Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar....🥰

 

Etrafımızdaki bütün askerler şaşkınlıkla bakıyordu bize. Sarıldığım beden de durumdan mustarip olacak ki belimi kavrayıp geriye çekti. Sanırım sarılmamdan hoşlanmamıştı. Yüzümde gezdirdiği bakışları gözlerimi bulduğunda kaşlarını çattı.

"Bir sorun mu var İnci?" İsmimle hitap etmesi bir süre boş gözlerle ona bakmamı sağladı. Oysa daha önce ismimi ona hiç söylemedim. Bu durumu şu anlık es geçip dudaklarımı büzdüm. Başımı sallamakla yetindim. Bu kadarı onun için yetmişti. Kolumdan tutarak beni arkasına saklarken ateş saçan bakışları Doğan'ın üzerine kitlenmişti. "Hayırdır Doğan, sıkıntı mı var?"

Yine arkasına saklandığım adamın el verdiği ölçüde Doğan denilen gereksize bakıyordum. Biraz önceki rahatlığı son bulan adam ciddi ve tedirgin duruyordu.

"Merak etme Cihangir Komutan. Biz sadece nişanlınla tanışıyorduk."

Adı Cihangir'di demek...

Adını bile yeni öğrendiğim adam nişanlı kelimesini duyunca başını çevirerek bana baktı. Ona şirin bir gülümseme sunarken gözlerimi kırpıştırdım. Doğan, sarıldığım için bizi nişanlı sanmıştı. İyi ki de sanmıştı. En azından yalan söylemediğimi düşünerek beni rahat bırakırdı.

Yanı başımda bana garip gözlerle bakan adam inşallah durumu bozmazdı. Tekrar önüne döndüğünde sesi sert, vücudu gergin ve hâlâ beni arkasında saklıyordu.

"Benim nişanlımın seninle tanışmasına gerek yok."

Meraklı bakışlarım Doğan'ın üzerinde gezerken onun bakışları da beni buldu. Bu durum kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Cihangir de bundan rahatsız olmuş olacak ki yana kayarak beni tamamen arkasına sakladı.

"Parmağında yüzük göremedim komutan. Sonra millet yanlış anlamasın."

Doğan'ın sözleri, Cihangir'in parmaklarına bakmama sebep oldu. Sahi ben bu adama her fırsatta sarılıyordum da, kimin nesiydi? Parmağında göremediğim yüzük biraz olsun içimi rahatlatırken aynı zamanda Doğan konusunda sıkıntı arz ediyordu.

Cihangir öne doğru bir adım attı. "Senin ne haddine lan? Ne zamandır sana hesap verir olduk?"

Etraftaki askerlerin şaşkın ve inanamaz bakışları altında biraz daha saklandım arkasına. Bu sefer de Cihangir'in yanındaki rütbeli olduğunu anladığım benim gibi sarışın asker araya girdi. "Uzatma Doğan. Biz babanı görmeye geldik ama yok sanırım."

Arif gitmelerini istercesine çabucak cevapladı. "Osman ağam merkezdedir."

"Söyleyin bize bir uğrasın." Arif'in başıyla onaylaması üzerine diğer sarışın komutan, Cihangir'in önüne geçti. "Gidelim komutanım."

Doğan'a hâlâ öldürücü bakışlar atan Cihangir derin bir nefes alıp arkasını döndü. Bakışları beni bulduğunda başıyla yolu işaret etti. Fırsattan istifade aracıma ilerlerken bileğimin kavranması Cihangir'le göz göze gelmemi sağladı. "Nereye?"

Kaşları çatık, sert bakışları üzerimde gezerken arabamı işaret ettim. "Arabama."

Askerî aracı gösterirken oldukça netti. "Sen bizimle geliyorsun." Benim cevap vermemi beklemeden askerlerden birine seslendi. "Asker! İnci Hanım'ın arabasını sen kullan."

Emrinin tersi mümkün değildi. "Emredersiniz komutanım."

Elini bana doğru uzattı. Mecburen cebimden anahtarı çıkarttım. Ona uzatınca o da askere verdi. Askerî aracın arka koltuğuna ikimiz de otururken, ön yolcu koltuğunda diğer rütbeli asker ve yan koltuğa da genç bir asker oturdu. Bahçeden çıkan araç, yol boyunca ilerlerken sessizliği bozan ben oldum.

"Asker olduğunu bilmiyordum."

Sert bakışlarıyla sadece karşısındaki yolu izlerken bana dönme ihtiyacı bile hissetmedi. "Bilmen gerekmiyor."

Beni terslemesine bozulurken kollarımı göğsümde birleştirerek önüme döndüm. Fakat bu sefer de o merakta kalmışa benziyordu.

"Yine başını nasıl bir belaya soktun?"

Başımı ondan tarafa çevirerek hırçın bakışlarımı gözlerine diktim. "Ben başımı belaya falan sokmadım, tamam mı? Sadece mesleğimi yapmak için gitmiştim oraya ama o aptal adam bana asılmaya başladı. Başımdan def edemeyince de nişanlı olduğumu söyledim fakat yüzüğüm yok diye inanmadı. O sırada siz gelince de seni nişanlım sandı işte."

Sert mizacını korumakta ısrarlı bakışlarını tekrar yola çevirdi. "Her bulduğunda üzerime atlarsan olacağı o." Gözlerimi kocaman açtığımda umursamazsa önüne döndü. "Sonuç olarak başını yine belaya sokmuş oldun."

Kaşlarımı çatarak önüne doğru bana bakmasını istercesine eğildim. "Ne uyuz adam çıktın sen de. Sayemde kurtarıcı oldun, daha ne istiyorsun?"

Öndekiler gülme seslerini saklayamayınca Cihangir öfkeyle kükredi. "Kesin lan sesinizi!" Bakışlarını bana çevirdiğinde dişlerinin arasından fısıldadı. "Bana bak ufaklık. Askere hakaretten içeri girmek istemiyorsan kapa çeneni."

Tekrar kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım. Aslında biraz da ürkmüştüm. "Emredersiniz yüzbaşı."

Dikiz aynasından baktığımda dudağının kenarı kıvrılır gibi olsa da hemen düzeltti. "Rütbeleri bilmen umut vadediyor doğrusu."

Umutsuzca dudağımı büktüm. "Bütün bildiğim bundan ibaret."

Üstten bir bakış attı. Onu etkilemediğim çok açıktı. "Şaşırmadım."

Evet, askerlikle ilgili bildiğim en büyük şey rütbelerdi. Onu da lise ikinci sınıftaki millî güvenlik dersi sayesinde öğrenmiştim. Dersimize emekli bir binbaşı giriyordu. Ne kadar emekli olsa da sınıfa her girdiğinde herkesi ayağa diker, asker selamı verdirip oturmamızı sağlardı. Otoriter yapısı sayesinde kimse dersinde konuşamazdı. Fakat hatırladıklarım bunlardan ibaretti. Rütbeler de sınav sorumuz olduğu için hepsini ezberlemiştim. Yine de ilerisinde ne askeriyeyle ilgili bir işim ne de bir arkadaşım olmuştu. Bu durum beni bilgisiz bıraksa da çok önemsemedim.

Kliniğe geldiğimizde araba durdu. Ben arabadan indiğimde hemen peşimden Cihangir de indi. Arabamı getiren asker anahtarı Cihangir'e verdi. Elindeki anahtarı bana uzatırken birbirine değen parmaklarımız ikimizin de göz göze gelmesine sebep olurken ela gözlerine daha dikkatli baktım. Kumral tenine ne kadar da güzel yakışıyordu. İçimde bir şeylerin kıpırdanışını hissetsem de önemsemedim. Anahtarı kavrayıp gözlerinde takılı kalan bakışlarımı ellerime düşürdüm.

"Teşekkür ederim. Yani nişanlım olayını bozmadın ve..."

Zar zor çıkan kelimelerimi yarıda kesti. Sanki beni çözmeye çalışır gibiydi. "Zaten nişanlı biri olarak söylediklerin çok da yalan değildi."

İşte bunu hiç beklemiyordum. "Neyden bahsediyorsun sen?"

Alayla dudağının kenarını kıvırdı. "Havalimanında kaçtığın kişi nişanlın değil miydi İnci?"

Şaşkınlığımı gizlemekte zorlanıyordum. Bunu nasıl bilirdi? Benim arkamda bıraktığım şeyleri yabancı bir adam nasıl bu kadar çabuk yüzüme vurabilirdi?

"Sen... Sen nereden biliyorsun?"

İfadesiz bakışlarıma karşılık gözleri, duyduklarından hoşnutsuz olduğunu belli edercesine elanın donuk bir tonuna bürünmüştü.

"Uçakta sen uyurken kimliğini alıp hakkında biraz araştırma yaptım diyelim. Sonuçta asker olarak kaçak birini öylece bırakamazdım."

Öne doğru bir adım attım. "İsmimi de bu sayede biliyorsun değil mi? Ben uyurken utanmadan çantamı kurcaladın. O da yetmiyor gibi hakkımda araştırma yaptın. Seni şikâyet edeceğim. Bu yaptığın suç."

Bana doğru eğilip gözlerini kısarak fısıldadı. "Elinden geleni ardına koyma nişanlım."

***

Aradan geçen beş günün ardından Burçak'la oturmuş kahvaltı yapıyorduk. Bugünün pazar olması benim için mutluluk sebebiydi. Çünkü pazar günleri acil bir durum olmadığı sürece çalışmıyordum. Kendime ayırdığım her gün güzeldi. Gülümseyerek Burçak'ın kızarttığı patatesten bir tane daha aldım. Bu da mutluluk sebeplerimden bir diğeri olabilirdi. Tabii Burçak bozana kadar...

"İnci bir kez daha anlatsana şu yakışıklı yüzbaşıyı, lütfen."

Suratım asılmış bir yandan da hırsla ağzımdaki lokmamı çiğniyordum. Yutkunarak çayımdan bir yudum aldım. "Kaç defa anlatacağım Burçak? En son dün gece anlattıklarımdan farklı bir şey yok."

Heyecanla gözlerini büyüterek elindeki çatalı salladı. "Ay çok merak ediyorum, biliyor musun? Çok mu yakışıklı? Demek en son nişanlım dedi. Kızım sendeki de şans doğrusu. Sen git havalimanında kaçarken yüzbaşıya denk gel. Sonra da ruhun duymadan seni araştırsın ve tekrar karşılaşarak yardım etsin sana."

Burçak'ı dinlerken çayımı yudumluyordum. O böyle anlatınca nasıl da romantik görünmüştü gözüme. Gerçeğe döndüğümde ise durum çok da sevimli görünmüyordu.

"Bu güzel mi bilemedim doğrusu."

Biraz düşünüyor gibi yapan arkadaşım kıvırcık saçlarını geriye savurup dudaklarını büzdü. "Haklısın. Hayatını düşünürsek biraz sıkıntılı ama yine de her seferinde yardım etmesi bence çok hoş. Adam gerçekten kurtarıcı meleğin olmuş."

Bunu ben de biliyordum ama o ukalaya teşekkür etmek istediğimde bile beni terslemişti. Konuyu değiştirerek devam ettim.

"Ee bugün ne yapıyoruz?"

Ağzına lokmasını atıp yutar yutmaz konuşmaya başladı. "Kahvaltımız bitsin, önce sana buraları gezdireceğim. Akşam da benim arkadaşlarla buluşur bir kahve içeriz."

Değişikliğin iyi geleceğini düşünerek başımı salladım. "Tamam. Anlaştık o zaman."

Kahvaltı bitince hazırlanmak için odalarımıza çekildik. Bugünün hatırına üzerime buz mavisi bir elbise geçirdim. Saçlarımı serbest bırakmayı tercih ederek güzel bir makyaj yaptım. Çantamı alarak odadan çıktığımda Burçak üzerine tıpkı benim gibi yazlık bir elbise geçirmiş beni bekliyordu. Kıvırcık saçları her yere dağılmış gülümserken teni çikolata rengindeydi. Çok güzeldi arkadaşım. Hem güzel hem de zeki.

Sabah çıktığımız geziye sadece öğle yemeği ile mola verdik. Uzakta olan yerleri gezemesek de bütün gün dolaştık ve birçok yer öğrendim. Bu bölge gerçekten insanı büyülüyordu. Tarihî görselliği nefes kesiciydi. Diyarbakır'da gezilecek o kadar yer vardı ki hepsini bir güne sığdırmam mümkün değildi. Sadece yakında olan yerleri görebildim. Bu bile hayran kalmama yetecek nitelikteydi. Her adımı tarih kokuyor, her gittiğiniz yer sizi başka bir atmosfere sürüklüyordu. Hele insanları... Doğunun en güzel yanı belki de buydu. Yerel halk fazlasıyla misafirperver ve ikramı seven insanlardı. Yılların örf, âdet ve geleneklerini sürdüren şehir insanları hoşgörülü bir yapıya sahipti.

Biten gezimizin ve alışverişin ardından akşam yemeği yedik. Burçak arkadaşlarından gelen telefonla yerlerini öğrendiğinde bize de yol görünmüş oldu. Restorandan çıktığımızda arabaya binerek arkadaşlarının bulunduğu kafeye geldik. Hava sıcak olduğu için girişteki açık alana oturmuşlardı. İki erkek ve iki kadından oluşan sevecen doktor grubuna ayrık otu gibi biz de eklenmiştik.

Yerimize oturup kahve söyleyerek onlara eşlik ettik. Onlar kendilerini kaptırmış işle ilgili konuşurken ben de dikkatle dinliyordum. Tam karşımda yan yana oturan Melis ve Kaan evlilerdi. Aynı bölümde çalışıyor olmaktan şikâyet eden Melis, sürekli Kaan'ın kıskançlıklarını anlatıyordu. Bu duruma herkes gülse de artık alışmış görünüyorlardı. Burçak'la hemen yanımdaki sandalyede oturan Deniz aynı bölümde çalışırken Ayşe onlardan bağımsızdı. Bakışlardan anladığım kadarıyla da Deniz'den hoşlanıyordu. Fakat Deniz'in bu durumla pek ilgilendiği yoktu sanırım.

"Ee İnci, biraz da sen anlat bakalım. Buraya yeni gelmişsin. Nasıl, beğendin mi?"

Melis'in sorusuyla dikkatim ona kayarken hafifçe tebessüm ettim. "Aslında İstanbul'a göre küçük ve... Nasıl desem, farklı bir yer ama tarihi ve insanları etkileyici duruyor. Alışmam biraz zor olsa da şu an daha iyiyim. Zaten işim bütün vaktimi alıyor."

Melis tebessümle başını eğdi. Cevap vermek için dudaklarını araladığında Deniz ondan önce davrandı. "Veteriner hekimsin, değil mi? Senin işin de zor olmalı."

Dudaklarımı birbirine bastırarak tebessüm ettim. "Her meslekte olduğu gibi birtakım zorlukları var elbette ama severek yapınca her şey güzel geliyor."

Onun da gülümsemesi yüzünde büyüdü. "Haklısın. Belki bir gün kliniğini ziyarete geliriz."

"Tabii... Çok sevinirim."

Deniz'in devam eden ilgili sorularına üstünkörü cevaplar versem de Ayşe'nin çoktan suratı düşmüştü. Deniz beni geçecek bir boya sahip, beyaz tenli, siyah saçlı ve kahverengi gözlüydü. Spor giyimiyle de oldukça hoş duruyordu. Kendisi için yakışıklı yerine karizmatik desem daha doğru bir tabir kullanmış olurdum. Ne kadar ilgili davransa da ne yazık ki dikkatimi çekmiyordu.

Aşk insanı etkileyecek kadar ani, kime olduğunu anlayacak kadar da özel olmalıydı.

"Yarın akşam birlikte bir şeyler yapalım mı?"

Deniz'in hafif eğilerek sorduğu soruyla yüzüm düşse de belli etmek istemedim. Başımı kaldırdığımda Ayşe'yle göz göze geldik. Deniz'in söylediğini duymamıştı belki ama bizi izliyordu. Fazlasıyla kızgın bir şekilde bakıyordu. Kibarca reddetmem gerektiğini düşünerek Deniz'e döndüm.

"Aslında ben..."

Sandalyemin iki yanına konan ellerle cümlemi tamamlayamadım. Ne olduğunu anlamaya çalıştığım sırada kulaklarımda yankılanan ses hiç de yabancı gelmedi.

"Benim küçük nişanlım demek buradaymış."

Gözlerimi bir anlık kapatırken, burnuma gelen kokusu ciğerlerime işliyordu. Bir haftadır görmediğim ama Burçak sayesinde çokça andığım kurtarıcı meleğimi nerede olsa tanırdım.

Başımı yukarı kaldırmamla göz göze geldik. "Küçük mü?"

Fısıltı eşliğinde çıkan sesimle dudakları kıvrılırken üzerime doğru biraz daha eğildi. Çok yakındık, biraz fazla yakındık. "Bu kısma mı takıldın yani?"

Tıpkı benim gibi fısıldadığında içimde hissettiğim ürpertiye engel olamadım. Yutkunmak istiyordum ama onu bile yapamıyordum. Buna verecek cevabım yoktu.

Gözlerimi kısıp yüzündeki muzip ifadede takılı kaldım. Kumral tenine eşlik eden gülüşü ne kadar da güzel duruyordu. Yakışıklı bir adamdı ama aynı zamanda da fazla kendinden emin duruyordu. Ukala işte, kendini fazla beğendiği belliydi. Sevmekle sövmek arasında kaldığımda ne yaptığımı kendim bile bilmiyordum.

"Ooo, Giray Komutan'ım hoş geldiniz. Bayağıdır uğramıyorsunuz hastaneye."

Kaan'ın sesiyle tüm dikkatim dağıldığında kime seslendiğini anlamaya çalışıyordum. Başımı indirerek karşıma baktığımda o gün askerî arabada birlikte geldiğimiz diğer sarışın askerle tokalaştığını fark ettim.

"Bu sefer de böyle ziyaret edelim dedik."

Sarışın komutanın adının Giray olduğunu öğrenmiştim sonunda.

"Otursanıza, biz de sohbet ediyorduk."

Melis'in sözleriyle Giray, Kaan'ın yanına bir sandalye çekerek oturdu. Arkamdaki adamı merakla beklerken o da bir sandalye çekerek Deniz'le aramıza oturmuştu.

Giray hatırladığım kadarıyla teğmen olmalıydı. Cihangir kadar kalıplı olmasa da iyi bir vücuda sahip olduğu tişörtünden belli oluyordu. Yeşil gözlü ve beyaz tenliydi. Cihangir ise daha kalıplı, uzun boylu ve ela gözlüydü. Kumral saçları asker tıraşına uygun olacak şekilde kısacıktı. Giray'ın da ondan farkı yoktu. Aynı zamanda ikisinin de sinekkaydı tıraşı kuşkusuz yine mesleklerinin gereğiydi. Oturuşları, kalkışları, her şeyleri ağır ve dikkat çekiciydi.

Kaan ve Melis hastanenin acil bölümünde çalışıyorlardı. Cihangir ve Giray'ı tanıdıklarına göre birçok kez yaralı gelmişlerdi ya da başkalarını getirmişlerdi. Bu durum içimi sızlatırken derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Onları böyle hayal etmek içimi acıtmıştı.

"Cihangir sizsiniz demek. Ben de sizinle tanışmayı çok istiyordum. İnci sizden çok bahsetti."

Burçak elini uzatmış konuşurken söyledikleri gözlerimin kocaman açılmasına sebep oldu. Ne diyordu bu kız? Cihangir'in bakışları bana dönerken masanın altından Burçak'a küçük bir çimdik attım. Çok bahsetmemin sebebi Burçak'ın sonu gelmeyen sorularıydı.

Burçak'la el sıkışan Cihangir durumdan keyif alır gibiydi. "Demek benden çok bahsetti..."

Attığım çimdikle suratı buruşan Burçak usulca başını salladı. "Yani... Biraz."

Ağzında bir şeyler geveleyen arkadaşıma ters bakışlar atarken Ayşe dikkatleri üzerine çekti. "Bir dakika. Biraz önce nişanlım dediniz değil mi?" Ayşe Cihangir'den aldığı bakışlarını keyifli bir gülümsemeyle bana çevirdi. "Demek İstanbul'dan nişanlının yanına geldin İnci."

Ayşe'nin bu kısma dikkat etmesine hiç şaşırmadım. Zira bütün bunları söyledikten sonra gözleri sadece Deniz'deydi. Deniz'in bakışları ise tam aksine benimle fütursuzca aramıza giren Cihangir'in üzerinde geziyordu. Bu yanlış anlaşılmaya bir son verme zamanı gelmişti.

"Tam olarak öyle değil. Yani..."

Bütün yanlış anlamaları düzeltmek adına konuşurken Burçak araya girdi. "Daha yeni İstanbul'da nişanlandılar ve arkadaşım bu konuda biraz utangaç. Ben bile yeni tanışıyorum nişanlısıyla."

Hayretle Burçak'a bakarken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Herkes bizi tebrik ederken Cihangir de bu duruma sessiz kalmıştı fakat Deniz'in söyledikleri bakışların ellerimize düşmesine sebep oldu.

"Nişanda ikiniz de yüzük takmayı unuttunuz herhâlde."

Ne diyebilirdim ki? Olmayan nişanda yüzük de takmamıştık tabii. Yaptığından dolayı Burçak'a kızgındım. Ne kadar da saçma bir durumun içine düşmüştüm. Çaresizce Cihangir'in gözlerine baktım. Bana kısa bir bakış atıp sert bakışlarını Deniz'e çevirdi.

"İnci yüzüğünü İstanbul'da unutmuş. Kargoya verdiler, gelmesini bekliyor. Ben de zaten meslekten dolayı her zaman takamıyorum."

Hayretle yanımdaki adamı dinledim. Cihangir de yalan konusunda beni aratmıyordu doğrusu.

"Nasıl kıskanmıyorsun İnci? Kaan bir gün yüzüğünü takmasın kıyameti koparırım."

Melis'in sözleriyle battı balık yan gider hesabı, başlayan yalanı devam ettirdim. "Kıskanıyorum tabii ama ortamı hep erkek. Hem Cihan benden başkasına bakmaz, biliyorum."

Cihangir'in bana dönen bakışları şimdi bir başkaydı. Bir anda çok fazla duygu karmaşası yakalanmıştım gözlerinde ama hiçbirini anlamlandıracak kadar yakın değildim ona.

"Cihan mı dedin sen?"

İmalı bir bakış attım. "Bu kısma mı takıldın yani?"

Ona kendi cevabını vermenin gururunu yaşarken yine bakışlarımız birleşmişti. Gözleri öyle bir bakıyordu ki içime işliyordu sanki. Çalan telefonu bu anı bozarken ayaklandı. Bizden bir iki adım uzaklaşarak telefonunu açtı. Ne konuştuğunu duyamasam da ciddiyeti yüzünden anlaşılıyordu. En son "Emredersiniz komutanım," dediğini duyabilmiştim. Bizden tarafa geldiğinde bakışları önce beni sonra da Giray'ı buldu.

Bu hareketi Giray'ı hemen ayaklandırdı. Hepimize kısa bir tebessüm sundu. "Bize müsaade, artık gidelim."

Sanırım işle ilgili bir sorun vardı ve gitmeleri gerekiyordu. Herkes onaylarken Cihangir bir sevgili edasıyla yine sandalyeme ve önümdeki masaya koyduğu elleriyle bana doğru eğildi. Bu sefer yüzünü tamamen görmemi sağladı. Aynı zamanda da Deniz'le arama bariyer olmuştu. Kalbimin hızlanmasına engel olamazken bu kadar yakınlık bana iyi gelmiyordu. Gözlerim gözlerine utangaç bir ifadeyle bakıyordu. Kulağıma doğru eğilerek kimsenin duymasına izin vermeyeceği ölçüde fısıldadı.

"Başını belaya sokma ufaklık. Her zaman yanında olamam."

Tenime vuran nefesi tüylerimi ürpertirken zor da olsa yutkundum. Geri çekilip Deniz'e ters bir bakış atarak gitti. Bense bıraktığı farklı duygularla arkasından bile bakamadan öylece kalakaldım.

 

💛💛💛

Hoşça kalın...🤩

Instagram:soylumery

 

Loading...
0%