Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar...🤩


Sesler, gürültüler, bağırışlar, çığlıklar... Uğultu şeklinde bir sürü ses duyuyordum ama hiçbirini anlamlandıracak durumda değildim. Kolumu tutan Cihangir beni çekiştirirken az önce atış yaptığımız bölümün arka tarafına götürüyordu. Arka tarafa geçer geçmez telaşla beni kontrol etmeye başladı.

"İnci iyisin değil mi? Bir şeyin yok."

Ses çıkartamadan hızlı nefeslerle başımı salladım. Korkumu görüyor olacak ki başımı kaldırarak gözlerine bakmamı sağladı.

"Buradan sakın çıkma İnci. Ben hemen geliyorum."

Hızla kolunu kavradım. İçimi daha büyük bir korku kapladı.

"Cihangir gitme lütfen."

Kolundaki elimi tutup dudaklarına götürdü. Küçük bir buseyle gözlerime baktı.

"Sakin ol yavrum. Hiçbir şey olmayacak ve hemen geleceğim."

Üzgündüm. Onu bırakmak en son istediğim şeydi.

"Ben de geleyim."

Hemen kaşlarını çattı.

"İnci söz dinle."

Beni korumak istediğini bilerek çaresizce kabullendim. Çünkü biliyordum ki ben onu düşünürken o da beni düşünüyordu. Gelmeyeceğimden emin olunca belindeki silahı çıkartıp emniyetini açtı. Etrafı kontrol ederek gitmişti yanımdan. Geçen birkaç dakikanın ardından birkaç el silah sesi daha duyunca tekrar kapattım kulaklarımı.

Kan, silah, acı bunların hiçbirini görmek istemiyordum. Ben hep barıştan, dostluktan yana olmuştum. İnsanlar birbirine zarar vermesin, savaş olmasın, çocuklar ölmesin, kimsenin eline kan bulaşmasın, acı çekmesin, kadınlar zarar görmesin, kimse istismara uğramasın, çocuklar yetim kalmasın istiyordum. Belki çok fazla sevgi pıtırcığı olduğum düşünülebilirdi ama böyle olsa dünya daha güzel bir yer olmaz mıydı?

Biliyorum bu dünyada pek de mümkün değil söylediklerim. Fakat her şey insanın elinde değil mi? Kötülük saçmak bize ne kazandırıyor? Bırakalım da dünyada iyilik kazansın. Bırakalım da çocuklarımızın kalbine merhamet tohumları ekilsin, sevgi filizlensin. Bir hayvanı sevmek istediğinde 'pis o' diyerek korkutup uzak tutmak yerine merhametli davranmayı, sevmeyi öğretmeliyiz çocuklara. Çiçeği kopardığında, köpeğe, kediye vurduğunda yaptığının yanlış olduğunu, onların da canları olduğunu öğretmek... Bunlar çok da zor olmasa gerek.

Bunlar aslında olması gerekenler...

Cihangir'i beklerken daha fazla dayanamayarak başımı saklandığım yerden çıkarttım. Etrafıma baktığımda ortalıkta çok az insan kalmıştı. Sevdiğim adamı görememek canımı sıkıyordu. Etrafıma biraz daha bakınırken tehlikenin geçtiğini düşünerek ayağa kalktım. Elimde tuttuğum ayıma biraz daha sarılarak küçük adımlarla ilerlemeye başladım. Gözlerim etrafta Cihangir'i arıyordu. Ona bir şey olacak diye ödüm kopuyordu. Neredeydi benim sevdiğim?

Küçük adımlarla ilerlemeye devam ederken arkamdan hızla yaklaşan ayak seslerini duyduğumda, tam arkamı döneceğim sırada belime sarılan eller titrememe sebep oldu. Bir anda neye uğradığımı şaşırırken çırpınmaya başladım.

"Bırak beni!"

Beni göğsüne yaslarken tanıdık kokuyu almam sakinleşmeme sebep oldu. Sevdiğim adam kulağıma eğilerek tenime vuran nefesiyle ürpermeme sebep oluyordu.

"Ben sana oradan çıkmayacaksın demedim mi?"

Alt dudağımı ısırırken gözlerimi kapatıp açtım. Göğsümde saklandığım oyuncak ayımı biraz daha sıkı sardım.

"Cihan..."

Boştaki eliyle saçımı bir omuzumun üzerinde toplayıp çenesini boş olan omzuma yasladı. Aramızdaki mesafeyi korumasına rağmen ona doğru dönmeye çekiniyordum.

"Bir daha böyle bir durumda sözümden çıkmayacaksın."

Kollarından kurtulup elimdeki oyuncak ayımı göğsüne vurdum.

"Korktum sana bir şey olacak diye. Ne yapayım?"

Kaşlarım çatık kızarken o da benden farksız değdi.

"Ya sana bir şey olsa? Ya biraz önce seni tutan kişi başkası olsaydı?"

Dudaklarımı büktüm. İyi ki bir söz dinlememiştim.

"Bir şey olmadı işte Cihangir. Neymiş o sesler?"

Beni kendine çekerek şakağımdan öptü.

"Birkaç serseri birbirine girmiş. Önemli bir şey yok. Polisler götürdüler."

İçim rahatladı. Nedense böylesi daha tehlikesiz gelmişti.

"Anladım, gidelim mi artık? Burçak da korkmuştur. Onlar nerede?"

Elimi kavrayıp yürürken sorularımı da cevaplamakla meşguldü.

"Giray'la konuştuk, eve dönecekler. Biz de gidelim."

***

Aradan iki gün geçti ve biz Cihangir'le yine normale döndük. Fakat şimdi de o çok yoğundu. Lunaparka gittiğimiz günden beri sanki benden bir şeyler gizliyordu. Sürekli işi olduğunu söyleyerek benimle çok kısa görüşüyordu.

Klinikte can sıkıntısıyla yine aksattığım kayıtları girmekle meşguldüm. Artık alışkanlık hâline gelen işlemleri hızla yaparken telefonum çalınca başımı bilgisayardan kaldırıp masada duran telefonuma uzandım. Arayan kişiyi görünce hemen kulağıma götürdüm.

"Ablacığım."

Kerem benim heyecan sebebimdi.

"Abla nasılsın?"

Yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım.

"İyiyim canım sen nasılsın?"

"Abla ben iyiyim de..."

Cümlenin sonunu uzatarak yarım bırakmasıyla yüzümdeki gülümseme anında soldu. Ne olmuştu yine?

"Bir sorun mu var Kerem?"

Derin bir nefes sesi yankılandı kulaklarımda.

"Babam yerini öğrenmiş. Bir iki güne gelir oraya."

Duyduklarımla kalbime bir sancı girdi. İçimi büyük bir sıkıntı kapladı. Aklımdaki tek kişi Cihangir'den başkası değildi. Onu bırakamazdım. Sevdiğim adam benim kıymetlimdi.

"Tuna..." diyerek mırıldanmadan edemedim. Yine yapmıştı yapacağını. Bütün mutsuzluklarımın sebebi olmak zorunda mıydı?

"Abla orda mısın?"

Kerem tekrar seslenirken kendime gelerek kuruyan dudaklarımı ıslattım.

"Buradayım ablacığım. Annem de öğrendi mi?"

"Evet. Evde sinir krizleri geçiriyor. Benim kızım nasıl öyle bir yere gider diye sayıklamakla meşgul."

Gözlerimi devirip iç çektim.

"Anlıyorum."

Ne diyebilirdim ki? Annem hâlâ aynıydı.

"Peki şimdi ne yapacaksın?"

Kerem'in sorusuyla duraksadım. Gerçekten ne yapacaktım? Babam gelirse mutlaka beni götürmek isteyecekti. Cihangir'in en büyük korkusu ise onu bırakıp gitmemdi. Ama ben ona söz vermiştim. Seni bırakmam demiştim.

"Ben bilmiyorum... Ama gelemem artık."

Kerem'in sesi daha ciddi geliyordu.

"Neden? Bir sorun mu var yoksa?"

Görecekmiş gibi başımı iki yana salladım.

"Hayır... Tam aksine güzel şeyler var Kerem."

Kerem'den bir süre ses gelmezken yanaklarım kızarmaya başladı. Acaba anlamış mıydı beni? Kerem'le kardeş olmamıza rağmen nihayetinde iki arkadaş gibiydik. Birbirimizin çok özeline girmesek de duygularımızdan haberdar olurduk. O bana kız arkadaşlarını anlatır, ben çok dillendirmesem de Tuna'ya kalbimde yer olmadığını bilirdi.

"Abla... Biri mi var?" Ne diyeceğimi bilemeyerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Sessiz kalışım ona en büyük cevap olurken sesi heyecanlıydı. "Sana inanamıyorum. Âşık mı oldun yoksa?"

Yüzümde istemsiz bir gülümseme oluştu.

"Çok seviyorum."

Bu durum hoşuna gitmiş olacak ki dalgaya vurdu.

"Vay be! Hiç beklemiyordum senden. Odun geldin odun gidersin diye düşünüyordum."

Kaşlarımı çatarak surat astım. Tüm bunlar benim şimdiye kadar kalbimi kimseye kaptırmamış olmamdandı.

"Nedenmiş o? Ayrıca sensin odun. Düzgün konuş ablayla."

Arkadaş seviyemiz anında abla kardeş ilişkisine dönerken güldü.

"Enişte nasıl biri çok merak ettim bak. Seni ikna ettiğine göre bayağı kaliteli olmalı."

Derin bir iç çekerek, dirseğimi masaya koyup, elimi çeneme yasladım. Yine hülyalara daldım. Hayallerimi süsleyen adam çoktan gözümün önünde canlanmıştı bile. Çok da peşimden koştuğu söylenemezdi aslında. Daha çok ben onun peşinden koştum. Kalbine girmek zor olmasa da aklıyla çatışmak bayağı zaman almıştı.

"Tanışınca görürsün artık. Hadi kapat anneme yakalanacaksın."

"Tamam. Kendine dikkat et."

"Sen de ablam."

Telefonu kapatıp masaya bıraktım. Allah'ım neden her şey üst üste geliyordu? Ben şimdi ne yapacaktım? Babama ne dil döksem boştu. Beni anlamayacak ve dinlemeyecekti. Tuna'ya olan kinim ise içimde daha da büyüyordu. Keşke bir tekme daha yeseydi. Hatta Cihangir kafasını kırsaydı. Ay tamam, o da biraz fazla olurdu. Bu kadar olaydan sonra hâlâ nişanlılık oyununa devam edeceğimi mi düşünüyordu acaba? Eskiden en azından kimseye âşık değildim. Aklımda biri yoktu ama şimdi aklım da kalbim de başka bir erkeğe aitti.

Parmağımdaki yüzüğe bakıp gülümsedim. O varken belki de hiçbir şeyden korkmamalı ve çekinmemeliydim. Tekrar telefonu elime alarak artık ezbere bildiğim numarayı aradım. Şu an keyfim yoktu ve bana iyi gelecek tek şey de sevdiğim adam olabilirdi. Üçüncü çalışta açılan telefonum yorgun bir sese misafirlik etti.

"Söyle İnci."

Onun sesini böyle duymak bütün hevesimi kaçırırken mırıldandım.

"Cihangir ben..."

Beni beklemeye sabrı yokmuş gibi konuştu.

"Bir şey mi oldu güzelim? İyi misin?"

Derin bir nefes aldım.

"İyiyim.. Ben sadece bugün akşam bir şeyler yapsak..."

Yine sözümü kesti.

"Şimdi işim var yavrum. Kapatmam lazım. Akşam ararım seni."

Kapanan telefonu kulağımdan çekerek dik dik baktım. Sinirle masaya bırakıp arkama yaslandım. Ne beni dinlemişti ne de iki çift güzel söz söylemişti. Oysa benim fazlasıyla ona ihtiyacım vardı. İki gündür bir türlü anlam veremiyordum tavırlarına. Soğuk desem değildi. Sürekli işi vardı ve benimle buluşup konuşmaya bile vakit ayıramıyordu. Belki de müsait olmuyordu, bilemiyorum. Hatta ona haksızlık ediyor bile olabilirdim. Çünkü onun işi şakayı, boşlamayı kaldırmıyordu. O her zaman dikkatli, tedbirli ve kontrollü olmalıydı.

Bir süre daha işlerimle ilgilenerek vakit geçirdim. Doğuma gittim, gelen birkaç müşteriyle ilgilendim, tohumlama yaptım. Kafam işlerle dağılırken saate baktım. Epeyce geçmişti. İşler uzayınca da klinikten çıkamamıştık. Hâlâ arka tarafta olan Yusuf'a seslendim.

"Hadi Yusuf, kapatalım artık."

Arka taraftan elinde paspasıyla gelen Yusuf hâlâ iş derdindeydi.

"Şuraya da bir paspas atayım çıkalım abla."

Gülerek bilgisayara döndüm.

"İyi bakalım. Ben de şunu kapatayım."

Yusuf'la birlikte klinikten çıktık. Onu eve bırakıp ben de kendi evimin yolunu tuttum. Yolda Burçak'ı aradığımda işlerinin uzadığını söyledi. Cihangir ise akşam arayacağım demişti ama hâlâ ses yoktu. Arabayı park etmemle telefonu tekrar elime aldım. Mesaj kısmını açarak ona yazmaya başladım.

"Özleniyorsun... Bana yazık değil mi yüzbaşı?"

Mesajı gönderir göndermez arabadan indim. Biliyordum, Cihangir bana mesajla cevap vermeyecekti ama en azından mesajımı görünce arardı. Yani inşallah.

Sessizce merdivenleri tırmanarak bulunduğumuz kata geldiğimde cebimden anahtarımı çıkardım. Kapıyı açıp içeri girdim. Ev yine fazla sessizdi. Düğmeye uzanarak ışığı açtığım an öylece kaldım. Başıma doğrultulmuş silah ve karşımda daha önce hiç görmediğim adamla çığlığı basacağım sırada bir el anında ağzımı kapatıp belimden yakaladı. Çırpınışlarım çaresiz kurtulmak için çabaladığım sırada karşımdaki adam silahını alnıma dayadı.

"Sesin çıkarsa ölürsün."

İnanılmaz bir korku kapladı. Çırpınışlarım mecburen durduğunda başımı salladım. Arkamdaki adama başıyla işaret verdi. Dudaklarımdan uzaklaşan ellerle bağırdım.

"Kimsiniz siz? Ne arıyorsunuz evimde?"

Beni duymazdan gelerek başıyla oturma odasını işaret etti.

"Yürü."

Ayaklarım olduğu yere çivilendi âdeta. Adım atamadım. Arkamdaki adam silahıyla beni ittirdiğinde mecburen yürümeye başladım. Oturma odasına girdiğimizde adamlardan biri ışığı açtı. O an karşımda koltuğa oturmuş öylece karanlıkta bekleyen adamı gördüğüm gibi irkildim. Kaç kişiydi bu manyaklar? Korkarak etrafıma bakınırken üç kişiden başka kimse yoktu.

"Evimde ne işiniz var? Hemen gitmezseniz polis çağıracağım."

Titrek ve korkuyla çıkan sesim beni fazlasıyla ele veriyordu. Karşımdaki adam gülerek rahat bir şekilde ayağa kalktı. Tam karşıma geçerek önümde durdu.

"Baytar sen misin?"

Şaşkın şaşkın karşımdaki adama bakarken ne diyeceğimi bilemedim. Evet demek içimden gelmiyordu. Cevap vermediğim için saçlarımı kavradığı an bir inilti döküldü dudaklarımdan.

"Ah... bırak!"

Kendine doğru çektiğinde mecburen ona itaat ettim. Saçlarımı ellerinin arasından kurtarmaya çalışıyordum.

"Bir daha tekrar etmeyeceğim. Baytar sen misin?"

Gözümden akan yaşlarla onayladım.

"Be... benim."

Adamın yüzünde yeniden büyük bir gülümseme oluştu. Belli ki bu duruma sevinmişti. Beni bıraktığında yüzüm çektiğim acıyla buruşmuş elimle acıyan başımı ovuyordum.

"Demek Gölge'ninki sensin."

Boş gözlerle karşımdaki adama baktım. Gölge derken neyden ya da kimden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum.

"Ne Gölge'si?"

Manasız sorum kapı sesi gelene kadar sürdü. Adamlar hızla toparlanırken arkamdaki adam yine ağzımı kapatarak silahı başıma dayadı.

"Sesin çıkarsa seni gebertirim."

Yeniden ağlayarak beklemeye başladım. Gelen kişiyi biliyordum. Onun da benimle aynı duruma düşeceğini bilerek beklemek beni daha da üzdü. Kapı açıldığında adamlardan biri çoktan ortadan kaybolmuştu. Burçak neşeli sesiyle içeri girerken çaresizlikle bekliyordum onu.

"İnci, ben geldim can..."

Burçak içeri girdiği anda karşılaştığı manzara karşısında hayrete düştü. Elindeki çanta yeri boylarken öne doğru bir adım attı.

"İnci!"

Başına gelecekleri bildiğim için gözlerimden akan yaşlarla başımı iki yana sallarken Burçak'ın arkasından yaklaşan adam çoktan başına silahı dayanmıştı bile. Burçak panikle ne olduğunu anlayamadan hemen yanında ona silah doğrultan adam aynı tehditleri savurdu.

"Eğer sesin çıkarsa ölürsün."

Burçak korkuyla başını salladığında karşımızdaki adam onu sert bir şekilde koltuğa savurdu. Dengesini kaybederek sert bir şekilde düştüğünde ona doğru atılmaktan kendimi alamadım. Fakat arkamda beni sıkıca tutan adam buna izin vermedi. Karşımızdaki beni bırakması için işaret verdiğinde hemen Burçak'ın yanına oturdum. İkimiz de birbirimize sarıldık.

"İyi misin Burçak?"

Geri çekilerek yüzüme bakan arkadaşım ellerini yüzüme yerleştirerek yanağımdan süzülen yaşları sildi.

"Asıl sen iyi misin? Kim bunlar?"

Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Zaten cevap vermeme de vakit kalmadan başımızda dikilen haydut kılıklı adam sert sesiyle araya girdi.

"Bu kim?"

Burçak'ı diğer adamlara sorduğunda kır saçlı olan cevap verdi.

"Arkadaşı. O gece de vardı."

Hangi geceden bahsettiklerini bile bilmiyordum.

"Neden bahsediyorsunuz siz?"

İkisinin de başı olduğunu düşündüğüm adam bana doğru yaklaşıp çenemi kavradı. Kirli sakalları gür ve araları kırlaşmıştı. Belindeki silahı ve ruhsuz kahverengi gözleri onu daha da ürkütücü gösteriyordu. Başımı sağa sola çevirip yüzümü inceledi.

"İyi parça ha."

Başımı hemen geri çektim.

"Sakın dokunma bana."

Yüzündeki sırıtışla geri çekildi.

"Gölge işini biliyor. Çok yazık olacak."

Diğer adam da sırıtırken bağırdım.

"Gölge kim? Bakın bizi birileriyle karıştırıyorsunuz. Lütfen gidin evimizden."

Yanımda duran adamın kahkahasıyla başımı ona çevirdim.

"Yav çok da kibarmış."

Sinirlerim iyice gerilirken hiçbir şey anlayamıyordum. Karşımdaki adam sert bakışlarını üzerime dikti.

"Sen Cihangir Komutan'ın nişanlısı değil misin?"

Cihangir...

Bu adamlar sevdiğim adamın peşindeydi. Burçak'la göz göze geldiğimizde ikimiz de durumu anlamıştık. Bunlar teröristti ve Cihangir'i arıyorlardı. Sessiz kalmamla tekrar bağırdı.

"Cevap ver lan!"

Korkuyla sıçradım.

"E... evet ama Gölge diye birini tanımıyorum."

Adamlar tekrar gülerken hiçbir anlam veremiyordum. Karşımdaki adam ciddileşerek bana doğru eğildi.

"O yüzbaşı olacak olan nişanlının lakabı Gölge'dir. Dağda herkes onu Gölge diye bilir."

Söylediği şeyle kaşlarım çatılırken hâlâ neden burada olduklarını anlayabilmiş değildim.

"Bizden ne istiyorsunuz peki?"

Ellerini beline koyan adam üstten bakışlarını bize diktiğinde kısık sesiyle söyledikleri ürpermeme sebep oldu.

"O Gölge denen herifle görülecek hesabımız var ve sen de bize yardım edeceksin."

Öfkeyle ayağa fırladım.

"Asla!"

Karşımdaki adam çenemi kavrayarak tekrar konuştu.

"Buradan ne arkadaşın ne de sen sağ çıkamazsın. Duydun mu beni?"

Çenemden o kadar sıkı tutuyordu ki parmaklarının izi çıktığına emindim. Bir anlık gafletle çenemi parmakları arasından kurtarıp yüzüne tükürdüm. Gaflet diyorum çünkü onların bunun karşılığında yapacaklarını düşünmedim.

Eliyle yüzünü sıvazlayan adamın bakışları iyice kararırken yanındaki diğer iki adam gülüyordu.

"Kesin lan sesinizi!"

Diğerlerini azarladığı an korkuyla sustular. Hâlâ dik bakışlarımı yüzünden çekmediğim adam elini kaldırarak suratıma sert bir tokat indirdi. Yediğim tokatla başım yana düşmüş, yanağımın bir kısmını saçlarım örtmüştü. Burçak buna kayıtsız kalamadı.

"Pislik herif! Nasıl vurursun ona?"

Ayaklanarak adama saldıracağı sırada diğer adam başına silah dayadı.

"Otur lan yerine."

Burçak mecburen oturdu. Başka şansı yoktu. Dudağımın kenarındaki acıyla yüzüm buruştu. Bu hareketim yüzümdeki yanmayı daha da arttırdı. Saçlarımdan tutarak beni çekmesiyle ayaklandım.

"Ah.. bırak beni."

İniltilerim yetersizdi. Burçak'a dönerek diğer adama işaret verdi. Adamın işareti üzerine Burçak'ın başına dayadığı silahın emniyetini açınca çırpındım.

"Yapmayın! Sakın yapmayın."

Burçak ağlamaklı bir şekilde yalvaran gözlerle bana bakıyordu.

"Ağzımdan çıkacak tek kelimeyle bu güzel kız ölebilir. İster misin bunu?"

Daha fazla çırpınmaya başladım.

"Hayır hayır hayır... Sakın bir zarar vermeyin ona. Tamam... Ne istiyorsanız yaparım, lütfen."

Suratındaki pis gülümsemeyle beni kendine yaklaştırdı.

"İşte böyle güzelim. Şimdi anlaşmaya başladık."

Karşımdaki adama iğrenerek bakarken telefonum çalmaya başladı. Odayı derin bir sessizlik kaplamıştı, herkes sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Tabii benden geldiğini anlamaları uzun sürmedi.

"Kim arıyor, bak çabuk!"

Cihangir'in arıyor olmaması için dualar ederken cebimden telefonu çıkardım. Ekrana baktığımda acı gerçekle karşılaştım. Elimden telefonu kapan adam gülerek bana çevirdi bakışlarını.

"İyi... çok iyi..."

Bir türlü bırakmadığı saçlarımı tekrar geriye doğru asıldığında inledim.

"Ah..."

Ben umurlarında bile değildim. Zaten neden olacaktım ki? Telefonu bana doğru uzattı.

"Şimdi telefonu açacaksın ve buraya çağıracaksın. Eğer bir yamuk yaparsan, bizi belli edersen önce gözlerinin önünde bu kıvırcık arkadaşını öldürür sonra da sana aklının alamayacağı şeyler yaparım."

Zorla da olsa yutkunup gözlerimi kapatarak onayladım. Bir şeyler yapmalıydım ama ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Burçak elimi kolumu bağlıyordu. Zaten bu pisliklerle de baş edemezdim ama sevdiğim adamı da göz göre göre tehlikeye atamazdım. Allah'ım sen yardım et bana. Bir yol göster.

Beni bıraktığında derin bir nefes aldım. Bir türlü telefonu elime alamıyordum. Kapansın istiyordum ama o da ısrarla aramaya devam ediyordu.

"Hadi lan. Seni mi bekleyeceğiz?"

Karşımdaki adam sabırsızlanırken korkumu yatıştırmaya çalıştım. Ellerim titriyordu ve sesim de titreyecekti. Zorla telefona elimi uzattığımda geri çekti.

"Sakın yanlış bir şey yapayım deme."

Titreyen sesimle karşılık verdim.

"Tamam, ver şunu Allah'ın cezası."

Adamın telefonu vermeyerek kendi açması ve hemen ardından hoparlöre almasıyla şansım biraz daha azaldı. Açar açmaz sevdiğim adamın sesi kulaklarımda yankılandı.

"Güzelim."

Gözlerim dolduğunda konuşamadım. Boğazım düğümlendi. Adam kolumdan tutarak biraz sıktığında bir damla yaş süzüldü gözlerimden.

"Cihangir."

Benim soğuk ve titrek çıkan sesime karşın o neşeyle karşılamıştı beni.

"Yavrum evde misin?"

Hâlâ ne yapacağımı bilemezken elim ayağım titriyordu. Karşımdaki adamın silahı başıma dayayıp başıyla onay vermesiyle ben de onayladım.

"Evet. Bana gelsene."

Dilimle kalbimden dökülenler o kadar zıttı ki. Kalbim gelme diye yalvarıyordu. Fakat elimden gelen bir şey yoktu. Sevdiğim adamı kendi ellerimle tuzağa çekiyorum.

"Az bir işim kaldı," Ses tonumdan şüphelenmişçesine devam etti. "Bir sorun yok değil mi?"

Zor da olsa sesimi neşeli tutmaya çalıştım.

"Seni özledim sadece."

Cihangir'in gülümsediğini buradan bile anlayabiliyordum. İnanma Cihan, inanma bana.

"Ben de seni özledim sarışın."

Gözlerimden süzülen yaşlara yenisi eklenirken yanımdaki adam silahı kafama dürttüğünde kekeledim.

"Ta... Tamam. Bekliyorum o zaman."

Tam telefonu kapatacağım sırada Cihangir müsaade etmedi.

"İnci."

Gözlerim anında kapanırken sıkıntılı bir nefes verdim.

"Efendim."

Sesi sakin fakat biraz daha ciddi geliyordu.

"İstediğin bir şey var mı? Gelirken alayım."

Kafam allak bullak sorusunu düşünürken yanımdaki adam silahıyla ikinci kez başıma dürterek kaşlarıyla Burçak'ı işaret etti. İşte o anda aklıma gelen şeyle heyecanlandım. İnşallah Cihangir ne demek istediğimi anlardı.

"Kırmızı şarap al. Bilirsin ben çok severim."

Allah'ım lütfen beni anlasın...

Cihangir bir süre sessiz kalırken eski neşesinden eser kalmamıştı.

"Kırmızı şarap... Alırım tabii."

Zor da olsa yutkundum.

"Tamam, görüşürüz."

Kapanan telefonla ağlamaya başladım. Beni anladı mı emin olamıyordum. Sinirle karşımdaki adama saldırdım. Kendimi kaybetmek üzereydim.

"Şerefsizler, ne istiyorsunuz ondan? Ne biçim insanlarsınız siz?"

Elini kaldırıp boğazımı kavradığı an bütün sesim kesildi. Parmak uçlarımda yükselmeye başladım. Nefes almakta zorlanıyordum. Gözlerimden yanağıma yaşlar süzülüyordu. İki elimle elini kavrarken tek yaptığım nefes almaya çalışmaktı. Tek düşündüğüm şey ise kendi canımdan önce sevdiğim adamdı.

Ya beni anlamış ol ya da gelme Cihangir. Sana bir şey olursa yine benim canım yanacak...

 

💛⭐️💛⭐️

 

Kırmızı şarabı hatırlayanlar var mı? 😉

 

İnstagram: soylumery

Loading...
0%