaya başladı. "Kadın başına bir zarar gelmesin buralarda baytar hanım." Kaşlarımı çattım. Şu ana kadar gayet iyiydim aslında. Hiçbir problem de yaşamamıştım. "Ne gibi, anlayamadım?" Tespihinde olan bakışlarını kaldırarak başıyla beni gösterdi. İstemsizce ben de kendime bakma ihtiyacı hissettim. Altımda kot pantolonum üzerimde de v yaka bluzum vardı. Saçlarımı önüme gelmemesi için at kuyruğu yapmıştım. Bu hâlimle oldukça sıradan duruyordum. "Gençsin, güzelsin, belli ki buralı da değilsin. Yalnız başına yazık olmasın." Gözlerim kısılırken üstten bir bakış attım. Bu tip adamlar olmasa hiçbir kadına bir şey olmazdı zaten. "Sizinle karşılaşana kadar hiçbir sıkıntım yoktu." İçimi garip bir tedirginlik kapladığında aklıma gelen şeyle kendimi korumak adına devam ettim. "Hem nereden çıkardınız yalnız olduğumu?" Kendinden emin "Yalnızsın baytar..." dedi uzatarak. "Aklı olan seni köy köy gezdirir mi?" Karşımdaki adamın yersiz ifadeleri beni giderek germeye başlamıştı. Mesleğim gereği her yere gidebilirdim ki mesleğim sebep olmasa da gidiyor olmam kimseyi ilgilendirmemeliydi. Karşımdaki adamı hele hiç ilgilendirmezdi. Bana da düşen bunu dile getirmek oldu. "Bu sizi ilgilendirmez." Daha fazla uzatmayarak, onu kale almamak adına yanımdaki Arif'e döndüm. "Bana müsaade. Tekrar geçmiş olsun, iyi günler." Gitmek için adım attığımda diğer adam tekrar önüme geçti. "Dur bakalım, daha tanışmadık. Ben Doğan." Tespihini bir eline alan adam diğer elini de bana uzatmış, mavi gözlerime dik dik bakıyordu. Şu durumda buradan çoktan gitmiş olmam gerekirken kendini bilmez bir adamın zorbalığıyla uğraşıyordum. "Bakın benim başka işlerim var ve zamanım yok. Bırakırsanız gideceğim." Yanından geçip gidecekken bu sefer de kolumu kavradı. "Sen daha nereye geldiğini anlamadın galiba. Ben tanışalım diyorsam tanışacaksın. Burada benim sözüm geçer." Üzerindeki ceketi hafif geriye doğru açan adamın belindeki silaha tedirginlikle baktım. Çocukluğumdan beri en sevmediğim, beni korkutan, ürküten şeylerden biriydi silah. Çevremde neredeyse hiç görmediğim şeyin gerçekçiliği bile başımı döndürürken içimi sarmalayan korkuyla bakışlarımı silahtan alıp hâlinden hoşnut bana bakan adama çevirdim. Kolumu kurtarmak adına çırpındım ama başarılı olamadım. "Ağam yapma!" diyen Arif'in yardım etme çabasını Doğan denilen adam hızla geri püskürttü. "Sen karışma!" Cesaretimi toplayarak kaşlarımı çattım. Tepkimi bir şekilde ortaya koymam gerekiyordu. "Ne yapıyorsunuz siz? Bırakın beni!" Lakin öfkeli tutmaya çalıştığım sesim bir işe yaramadı. Aklıma telefonum gelirken arabada bıraktığımı hatırladım. Daha da canım sıkıldığında bir anda kendimi bilmediğim bir yerde çaresiz hissetmeye başladım. Bu adamın elinden nasıl kurtulacaktım? "Arif, kadınlara söyle ikramlıklar hazırlasınlar. Baytar hanım, benim misafirim." Bir kapana yakalanmışım gibi kolumu sıkıca tutan adam daha da fazla panik yapmama sebep oluyordu. Bana fikrimi sorma gereğinde bile bulunmamasıyla canımın acısını umursamadan kolumu kurtarmak adına tekrar çırpındım. "Bu yaptığınız zorbalık." Kolumu daha kuvvetli tutunca yüzüm acı içinde buruştu. Kahkaha atan Doğan belli ki oldukça rahattı. "Farz et ki öyle. Şu an benim topraklarımdasın." İlk defa başıma gelen bu durum karşısında hayretle adamın gözlerine baktım. Ne yani, burada işler bu şekilde mi yürüyordu? Fakat buna inanmam mümkün değildi. Kaç gün olmuştu ben buraya geleli ve o kadar nazik, yardımsever insanlarla karşılaşmıştım ki, şu an bulunduğum durumun bu evle sınırlı olduğu kesindi. Bir şekilde bu evin sınırlarından çıkmam gerekiyordu, bu yüzden yalnız olduğumu düşünen adamı aksine ikna etmeye karar verdim. Belki de bu sayede beni rahat bırakırdı. "Kimseyi alıkoymaya hakkınız yok. Nişanlım bu yaptığınızı duyarsa sizi pişman eder." Bu şekilde biraz tedirgin olacağını düşünürken onun merakla kaşları havalandı. Hemen ardından bir anda kahkaha atmaya başladı, benimse ağlamam an meselesiydi. Yanımızda duran, varlığı belirsiz adama eliyle beni işaret etti. Tek güzel yanı ise kolumu bırakmış olmasıydı. "Duydun mu Arif, nişanlıymış." Bakışları tekrar bana odaklandığında gülümsemesi bir anda ciddiyete büründü. Aynı zamanda psikopat olması mümkündü ve bu beni daha da korkutuyordu. "Kimmiş nişanlın baytar hanım, biz tanıyor muyuz?" İşte bu kısımda takılmıştım. Ani kararla attığım yalan çok hızlı ayaklarıma dolandı. Şu an onlara hatırlamak dahi istemediğim Tuna'nın adını vermenin bir faydası olacağını sanmıyordum. Zaten onunla nişanlı olmak da dayanılır şey değildi. Hem bize fazlasıyla da uzaktı. Kaçtığım bir adamın adını vermek de aptallık olurdu. Sessizliğim büyüyüp giderken bana doğru bir adım daha attı. Bu ise benim hemen mırıldanmama sebep oldu. "Burada... O..." Dudaklarımdan dökülen kelimeler karşımdaki adamı duraksattığında devamını getiremedim. Burada ne? Burada ne? Düşün kızım, ne? "Çocuk mu kandırıyorsun sen? Parmağında yüzük bile yok." Duyduğum öfkeli sesle bir adım daha geri çekildim. "Arabada unuttum. Hem size açıklama yapmak zorunda değilim." Giderek kısılan sesimle hâlâ karşımdaki adamı ikna etmeye çalışıyordum fakat çuvallamakla meşguldüm. Kalbim korkuyla daha hızlı atıyordu şimdi. Benim aramıza koyduğum mesafeyi tekrar kapatan Doğan, yüzüne yersiz bir sırıtış yerleştirmişti. Elini yüzüme uzatırken ben de başımı geriye çekiyordum. Vücudumu saran titremeye engel olmaya çalıştığım sırada bahçe kapısına takıldı bakışlarım. İki askerî aracın içeri girdiğini gördüğümde kalbimde hissettiğim mutluluğun tarifi olamazdı. Göğsümdeki korku dolu tüm çırpınışlara inat yüzümde küçük bir tebessüm belirdi. "Ağam, komutan!" Arif'in uyarısıyla, Doğan aramızdaki kapattığı mesafeyi bir adımla tekrar açtı. Araçtan inen askerleri izlerken bir kişi fazlasıyla dikkatimi çekti. Bize yaklaştıkça daha bir tanıdık geldi ama şimdi üzerindeki üniformayla çok başka duruyordu. O ela gözleri olmasa belki de tanıyamazdım. Dudaklarım kıvrılırken bana hâlâ sert ama bu sefer biraz da şaşkın bakan adama bir adım da ben attım. Bence o da beni tanımıştı. Onu gördüğüm için o kadar mutluydum ki bunu o bile tahmin edemezdi. İkinci kez en zor anımda karşıma çıkıyordu. Panikle karışık biraz korku, biraz da heyecanla kollarına atıldım. Bunu sahiden yaptım ve içten bir sesle mırıldandım. "İyi ki geldin." Onu görmek bütün korkularımı anlamsızca yok etti. Asla unutmayacağım o kokusunu aldığımda benden huzurlusu olamazdı. Sarıldığım beden istemsizce kasılırken benimle aynı duyguları hissetmediği çok açıktı. Bu yüzden dudaklarımı kulağına yaklaştırıp fısıldadım. Beni buradan sadece o çıkarabilirdi. "Lütfen yardım et..."
💛💛💛 İnstagram: soylumery
Görüşmek üzere, sevgiyle kalın. 🫶🏻
|
0% |