@soylumery
|
Keyifli okumalar...🤩
Sabah gözlerimi araladığımda ne yazık ki Cihangir yanımda yoktu. Bu duruma biraz hoşnutsuz yaklaşsam da yanımda uyuyamazdı. Hatta gece yere düşmüş bile olabilirdi. Sessizce odalarda onu ararken yatağında buldum. Normalde bu saatte çoktan uyanan adam şimdi uyuyordu. Belki de bütün gece uyumamıştı. Bilemiyordum. Ben onun yanında fazlasıyla huzurlu uyumuştum. Bir süre keyifle uzaktan onu izledim. Aslında daha yakından izlemek isterdim ama kesin uyanırdı. Onu rahatsız etmemek adına sessizce odadan çıkıp mutfağa girdim. Girdim girmesine de ben şimdi ne yapacaktım? Beceriksizliğim nam salmışken kendimden ümitsizdim. Çaydanlığa uzandım. Burçak'tan az çok görmüştüm. Bazen küçük şeyleri bana yaptırırdı. Yusuf da sürekli çay koyduğu için alışmıştım. Yapabilirdim sanırım. Çay suyunu koyarken çaydanlığın kapağını düşürmemi ise heyecanıma verdim. Biraz ses olmuştu. Kendime kızarak kapağı yerden aldım. "Aferin İnci, dakika bir, gol bir." Kendi kendime homurdanırken dolabı açarak kahvaltılıkları çıkarıp tezgâha yerleştirmeye başladım. Hazır şeyleri alıp bir yerden bir yere koymak zor gelmiyordu en azından. Domates ve salatalık çıkarırken domatesin birini düşürdüm. Almak isterken de kafamı tezgâha çarpmıştım. İnleyerek doğrulup elimle başımı tuttum. Şanssızdım da galiba biraz. Bir kere sakarlığa kurban gidince arkası kesilmiyordu. "Gerçekten yetenek abidesiyim. Aptal dolap." Ters ters dolaba bakıp söylenmemle pes etmeyerek tavayı çıkarttım. Yumurtaları da tezgâha koymuştum. Bu benim ilk yumurta tecrübem olacaktı. Bir kap çıkartıp yumurtaları kırmak ne kadar zor olabilir ki... Tecrübesizdim lakin azimliydim. İlk denemede iki yumurtayı fazla sert çarpmış olacağım ki her yer yumurta oldu. Fakat kabın içine pek isabet ettiremedim. Dudaklarımı büzdüm. İlk deneme için fena değildim. İkinci denememde ise kabın içinde yumurta vardı, evet. Fakat aynı zamanda neredeyse bütün kabuklar da içinde geziyordu. Moralim bozularak önümdeki kabı lavabonun içine koydum. Burçak yaparken ne kadar da kolaydı her şey. Bence yumurta yemesek de olurdu. Elime aldığım salatalığı yıkayıp soymak isterken kaynayan çaydanlık taşmış her yer su olmuştu. En sonunda isyan ettim. "Ay mahvoldu ocak ya. Of ne yapacağım ben..." Kendi kendime sinirlenirken telaşla çayın altını kapattım. Yanaklarımı şişirerek arkamı döndüğümde sevdiğim adamın ela gözleriyle karşılaştım. Yüzünde gördüğüm beni etkileyen tebessümüyle kollarını göğsünde bağlamış kapıya yaslanarak beni izliyordu. Üzgünce omuz silktim. "Uyandırdım değil mi?" Kollarını çözerek yanıma yaklaştı. Belime sarılıp alnımdan öptü. "Mutfağa küçük bir ses bombası atsan da aynı işlevi görürdü." Kaşlarım çatıldı. Başımı kaldırarak yüzüne baktım. "Hiç de bile. Bence gayet iyi gidiyordum." Gülümsemesini saklamaya çalışmakla meşguldü. "Mükemmel bir kahvaltı hazırlayacağını biliyorum ama zahmet etme sevgilim. Giray aradı, bizi kahvaltıya bekliyorlar." Suratımı asarak omuzuna yumruğumu geçirdim. Hâlâ benimle dalga geçiyordu. Homurdanarak mutfaktan çıktım. "Çok komik. Senin için bir şey yapmaya gelmiyor zaten." Kahkahası mutfaktan duyulurken oraları topluyor olacak ki bağırdı. "Üzerini değiştir, çıkalım hemen." Ah... Gerçekten titiz bir adamdı. Ne kadar da farklıydık. Kısa süre sonra üst kata kahvaltıya çıktık. Cihangir'in yanında masadaki yerimi alırken gözlerim kahvaltı masasının üzerinde geziniyordu. Giray, Burçak konusunda fazlasıyla şanslıydı bence. Harika bir kahvaltı hazırlamışlardı ve biliyordum ki bu başarı Burçak'a aitti. Bir insan hem doktorluk mesleğini yapıp hem de bu kadar hamarat nasıl oluyordu anlamıyordum. Ya da ben neden olamıyordum? Kirpiklerimin altından Cihangir'e baktım. Çayını yudumlarken nasıl da yakışıklı görünüyordu. Acaba benimle olduğu için şanssız mıydı? Her kadın yemek yapmak zorunda mıydı? Bu sadece kadına ait bir görev miydi? Bence erkekler de gayet güzel halledebilirdi. Çalışan kadınların eşleri de bence en az kadın kadar evin sorumluluğunu almalıydı. Ve bence en önemlisi bir erkek kendi bireysel işlerini kendi başına halletmeliydi. Kadını köle olarak gören erkekler bilmelidir ki, kadın ve erkek isterlerse ancak birbirlerinin kalbine köle olabilirler. Bence Cihangir pekâlâ bensiz de kendine çok iyi bakabilirdi. Bizim ilişkimizde sorun Cihangir'den çok benmişim gibi duruyordu. Ben yemek yapmayı dahi bilmezken o her şeyi biliyordu. Bir an durdum. İçim acımıştı. Hatta belki de benim ona ihtiyacım vardı. Ama önemli değildi ki. Sonuçta benim kalbim ona köle, onun kalbi bana tutsaktı. Cihangir ona olan bakışlarımı yakalarken anında gülümsedi. Ben de utangaç bir gülümsemeyle karşılık verdim. "Biz eve ne zaman geçeceğiz?" Burçak'ın haklı sorusuyla dikkatimiz dağılmıştı. Cihangir elindeki çatalı bırakarak benden aldığı bakışlarını Burçak'a çevirdi. "Artık orada kalamazsınız." Duyduklarımızla Burçak'la bakakaldık. Bakışlarımı Cihangir'e çevirdiğimde Burçak benden önce davrandı. "Ne demek kalamazsınız? Peki biz nerede kalacağız?" Cihangir sakinliğini korurken sorunun cevabını ben de fazlasıyla merak ediyordum. "Giray'ın karşı dairesi boş. Ben ev sahibiyle konuştum. Hemen taşınabilirsiniz." Burçak durumdan pek memnun kalmamıştı sanırım. Çünkü suratı asılmıştı. Onu anlıyordum. Orası onun uzun zamandır kaldığı yerdi. Gitmek istememekte haklıydı. Peki Cihangir neden böyle bir ayarlama yapmıştı? Evde ölen adamlardan dolayı olabilirdi. Ne de olsa o evde kaldığımız sürece o anı unutmayacaktık. Benim ne kadar kötü olduğumu biliyordu. "Cihan bunu yapmak zorunda mıyız? Yani evimizde kalabiliriz, sorun değil." Derin bir nefes alarak bakışlarını bana çevirdi. Hemen yanımda oturuyordu. Elini kaldırarak dudağımın kenarındaki yarayı okşadı. O kadar hafif dokunuyordu ki acıtmaktan korkar gibiydi. "Bu konu tartışmaya açık değil İnci. Orada güvende değilsiniz ve ben tekrar zarar görmenizi istemiyorum." Aslında beni korumak istiyordu... Biliyordu ki ben onun yanında oldukça hep hedef olacaktım. Ona zarar veremeyen herkes zayıf noktası olarak beni kullanacaktı. Suratım asıldı. Hiçbir şey bitmemişti ve bitmeyecekti. "Cihangir haklı kızlar. Artık evi öğrendiler ve tekrar orada kalmanız doğru olmaz." Giray'ın da Cihangir'i desteklemesiyle söz dinlemek zorunda kaldık. Devamında sessizce biten kahvaltının ardından karşı daireye baktık. Ev eşyalı olduğu için eksik bir şeyi yoktu. Fakat yine de ufak tefek şeyler lazımdı. Sonra temizlik, alışveriş ve özel eşyalarımızın getirilmesi gerekiyordu. Bu durumu iş paylaşımı yaparak hallettik. Giray evi temizlemesi için birilerini buldu. Zira ben bu konuda çok beceriksizdim ve her şeyi Burçak'a yıkamazdım. Eve gitmemizle biz kendimize ait eşyaları toparlarken Giray ve Cihangir de bazı küçük eşyaları yeni evimize taşıdılar. Yeni eve geldiğimizde ise hep birlikte evi düzenleyerek sevimli bir hâle getirdik. Bütün bunların bitmesinin ardından bir de alışveriş yaparak evin eksiklerini aldık. Hepsinin halledilmesi akşamı bulmuştu. Şimdi dördümüz de yeni evimizde koltuklara oturmuş yorgunluk kahvesi içiyorduk. Bizim için oldukça zorlu bir gün olmuştu. "Yorulduk ama değdi." Giray'ın ılımlı ve pozitif hâline tebessüm ettim. Burçak kahvesinden bir yudum alıp onayladı. "İlk başta tereddüt etmiştim ama temizlenip yerleşince güzel oldu." Giray fırsatı kaçırmadı. "Ben sana dedim ama kıvırcık memnun kalacaksın diye." Burçak kaşlarını çatarak bakıyordu sevdiği adama. "Sensin kıvırcık. Ayrıca seninle kapı komşusu olma fikri hiç hoşuma gitmedi sarı." Giray'ın kaşları alayla havalandı. "Benden iyi komşu bulamazsın. Hem yakışıklı hem karizmatik hem de sempatik... Ben bir daha düşün derim." Tüm bunları söylerken eli kısa saçlarını havalandırıyor, kas gösterisi yapmayı da ihmal etmiyordu. Burçak bu duruma kayıtsız kalamayarak kıkırdadı. Onların bu tatlı hâlleri benim de tebessüm etmeme sebep oldu. Burçak her geçen gün Giray'a karşı biraz daha yumuşuyordu. "Sen beğenmedin mi İnci?" Cihangir'in aniden gelen sorusu bakışlarımı ona çevirmemi sağladı. Dikkatle beni izliyordu. "Beğendim tabii. Sonuçta harika bir alt komşum olacak." Sevdiğimin yüzünde oluşan tebessüm görülmeye değerdi. İmalı bakışları yine benimle uğraşacağını gösteriyordu. "Umarım çok gürültü yapmazsınız. Yoksa üst komşumdan memnun kalacağımı sanmıyorum. Kıkırdamadan edemedim. Bu mümkün değildi. "Burçak'ı bilmem ama benim gibi sakar bir komşu istemezsin sanırım." Burçak da bana eşlik etti. "Vallahi ben de az değilimdir enişte. Katlanacaksın artık." Cihangir kahvesinden bir yudum alıp başını iki yana salladı. "Kendim ettim kendim buldum ne de olsa." Mırıldanarak söyledikleri kaşlarımı çatmama sebep oldu. Ayağa kalkarak yanına yaklaştım. Tekli koltukta oturuyordu ve ben de koltuğun yanına kalçamı iliştirip kolumu omzuna koydum. Dudaklarımı kulağına yaklaştırarak fısıldadım. "Memnun değilsen başka yuva bulabilirim kendime Cihangir Bey." Elindeki kahve fincanını bırakıp yavaşça yüzünü benden tarafa çevirdi. Öyle bir bakıyordu ki söylediğim şeye pişman olmuştum bile. Başım utançla yere düşerken elimi kavrayıp kalbinin üzerine götürdü. "Senin yuvan burası güzelim," Gözlerim gözlerini buldu. Fısıldayarak devam etti. "Sence memnun değil mi senden?" Kalbi öyle güzel öyle hızlı atıyordu ki içimde bir şeyler kıpırdandı. Gerçi benim kalbim de farksız sayılmazdı. Yüzümde büyüyen gülümseme sorduğu sorunun karşılığı oldu. "Seni seviyorum yüzbaşı." Elimi göğsünden alıp dudaklarına götürerek öptü. "Seni seviyorum sarışın." Güzel gözlerinde kaybolup giderken Giray boğazını temizleyerek dikkatleri üzerine çekti. "Görüyor musun kıvırcığım tam aşk kuşu oldular. Biz de biraz böyle olsak ya." Burçak gözlerini devirip bizden aldığı bakışlarını Giray'a çevirdi. "Madem öyle komutanından ders al ve birazcık romantik olmayı dene Giray. Adamın İnci'ye bakışı bile yetiyor." Giray üzgün gözlerle Burçak'a baktı. Biraz alınmıştı sanırım. "Yapma be güzelim. Ben de bir sana bakıyorum yetmez mi?" "Yeter tabii..." Sonra hızla kendini toparladı. "Hele bir başkasına bak, o zaman ne oluyor." Giray Burçak'ı elinden tutarak kendi yanına çekti. "Senden başkasına kör bu gözler Burçak, anla artık." Giray'ın son sözü Burçak'ı daha da eritmiş, utangaç bir tebessüm göndermişti. Giray'ın kolları arasına girerken hâlinden memnun olduğu da çok açıktı. Onların ilişkisi bizden farklı ilerliyordu. Zira ne Burçak ben ne de Giray Cihangir'di. Her insanın karakteri farklıydı ve herkesin kendine göre bir ilişki şekli vardı. Ayrıca biliyordum ki Burçak farkında değildi ama giderek âşık bir kadına dönüşüyordu. Derin bir nefes alıp Cihangir'e döndüm. Onun bakışları zaten bendeydi. "Cihangir senin evdeki eşyalarımı da alsam iyi olacak. İhtiyacım olan şeyler var." Sakince başını salladı. "Alalım bakalım." Onun ayaklanmasıyla ben de vakit kaybetmeden ayağa kalktım. Burçak'a dönerek gülümsedim. "Ben birazdan gelirim canım." Burçak elindeki kahvesini bırakıp gülümsedi. "Tamam canım." Sessiz bir şekilde aşağı indiğimizde Cihangir kapıyı açtı. Önce benim geçmem için müsaade etti. Ayağıma idareten geçirdiğim ayakkabıları çıkarıp içeri girdim. Arkamdan gelerek kapıyı kapattı. Salona geçip koltuğa oturdum. Onunla konuşmak istediğim şeyler vardı ve eşyalar biraz bahane olmuştu. Yanıma oturdu. Hafif öne doğru çıkıp kollarını dizlerine yasladı ve ellerini birleştirdi. Bakışları ise bendeydi. "Seni dinliyorum güzelim." Daha ben kuracağım cümleleri düşünürken o çoktan benim konuşmak istediğimi anlamış, beni bekliyordu. Yüzüne hayranlıkla bakıp tebessüm ettim. Beni gerçekten etkiliyordu. "Cihan... Neden sana Gölge diyorlar?" Sıkıntılı bir nefes almasının ardından eli, kısa saçları arasında gezindi. Bakışlarını bana çevirdiğinde sanki bu soruya çoktan hazırlanmıştı. "Bizi bilmedikleri için taktıkları bir lakap sadece." Aldığım cevapla yetinmezken direttim. "Neden Gölge peki?" "Neden Gölge?" Beni tekrarlarken bir süre durdu ve arkasından devam etti. "Bunun bir önemi var mı?" Omuz silktim. "Merak ettim." Bakışları sert, yüzü ifadesizdi. "Etme İnci," Kaşlarımı çatıp bir süre yüzünü izledim. Olduğu yerde doğrularak eliyle saçımı geriye attı. Hâlâ inatla bekliyordum. Bir şeyler bilmeye hakkım vardı. En sonunda pes etti. "Tamam... Ne söylememi istiyorsun? Bir sürüsünün ruhu duymadan leşini serdim. Birçok görevimde o itleri bozguna uğrattım. Timle birlikte sayısız görevi başarıyla hallettik. Biz oyun oynamıyoruz İnci. Korkularının verdiği bir lakap bu." Bana kızmıştı. Bütün bunları bilmemi istemiyordu. Haklı olabilirdi ama ben zaten onunla gurur duyuyordum. Tek istediğim bilmekti. Sonuçta o silah benim alnıma dayanmış ve bana onu sormuşlardı. Yine de bunu dillendirmek istemediği belli oluyordu. Ona kızmıyordum ama benimle de paylaşsın istiyordum. Hakkında bir şeyler bilmek istiyordum. "Peki hep böyle mi devam edecek?" Korkuyordum. Hem de çok korkuyordum ama bunun sebebi yaşadıklarım değildi. Ona olacak olanlardı. Ona zarar gelsin istemiyordum. Başını önüne çevirip halının desenlerini incelemeye başladı. Bir süre düşünürken onu bekledim. Başını usulca kaldırarak gözlerime hüzünle baktı. Elini kaldırıp boynumdaki geçmekte olan kızarıklığa dokundu. "Biliyorum benim yüzümden zor zamanlar geçirdin. Canın yandı. Canım yandı. Ama ben buyum işte. Hayatım bundan ibaret. Bu meslek benim bütün hayatım İnci." Vücudumu ona doğru tamamen çevirerek önümdeki saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Biliyordum ben onun canıydım. Ama o ısrarla anlamak istemiyordu. O da benim canımdı... "Ben bunu demek istemedim..." Sıkıntılı bir nefes vererek ellerini kavradım. "Başıma gelenler çok da umurumda değil. Yani evet canım yandı, üzüldüm. Fakat senden önemli değil. Benim derdim sensin Cihangir. Sana bir şey olacak diye korkuyorum. Bunları yapanlar insan bile değil ve ben sevdiğim adama zarar gelirse ne yaparım bilmiyorum," Onun konuşmasına izin vermeden tekrar devam ettim. "Ha, bu arada mesleğinle de gurur duyuyorum. Gerçekten... Sen harika bir adamsın ve en onurlu mesleklerden birini yapıyorsun. Hatta belki de seni bu kadar sevmemin sebeplerinden biri de budur." Küçük bir tebessüm eşliğinde bana bakan gözleri o kadar şefkatliydi ki orada ömür boyu kalmak istedim. Beni omuzlarımdan tutarak göğsüne yasladı. Bunu bekliyormuş gibi hemen başımı göğsüne koydum. Saçlarımı okşarken mırıldandı. "Merak etme yavrum. Bana hiçbir şey olmayacak," Saçıma bir öpücük kondurdu. "Sen yanımda oldukça daha da güçlüyüm. Eskiden sadece vatanım için hayatta kalırken şimdi bir sebebim daha var." Biraz daha sıkı sarıldım ona. Kaybetmekten korkar gibi. Bir süre birbirimizin nefeslerini dinledik. İstemesem de başımı usulca geri çektim. "Ben eşyalarımı toplayayım artık." Gözleri gözlerimde başıyla onayladı. Ayağa kalkıp kenarda duran valizimi aldım. İçine koltukta duran, katladığım pijamalarımı koyup Cihangir'e döndüm. Elindeki ayıcığı görmemle gülümsedim. Ona doğru yaklaşarak oyuncak ayımın kulağını kavradım. Almama müsaade etmezken bakışlarını yüzüme çıkarttı. Parıltılı bakışları benimle uğraşma çabasındaydı. "İsim koydun mu ayına?" Bir an afallarken dudağımı ısırdım. Koymuştum tabii fakat bunu nasıl söyleyecektim? "Söyleyecek misin?" Yumuşak bir sesle konuşması içimi titretse de cevap konusunda kararsızdım. Zira bana kızacak olmasından çekiniyordum. Masumca gözlerine baktım. "Cihan..." "Hım..." Cevabıyla gülümsedim. "Ayımın ismi Cihan." Bir süre bana boş boş bakıp kaşlarını kaldırdı. "Benim adımı ayına mı koydun?" Şu an kahkaha atmak istesem de yapamıyordum. Çünkü fazlasıyla tatlı görünüyordu. "Ama sevgilim senin adın Cihangir." Hâlâ o koltukta oturmuş bana bakarken ben de karşısında ayakta dikiliyordum. İkimiz de ayımı bırakmamakta ısrarcıydık. "Bana Cihan diyen de sensin." Asık suratlıyla dişlerimi göstererek gülümsedim. "Ama sen ayı değilsin." Gözleri kısılırken elindeki ayımı çekerek benim de eğilmemi sağladı. Bakışları tehlikeli duruyordu. "Sen benimle laf ebeliği mi yapıyorsun?" Nefesi tenime vururken ses tonu tüylerimin ürpermesine sebep oluyordu. Ah bu adam bir gün kollarına yığılmama sebep olacaktı. Zorla yutkunup konuştum. "Yoo..." İmalı bakışlarıyla beni tekrar etti. "Yoo..." Başımı aşağı yukarı sallamamla burnuma küçük bir öpücük kondurup ayımı serbest bıraktı. "Öyle olsun bakalım." Bir iki adım gerileyerek kendimi korumaya aldım. Kurnaz bakışlarım Cihangir'i bulurken yüzümde büyük bir gülümseme vardı. "Düşündüm de... Ayımın adı Gölge olsun. Bence bu isim ona daha çok yakıştı." Gözlerini kısarak bana bakmasıyla bir adım daha geriledim. "Sen kaşınıyorsun!" Cihangir sözünü bitirmeden ayaklanırken hızlı adımlarla odadan kaçtım. Lakin antreyi sonlandıramadan belimden kavradı. Ayaklarım yerden kesilirken kahkahalarıma çığlıklarım eşlik ediyordu. "Cihangir bırak beni." Etrafında döndürerek yere basmama izin vermedi. "Sen kaşındın sarışın. Şimdi elimden kim alacak seni?" Durduğunda sıkıca bedenimi sararak beni göğsüne yasladı. Başımı hafifçe ona doğru çevirdim. Yüzünü yan profilden çok az görüyordum. Bir eliyle saçlarımı diğer omzumda toparladı. Bir süre boynumu inceledi. Eğilerek boynumdaki ince çizgi hâlini alan yaraya uzunca bir öpücük bıraktı. İyileştirmek ister gibi. Bakışları boynumdan yüzüme tırmandı. Kalbim bir kuş gibi çırpınıyor, sık nefesler alıyordum. Dudaklarımda kalan bakışlarıyla nefesim kesildi. Parmakları çenemi kavradığı anda bana doğru eğilirken başımı da biraz daha kendine çevirdi. Gözlerimi kapattım hemen. Daha fazlasını görecek kadar cesur değildim daha. Dudağımın kenarındaki yaraya değen dudakları bulunduğu yere tüy kadar hafif bir buse bıraktı. Gözlerimi araladığımda kıvrılan dudaklarıyla karşılaştım. Beni yavaşça kollarının arasından bırakırken heyecandan bedenim uyuşmuştu. "Ben... şey yapayım o zaman... Şey... banyodan şeyimi alayım. Dış fırçamı. Evet evet, diş fırçamı..." Elimde ayımı sallayarak konuşmaya çalışırken Cihangir'in kaşları havalanmış, kıvrılan dudaklarıyla beni izliyordu. Bir an elimdeki ayıya takılan bakışlarımla ona uzattım. "Bu da sende dursun," Tam eline tutuşturmuş arkamı döndüğüm anda ayımı yok etme ihtimaline karşı hemen arkamı dönüp geri aldım. Neden verdiğimi de anlamamıştım ya, neyse. "Yok... Vazgeçtim. O da benimle gelsin." Cihangir yaptıklarımı anlamaya çalışırken dayanamayıp kahkaha attı. "Sarışın..." Başını gülerek iki yana sallarken dudaklarımı büzdüm. Arkamı döndüğüm gibi kendimi banyoya attım. Kapıyı kapattığımda kalbim yerinden çıkmak üzereydi. Elimi göğsüme koyup derin nefesler aldım. Dudaklarım kıvrılmış gülümserken ayıma sarıldım. Bakışlarım aynanın önünde duran Cihangir'in diş fırçasının yanındaki fırçama takıldı. Ne de güzel yakışmışlardı yan yana. Biz de böyle yakışıyor muyduk acaba? Çok seviyordum onu. Her şeyden herkesten çok. Ne olursa olsun ne yaşarsak yaşayalım onu görene kadar, ona sarılana kadardı her şey. Bana bir bakışıyla hepsini unutuyordum. "İnci telefonun çalıyor." Cihangir'in sesiyle kendime geldim. Telefonu salonda bıraktığım aklıma gelirken hızla tarağımı ve diş fırçamı alıp çıktım banyodan. Salona girdiğimde Cihangir de ayaklanmış telefonu bana getiriyordu. "Kimmiş?" Durgundu sesi. "Baban arıyor." Göz göze gelmemizle bana telefonu uzattı ama ben almak için bir harekette bulunamadım. Biz birbirimize bakarken çalmayı bırakan telefonumla bakışlarımız önümüzdeki telefona düştü. Tekrar çalmaya başlayınca titreyen elimle kavrayarak Cihangir'in elinden aldım. Ürkek bir şekilde telefonu açıp kulağıma götürdüm. Ben daha ses çıkartamadan ilk konuşan babam oldu. "İnci!" Cihangir'e baktım. Onun da gözleri bendeydi. Gözlerini kapatıp açmasıyla cevap verdim. "E... efendim baba." Babamın sesini duymak beni hem heyecanlandırmış hem de tedirgin etmişti. Bir yandan da özlemiştim sanırım. Sonuçta her ne olursa olsun o benim babamdı. Belki işlerinden bize vakit ayıramazdı, belki sert oluşu sevgisini saklıyordu ama yine de babamdı işte. "Bize bunu nasıl yaparsın İnci?" Gözlerim dolmaya başlarken zorla yutkundum. Ne diyecektim ki şimdi? Söylesem bile beni anlayacak mıydı? "Baba ben..." Cümlemin devamı gelmezken babamın sert ve tok sesi tekrar duyuldu. "Yarın için biletin hazır. Valizini topladığın gibi buraya geliyorsun." Gözümden akan bir damla yaşla Cihangir'in kaşları çatıldı. Babamın dediklerini duyamadığı için merakla benim dudaklarımdan çıkacak kelimeleri bekliyordu. "Gelemem." Üzgün bir şekilde Cihangir'e bakarken elimi kavradı. Bunun bana güç vermesini istiyordu, biliyordum. Veriyordu da. Babamın hırıltılı nefesi telefonda yankılandı. "Sen ne dediğini bilmiyorsun İnci. Yarın seni İstanbul'a bekliyorum. Biliyorsun ki sözlerimin tekrarlatılmasından hiç hoşlanmam." Buğulanan gözlerimi kırpıştırdım. Sesimde yine sitemle dolu bir çaresizlik vardı. "Ama baba..." "Biletle ilgili bilgileri sekreterim sana gönderecek. Bir kez daha çocukça davranırsan sonuçları ağır olur haberin olsun." Babam beni dinlemeden yüzüme kapatınca telefonu usulca indirdim kulağımdan. Cihangir eliyle yanağıma uzanarak akan gözyaşımı sildi. "Gel buraya," Beni kendine çekmesiyle hemen kollarına sığındım. Bir süre göğsüne akıttığım gözyaşlarımın ardından omuzlarımdan tutarak geriye çekti. Yüzümü avuçlarının arasına alıp gözyaşlarımı sildi. "Baban ne söyledi de böyle ağlıyorsun İnci'm?" Burnumu çekerek gözlerine baktım. "Yarın için uçak bileti almış. Gelmemi istiyor." Elleri hâlâ yüzümde duruyordu. Gözleri gözlerimi esir tutmuştu. "Gidecek misin?" Gözlerim tekrar buğulanırken bana bu soruyu sorması saçmalıktan ibaretti. "Ben senden gidemem ki yüzbaşım." Dudaklarımdan dökülenlerle sanki yüzü aydınlandı. Sıcacık dudaklarıyla alnıma derin bir buse bırakıp alnını alnıma yasladı. "Ben de seni bırakamam ki sarışın."
💛⭐️💛⭐️
İnstagram:soylumery |
0% |