@soylumery
|
Merhaba ⭐️ Keyifli okumalar...🥰
Sabah erkenden uyanmış ve ifade için karakola gitmiştim. Her nedense yangının hep bir ihmal sonucu çıktığını düşünüyordum. Kasti olarak birinin kliniğimi yakacak olma düşüncesi hiç aklıma gelmemişti. Bir saat süren ifadenin ardından arabamı yanıma almadığım için neredeyse bir saat kadar da yürümüştüm. Hastaneden daha dün çıktığım için nefesim bana yetmese de arada dinlenerek açığı kapattım. Eve geldiğimde anahtarımı çantamdan çıkarıp kapıyı açtım. İçeri girerek salona kısa bir bakış attığımda duraksadım. Burçak, Giray ve Cihangir koltuklara oturmuş bana bakıyorlardı. Yanlarına ilerlediğimde Cihangir'in sert bakışları üzerimdeydi, bedeni ise fazla gergindi. "Neredesin sen?" Sert sesiyle öne doğru eğilerek konuşan adam sinirlendiğinde gerçekten ürkütücü oluyordu. "Geldim işte." Cevabımdan memnun kalmamış olacak ki suratı daha da asıldı. "Telefonun nerede?" Kaşlarımı çattım. Yine sorguya almıştı beni. "Çantamdaydı." Ayağa kalkıp çantamı elimden aldı. İçinden telefonumu çıkararak bana doğru salladı. "Hiç baktın mı telefonuna? Kaç kez aradık seni? Meraktan öldük. Nereye gittin sabahın köründe habersiz?" Sert bir şekilde elinden telefonu aldım. Karakola girerken sessize almıştım ve baktığımda bir sürü cevapsız arama vardı. "Neden bu kadar korktunuz ki? Toplasan sadece üç ya da dört saat ortada yoktum." Giray ve Burçak yan yana oturmuş tedirgin gözlerle bizi izlerken ortamı yumuşatmak istemiş olacaklar ki Burçak araya girdi. "Kuzum hastaneden yeni çıktın ya biz o yüzden merak ettik. Başına bir şey falan gelir diye." Küçük bir kahkaha attım. Herkes şaşkınlıkla beni izlerken Cihangir'in kaşları daha da çatıldı. "Hâlâ neden kıvranıyorsunuz ki? Karakola ifade vermeye gittim. Kliniğimin kundaklandığını biliyorum." Cihangir tam önümde durarak kolumu kavradı. "Derdin ne İnci?" Alayla kaşlarını kaldırdı. "Gitmek mi istiyorsun?" Gözlerimiz birbirinde mühürlüydü, başımda şimşekler çaktı. Nasıl böyle düşünürdü? Ben sadece benden her şeyi sakladığı için ona kızgındım ve emeklerimin bu şekilde heba edilmiş olması canımı yakıyordu. "Saçmalıyorsun. Asıl sen söylesene, neden sakladın benden?" Gözlerimi kısarak verdiğim cevapla hızla kolumu kurtarmak istesem de yapamadım. Canımı acıtmasa da sıkı tutuyordu. Sesi oldukça kısıktı. "Üzülmeni istemedim." Birbirimizin gözünün içine bakıyorduk. Seviyorduk ama kırıyorduk da. Kolumu bırakınca bir adım geriledim. Biraz daha beklersek boynuna sarılmaktan kendimi alamazdım ve şu an bunu yapmak istemiyordum. "Ben yoruldum ve biraz dinlenmek istiyorum." Kimseden ses çıkmazken başım yerde yüzlerine bakmadan arkamı dönüp odama girdim. Yatağıma kendimi atıp bacaklarımı biraz daha kendime çektim. Yine ağlıyordum. Nasıl gideceğimi düşünürdü? Onu bırakmayacağımı söylemiştim. Benim yüzümden mi inanmıyordu bana? Ama beni biraz anlamaya çalışsa ne hissettiğimi çözebilirdi. *** Üç gündür odamdan çıkmayarak rekor kırmak üzereydim. Sadece ihtiyaçlarımı karşılamak için odadan çıkmak dışında başka bir şey yapmıyordum. Cihangir ise o günden beri beni ne arıyor ne de soruyordu. Sanırım bana fazla kızmıştı. Ama ben de ona kızgındım. İnadım yüzünden ben de onu aramazken telefonu da belki arar ya da mesaj atar diye yanımdan ayırmıyordum. Anlaşılan o ki aramayacaktı. Üç gündür aramayan adam bundan sonra neden arasın ki? Üzerimden bir türlü çıkartmadığım puantiyeli pijamalarımla yatağımda yatarken tek düşündüğüm başımı döndüren erkekti. Artık bir kliniğim yoktu ve üç günde anlamıştım ki Cihangir'in yokluğu canımı daha çok yakıyordu. Sabah uyandığımdan beri kahvaltı yapmamıştım. Canım onsuz hiçbir şey istemiyordu. Neşem yoktu artık. Burçak yine bana kahvaltı hazırlayarak yarım saat dil dökse de en sonunda pes ederek evden çıkmıştı. Evin sessizliği o kadar ağırdı ki sanki bütün duvarlar üzerime geliyordu. En sonunda su içmek için kalkıp mutfağa ilerledim. Elime aldığım bardağa suyu doldurup içerken kapı çaldı. Burçak'ın anahtarı olmasından dolayı tedirgin bir şekilde kapıya yöneldim. Kapıyı araladığımda Cihangir karşımda dikiliyordu. Onu görmek beni heyecanlandırmıştı. Yüzümde gizleyemediğim bir tebessüm oluştu. Kapıyı iyice açarak önünden çekildim. Ayakkabısını çıkarıp içeri girdi. O salona geçerken ben de kapıyı kapatmış arkasından tişörtünün kapattığı geniş omuzlarını izliyordum. Ne o konuşmuştu ne de ben. Sarılmak, hoş geldin demek istiyordum ama o kadar sert bakıyordu ki buna bile cesaretim yoktu. Dönüp bana bakınca bozuntuya vermeden yanına ilerledim. "Otursana," Yine çok yakışıklı görünüyordu. Bordo tişörtü ve siyah kotuyla ne kadar da karizmatikti. Ona fark ettirmesem de iç çekmeden yapamadım. Koltuğa doğru ilerleyerek oturdu. "Bir şeyler içer misin? Çay, kahve..." Bakışları üzerimde gezinirken biraz utandım. Üzerimde hâlâ pijamalarım vardı. O bu kadar yakışıklı dururken ben pijamalarım ve ev topuzumla harika (!) görünüyordum doğrusu. Eliyle koltuğun üzerine vurdu. "Oturur musun İnci? Seninle konuşmak istediğim şeyler var." Yanına oturdum. Kliniğim gibi Cihangir'i de kaybetmiştim anlaşılan. Mutluluğumuz çok kısa sürmüştü. Beni bırakırsa bunu kaldıramazdım. Fakat bana seni bırakmam demişti. Bırakmazdı değil mi? Yine de bu kadar sert bakmasa umutlanabilirdim. "Konuşmasak mi ki?" Dudaklarımı büzdüm. Ertelemek neyi değiştirirdi? "Ya da konuşalım. Ertelemenin anlamı yok." Kendi kendime konuşuyormuş gibi devam ederken araya girdi. "Kliniği kundaklayanlar bulundu." Kendimi ayrılık konuşmasına o kadar hazırlamıştım ki bir an duraksadım. Neye üzülüp neye sevineceğimi şaşırmıştım doğrusu. En azından ayrılıktan bahsetmemişti. Şu anki konu da pek iç açıcı değildi ama yakalanmaları güzeldi. "Kimmiş?" Başını iki yana salladı. "Doğan iti yaptırmış." Duyduğum isimle tüylerim diken diken olurken aslında şaşırmamıştım. Sadece bu kadar ileri gitmesi ürkütücü geliyordu. Ben bir türlü cevap veremeyince Cihangir, elimin üzerine elini bıraktı. "Merak etme İnci. Tutuklandı ve içeride uzun bir süre kalması için elimden geleni yapacağım. Bir daha sana zarar veremeyecek. Zaten artık adamlarına emir verecek bir çenesi de kalmadı. Hatta bir süre hastanede yatar sanırım." Onu dövmüş müydü? Cihangir mutlaka bir hasar vermişti, emindim. O bunu kimsenin yanına bırakmazdı. Doğan denilen mahluk çok daha fazlasını hak ediyordu. Bütün hayallerimi, her şeyi yakıp kül etmişti. "Teşekkür ederim." Derin bir iç çekerek elimin üzerindeki elini çekti. Düşünceli bir hâli vardı. "Bütün bunları yaşadığın için en az senin kadar ben de üzgünüm. En çok canımı yakan şey seni koruyamamış olmak ama bunun olacağını daha en başından söyledim ne yazık ki. Her zaman yanında olamam fakat inan elimden geleni yapıyorum." Başımı kaldırmadan kirpiklerimin altından gözlerine baktım. Hepsini söylemişti ve ben bunların önemli olmadığı söylemiştim. Fakat şu an yaşadığım şeyler Cihangir'in suçu değildi. "Ben... Biliyorum." Şu an hayatta olmamı bile Cihangir'e borçluydum. Onun sayesinde o teröristlerin elinden kurtulmuştum, alevlerin arasından da beni o çıkarmıştı. Doğan'ın elinden birçok kez yine o kurtarmıştı. "Yine de gitmek istersen... Bak bu beni yıkacak da olsa..." Derin bir nefes aldı. "Yani ne bileyim sana daha iyi, daha güzel bir hayat vaadinde bulunamam. O yüzden eski güzel hayatına geri dönmek istersen..." Başını yere eğdi. Olumsuzca başını iki yana sallarken konuşmakta zorlandığı çok açıktı. Ağzının içinde küçük bir küfür mırıldandı. Gitmemi istemiyordu ama bir yandan da beni özgür bırakıyordu. Daha fazla devam etmesine izin vermeden hızla boynuna sarıldım. Ani sarılmamla şaşırmış olacak ki bir harekette bulunmadı. Dudaklarımı kulağına yaklaştırarak fısıldadım. "Hiçbir yere gitmiyorum. Aptal adam... Seni seviyorum görmüyor musun?" Söylediklerimle kolları belime dolanırken biraz daha çekti beni kendine. Bir eli saçlarıma uzanmış şefkatle okşuyordu. İlk defa onu sevdiğimi söylüyordum. Aslında bunu ilk olarak ondan beklemiştim ama düşününce kimin ilk söylediğinin bir önemi yoktu. Ben bu adamı seviyordum ve geç kalmak da istemiyordum. Geri çekilerek alnıma sıcak bir öpücük bırakıp alnını alnıma yasladı. Dudakları yukarı kıvrılmıştı. "Seni seviyorum İnci." Benim dudaklarım da kıvrılırken eliyle yanağımı okşadı. Birbirimizin gözünün içine dalmış üç günün acısını çıkarıyorduk sanki. Sonra bir anda aklına bir şey gelmiş gibi geri çekildi. "Kalk hadi gidiyoruz." Şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Nereye?" Ayaklanırken beni de elimden tutarak kaldırdı. "Sürpriz." O kadar güzel gülüyordu ki ben de gülümsedim. "Üzerimi değiştirmem lazım." Beni baştan aşağı süzerken başıyla onayladı. "Beş dakikan var güzelim." Gözlerimi kocaman açarak cırladım. "Yok artık!" Yüzünü buruşturup konuştu. "Hadi İnci, zaman geçiyor." Homurdanarak odama ilerliyordum. "Uyuz adam. Yine erlerinle karıştırdın beni." Hızlıca odama girip dolabımdan askılı bir elbise çıkardım. Yaptığım ev topuzunu açarak saçlarımı elimle düzelttim. Zaten düz olduğu için beni çok zorlamıyordu. Gözlerime sadece rimel sürüp dudağıma da pembe rujumu sürdüm. Çantamı ve telefonumu aldığımda hazırdım. Odadan çıktığımda telefonda konuşuyordu. Beni görünce kapatarak gülümsedi. Yanına yaklaşıp tam önünde durdum. "Hazırım." Beni şöyle bir inceleyip bakışları dudaklarımda kilitli kaldı. Bir süre bakmanın ardından etrafına göz gezdirdi. Sonra aradığını bulmuş gibi masaya yönelerek peçete aldı. Uzattığı peçeteyle fazla ciddi duruyordu. "Biraz çok mu olmuş?" Huysuzca omuz silktim. Peçeteye uzanmadım bile. "Cihangir ya." Kaşlarını çatarak belimi kavradı. Dudakları alnımda mırıldanırken nefesi tenime vuruyordu. "Çok dikkat çekiyor." Kıkırdamamla geri çekilerek merakla gözlerime baktığında ellerim tişörtünün üzerinde geziyordu. "Belki de senin dikkatini çekiyordur." Parmakları çeneme ulaştığında hafifçe okşadı. "Hem de nasıl." Kıvrılan dudaklarıma eşlik eden gözlerimdeki parıltılarla arkamı döndüm. "O zaman kalabilir." Birkaç adım attığımda başımı çevirerek arkamdaki adama baktım. Hâlâ olduğu yerdeydi. "Gelmiyor musun?" Masum bakışlarıma inat şişirdiği yanaklarıyla başını iki yana salladı. "Ben ne yapacağım seninle bir bilsem..." Dudaklarım kıvrılırken beni kıskanması hoşuma gitmişti. Cihangir benim ne giydiğime pek karışmazdı hatta neredeyse hiç karıştığını görmemiştim. Yine de arada böyle tatlı kıskançlıkları olurdu ve bunlar hoşuma gidiyordu işte. Evden çıkıp arabaya bindik. Nereye gittiğimizi sorsam da bir türlü söylemiyordu. Kliniğe doğru yaklaştığımızda gerilen bedenimle Cihangir'e döndüm. "Cihan kliniği görmek istemiyorum." Bana kısa bir bakış atarak önüne döndü. "Sabırlı ol güzelim." Suratım asılırken koltukta geriye yaslanarak kollarımı göğsümde bağladım. Şu an o harabeyi tekrar görmek için hazır değildim. Cihangir kliniğin önüne park ederken dudaklarım büzüldü. Hemen sonra dikkatimi kliniğin camlarındaki stor perde çekti. Daha önce bunlar yoktu ki, zaten her şey yanmıştı. "Neler oluyor Cihangir?" Ona dönmeden sorduğum soruya cevap vermeden arabadan indi. Ben de peşinden indim. Yanıma gelerek elimi kavradı. Şaşkınlıkla ona baktığımda sadece gülümsediğini gördüm. Birlikte kliniğe giderek önünde durduğumuzda nefesimi tuttum. "Aç hadi İnci'm." Ona uzun bir bakış atıp kapıya uzanan elimle usulca araladım. Göreceklerimi merakla bekliyordum. Bir de yanına küçük bir heyecan eklemişti kalbim. İçeri adımımı attığım anda öylece kalakaldım. "SÜRPRİZ..." Duyduğum ıslıklar, gülümsemeler, alkış sesleri... Başım dönüyordu âdeta. Herkes buradaydı. Giray, Burçak, Akın, Eren ve Oktay... Sonra Merve ve Serhat. En önemlisi de Yusuf en önde bana gülümsüyordu. Etrafıma baktığımda ise her şey eskisinden de güzel görünüyordu. Duvarlar boyanmış, klinik baştan dizayn edilmiş, raflar özenle dizilmişti. Gözlerim doldu. Sanki bir rüyanın içindeydim ve uyanmak istemiyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Yanımdaki adama tutundum. Hâlimi anlamış gibi omzuma doladığı koluyla sıkıca kendine bastırdı beni. Hem gülümsüyordum hem de gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Bakışlarım ona dönerken mırıldandım. "Ama nasıl?" Bana güzel bir tebessüm sundu. "Beğenmedin mi güzelim?" Şaşkınlığı üzerimden atamıyordum ki. "Ben... Bayıldım. Daha iyisini hayal edemezdim ama nasıl oldu? Yani her şey yanmıştı." Yanağımı okşadı. Gözlerimin en içine bakıyordu. O kadar sıcak, o kadar içtendi ki kendimi kaybedebilirdim. "Hepimiz birleşerek yeniden düzenledik. Hepsini baştan yaptık," Arkadaşlarını göstererek devam etti. "Hepsinin emeği var." Kollarımı Cihangir'in boynuna dolayıp sıkıca sarıldım. O da bana sarıldığında hâlâ mutluluktan ağlıyordum. "Teşekkür ederim. Cihan... çok teşekkür ederim." Kulağına fısıldadıklarımla aramıza küçük bir mesafe bıraktım. Elleri ellerimi kavramış bana derin bir şekilde bakarken kimse umurumda değildi. Parmaklarımın ucunda biraz daha yükselerek ona doğru yaklaştım. Dudağının kenarına dudaklarımı bastırırken ikimizin de gözleri kapandı. Ona, masum ve sevgi dolu bir teşekkür öpücüğü vermek istemiştim. Yanımızda duyduğum ıslıklar ve alkışlarla ne yaptığımın farkına vararak hızla geri çekildim. Yanaklarım alev alev yanarken eliyle ensemi kavrayarak beni yine göğsüne sakladı. İşte burası benim sığınağım olan yerdi. Ne zaman utansam ne zaman üzülsem beni buraya saklıyordu. Ciğerlerim onun kokusuna müptela olmuş huzurla kokusunu soluyordu. Biraz barut, biraz parfüm, biraz teninin kokusu... Geri çekildiğimde yanaklarım hâlâ yanıyordu. Kalabalık bize tebessümle bakarken hepsine kocaman bir gülümseme sundum. "Her şey için teşekkür ederim. Çok mutlu oldum. İyi ki varsınız." Tekrar gözlerim dolduğu sırada duyduğum cılız bir havlama sesi bakışlarımı hızla sese yönlendirdi. Yerde gördüğüm Paşa'yla tekrar ağlamaya başladım. Ona doğru ilerleyip önünde yere çöktüm. Sıkıca sarılmamla o da yüzümü yalayıp kuyruğunu salladı. Tüylerini defalarca okşayıp başından öptüm. Bir insan ne olursa olsun hiçbir cana kıymamalı. Merhametin sunduğu güzelliği ne verebilirdi ki zaten? Getirdikleri pasta ve diğer malzemelerle güzel bir masa kurmuşlardı. Hep birlikte masaya geçtiğimizde Burçak pastayı göstererek gülümsedi. Kıvırcık saçları yine ortalığa saçılmıştı. Hemen yanındaki Giray tebessümle izliyordu onu. "Hadi, kes bakalım pastanı." Sıcak bir tebessümle karşılık verdim. Sabah o kadar kahvaltı etmem için uğraşırken hiç belli etmemişti bana. İşe gittiğini sanmıştım. Güzel arkadaşım benim. Pastanın yanında duran bıçağı elime alarak başımı sevdiğim adama çevirdim. "Birlikte keselim." Cihangir yanıma yaklaşarak bıçağı tutan elimi kavradı. Bir eli de belimi sarmıştı. Pastanın üzerinde "İnci Veteriner Kliniği" yazıyordu. İkimiz birlikte kestiğimizde hepsi yeniden alkışladı. Burçak hemen sıkıca sarıldı. "Hep mutlu ol bebeğim." Ona sıkıca sarıldığımda yine gözlerim doldu. "İyi ki varsın Burçak." Geri çekildiğimizde onun da gözleri dolmuştu. Hemen yanında duran Giray elini uzattı. "Hayırlı uğurlu olsun yenge." Tebessümle elini sıktım. "Sağ ol Giray." Merve yanıma gelerek kollarını açtığında aynı samimiyetle sarıldım. "Bol bereketli işlerin olsun." "Sağ ol canım." Biraz arkasındaki Serhat tebessümle başını eğdi. Karşımızda duran Eren ve Oktay da iyi dileklerini söylerken Akın'ın çıkışı beni güldürmüştü. "Yenge semaveri ben aldım bak ona göre. Geldiğimizde çay ikram etmezsen gücenirim." Kıvrılan dudaklarımla başımı eğdim. "Size her zaman kapım açık." Giray yine muziplik peşindeydi. "Ağabey sen niye geliyorsun ki buraya? Ayılara bakmıyor İnci." Suratım buruşurken Akın'ın sinirlendiği belliydi. "Nereden biliyorsun lan? Benden önce sen mi geldin tedaviye?" Giray yanı başındaki Burçak'ı işaret etti. "Benim doktorum da ilacım da burada." Burçak nadir gördüğüm kızaran yanaklarıyla Giray'a yandan bir bakış attı. Dudaklarını dişleriyle ezerken gülümsemesini durdurmaya çalıştığı her hâlinden belli oluyordu. Belli ki bizim kız da abayı yakmıştı. Pastaları tabaklara pay ederken kestiğim en büyük dilimi Yusuf'a uzattım. "Al bakalım yakışıklı." Çekingen bir şekilde pastaya uzandığında göz göze geldik. "Abla ben yine burada çalışırım değil mi?" Gözlerim tekrar dolduğunda Yusuf'un saçlarını okşadım. "Tabii. Sen olmazsan ben batırırım bu kliniği." Gözleri parladığında umutla bakıyordu bana. Çalışmaya ihtiyacı vardı ve burası rahattı onun için. Onu anlıyordum. Bakması gereken kardeşleri ve annesi vardı. Cihangir, Yusuf'un yanağını okşadı. "İnci bana çok anlattı oğlum. Buradaki işleri hep sen çekip çeviriyormuşsun." Yusuf utangaç bir şekilde gülümsedi. "Yok Cihangir ağabey. Olur mu hiç?" Bol sohbetle geçen saatlerin ardından Eren, Oktay ve Akın çiftleri yalnız bırakıp klinikten ayrılırken Burçak'ı da acil hastaneden çağırmışlardı. Giray tabii ki sevdiğini yalnız bırakmayarak arabayla bırakma bahanesiyle onunla gitti. Yusuf'u da ben eve gönderdim. Nasıl olsa bugünlük iş yoktu. Serhat ve Merve de gittiğinde biz de ortalığı toplamış, ardından da sabah erkenden açmak üzere kliniği kapatmıştık. Cihangir'le eve geldiğimizde ona söz verdiğim kahveyi geç de olsa yaptım. Koltukta yan yana oturmuş kahvelerimizi yudumluyorduk. "Cihangir." Bakışları anında beni bulurken gözleri nefes kesiciydi. "Söyle sarışınım." Bana taktığı isimle gülümsemeden edemedim. "Kliniğe ne kadar masraf ettiniz?" "Ne önemi var İnci'm?" Dudaklarımı büzdüm. Çok önemliydi. "Bilmek istiyorum." Beni kendine çekerek başıma bir öpücük bırakıp kolunun altına aldı. "Bir şeyi de bilme be güzelim. Dur şurada." Yine bana söylemiyordu. Ne yapacaktım ben bu adamla? Kolunun altından çıkarak gözlerimi gözlerine diktim. "Sigorta yangında oluşan zararı karşılayacaktır. Parayı sana vermek istiyorum." Elindeki fincanı bırakarak elimi kavradı. "Gerek yok İnci. Yapma şunu lütfen." Mahcup olan bendim oysa. "Asıl sen yapma. Bu şekilde içim rahat etmez benim. Lütfen anla beni." Gözlerindeki muzip bakışlarla çapkın bir şekilde gülümsedi. "Pekâlâ... Belki şu bugün verdiğin öpücükten tekrar verirsen düşünebilirim." Kaşlarım havalanırken omzuna yumruk attım. "Uyuz adam... Düşünebilirmiş. Yok sana öpücük falan. O parayı da alacaksın, yoksa açmam kliniği. Geri kalan herkese de zamanla öderim borcumu." Başını iki yana salladı. "Ah İnci, tam bir huysuz keçisin." Dişlerimi göstererek sırıttım. "Uyuz adam." Ters bir bakış attı. "Şu dilin de çok uzadı senin." İstemsizce kıkırdadım. "Yoksa bana da mı ceza vereceksiniz yüzbaşım?" Eliyle saçlarımı karıştırıyordu. "Neden olmasın?" Ben sinirle elini iterken tek kaşını kaldırarak devam etti. "Çok güzel yöntemlerim var." Bunların ne olduğunu sormaya korkarken konuyu değiştirmem gerektiğinin farkındaydım. "Cihangir." "Hı..." "Teşekkür ederim. Yine hayatımı kurtardın." Beline sarılınca o da hemen beni sarmaladı. "Ben yapmam gerekeni yaptım İnci. Seni orada bırakamazdım." Sesi dingin bir deniz gibiydi. Yine de hâlâ merak ettiğim şeyler vardı. "Neden bana klinikten bahsetmeden istersem gidebileceğimi söyledin? Ya kabul etseydim Cihangir. O zaman bütün emeklerine yazık olacaktı." Saçlarımı okşarken başıma küçük bir öpücük bıraktı. "Sana önce kliniği söyleseydim kendini bana karşı mahcup hissederdin. Bu ikimiz için de kendini kandırmak olurdu." Başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Benim kalbim sana ait." Burnuma tatlı bir öpücük bırakarak gülümsedi. "Benimkini de sarışın, mavi gözlü bir ufaklık çaldı."
🌺🌺🌺 İnstagram: soylumery
|
0% |