@soylumery
|
Keyifli okumalar....🥰
"Ulan başlarım lan böyle işe." Sinirle elimdeki telefonu masaya bıraktım. Parmaklarım kısa saçlarımın arasında geziniyordu. "Ağabey sakin ol." Öfkeyle Giray'a baktım. "Ne sakini lan, ne sakini? Üç gün oldu. Üç gün... Hâlâ kapalı telefonu." Giray gergin bir hâlde oturduğu sandalyede kıpırdandı. Bir eli masada çay bardağıyla oynuyordu. "Bak belki kardeşi kötü durumdadır. Ya da ne bileyim telefonu falan bozulmuştur. Hemen kötü bir şey düşünme." Yavaşça yumruk yaptığım elimin işaret parmağını bükerek masaya vurmaya başladım. "Çocuk muyum oğlum ben? Avutmaya çalışıyorsun." Şu an o kadar öfkeliydim ki Giray bile çekiniyordu. "Ağabey avutmak değil de..." Sakince sözünü kestim. "İki ihtimal var Giray. Ya ailesi İnci'yi bu duruma zorladı ki emin ol babasında bu potansiyel var ya da..." Cümleme devam edemedim. Benim kadınıma bunu yakıştırmak çok zordu. Ah be İnci, ne hâle getirdin beni? Küçücük bir serçe parmak uçlarımın arasında çırpınıyordu. Ne alıp kafese koyabiliyordum ne de özgür bırakabiliyordum. Ciğerlerimi yakan derin bir nefes aldım. Onsuz nefes almak bile zor geliyordu artık. Ne ara bu kadar bağlanmıştım? Ne ara ben o okyanus gözlerden başka bir şey göremez olmuştum? İnci'm, altın saçlım benim, geri dön yuvana. Bak burada senin için sızlayan bir kalp var. Aynı imtihanı tekrar yaşatma bana. Bil ki bu seferki çok daha zor. "Ağabey biliyorsun o Ezel değil." Duyduğum isimle ters bir şekilde Giray'a baktım. "Bunun farkındayım. İnci'yle onu asla aynı kefeye koymadım." Meraklı bakışları üzerimde geziyordu. "Ne yapmayı düşünüyorsun peki?" Sakince tekrar koltuğuma oturdum. Ellerimi masada birleştirerek bakışlarımı Giray'da sabitledim. "Küçük bir operasyon diyelim." İnci'den... Gözlerimi zar zor araladım. Başım fazlasıyla ağrıyordu. Üç gündür ne yediğimi, içtiğimi biliyordum ne de doğru düzgün uyuduğumu. Neredesin sevgilim, çok özledim seni? Çok çaresizim gel. Gel ve beni kurtar. Yataktan yavaşça sıyrılıp banyoya girdim. Kendimi duşun altına atıp uzun bir süre sıcak su eşliğinde sinirlerimin gevşemesine izin verdim. Saçlarımı kurutup banyodan çıkınca altıma siyah bir tayt üzerime de krem rengi, bol kesim, tek omzu açık bir kazak geçirdim. Saçlarımı yine salık bıraktım. Üzgünce aynada solan yüzüme baktım. Oysa Cihangir yanımdayken cıvıl cıvıldım. Şimdi bütün neşemi kaybetmiştim. Odanın kapısı açıldığında kimin geldiğini merak dahi etmeyerek yatağıma oturdum. Evimizde çalışan Suna elinde tepsiyle içeri girmişti. "Kahvaltınızı getirdim İnci Hanım." Donuk bakışlarla bakıyordum etrafa. "İstemiyorum." Elindekileri masaya bırakarak telaşla bana döndü. "Ama İnci Hanım anneniz dedi ki..." Sert ama onu kırmayacak şekilde sözlerini kestim. "Annemin ne dediği umurumda bile değil Suna. İstemiyorum." O sırada annem içeri girerek Suna'ya küçük bir baş hareketi yaptı. Bu hareket onu dışarı çıkartmak için yeterliydi. "İnci kahvaltını yap. Aç aç daha ne kadar kendine işkence edeceksin," Bir süre bedenimde göz gezdirdiğinde yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. "Bir süre yemesen de olur aslında. Kilo almışsın." Üzgün bir şekilde gözlerine baktım. Annemin dertleri beni yoruyordu. "Beni çocuk gibi odaya kilitlemek neden? Hadi bunu geçtim telefonumu verin bari. Ayrıca Kerem ve Nesrin dadımla bile görüşemiyorum. Bu çok saçma." Uzun topuklularının çıkardığı seslerle yanıma yaklaştı. "Farkında değil misin gerçekten İnci? Şu hâline bak. Orada ne kadar bakımsız biri olmuşsun. En kısa zamanda acil bakıma alınman gerekiyor. Ayrıca senin yüzünden kaynanan olacak o Feray cadısı bütün sosyetenin önünde rezil etti beni. Yakında küçük bir davet vereceğiz ve..." Bir an duraksarken panikle elimi kavradı. "İnanamıyorum İnci tırnağın kırılmış!" İstemsiz gözlerimi devirdim. "Yapma anne. Şu an konumuz bu mu? Ben orada bir düzen kurdum ve geri gitmek istiyorum." Kaşlarını çattı. Yine kızdırmıştım onu. Sahi bana en son ne zaman gülmüştü? "Babanın göndermeyeceğini biliyorsun. Ayrıca akşam Tunalar bize geliyor. Şu sana İtalya'dan aldığım kırmızı elbiseyi giymeyi unutma." Annemin ellerini kavrayıp gözlerine baktım. Ne kadar da farklıydık. Oysaki aynı mavi gözleri taşıyorduk ikimiz de. "Anne bak, beni dinle. Ben Tuna'yı sevmiyorum. Anlatabiliyor muyum? Sevmiyorum! Daha farklı nasıl söyleyebilirim ki bunu? Ben Cihangir'i seviyorum anne. Hem de çok âşığım ona. Beni zorla mutsuzluğa itiyorsunuz farkında değil misin? Bak parmağıma," Elimi kaldırarak yüzüğümü gösterdim. "Görüyor musun? Başka bir adamın yüzüğünü taşıyorum ben. Hadi bunu da boş ver kalbim başkasına ait. Beni burada zorla tutarak bu gerçeği değiştiremezsiniz." Anneme her şeyi tane tane anlatırken tek istediğim beni dinleyip anlamasıydı. Bir kere olsun beni anlaması, kalbimin başka bir adam için attığını görmesi lazımdı. Fakat onun bakışlarında yine duyduklarından memnun olmayan bir tavır vardı. "İnci! Yeter artık. Ne yapmayı planlıyorsun? Bir askerle mi evleneceksin? Sonra ne olacak? Gidecek gelmeyecek. Yalnız ne yapacaksın? Sürgün gibi bir o şehirde bir bu şehirde yaşayacaksınız. Aldığı maaş neyinize yetecek? Senin o taktığın çantalar kaç para haberin var mı? Farkında mısın markasız bir kıyafetin bile yok? Hem de öyle sıradan markalar da değil. Her yaz gittiğin yurt dışı tatillerine nasıl gitmeyi planlıyorsun? Peki ya kullandığın arabanın vergisinden haberin var mı? Sen böyle yetiştin İnci. Bunlarla büyüdün. O adamın bunlara gücü yeter mi sanıyorsun? Üç gün sonra hevesin geçecek o zaman ağlayarak geri döneceksin." Ellerimi kavrayarak boynunu yana yatırıp gülümsedi. "Biz babanla seni düşünüyoruz kızım. Bizim senden başka kızımız yok. Tuna senin için en iyi seçenek." Gözümden bir damla yaş süzüldü. Ne önemi vardı ki? Ben kaç aydır bunlardan yoksun yaşıyordum ve bir kaybım da olmamıştı. Benim cebim değil, kalbim ağır basıyordu. "Anne her şey para değil ki. Aşkın bir fiyatı yok." Annem yanağıma doğru süzülen gözyaşıma inat büyük bir kahkaha attı. Eliyle gözyaşımı sildi. Aciz bir İnci görmek dahi istemiyordu. Sargınlar ağlamaz, üzülmezdi. Hep en güçlü biz olacaktık. "Hadi ama kızım. Bunlar fakir avuntuları, gerçekler o kadar da masum değil." Olumsuzca başımı iki yana salladım. Ne desem boştu. Annem için insanlar iki çeşitti; parası olanlar ve olmayanlar. "Ben ne zaman çıkacağım buradan?" Yataktan kalkıp elbisesini düzeltti. "O parmağındakini çıkartıp takman gereken gerçek yüzüğü taktığın zaman çıkabilirsin." Boş gözlerle baktım karşımdaki kadına. Ne kadar konuşsak da bir adım ileri gidemiyorduk. Sürekli yerimde saymak kalbimi de daraltıyordu. Annem cevap vermeyeceğimi düşünerek arkasını dönüp giderken bağırdım. "Bu yüzük parmağımdan çıkmayacak anne. Ne yaparsanız yapın çıkmayacak." Annem sert bir şekilde kapıyı suratıma kapattı ve arkasından gelen tekrar kilitleme sesiyle hızla yumruğumu yatağıma geçirdim. "Allah kahretsin!" Daha ne kadar bu şekilde devam edecekti. Canım acıyordu. Sevdiğim adamın göğsüne saklanmak istiyordum. O beni sıkıca sarar bütün üzüntülerimden uzaklaştırırdı. Üç gündür ondan haber alamamış olmak ayrıca yakıyordu canımı. Ona ulaşmak için birçok yol denesem de çare etmemişti. En son Kerem'le kapının arkasından konuşmuştuk. Ona Cihangir'in numarası söyleyeceğim sırada babam yakalamıştı ve benim yüzümden ceza almıştı. Nesrin dadımı ise annem yanıma göndermiyordu. Çalışanlar zaten annemin onları kovmasından korkuyordu. Ne acı bir son... Bu evde kimse özgür değildi. Akşam olduğunda Suna tekrar odama gelerek dolabımdan elbisemi çıkarttı. Aynı zamanda da annemin gönderdiği ayakkabıları getirmişti. "Efendim anneniz hazırlanmanızı söyledi," Başımı kaldırıp Suna'ya baktığımda o da bana üzgün gözlerle bakıyordu. "Kusura bakmayın efendim. Ben annenizin sözlerine uymak zorundayım." Dudaklarımı birbirine bastırıp serbest bıraktım. "Sorun değil Suna. Sen çıkabilirsin." O çıkınca yatağımdan kalkarak giyinme odama girdim. Elbiseyi incelemeye başladım. Zarif bir şekilde tasarlanmış balık model bir elbiseydi. Muhtemelen diz kapağının biraz altında bitiyordu ve abartısız bir yırtmacı vardı. Omuz dekolteliydi. Omuz ve göğüs kısımları ise volanlıydı. Beyaz tenim ve sarı saçlarımın elbisenin içinde parlayacağını biliyordum. Annem zevkli bir kadındı. Hele ki moda ve kıyafet konusunda eline su dökemezdiniz ama bütün bunlar beni mutlu etmiyordu. Eğer sevdiğim adam görecek olsaydı benden mutlusu olamazdı. Bu elbiseyi büyük bir hevesle giyerdim o zaman. Şimdi ise sevmediğim bir adam için süslenmeyecektim. Elbiseyi kavradığım gibi askısından kurtarmamla hırçın bir şekilde yere fırlattım. "Hayır anne! Bu sefer boyun eğmeyeceğim." Kendi kendime öfkeyle konuşurken arkamdan sarılan kişiyle buza döndüm. "Oysa sana kırmızı çok yakışırdı." Duyduğum fısıltıyla çığlık atacağım sırada ağzıma kapanan eller beni çevirerek dolaba yasladı. "Sakin ol İnci. Sakın bağırma." Tutkunu olduğum ela gözlere kavuşmamla hızla boynuna atıldım. "Cihan!" Beni sıkıca sarıp saçlarımı kokladı. Boynundaki başımla özlediğim kokusunu içime çektim. İşte şimdi bayram yerine dönmüştü buralar. Başıma bir buse bırakıp geri çekildi. "Neden aramadın beni?" Gözlerime dikkatle bakarken sanki gelecek cevaptan tedirgin gibiydi. Gözümden süzülen bir damlaya izin vermeyerek elinin tersiyle sildi. "Ben özür dilerim ama inan el..." Çalan kapı cümlemi yarıda kesti. Cihangir'le anında göz göze geldiğimizde ikimiz de giyinme odasındaydık. Başıyla onay verdiğinde seslendim. "Gel." Kapı açılır açılmaz Suna'nın sesi geldi. "Efendim Tuna Beyler geldiler. Anneniz hazırsanız sizi bekliyor." Cihangir'in gözleri anında karardı. Gerilen bedeniyle yumruk olan elini kavradım. Sakin olmasını istiyordum. Beni yanlış anlamasından da deli gibi korkuyordum. Biz giyinme odasında olduğumuz için Suna bizi göremiyordu. Gözlerim Cihangir'in gözlerinde cevap verdim. "Tamam, sen çık. Ben hazırlanıp geliyorum." Suna çıkar çıkmaz açıklama yapmaya başladım. "Bak göründüğü gibi değil. Cihan lütfen önce beni dinle." Küçük bir yavru kedi gibi gözlerine bakarken sesi de bakışları gibi sertti. "Hazırlan hemen. Gidiyoruz." Şaşkınlığımı gizleyemedim. "Nasıl? Herkes aşağıda." O ise bu durumu pek umursuyor gibi görünmüyordu. "Hadi İnci iki dakikan var." Giyinme odasından çıkmasıyla bir süre şaşkınlıkla arkasından baktım. Simsiyah giyinmişti. Üzerindeki deri montu siyah kotu ve ayağındaki botları... Allah'ım ne kadar da yakışıklıydı. Şaşkın bakışlarım tebessüme kavuşurken bir anda kendime geldim. Bir dakikam dolmuştu bile. Hızla arkamı dönüp dolabımdan kot pantolon çıkarttım. Altımdaki taytı çıkartıp pantolonu giydim. Kazağımı çıkartmayarak üzerime Cihangir gibi deri mont geçirdim. Altıma da botlarımı giymemle çantamı alarak odama geçtim. Etrafı inceleyen Cihangir'in bakışları beni bulduğunda üzerimde hızlıca göz gezdirdi. Durumdan memnun başıyla gelmem için küçük bir hareket yaparak balkona yöneldi. Şaşkınlıkla arkasından balkona çıktım. Ne yani balkondan mı gidecektik? Kolunu kavramamla bana döndü. "Deli misin sen? Burası çok yüksek." Çarpık bir gülümseme sunduğunda kalbim yine hızlandı. Çok özlemiştim onu. "Yoo... sadece bordo bereliyim." Deli olan ben olmalıyım ki gülmeye başladım. Bunu nasıl unuturdum? Başını iki yana sallayıp belime koyduğu eliyle beni korkuluklara yanaştırdı. Kenarda duran korkuluğa sabitlenmiş ipi tutarak belindeki kancaya geçirdi. Tedirginlikle onu izliyordum. Alışık olmadığım şeylerdi. "Ben o iple inemem." Telaşlı sesimle arkasını döndü. "Sen sırtıma çıkıyorsun küçük hanım." Gözlerim kocaman oldu. Şaka yapıyordu herhâlde. "Yok artık." Gözlerini devirirken benim de anında gözlerim kısıldı. "İnci bu şaşırma trafiğine devam edeceksen hiç uğraşma, direkt burada olduğumu söyleyelim. Zira birazdan yakalanacağız." Tedirgince arkama bakıp odayı kontrol ettim. Cihangir haklıydı. Birazdan beni merak ederek odaya gelebilirlerdi. "Tamam ya." Beni sırtına almasıyla kollarımı sıkıca boynuna doladım. İki eliyle bacaklarımı kavrayıp beline sardı. "Sakın bırakma. Sıkı tut." Koala gibi Cihangir'e yapıştığımda gözlerimi kapattım. Bu kadar yüksekten iple inmek pek bana göre değildi. Seri hareketlerle korkuluklardan geçerek kendini aşağı bırakması, kalbimin adrenalinle daha hızlı atmasına sebep oldu. Tek gözümü açarak ne olduğuna bakarken biraz daha sıkı tutundum ona. Sırtında ben yokmuşum ve sanki her gün yaptığı şeymiş gibi kolayca indi aşağıya. Yere inince hâlâ kapalı olan diğer gözümü de açtım. Sırtından inmek isterken beni eliyle durdurdu. "Orada kal İnci. Bu topuklularla işimi zorlaştırma." Fısıltılı sesiyle kaşlarım çatıldı. Bir yandan da ayağımdaki botların topuğuna bakıyordum. Biraz uzundu ama çok da değildi. Omzunda olan çenemi biraz daha bastırdım. "Uyuz musun sen? Hayır öyleysen tedavi edebilirim." Hızlı bir şekilde bahçe duvarına ilerlerken nefesi etkilenmiyordu bile. "Bu sözünü unutma baytar hanım." Sevmediğimi bile bile bana baytar hanım demesi sırf beni kızdırmak içindi. "Emredersiniz yüzbaşım." Kısa sürede bahçe duvarını da geçmemizle bu sefer de ben inmek için bir hamlede bulunmadım. Fakat Cihangir'in sesi fazlasıyla alaylıydı. "İnci yerinde mutlusun, seni anlıyorum ama biraz daha beni boğmaya devam edersen çok da iyi şeyler olmayacak." Hemen kollarımı gevşeterek sırtından indim. Seri bir şekilde önüne geçmiştim. "Cihan! Neden önceden söylemiyorsun?" Elimden tutarak sokağın aşağısına sürüklemeye başladı. "Gücünü test ediyordum." Gözlerimi devirerek peşinden giderken arabanın önüne geldiğimizde kapıyı açarak beni bindirdi. Arkasından da kendisi şoför koltuğuna geçti. Arabanın hareket etmesiyle yola çıktık. "Aç mısın?" Bir an gözlerim parladı. Kaç gündür doğru düzgün bir şey yememiştim. "Şey... Biraz." Sanki anlamış gibi karnımın isyan eden gurultusuyla Cihangir'le bakışlarımız kesişti. "Biraz?" Kaşlarını kaldırarak inanmayan gözlerle bakıyordu bana. Mideme inat başımla onayladım. Kendimce kibarlık ediyordum. Utanmıştım da. Önüne dönerek yola odaklandı. Hiçbir şey sormamıştı bana. Bir süre sonra Eminönü'ne geldiğimizde arabasını park etti. Buradaki tarihî balıkçıların önüne gelmiştik. "Balık sever misin?" Balık sevilmez miydi? Denizden babam çıksa yemezdim tabii ama hamsi, palamut, çipura, istavrit, levrek ve lüfer... Adını unuttuklarımla birlikte çoğu balığa asla hayır demezdim. "Severim." Akşam olmasına rağmen kalabalık olan alanda boş ve daha kenarda bir yere ilerleyerek taburelere oturduk. Kısa bir sürede ekmek arası balıklarımız ve içeceklerimiz gelmişti. Burayı daha önceden biliyor olsam da hiç balık yeme fırsatım olmamıştı. Ya da ortamım diyelim... Cihangir ise oldukça alışık görünüyordu. Oysa burada bile yaşamıyordu. Ekmek arası balığını eline alarak koca bir ısırık alıp çiğnemeye başladı. Onu izlediğimi fark edince içeceğinden bir yudum alarak ağzındaki lokmasını kolay bir şekilde yuttu. "Sana sormadan buraya getirdim ama istersen başka yere gidebiliriz. Biliyorum, burası pek sana göre değil." Burukça gülümsedim. Onunla her yer bana göreydi ama haberi yoktu işte. Ekmeğimi elime aldım. "Hayır, burası çok güzel," Cihangir kadar olmasa da ekmeğimden kendimce büyük bir ısırık alarak çiğnemeye başladım. Memnun kaldığım tatla Cihangir'in soru dolu bakışlarına gülümseyerek karşılık verdim. "Ve tadı da harika." O da gülümserken ikimiz de yemeye devam ettik. Uzun süreli açlığımı bastırmaya çalışırken utanarak ikinci ekmek arasını da istedim. Cihangir ise bozuntuya vermeyerek bana eşlik etti. Belki o da açtı. Karınlarımız doyunca sahilde bir banka oturduk. Karşılıklı denize bakarken bu ânın geleceğini hiç düşünmezdim. Ben Cihangir'le yan yana denizi seyrediyordum. Benden beklediği cevapları bildiğim için o sormadan sakin bir şekilde konuşmaya başladım. "Kardeşim kaza falan geçirmemiş. Babam beni getirmek için yalan söylemiş. Eve geldiğimizde Kerem'i sapasağlam gördüğümde anladım durumu. Beni cezalandırarak odama kapattılar. Telefonumu da aldıkları için haber veremedim sana. Üzgünüm... Ben böyle olacağını bilmiyordum." İkimizin de gözleri denizin dalgalarında takılı kalırken sessizce beni dinledi. Gergin olduğunu biliyordum. Bu durumlardan hoşlanmıyordu. Babamın yaptıkları, Tuna'nın yaptıkları ona fazla geliyordu ama ben de böyle olsun istememiştim. Benim tek istediğim sevdiğim adamla özgür bir hayattı. Bir insanın kendine ait seçimleri yoksa ne anlamı kalırdı ki hayatın. İyi veya kötü benim seçimlerim beni büyütecekti. Tabii ki ailemiz bizi yönlendirip öneriler sunabilirdi. Onlar bizim geçirdiğimiz hayatı çoktan yaşamış tecrübeli, evlatlarını korumak isteyen bireylerdi. Fakat evlat çıkarlar için kullanılmaya başlandığında durum ne yazık ki değişiyordu. Derin bir nefes alan Cihangir sakince bakışlarını tüm bedeniyle birlikte bana çevirdi. "İnci..." Duraksayınca hızla araya girdim. "Ben seni bırakmadım. Gerçekten doğruyu söylüyorum." Elini kaldırarak hafif bir şekilde yanağımı okşadı. "Sana inanıyorum İnci. Yalan yok, ihtimalleri düşündüm ama gerçek neyse senden duymak istedim." İkimizin de gözleri birbirindeydi, bakışlarımızda hasret vardı. Dudaklarımıza tebessüm yuva yaptığında kollarını iki yana açtı. Hemen sokuldum hasret kaldığım göğsüne. Beni sıkıca sardı. O an yeniden huzurumu buldum. İşte benim yerim burasıydı. Üç günün acısını çıkarıyorduk belki de. Sesini, kokusunu, bakışlarını, tenini kısacası her şeyini özlemiştim. "Sen seviyorum yüzbaşı." "Seni seviyorum sarışın." Kolunu omzuma dolayıp beni göğsüne yatırdı, ikimiz de denizi seyrediyorduk. Dalgaların sesi çalınıyordu kulağımıza, insanların kahkahaları duyuluyordu arada, sonra esnaf sesleri geliyordu, tabii olmazsa olmaz korna sesleri ve biz bu akşam İstanbul'u dinliyorduk sevdiğimle... Her şeye rağmen onunla huzurlu, onunla mutlu...
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Orhan Veli Kanık
🌺🌺🌺
İnstagram:soylumery |
0% |