Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar...🥰


Cihangir'den...

Aşk, sevgi, mutluluk ne güzel ifadelerdi. Ama tek başına ne yazık ki bir ilişkide yeterli değildi. İlla ki etkileyen faktörler, yan ifadeler de olmalıydı. Mesela bağlılık gibi, huzur gibi, güven gibi...

Güven...

Beş harf, iki hece. Ama kattığı anlam bir ilişkiyi ayakta da tutabilirdi, yerle bir de edebilirdi.

Şimdi biz hangi taraftaydık?

Sevdiğim kadının göz göre göre yalan söylemesi içimdeki bir şeyleri alıp götürüyordu. Tek tesellim en azından yalan söylerken utanıp gözlerini kaçırmasıydı. Bu onun hiç yoktan yalana alışık olmadığını ve söylerken zorlandığını gösteriyordu. Bana ufaklık dediğim için kızan küçük yalancım keşke ne kadar haklı olduğumu görebilseydi...

Daha en başta bankanın aradığını söylerken bile rengi kaçmış, tedirgin duruşu ve gözlerini kaçırması her şeyi ele vermişti. Yemeğe kadar söylemesini bekleyip üzerine gitmemiştim ama sabrım ne yazık ki sonuçsuz kalmıştı. Yemekte ilk fırsatta ondan habersiz telefonunu alıp kimin aradığına bakmıştım. İsimsiz numarayı Giray'a göndererek öğrenmek benim için çok basit olmuştu.

Ben onun telefonunun şifresine kadar bilirken o, bordo bereli sevgilisini fazla küçümsüyordu.

Kısa sürede gelen mesajla istemsiz bir şekilde moralim bozuldu. Giray arayan kişinin Tuna Şahin olduğunu yazmıştı. İnci'nin eski nişanlısının araması ve bu kadar paniklemesi benim de canımı sıktı.

Oysa ben bunların olacağını biliyordum.

İnci'yi ilk gördüğümde nişanlısından kaçan küçük bir kızdan ibaretti. Eski nişanlısı havalimanına kadar gelmişti onu ararken. Buraya kadar gelebileceğini de tahmin etmek zor değildi. Ama benim merak ettiğim şey, İnci'nin bana yalan söylemesindeki sebepti.

Yemeğin ardından İnci'yi kliniğe bırakarak Tuna'yı araştırdım. Buraya geldiğini öğrenmem ise gerilmeme sebep oldu. Demek ki bulmuştu İnci'yi. Ya da İnci söylemişti yerini. Fakat bu ihtimali elemem uzun sürmedi. İnsan kaçtığı kişiye bulunduğu yeri söyler miydi? İşte en can alıcı kısım da burasıydı. Sevdiğiniz kişiden emin olamamak can sıkıyordu.

Evine geldiğimde onu hazırlanmış çıkarken bulmuştum. Bana doğuma gideceğini söyleyince inanmak istedim. Gerçekleri bile bile bir şans verip bana anlatabileceğini, birlikte çözebileceğimizi söyledim. Benim sevdiğim olduğunu söylerken bana itaat etmesini değil, onu koruyacağımı, yanında olacağımı anlamasını istedim.

Ama yine susmayı seçti.

Yine de onu takip etmek yerine serbest bıraktım. Nasıl olsa nereye gittiğini öğrenmek benim için zor değildi. Tek istediğim yanlış bir şey yapmamasıydı.

Ta ki telefonla onu arayana kadar.

O herifin sesini duyduğumda kalbimde hissettiğim ağırlığın büyüklüğü tarifsizdi. Şu anki durumun hiçbir açıklaması yoktu. Benim sevgilim, benim kadınım şu an benden habersiz, yalanlarla eski nişanlısının yanındaydı ve telefonunu açan it bana İnci'nin müsait olmadığını ve nişanlısını rahatsız etmememi söylüyordu.

İnci'nin beni düşürdüğü durumun telafisi çok zordu. Belki de imkânsız... Bir ilişkiye başlamak çok kolaydı fakat marifet devam ettirebilmekteydi.

Bu olayın hemen üzerine göreve çıkmam belki de bizim için olumlu olmuştu. Çünkü İnci'yle o an karşılaşmış olsaydım çok daha fazla kırardım kalbini. Fakat bir yandan da karşıma geçip ne diyeceğini merak ediyordum. Bir hafta olmuştu... Onsuz geçen koca bir hafta. Normalde arar defalarca sesini duyar, gülüşüyle mutlu olurdum. Şimdi ise telefonumu bir kez bile açmamıştım.

Akın'la sınır dışında tespit ettiğimiz örgütün bombacısını ele geçirmek için gelmiştik. Emin olmak için ona yakın bir evde bekliyorduk. Elimdeki dürbünle evi gözetlerken Akın koltuğa oturmuş dinleniyordu. Telefonu çaldığında yandan bir bakış atarak tekrar işime döndüm.

"Oo kardeşim hayırdır, bizi yalnız bıraktığın için vicdan azabı mı çektin?"

Giray'la konuştuğunu anlarken onun sesini tam olarak duyamasam da Akın verdiği cevaba büyük bir kahkaha atmıştı. Bir süre birbirleriyle uğraştıktan sonra Akın sırıtarak telefonu bana uzattı. Soran gözlerle ona baktım. Telefonu bana doğru biraz daha itti.

"Seni özlemiş."

Akın'ın esprili cevabına şaşırmamıştım. Dudağımın bir kenarı kıvrılırken dürbünü bırakmadan telefonu alarak kulağıma götürdüm.

"Ne var?"

Sert sesimle Giray homurdanmaya başlamıştı.

"Anladık, sen özlemedin."

Dudaklarım kıvrıldı. O benim badimdi. Onu özlememe gibi bir seçeneğim yoktu ki. Yine de sesimi sert tuttum.

"Sadede gel Giray, boş yapma."

Benim ciddiyetime karşın o umursamazdı. "Emredersiniz komutanım," Gözlerimi devirdiğimde sanki beni görmüş gibi lafı dağıtmayı bıraktı. "Ağabey İnci geldi yine. Kızın hâli çok kötü. Gözleri hep kıpkırmızı. Sürekli seni soruyor. Aç şu telefonu artık. Bırak da sesini duysun belki de mantıklı bir açıklaması vardır."

Elimdeki dürbünü sıkarak aşağı indirdim. Sonunda benim de dikkatimi dağıtmayı başardı. Benim zaten aklım bende değildi.

"Yaptığını görmezden mi geleyim?"

Kalbimdeki sızıyla sordum bu soruyu. Görmesem daha iyiydi. Onun ben göreve giderken eski nişanlısına gittiğini bilmesem kalbim daha az acırdı.

"Gelme tabii ama izin ver de açıklasın."

Bunu ben de istiyordum ama ne diyebilirdi ki? Nasıl bir açıklaması olabilirdi?

"Karışma Giray."

Arada birkaç saniyelik bir sessizlik oluştu.

"Bir şey daha var."

Duraksarken ağzından dökülecek kelimeleri bekliyordum.

"Söyle."

Ağzında gevelemeye çalıştığı şey belli ki hoşuma gitmeyecekti.

"İnci üç gündür karargâha geliyormuş."

İşte bunu beklemiyordum.

"Ne işi var İnci'nin orada?"

"Seni bekliyor. Benden cevap alamayınca buraya gelip sormaya başlamış. Ziyaretçi kısmına geçerek orada oturuyor. Sonra da geri dönüyor."

Duyduklarımla yüzüm asılırken İnci'nin o kadar erkeğin içine girmesi canımı sıktı. Ne kadar aramıyor olsam da kıskançlığımdan hiçbir şey kaybetmemiştim. Onu seviyordum. Kalbim yalanlarıyla sızlasa da seviyordum.

"Geldiğinde yalnız bırakma. Yaklaştırma kimseyi yanına."

Giray'a bunu söylememe bile gerek yoktu ama yine de söyledim.

"Nasıl istersen ağabey."

Telefonu kapatırken aklım sadece İnci'deydi. Ona kızgın olsam da kıyamıyordum. Ayrıca bu kadar ısrarcı oluşu, beni beklemesi ve sürekli beni sorması da ne yalan söyleyeyim mutlu etmişti. Yine de yaptıklarının affı kolay olmayacaktı.

Belki de bir affı bile yoktu...

Akın'a telefonunu uzatırken tebessüm etti.

"Haddim değil belki ama yenge seni seviyor. Ben gördüm gözlerinde."

Suratım buruşurken telefonu önüne attım.

"Bir sen eksiktin lan."

Gülerek telefonunu cebine attı.

"Ne yapalım komutanım? Bu suratsız hâlin hiç çekilmiyor."

Ters bir bakış atarak tekrar işime döndüm. Böyle olmak benim de hoşuma gitmiyordu ama başka çarem de yoktu.

***

İnci'den...

Her yeni gün bir öncekini geride bırakırken içimdeki acı da aynı oranda artıyordu. On gündür Cihangir'in ne yüzünü görmüş ne de sesini duyabilmiştim.

İçim acıyordu...

Kalbim ağrıyordu.

Yaptığım hatanın bedelini ağır ödetiyordu bana. Onu özlüyordum. Ondan defalarca özür dilemek istiyordum ama sevdiğim adamı çoktan kaybetmiştim.

Evine giderek defalarca kez kapısını çaldım ama ne açan ne de bakan oldu. En son Giray'ın kapısına dayandım. En azından ne zaman geleceğini bilmek istiyordum. Giray'ın söyledikleri ise daha da acıttı canımı. Bana "Ne işin vardı o otelde İnci?" diye sormuştu. "Zaten güven problemi olan bir adama bunu neden yaptın?" İşte bu sorular daha da üzmüştü beni.

Anladım ki Cihangir her şeyi biliyor...

Anladım ki ben sadece kendimi kandırmışım...

Düşünceli bir şekilde arabadan indim. Cihangir gideli bugün tam on gün oluyordu ve ben yine karargâhın kapısındaydım. Artık beni tanıyor olmalarından dolayı kısa bir aramanın ardından içeri aldılar. İlk gün kapısından bile geçmek için çok çaba harcamıştım. Cihangir olmadığı için beni almak dahi istememişlerdi ama şimdi Giray sayesinde daha kolay giriyordum. Giray bir süredir beni bahçede karşılıyordu. Hatta birkaç kez odasında çay ikram etmişti. Zaten normalde ziyaretçi kısmından ileriye gidemiyordum ama benim tek istediğim sevdiğim adamı görmekti. Giray da bana bu konuda yardımcı oluyordu.

Bahçeyi geçerek ziyaretçi alanına ilerlediğimde yine her zamanki çardağa oturarak beklemeye başladım. Telefonu çıkartıp Cihangir'i tekrar arasam da yine kapalıydı. Üzgün bir şekilde telefonu çantama koyarken Giray elindeki karton bardakları tahta masaya bırakıp karşıma oturdu.

"Sana kahve getirdim."

Bardağın birini bana doğru kaydırırken tebessüm ettim. Kahvemi ellerimle sarmış kendimi ısıtıyordum. Yavaş yavaş soğuyan havalar gelen kışın habercisiydi. Genelde çok soğuk olmasa da biraz serin olabiliyordu.

"Teşekkür ederim."

Ellerini masanın üzerinde bağlayan Giray gülümsedi.

"Yengemize iyi bakmamız lazım."

Burukça gülümseyerek kahvemden bir yudum aldım. İçimin acısı Cihangir gelmeden dinmeyecekti.

"Artık bir yengen olduğundan, hele de o kişinin ben olduğumdan emin değilim."

Başını iki yana salladı. Dudaklarında şefkatli bir tebessüm vardı. Kahvesinden bir yudum alarak yerine bıraktı.

"Hata insanlar içindir İnci. Belki yalan söyleyerek hata yaptın ama Cihangir seni anlayacaktır."

Kalbime umut tohumları ekse de bir yanım hâlâ umutsuzdu. Yine de bunları duymak beni mutlu ediyordu. Belki de ihtiyacım vardı.

"Cihangir'i benden iyi tanıyorsun Giray. Söylediklerine kendin inanıyor musun?"

Biraz da umutla sordum bu soruyu. İyi şeyler duymak istiyordu kulaklarım. Fakat Giray'ın sessiz kalması her şeyi özetliyordu. Başımı olumsuz bir şekilde iki yana salladım. Kahvemden bir yudum daha almıştım ki onu gördüm. Uzaktan bile hemen tanırken ayağa kalktım. Bu fevri davranışım kahvemin dökülmesine sebep olmuştu. Giray ne olduğunu anlamak için arkasını döndü. Cihangir'i görmesiyle o da ayaklanırken gözümden süzülen yaşı elimin tersiyle sildim. Gelmişti... Sonunda sevdiğim adam gelmişti. On gündür onu bekleyen ben şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Kalbime itaat ederek seri adımlarla yanına ilerlemeye başladım.

Keskin gözleri beni anında fark ederken duraksadı. O durunca bir adım arkasındaki Akın da durdu. Onu uzun zamandır formasıyla görmüyordum ve ilk dikkatimi çeken bu olmuştu. Bordo beresi başında göz kamaştırıyordu. Forması yakışıklılığına karizma katıyordu. Onu gören her kız bir kez daha bakardı. Bu kadar ilgi çekmesi onu daha da kıskanmama sebep oluyordu. Elinde tuttuğu fazlasıyla büyük silahı ise benim için korkutucu olsa da ona havalı bir görüntü katıyordu.

Siyah kotumun altına kırmızı topuklularımı, üzerine de siyah omuzları tül bluzumu giymiştim fakat onun yanında çok da esamemin okunmadığını düşünüyordum. Üzerimdeki hırkama sıkıca sarıldım. Zaten içimi soğutan küslüğe bir de rüzgâr eşlik ediyordu.

Tam önüne geldiğimde aramızda bir adım bırakarak durdum. Başımı hafif yukarı kaldırdığımda göz göze geldik. Ona sarılmak istesem de cesaret edemiyordum.

Gözleri buz gibiydi.

Gülmüyordu.

Eskisi gibi bakmıyordu.

Gözlerim ısrarla gözlerine tutunmaya çalışırken mırıldandım.

"Özür dilerim."

Fısıltı gibi çıkan sesimle kirpiklerimin altından bakıyordum gözlerine ama değişen hiçbir şey yoktu. Bir duvardan ibaret yüzünde hiçbir mimik oynamıyordu. Onu bu kadar sert görmemiştim. Belki de bulunduğumuz ortam yüzünden böyleydi. Ya da yalanım yüzünden. Yan tarafa bir adım atarak yanımdan geçmek isterken küçük ellerimle kolunu tuttum.

"Cihangir lütfen..."

Bana yandan ters bir bakış atarak kolunu kurtarıp tekrar ilerlemeye başladı. Gözümden akan yaşlara engel olamadım. Yüzüme bile bakmamıştı. Hızla tekrar önüne geçtim. Ellerim istemsizce ona tutunurken yalvaran gözlerle bakıyordum.

"Böyle gidemezsin. Beni dinlemek zorundasın."

Bir türlü yumuşamayan bakışları üzerimde kısa süre gezindikten sonra gitmek için bir adım daha atınca daha fazla dayanamadım. Arka arkaya göğsüne yumruklarımı indirirken bir yandan da botlarına tekme atıyordum. Fakat fazla kalın olan botlardan tekmelerimi hissettiğine bile emin değildim. Gözyaşlarım özgür kalmış, sesimdeki çaresizlik her türlü belli oluyordu.

"Kaç gündür yoksun. Yetmedi mi bu kadarı? Yeterince çıkarttın acısını be adam. On gün..." Hıçkırıklarımın arasında derin bir nefes aldım. "On gündür sesini bile duymadım. Günlerdir seni bekliyorum. Bir kere bile dinlemeyecek misin?"

Vuruşumdan hiç etkilenmiyor gibi yine tok çıkan ama sakin sesiyle konuşmuştu.

"Şunu yapmayı keser misin İnci? Bütün askerler bize bakıyor."

Etrafımızdaki insanlar umurumda değildi. Kimin ne dediği önemli değildi. Ben sadece o bana baksın, o beni duysun istiyordum. Çaresizdim, âşıktım... Vurmakta ısrar ederken aynı zamanda da sesini duymuş olmanın mutluluğunu yaşıyordum. Belki yine bana kızıyordu ama hiç yoktan benimle konuşmuştu.

"Umurumda değil. Beni dinleyeceksin. Öylece gidemezsin."

Gözlerimden akan yaşlara yenisi eklenirken bir anda ne olduğunu anlayamadan havalandım. Kendimi ters bir şekilde sırtıyla burun buruna bulduğumda üzerimdeki şaşkınlığı atamadan tekrar bağırmaya başladım.

"Cihangir ne yapıyorsun? Delirdin mi? İndir beni hemen."

Bana cevap bile vermezken umursamadan yürümeye başladı. Düşmemek için sırtına iki elimle sıkıca yapıştım. Başımı kaldırdığımda aşağı sarkan saçlarımın arasından baktım. Giray ve Akın gülerek bizi izliyordu. Bir süre sonra indirmeyeceğini anlayarak beklemeye başladım.

Binanın içine girdiğimizde bizi görenler hazır ola geçerek Cihangir'e selam verirken arkadan baktığımda şaşkınlıkla bizi izliyorlardı. Bir odanın kapısını açarak içeri girince beni indirdi. Ona tutunarak dengemi sağlamaya çalıştım. Başımı kaldırdığımda çatık kaşlarının altındaki ela gözlerine yakalandım. Biraz önce bütün kıyameti koparan ben değilmişim gibi uslu bir kız olup ellerimi önümde birleştirerek kirpiklerimin altından masum masum bakmaya başladım. Başını olumsuz bir şekilde iki yana sallarken beni kolumdan tutarak koltuğa oturttu.

"Burada otur ve ben işlerimi halledip gelene kadar sakın kalkma."

Huysuzca mızırdandım.

"Çocuk muyum ben?"

Sandalyenin iki yanına ellerini dayadı. Bana doğru eğildiğinde arkama yaslanarak nefesimi tuttum. İçimi ürperten sesi, beni esir alan gözleriyle uyum sağlıyordu.

"Bilmiyorum İnci. Yaptıklarının başka açıklaması var mı? Zira çocuk değilsen durum daha da vahim."

Ben sessiz kalırken bir süre daha gözlerime bakıp geri çekilince zorla da olsa yutkundum. Arkasını dönüp odadan çıkmasının ardından derin bir nefes aldım. Yerime biraz daha yerleşirken onun bende böylesi bir etki bırakmasını anlayamıyordum. Hem ondan fazlasıyla çekiniyor hem de bütün hırçınlığımı ona gösteriyordum.

Cihangir çok konuşmayan bir adamdı. Onun kızdığı bir şeyi ya da onaylamadığı bir şeyi gözlerinden anlamanız mümkündü. Bu durum meslekten diyeceğim ama Giray bu tezimi çürütüyordu. Belki de babasına çekmişti. Sahi ona hiç ailesini sormamıştım. O da hiç bahsetmemişti. Kimler, nasıl insanlar, neredeler merak ediyordum. O benim bütün ailemi biliyordu oysa. Peki ben neden bilmiyordum? Aklımdaki soruları daha sonra sormak için tozlu raflara kaldırıp ayaklandım. Öncelikle kendimi Cihangir'e affettirmem gerekiyordu.

Bulunduğum odada gözlerimi gezdirdiğimde onun odası olduğunu anladım. Masanın üzerinde bulunan isimlikte elimi gezdirirken istemsiz oluşan tebessümle üzerindeki yazıyı okudum.

"Cihangir Aksoy - Yüzbaşı"

İsimlik, sümen, bayrak ve bir süs terazisinden oluşan masası oldukça sade ve düzenliydi. Bir de bilgisayar vardı. Kalemi bile sümenin yanında milimetrik duruyordu sanki. Benim masamın kalabalık ve dağınık hâlini düşünürsek oldukça simetrik ve sade bir görüntüye sahipti. Cihangir'in arada koltuğuma oturduğunda masamdaki dağınıklığı toplamasının sebebini şimdi anlıyordum.

Ne kadar da zıttık birbirimizle. O siyah, ben ise beyazdım sanki. O olgunken ben çocuk, o sakinken ben hareketli, o uysalken ben hırçın, o düzenliyken ben dağınık, o disiplinliyken ise ben oldukça rahattım.

Sahi bütün kötü huylara ben mi sahiptim?

Bu kadar zıtken bir araya gelmek peki...

Birbirimizi çektiğimiz doğruydu. Ama asıl doğru olan ise onun çekim gücünün çok daha yüksek olduğuydu.

Aradan geçen bir saatin ardından onun koltuğuna oturmuş beklerken kapı açılınca apar topar oturduğum koltuktan kalktım. Cihangir hâlimi görünce kısa bir an duraksayıp ardından içeri girdi. Telaşlı, yaramazlık yaparken yakalanmış gibi görünen hâlimle başını olumsuzca iki yana salladı. O da benim yerime geçiyordu hâlbuki. Ne vardı ki bunda?

Üzerini değiştirmiş bir tişört ve pantolon giymişti. Ama yakışıklılığı yine aynı duruyordu. Kapının biraz ilerisindeki askılığa uzanarak deri ceketini aldı.

"Hadi, gidiyoruz."

İtaatkâr bir şekilde sözünü dinleyerek yanına ilerledim. Üzerine deri ceketini geçirerek kapıyı açtı. Odadan çıkmamızla önden yürümeye başladı. Kırmızı topuklularımla arkasından ona yetişmeye çalışıyordum. Arabasının yanına gelene kadar bu şekilde devam ettik. Arabaya binerek yola çıktığımızda hâlâ sessizdi.

"Cihangir, böyle olsun istemedim," Önündeki yoldan dikkatini ayırmayarak yüzüme dahi bakmadı. Tekrar şansımı denedim. "Bana cevap vermeyecek misin?"

Yandan kısa bir bakış atıp tekrar yola döndü.

"Sus İnci. Sus ki kalbini kırmayayım."

Tüm bedenimi emniyet kemerinin izin verdiği kadarıyla ona çevirdim.

"Ama sevgilim..."

Benden tarafa başını çevirip sert bir şekilde bakınca cümlem yarım kaldı.

"Sevgilim... Demek hatırladın beni. Yalanlar söylerken de aklında mıydım peki?"

Üzgün bir şekilde başımı öne eğdim.

"Ben söyleyecektim. Ama göreve gittiğini duyunca vazgeçtim. Aklın bende kalsın istemedim."

Alayla gülümsedi.

"Böyle kalmadı mı? Ne işin vardı eski nişanlınla otel odasında? Bir açıklaman var mı? Ama dur, eski kısmı yanlış oldu. Ne de olsa 'sevgili nişanlın' eski olduğunu düşünmüyor."

Nasıl düzeltecektim her şeyi, nasıl yoluna girecekti bilmiyordum. Kendi ellerimle mahvetmiş olmak beni daha da üzüyordu. Fakat ben sadece her şey daha kötü olmasın istemiştim.

"Beni defalarca aradı her şeyi öğrenerek buraya kadar gelmiş. Konuşmak istediğini söyledi. Kabul etmedim. Eve, kliniğe gelirim deyince de umursamadım ama babana yerini söylerim deyince vazgeçtim."

Sıktığı yumruğuyla dişlerinin arasından fısıldadı.

"Sonra İnci."

Beni dinliyordu. Anlatmamı istiyordu. Heyecanla devam ettim.

"Ben de gitmek zorunda kaldım. Otelde sadece konuştuk. Ona gitmesini söyledim ama yüzüğümü gördü. Sonra da onu önceden aldattığımı düşünerek sinirlendi. O sırada sen aradın ve telefonu elimden aldı. Özür dilerim. Hata ettim ama sonucunun bu kadar kötü olacağını bilmiyordum."

Yola bakarak beni dinlerken konuşmam bitince tekrar bana döndü.

"Peki, ben bu hikâyenin neresindeyim İnci?" Sessiz kalışımla işaret parmağıyla kendini gösterdi. Gözleri yine öfkeye bulanmıştı. "İstersen onu da ben söyleyeyim. Kandırılmış eski sevgili. Nasıl? Kulağa hoş geliyor mu?"

Cihangir'in dudaklarından dökülenler kalbime saplandı. Hele oraya sıkıştırdığı 'eski' kelimesi, bu bizi bitiren kelimeydi. Bunu bana yapamazdı. Bir hatanın bedeli bu kadar ağır olamazdı.

"Cihan... Bunu bize yapma. Lütfen yapma. Ben seni çok seviyorum."

Fısıltıyla yüzüne bakarak söylediklerime karşın onun gözleri yoldaydı. Arabayı park etmesiyle benim evime geldiğimizi o an fark ettim. Bana dönerek gözlerini sis çökmüş gözlerime dikti.

"Benim kadınım daha bu kadar basit bir şeyde bile bana yalan söylerse ben ona nasıl güveneceğim? Ben arkamı nasıl dönüp gideceğim İnci?"

Bu kadar mı güvensizdi insanlara? Bana onu aldatmışım gibi davranıyordu. Oysa benim gözüm sadece ondaydı. Tekrar yalan söylemeyeceğime dair söz veremezdim. Ama en azından bir daha bizi yıpratan bir hata yapmayacaktım. İlişkimiz üzerine bir yalan söylemeyecektim.

Gözlerim dolsa da ağlamayacaktım daha fazla. Hayal kırıklığı vardı gözlerinde. İçimi yakan, canımı acıtan... Yine de kızmıyordum ona. Hak etmiştim ne de olsa. Onun da kendince köşeleri vardı ve ben Cihangir'i en zayıf noktasından vurmuştum. O da bunun acısını çıkarıyordu. Fakat ikimizin de canı yanıyordu.

"Evine git."

İşte yine aynısını yapıyordu. Yine beni kendinden uzak tutuyordu. Kalbime göremediğim cam parçaları batmaya başladı. Daha kaç kez özür dileyecektim? Hatamı küçümsemiyordum ama hiç mi affedemezdi? Bu kadar zor muydu? Sevgi, aşk bazı şeyleri affetmek için yeterli değil miydi? Gözlerimdeki kırıklıklar onun gözlerindeki öfkenin üzerine geçemedi. Emniyet kemerimi çözerek titrek bir nefes verdim.

"Peki."

 

 

Sizce kim haklı? 🤔

 

Affetmek bu kadar zor mu?

 

İnstagram: soylumery

Loading...
0%