@soylumery
|
Keyifli okumalar...😊
Bu bizim şanssızlığımız mı yoksa daha büyük bir şansın getirisi miydi? Bence daha büyük bir şansın getirisi olmalıydı. Mesela bir annenin bebeği olacağını öğrenmesi büyük bir mutluluktu. Fakat doğuma kadar yaşadığı sıkıntılar ve en önemlisi doğum büyük bir acıydı. Ama sonrasında kavuştuğu yavrusu tarifi mümkün olmayan bir mutluluk, Allah'ın bahşettiği en büyük mükâfattı. Tabii neyi nasıl gördüğünüzle de alakalıydı her şey. İyi bakan iyi görüyordu işte. Cihangir bende bir terslik olduğunu anlayarak yanıma geldi. O gelmeden telefonu ters çevirerek ekranı görmesini engelledim. Arayan kişi Tuna'ydı ve Cihangir'in yanında onunla konuşamazdım. "Bir sorun mu var güzelim? Neden açmadın telefonu?" Yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. "Banka arıyor işte. Yine kredi kartı için." Bir anlık düşünmeden konuşarak klişeye başvurmuştum. Olmayacak bir şeydi yaptığım. Yine de o an doğru olduğunu düşündüm. Pek inanmasa da bir süre dikkatle beni inceledikten sonra başıyla onayladı. Kötü bir yalancı olmamla birlikte yanaklarım kızarmaya başladı. Konuyu değiştirmek adına yapay bir gülümseme sundum. "Yemeğe çıkalım mı?" Elini kaldırarak saçımdan bir tutam kavradığında bakışları hâlâ sorgulayıcıydı. "Olur güzelim." Birlikte çıktığımız yemekte sessize aldığım telefona hiç bakmadım. Sanki bakarsam bütün büyü bozulacakmış gibiydi. Sesini duyarsam eski günlere geri dönecekmişim gibi. Yemek boyunca Cihangir'in benden şüphelendiğini biliyordum. O akıllı bir adam ve iyi bir askerdi. Bu gibi şeyler gözünden kaçmaz diye düşünüyordum. Yine de ısrarla sormadı, benim anlatmamı bekledi. Yapamadım... Görünürde abartılacak bir şey yok gibi gözükse de benim için öyle değildi. Bir yanda eski nişanlım öbür yanda sevdiğim adam. Daha da kötüsü bu kadar ısrarla araması beni bulduğunu da gösteriyordu. *** Cihangir beni tekrar kliniğe bırakarak işe gidince kendimle baş başa kaldım. Telefonumu çantamdan çıkartarak ekrana baktım. Sayısız cevapsız aramanın ardından sadece tek bir mesaj vardı. Elim istemeyerek mesaja giderken korkuyla açtım. "Küçük oyunun sona erdi İnci." Okuduğum mesajla tüylerim diken diken olurken beni bulduğuna emindim artık. Nasıl olurdu da bu kadar çabuk bulurdu? Arkamı dönüp gittiğim gerçeklerime, yeni kurduğum hayatımda yer yoktu. Derin bir nefes alarak koltuğa oturdum. Bunların hepsinin olacağını biliyordum. Hazırlıklı olmam gerekirdi. Ama zamansız kapımı çalan aşk beni başka bir dünyaya götürmüştü. Bu esnada içeri giren müşteriyle dikkatim dağıldı. Kısa bir süre onunla ilgilendim. Bir ağrı kesici ve antibiyotik vererek yolcu ettim. Hayat sürüp gidiyordu ve benim de bir şekilde işlerime devam etmem gerekirdi. İş telefonum çalınca kafamdaki tüm düşünceleri bir kenara atarak cevap verdim. Hasta için çağırıyorlardı. Anahtarlarımı ve çantamı alıp kliniği Yusuf'a emanet ettim. Gittiğim köyde küçük bir buzağıyı muayene etmiş ve ameliyat olması gerektiğine karar vermiştim. Küçük bir fıtık operasyonu kolay olsa da yine de ortam şartları da eklenince fazlasıyla zamanımı almıştı. Bu işin de hakkından gelmenin verdiği huzurla kliniğe tekrar dönmek yerine eve geçtim. Akşam olmak üzereydi ve ben dinlenmek istiyordum. Eve gider gitmez bir güzel duş alıp saçlarımı kuruttum. Fazlasıyla yoğun çalışmak beni yoruyordu. Fakat bu aralar öyle olması gerekiyordu. Burçak'la yangın meselesini konuştuğumda bana bütün masrafları Cihangir'in karşıladığını söylemişti. Kendisi ve diğerleri boyama, yerleştirme gibi şeylere yardım etmişler. Destek olmak isteseler de kabul etmemiş sevdiceğim. Sadece küçük hediyeler almışlar. Ama Cihangir bunu söylememişti tabii. Şimdi ise ona sigortanın karşıladığı parayı zorla da olsa vermiştim. Kalan kısmı ise sonra ödemek için para biriktiriyordum. Aslında o almak istemiyordu ama sevdiğim erkek, hatta kardeşim dahi olsa kimseye borçlu kalmak istemezdim. Zaten şimdiye kadar borç para almayacak kadar zengindim. Para hesabı bile tutmayan ben şimdi para biriktirerek borç ödemeye çalışıyordum. Yine de mutluydum. Çünkü Cihangir'e borçlanmak bile güzeldi. Bu kadar eşsiz bir adamla her şey güzeldi. Eşofmanlarımı giyip mutfakta bulduklarımla aç karnımı doyuruyordum. Allah'tan Burçak benimleydi. Onun fırsat buldukça yaparak dolaba koyduğu yemekler olmasa kesin aç kalırdım. Çoğu kez dışarıda yesem de ev yemeği bir başkaydı. Kendi beceriksizliğim yüzünden Burçak'ın yemeklerine alışmıştım. Allah için güzel yapıyordu. Giray fazlasıyla şanslıydı. Çalan telefonumla yine suratım düşerken sessize aldım. Arkasına gelen mesaj merakıma yenik düşmeme sebep oldu. Masadaki telefonu elime alıp yine Tuna'nın attığı mesaja baktım. "Aramalarımı gördüğünü biliyorum İnci. Bu şekilde benden kaçamazsın." Mesajın arkasına tekrar çalan telefonla derin bir nefes alarak cesaretimi topladım. Belli ki peşimi bırakmayacaktı. Hem eninde sonunda karşı karşıya gelecektik. Cevaplama tuşuna basıp telefonu kulağıma götürdüm. Konuşmak için hiç vakit kaybetmedi. "Sonunda açabildin biricik nişanlım." Dişlerimi sıktım. Sesi bile kulaklarımı tırmalıyordu. "Ben senin nişanlın değilim." Derin bir nefes alma sesi duymuştum. Onun her tavrını gözümün önünde canlandırabiliyordum. "Yapma İnci. Bizim seçme şansımız yok." Öfkeyle yerimden doğrularak parmağımı görüyormuşçasına göğsüme bastırdım. "Ben seçimimi çoktan yaptım ve sen bu seçimin içinde yoksun." Sessiz kalırken her zamanki gibi işine gelmeyen kısmı duymazdan geldi. Hep böyle olmamış mıydı zaten? "İki saat önce geldim ve otelde seni bekliyorum." Ruhum çekildi bir an. İçim karardı. Sanki benim uzak tuttuğum kara bulutlar yeniden üzerime üşüştü. Bu kadar çabuk muydu yani? Buraya kadar gelmiş miydi? "Nasıl buldun?" İlk merak ettiğim şeyi sorduğumda cevabı hazırlamış olacak ki çabucak konuştu. "Kliniğinin yanması, polise kaydının düşmesi öğrenmemi kolaylaştırdı diyelim." Doğan'a bir kez daha saydım içimden. Tıpkı kliniğimi yakıp küle çevirdiği gibi geleceğimi de karartıyordu. "Ben... Gelmek istemiyorum." Israrcı tavrı değişmemişti. "Konuşmamız gerekiyor." Seri bir şekilde karşılık verdim. "Konuşacak hiçbir şey kalmadı." "Benim evini bulmamı ya da kliniğine gelmemi ister misin İnci? Hatta babanı aramalıyım belki de ilk önce." Suratım biraz daha düştü. Beni bu şekilde yanına istemesi çok kabaydı. Fakat yine en iyi yaptığı şeyi yaparak beni tehdit ediyordu. Yanıma gelmesi çok da önemli değildi ama babama söylerse her şey biterdi. "Tamam Allah'ın cezası! Hangi oteldesin?" Bana oteli söylemesiyle el mecbur odama giderek hazırlanmaya başladım. İstemsiz Cihangir'e durumu anlatmak için elim telefona giderken her seferinde kendimi durduruyordum. Ona söylemek istiyordum ama bu benimle alakalıydı ve onu karıştırmadan halletmem gerekiyordu. Yeterince benim dertlerimle uğraşıyordu. Zaten eski nişanlımın buraya gelmiş olmasını hoş karşılayacağını da sanmıyordum. Üzerime basit bir kot ve tişört geçirip kapıya yöneldim. Üzerime de ince bir hırka aldım. Burçak'ın evde olmaması avantaj sağlarken çıkmak için kapıyı araladım. Fakat karşımda yumruğu havada kalmış bir Cihangir beklemiyordum. "Cihan!" Yumruğunu aşağı indirerek beni baştan aşağı süzdü. "Bir yere mi gidiyordun?" Bir an afallarken ne cevap vereceğimi bilemedim ve yapmamam gereken bir şey yaptım. "Şey... Ben... Doğum için aradılar da ona gidiyordum." Söylediğim yalanın bu kadar canımızı acıtacağını o an bilemezdim. Kendi ellerimle kendimi çıkmaza soktum. Güven hakkında atıp tutan ben sevdiğim adama öyle veya böyle yalan söylüyordum. "Hım... Çıkalım o zaman." Kapıdan çıkarken bana inanmış görünüyordu. Yani ben öyle sanıyordum. "Sen neden gelmiştin? Haber vermeyince şaşırdım." Ayakkabılarımı giyerken hemen yanı başımda elleri cebinde bekliyordu. "Seni aradım ama bakmadın. Yusuf klinikte yok deyince ben de eve geldim." İkimiz de asansöre binince mahcup bir şekilde gözlerine baktım. "Telefon sessizdeydi. Kusura bakma görmedim." Bana doğru tamamen dönerek yüzüme düşen saç tutamını geriye attı. "Önemli değil güzelim. Gideceğin yer yakın mı?" Allah'ım ben bu gözlerde kaybolurken nasıl yalanıma devam edeyim? İyice içe çöküyordum. Başımı yere eğdim. "Evet." Eliyle çenemi kavrayıp başımı yukarı kaldırdı. Bakışlarımız tekrar buluşurken gözleri soru doluydu. "İnci bir sorun mu var? Bak canını sıkan bir şey varsa birlikte çözüm üretebiliriz." Ne güzel söylüyordu sevdiğim. Madem birlikteydik o zaman sorunları da birlikte çözebilirdik. Böyle yapmalıydım, daha kötü olmadan başladığım yalanı sonlandırmam gerekirdi. O benim her zaman yanımda olurdu. Tam anlatmaya karar verdiğimde asansörün kapısı açıldı. İçeriden çıkınca tekrar ona döndüm. Biraz çekingen bakıyordum gözlerine. "Cihangir aslında..." Ben cümlemi tamamlayamadan telefonu çaldı. Eliyle işaret parmağını bana gösterip izin isterken başımla onayladım. Dış kapıya yönelirken ben de bir iki adım arkasından gidiyordum. Bir süre telefonda konuşup bana döndüğünde gözleri yine ifadesiz bakıyordu. "Güzelim benim gitmem gerekiyor. Beni bekliyorlar." Endişe tohumları yüreğime serpilmişti bile. O her gitmem gerekiyor dediğinde benim yüreğim telaşa düşüyordu. "Kötü bir şey yok ya?" Bana güzel bir tebessüm sundu. Onun her bir tebessümü benim kalbime dokunuyordu. "Yok ama göreve gidebilirim." Büzülen dudaklarımla başımı onaylayarak aşağı yukarı salladım. Ona gitme demek istesem de yapamıyordum. Gitme desem de yine gidecekti. Vatanı söz konusu olduğunda onun önüne geçemezdim. "Dikkatli ol sevgilim. Gidecek olursan da mutlaka ara beni." Bana bir adım daha atarak tam önümde durdu. Elini yanağıma koyarak hafif bir şekilde okşadı. "Ararım. Sen biraz önce bir şey diyordun." Durdum ve düşündüm. Göreve gidecek bir adama şimdi bunu söylemek ne kadar doğruydu? Onun aklını arkada bırakmak ona kötülükten başka bir şey yapmazdı. Bana aklımı sende bırakma demişti. Şimdi ona Tuna'yı söylersem gözü arkada kalırdı. O zaman da ben ona bir şey olacak diye perişan olurdum. Yanağımdaki elini tutarak başımı çevirip avuç içine dudaklarımı bastırdım. "Önemli bir şey değil. Unuttum bile." Gözlerindeki birkaç yıldız söner gibi olsa da yine de emin değildim. Cihangir bir sürü eğitimden geçmişti ve kendini her anlamda iyi kamufle ediyordu. "Pekâlâ, kendine dikkat et ve ne olursa olsun benim sevdiğim olduğunu unutma İnci." Ona sıkıca sarılırken başım yine göğsündeydi. Buram buram ciğerlerime dolan kokusunu tekrar çektim içime. Aklımdan saniyelik de olsa çıkmıyordu. Ne parmağımdaki yüzük, ne de kalbimdeki fısıltılar bana sevdiğim adamın ismini unutturmuyordu. "Sen de benim sevdiğimsin yüzbaşı." O da aynı şekilde bana sarılırken çenesini başıma dayadı. Saçlarıma bir öpücük bıraktıktan sonra ayrıldık. "Anlaştık küçük hanım." Tebessümüyle ben de gülümsedim. İkimiz de arabalarımıza binerek ayrıldık. Otele doğru gidiyordum. Cihangir Tuna'yı görmeden onu buradan göndermem gerekiyordu. Otele geldiğimde Tuna'yı arayıp aşağı inmesini istedim fakat ne yazık ki bunu kabul etmedi. Oda numarasını söyleyip kapattığında mecburen asansöre yöneldim. Onun olduğu kata çıkarak kapısını çaldım. Kapıyı hemen açması beni beklediğini gösteriyordu. Sakin bir şekilde içeri adım attım. "Ne istiyorsun Tuna?" Kapıyı kapatarak peşimden geldi. Benden biraz uzun olan boyu, kaslı olsa da orta hâlli bedeni yine aynı duruyordu. Takım elbisenin içindeki beyaz teni, siyah saçlarıyla uyum içerisinde, yakışıklıdan ziyade parası ve sempatisiyle bütün kızları tavlayacak bir tipti. Uzun yüzü, koyu kahve gözleri ve kirli sakalıyla bana gülümserken her zamanki Tuna'ydı. "Sana da merhaba İnci." Öfkeyle parmağımı havada salladım. "Bak, fazla vaktim yok. Ne istiyorsan söyle." Yanımdan geçerek koltuğa rahat bir şekilde oturdu. Yarım kalan kahvesini yudumluyordu. "Hep böyle hırçın oldun. Biraz uyumlu olsan bütün sorunları çözebilirdik." Alaylı bir şekilde güldüm. Başa sarıyor olmak canımı sıkıyordu. "Bunu senin söylemen ne kadar da komik. Uyumdan bahseden adama bak. Derdin ne bilmiyorum ama ben burada mutluyum. Kendime yeni bir düzen kurdum ve geri dönmeyi de düşünmüyorum." Kolunu geriye yaslarken alayla dudakları kıvrıldı. "Yapma İnci. Baban her yerde seni arıyor ki ben bulduğuma göre onun da bulması an meselesi. Ayrıca yurt dışına gittiğini düşünüyordum. Bu küçük yerde ne işin var?" Mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı kaşlarım. "Bu seni ilgilendirmez. Başka bir şey yoksa gidiyorum." Ayağa kalkıp karşıma geçti. Gerçekten tanımasam inanacağım koyu kahve gözleri hüzünlü duruyordu. Koluma dokunmak istese de kendimi geri çekerek izin vermedim. "Yarın ilk uçakla İstanbul'a dönelim. Burası sana göre değil. Biliyorum bazı hatalarım oldu ve bana kızgınsın ama hepsi telafi edilebilir." Tek kaşım havalanırken bakışlarım alaylı bir hâl aldı. Söyledikleri gerçekten komikti. "Merak ediyorum da gerçekten telafi edebilecek misin? Yoksa iki güne yine aynı sorumsuz ve bencil insana mı dönüşeceksin? Hepsini geçtim seni sevmiyorum Tuna. Daha nasıl ifade edebilirim?" Ellerimi havaya kaldırarak sorduğum soruyla bakışları elime takılırken bir anda bileğimi kavradı. Bütün söylediklerim uçup gitmişti. "Bu ne?" Elimi sallayarak gösterdiği yüzüğümle birlikte yüzümde oluşan tebessüm aslında her şeyi özetliyordu. O benim mutluluğumdu. "Sana ne?" Bileğimi tutan eli sıkılaşırken canımın acısıyla çırpınarak zorla da olsa kurtuldum. Fazlasıyla öfkeli görünüyordu. "Kim taktı o yüzüğü parmağına? Beni onun yüzünden mi terk edip buraya geldin?" Kendini bu kadar önemli görmesini anlayamıyordum. Sanki benim aramızdaki birlikteliği sonlandırmak için başkasına ihtiyacım vardı. Ben onunla bağları çoktan koparmıştım. Hatta işin komik yanı bizim aramızda parmaklarımıza zorla takılan yüzükten fazlası da olmamıştı. Cihangir ise benim tesadüfümdü. Onunla hiçbir bağı yoktu. Ben ona en zor zamanımda kavuşmuştum. Rab'bimin yoluma çıkardığı en güzel hediyeydi. İnancımı kaybettiğim andaki şansımdı. O benim yüzümü güldüren kardeşimden sonraki tek erkekti... "Bu seni hiç ilgilendirmez. Ayrıca beni sevmeyen bir adam için fazla ilgilisin." Odanın içinde volta atmaya başlarken söylediklerimle daha hararetli bir hâl aldı. Öfkeyle bana dönerek işaret parmağını üzerime salladı. "Beni sevmeyen sensin!" Sert sesiyle bağırırken telefonum çaldı. İkimizin de aynı anda dikkati dağıldığında cebimden telefonumu çıkardım. Cihangir'in aradığını görünce dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne diyecektim ona şimdi? Bir de yanımda Tuna varken. Acaba açmasa mıydım? Ama ya göreve gidiyorsa. Kararsız bakışlarla telefonun ekranına bakarken bir anda elimden telefonun tutulup çekilmesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Tuna ekrandaki isme bakıyordu. Öfkeyle bağırdım. "Ver telefonumu!" Bana cevap vermeden telefonu açarak kulağına götürdü. İçimi büyük bir korku kapladı. İşte şimdi bitmiştim. "İnci şu an müsait değil." "......" "Ben nişanlısı Tuna. Asıl sen kimsin? Bir daha nişanlımı bu saatte arama." Duyduklarımla ayaklarım beni Tuna'ya götürürken saniyelik konuşmalarla telefonu kapattı. "Ne yaptın sen?" Yüzünde öyle bir sırıtış vardı ki ona olan öfkemi daha da körüklüyordu. Gözlerim dolarken usulca adını mırıldandım. "Cihangir..." Alaylı bakışlarıyla yanıma gelerek tam önümde durdu. "Bu mu beni aldattığın adam?" Elinde salladığı telefonu kavradım. Geçmeyen öfkemle elimi kaldırıp yüzüne sert bir tokat attım. "Her şeyi mahvettin!" Arkama bile bakmadan odadan hızlı adımlarla çıktım. Hata etmiştim. Her şeyi mahvetmiştim. Asansörü bekleyemeden merdivenlerden indim. Otelden çıkar çıkmaz titreyen ellerimle Cihangir'i tekrar aradığımda artık ona ulaşılamıyordu. Gözümden akan bir damla yaşın devamı ise elbette ki gelecekti...
⭐️💛⭐️💛
Instagram hesabım:soylumery |
0% |