@soylumery
|
Selam...
Aşk ne güzel şeydi ama bence en güzeli aşkı doğru insanla yaşamaktı. Düşünsenize yanlış bir seçim yaptığınızı. İnsanın hayatı kararıyordu. Aslında ne yapıyorsak biz yapıyorduk kendimize de yine de hırsızın hiç mi suçu yok demekten alamıyordum kendimi. Olmaz olur mu? Vardı tabii ama o zaten yanlış kişiydi. Onu da alıp merkeze oturtan bizdik ne yazık ki. Fakat aşk işte... İnsan âşık olunca gözü hiçbir şey görmüyordu ki. Görse, bile bile düşer miydi yanlışa? Ama ben şanslıydım işte. Tek seferde doğru atış yapmıştım. Sahi yapmış mıydım? Evet evet... Şüphem yoktu ki benim. Şimdi diyeceksiniz ki sen de âşıksın, nereden bileceksin? Biliyordum işte. Daha ziyade güveniyordum ona, hem de kendimden bile fazla. Hep de böyle olmuyor muydu zaten? Ah ne çok çeliştim kendimle. En iyisi yine zamana bırakmak. Nasıl olsa o gerçeği yüzümüze en acımasız hâliyle elbet bir gün vuracak. Yine de çok canımı acıtma be zaman. Bırak da mutlu kalayım... "Cihangir neden Cihangir'e geldik?" Bir an cümlemin komikliğiyle kıkırdadım. Bana kısa bir bakış atıp tekrar yola odaklandı. "Çünkü evim burada." Şaşkınlıkla ona baktım. "Nasıl yani Cihangir'de evin mi var?" Benim tavırlarıma karşın gayet sakindi. "Evet. Neden bu kadar şaşırdın?" Dişlerimi göstererek sırıttım. "Komik de ondan." Kaşlarını kaldırarak bana baktı. "Neymiş komik olan?" Sakince ellerimi iyi yana açtım. "Düşünsene sevgilim, Cihangir'in Cihangir'de evi var." Gülümseyerek kafasını iki yana salladı. Arabayı park edince bana doğru döndü. "Gerçekten mi İnci?" Yeniden sırıttım. Komik değil miydi? Bence komikti. "Dur bir tane daha var. Cihangir'le Cihangir turu yapar mıyız acaba?" Suratını buruşturdu. Sanırım soğuk esprilerimden etkilenmemişti. "Yavrum senden soğumamı istiyorsan devam et. Doğru yoldasın." Gülümsemem anında solarken dudaklarımı büzerek sahte bir hüzünle konuştum. "Tamam biliyorum çok kötüydüler. Tekrar edilmeyecek yüzbaşım." Elini kaldırarak burnumu sıktı. "Ya... Cihan." Elini itmemle gülümseyerek indi arabadan. Ben de indiğimde önümüzde duran apartmanı inceliyordum. Karanlıkta tam netleştiremesem de bej rengi ve dört katlı bir apartmandı. Başım hâlâ yukarıda binayı incelerken dudaklarımı araladım. "Peki neden Cihangir?" Durup gülümsedim. Başımı Cihangir'e çevirdiğimde o da bana dönerek kısa bir bakış atmış ve tekrar apartmana odaklanmıştık. "Yani... Neden İstanbul'dan ve bu semtten ev aldın? Sonuçta burada yaşamıyorsun." Elini belime koydu. Beni apartmana yönlendirirken bir yandan da sorumu cevaplıyordu. "Çünkü burayı çok önce yatırım amaçlı aldım. Ankara'da zaten babamlardan kalan bir ev var. Ben de buradan almak istedim. Cihangir'de olması ise sadece küçük bir ironiydi ama senin esprilerine bakılırsa kötü olmuş." Asansöre binerken anlattıklarını dinliyordum. Son sözlerini duymazdan geldim. "Madem yatırım neden kiraya vermedin peki?" Yüzüme düşen saçlarımı geriye attı. "Arada İstanbul'da işlerim oluyor ve o zaman burada kalıyorum." En üst kata çıktığımızda asansör durdu. Kapının önüne gelince elini kapının üzerine uzatarak duvarla metal kısım arasından bir anahtar çıkardı. Kapıyı bu anahtarla açarken dayanamadım. "Hırsızlar için mi bırakıyorsun anahtarı?" Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi. Arkasından da ben girdim. "Şimdiye kadar hiç hırsız girmedi. Zaten girse de çalacak bir şey yok. Çok az eşya var." Oturma odası olduğunu düşündüğüm kapıyı açarak geçmem için kenara çekildi. Odayı görünce ona hak verdim. Sadece L koltuk ve bir masayla dört sandalye, bir de yerde halı vardı ve tabii küçük bir kitaplık ve eski model bir televizyon. "Otur hadi İnci'm rahat ol." Sakince koltuğa otururken deri ceketimi çıkarttım. "En son ne zaman geldin buraya?" Hâlâ ayakta dikilen Cihangir ceketini çıkartarak koltuğa bıraktı. Yüzünde ufak bir tebessüm peyda oldu. Sanki bu soru ona güzel şeyler hatırlatmıştı. "Seninle havalimanında karşılaştığım gün." Aklıma gelen ilk karşılaşmamızla ben de gülümsedim. Ne güzel bir tesadüftü ya da iyi bir tevafuktu. İyi ki o gün Cihangir'e çarpmıştım. Yanıma oturup alnımdan öptü. "Saat geç oldu uyuyalım artık." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Tamam uyuyalım da nasıl uyuyacaktık şimdi? Kalbim çoktan hızlanmaya başlamıştı bile. Güzel bir tebessüm sundu bana. Eliyle çenemi kavradı ve usulca kendine çekerek burnuma küçük bir buse bıraktı. Neydi bu adamın burnumla alıp veremediği? Ya sıkıyor ya da öpüyordu. Oyuncak mıydı benim burnum? Ya da kalbimle alıp veremediği de olabilirdi. Çünkü bir gün kalpten gitmeme sebep olacaktı. "Sen yatak odasında uyu güzelim. Ben burada yatarım." Kafesinde sıkışan kalbime inat gözlerine baktım. Bu gözler benim ilk aşkımdı. "Olmaz ki... Sen yatağında yat ben, burada yatarım." Suratı asıldı fakat hemen sonra sebebini bilmediğim bir şekilde yüzü aydınlandı. Ben bakışlarında kaybolurken biraz daha yaklaşarak buğulu sesiyle fısıldadı. "Ya da hiç ayrılmasak mı acaba?" Söylediği şeyle kıpkırmızı kesildim. Bakışlarım yere düşerken ellerimi incelemeye başladım. Kötü bir niyeti yoktu biliyordum ama böyle söyleyince de birden fena olmuştum. Kalbim daha da hızlanırken bütün kanı yanaklarıma pompalıyordu sanki. İşaret parmağını bükerek çenemin altına yaslayıp başımı yukarı kaldırdı. O güzel gözlerine hasretle baktım. "Yavrum ne güzel kızarıyorsun sen?" Kaşlarım yapay bir sinirle çatılırken elimle hafifçe omzuna vurdum. "Yapmasana Cihangir. Hep böyle utandırıyorsun beni." Çarpık bir gülümsemeyle bana bakarken içim eriyordu. "Hoşuma gidiyordur belki." Dişlerimi göstererek gülümsedim. Mutluydum işte, ötesini anlatmaya gerek var mıydı? Utangaç gözlerle gözlerine bakarken aklına bir şey gelmiş olacak ki ayaklandı. Deri ceketine uzanarak cebinden bir kutu çıkarttı. Yanıma tekrar otururken merakla onu izliyordum. Onun bakışları ise elindeki kadife kutudaydı. "Bunu gittiğin gün sana almıştım İnci. Umarım beğenirsin." Kutuyu bana uzatınca sakince kavradım. Beklemiyordum ama hoşuma gitmişti. "Neden zahmet ettin ki?" Bakışlarıyla kutuyu işaret etti. "Hadi aç bakalım." İki elimle kutuyu tutarak araladım. İçindeki altın kolyeyi görünce hayranlıkla Cihangir'e baktım. Çok zarifti, çok güzeldi ama en önemlisi de çok anlamlıydı. Elimle kavradığım kolyeyi kutudan çıkarttım. "Cihangir bu harika." Yüzünde kocaman bir tebessümle elini uzattı. "Takmamı ister misin?" Başımı aşağı yukarı salladım. Buna hayır diyemezdim. Kolyeyi ona vererek arkamı döndüm. Saçlarımı toplamamla kolyemi boynumdan geçirip klipsini taktı. Elimle kolyenin ucunu kavrarken dudaklarım kıvrıldı. Ay yıldızlı bir kolye almıştı bana. Tam da Cihangir'den beklenecek bir hediyeydi. Bana verebileceği en güzel hediyelerden birini vermişti. Dudaklarıma götürdüğüm ay yıldıza küçük bir buse bıraktım. Aynı anda da Cihangir kazağımın açıkta bıraktığı omzuma dudaklarını bastırdı. Hemen ona dönerek sarıldım. "Teşekkür ederim yüzbaşım." Bir eli sırtımda diğeri ise saçlarımı okşuyordu. Alnımdan öptü. "Öyle çiçek, böcek değil ama beğeneceğini düşündüm." Neşeyle cıvıldadım. "Deli misin sen? Daha anlamlı bir hediye olamazdı." Eliyle kolyeme dokundu. "Çok da yakıştı." Tebessümle bir süre birbirimize baktık. "Hadi kalk bakalım." Elimden tutarak beni kaldırmasıyla salondan çıkarak koridora geçtik. Başka bir odanın kapısını açarak beni içeri soktu. Burası yatak odası olmalıydı. İçeride küçük bir dolap, çift kişilik yatak ve iki komodin vardı. Burası geniş güzel bir evdi fakat eşyaların az ve sıradan olması ortamı basitleştirmişti. "Sen burada uyu. Merak etme her şey temiz. Ben zaten genelde içerideki koltukta yatarım." Mahcup bir şekilde başımı salladım. Gardıroba yönelerek kapağını açıp bir yastık ve pike çıkarttı. Kapağı kapatıp hâlâ ayakta dikilen bana döndü. "Benim birkaç kıyafetim var dolapta. Rahat edemezsen verebilirim." Üzerimdekilere baktım. Rahatsız edici olsa da bir gece idare edebilirdim. "Böyle iyi." Israr etmeyerek alnıma uzun bir buse bıraktı. "İyi geceler güzelim." Dudaklarımdan eksik olmayan kıvrımlar, üç gündür kırılan kalbimin mükâfatı gibiydi. "İyi geceler canım." Cihangir odadan çıkınca umutsuzca oturdum yatağa. Benim için yine zordu. İlk kez geldiğim evlerde uyumak zor oluyordu. Zaten başkasının yatağında yatmayı da sevmezdim. Evet... sevgilim bile olsa. Mecburen yatağa uzandım. Dizlerimi kendime çekip ellerimi de yanağımın altına koydum. Sağa döndüm olmadı, sola döndüm olmadı. Yaklaşık bir saat uyumak için çabalasam da fayda etmedi. Tabii bunda Cihangir'in diğer odada uyuyor olmasının da etkisi vardı. Deli gibi merak ediyordum onu. Acaba uyumuş muydu? O da beni düşünüyordu belki de. Merakıma yenilerek yataktan kalktım. Zaten bu gidişle uyuyacağım da yoktu. Kolyemi kavrayarak öpüp geri bıraktım. Sanırım bir süre buna devam edecektim. Uyuma ihtimaline karşı parmak uçlarımda yürüyerek salona girdim. Cihangir L koltuğa uzanmış, bir eli başının altında sırt üstü yatıyordu. Oda karanlık olsa da cama vuran ışık sayesinde üzerini değiştirmediğini görebiliyordum. Kıpırdanmaması ve düzenli nefeslerinden uyuduğunu düşünerek yanına ilerledim. Biraz tedirgindim açıkçası. Uyanırsa burada olma sebebimi nasıl açıklardım bilemiyordum. Sessizce yanına yaklaşarak aradaki mesafeyi kapattım. Şimdi ise o güzel yüzünü izliyordum. Ne güzel uyuyordu sevdiğim. Dudaklarımda istemsiz bir tebessüm oluştu. İnsan sevince sevdiğinin her hâli güzel geliyordu. Benim sevdiğim de biraz fazla yakışıklıydı... Fakat önemli olan kalpti. Kalpsiz bir adamın heykelden farkı yoktu çünkü. İstediği kadar yakışıklı olsun ne önemi vardı ki? Bir türlü alamadım bakışlarımı. O güzel yüzünü biraz daha ezberledim. Düzgün ama erkeksi kaşları, gözlerine gölge düşüren kirpikleri, çok az çıkıntılı burnu, pürüzsüz cildi ve her tebessümünde biraz daha hayran kaldığım dudakları. Peki ya uyurken bile sert bir mizaca sahip olması... Yüzüne doğru biraz eğildim. Küçük bir buse bırakmak istemiştim ona ama karar veremedim. Dudaklarından mı öpsem? Hayır hayır olmaz. Yanağında öpmeliydim. Ama dudakları da çok güzel duruyordu. Olmaz... Bunu yapmamalıyım. Tamam tamam, yanağından öpecektim. Ay ama nasıl da tatlıydı... Ben düşüncelere dalmış kendi şeytan ve meleğimle cebelleşirken bir anda yerle bir olarak kendimi Cihangir'le koltuk arasında buldum. Attığım çığlık da cabası oldu. "Bir bordo bereliye böyle sessiz yaklaşmamalısın fıstık." Hâlâ hızlı nefesler alıyordum. "Cihangir, kalbime iniyordu!" Gülümseyerek burnumu sıktı. "Neden eğildin, yoksa iki saattir beni öpmeyi mi düşünüyordun?" Çapkın bir şekilde gülerek söylediklerini tabii ki hemen inkâr ettim. "Yoo..." Tek kaşını kaldırarak bana baktı. Hâlâ kollarının arasındaydım. Bedeninin yarısı üzerimde olsa da dikkatli davranarak aramıza mesafe bırakmıştı. "Yoo..." Beni tekrar edince savunmaya geçtim. Zira bana inanmadığını bakışlarıyla belli ediyordu. "Neden öpecekmişim ki seni? Daha neler... Hem sen uyumuyor muydun?" Atarlı tavrıma aldırmadan gülümsedi. "Bilmem... Belki de fazlasıyla yakışıklı buluyorsundur beni. Dayanamamış olabilirsin mesela." Yanaklarım kızarıyordu yine. Nasıl anladığını bir türlü bilemiyordum. Çok fenaydı ve ben onunla baş edecek kurnazlığa sahip değildim. Neden gidip bordo bereli birini bulmuştum ki? Ellerimi göğsüne koyup itsem de bir işe yaramadı. "Seni ego yığını! Çekil üzerimden. Hiç de öpmek istemiyorum seni." Cazgırlığıma sığınsam da fayda etmedi. "Niye kızardın o zaman?" Yanaklarımı şişirip serbest bıraktım. Baş etmesi zor bir adamdı. "Hayırdır, sorguda mıyım yüzbaşı?" Tek kaşımı kaldırarak gözlerimi gözlerine diktim. Ben kazanmıştım. Ya da sadece kazandığımı sanmıştım. "Pekâlâ küçük hanım. Neden uyumadın?" Anında dudaklarım büzüldü. "Uyuyamadım." Ben olağan bir şekilde yüzüne bakmadan konuşurken onun buğulu sesini duymamla yeniden kesişti bakışlarımız. "İnci'm..." Öyle güzel söylüyordu ki ismimi, öyle güzel bakıyordu ki bir şey diyemedim, cevap veremedim. Öylece baktım gözlerine. Gözlerim gözlerinde kayboldu. Nefes alamadım yine. Ciğerlerim bu duruma isyan etti. Kalbim delice çırpındı ama ses çıkaramadım. Yakıyorsun be adam, kalbimi titretiyorsun diyemedim. Gözlerimle anlattım her şeyi. Tıpkı onun gibi. Usulca yaklaştı bana. Yine nefesimi tuttum ama bu sefer işe yaramayacaktı anlaşılan. Eli yanağıma tırmandı ve ben artık kalbimle birlikte dudaklarımı da teslim edercesine gözlerimi kapattım. Açsam sanki daha fazlasına kalbim dayanmayacaktı. Dudaklarıma değen dudaklarıyla bekledim ama daha fazlası da olmadı zaten. Bir süre orada bekledi sıcacık dudakları. Sanki bizi birbirimize mühürledi, masum bıraktı. Yakmadı. Kalbimizi ısıttı ama yakmadı işte. Usulca öptü dudaklarımı. Karşılık veremedim. Vermek istedim ama veremedim. Geri çekilerek alnını alnıma yasladı. Tek duyulan nefes alışlarımızdı. Saçlarımı okşuyordu. Gözlerim kapalı olsa da hissediyordum. Usulca araladım gözlerimi. Mavilerim yine kavuşmuştu ela gözlerine. Yanaklarım ise hiç bu kadar kızarmamıştı. Gülümsedi... Gülümsedim... Ne güzel şeydi aşk.... Daha ne kadar mutlu olabilirdim ki. Yüzümü görmek istercesine başını biraz daha geriye çekti. "Seni seviyorum İnci'm." Elimi yanağına koyarak okşadım. "Ben de seni sevgilim." Başını yana çevirerek avuç içimi öptü. Sonra yanıma yattı. Kollarının arasına sığındım. Başımı göğsüne yasladım. Sevdiğim, huzur bulduğum kokusunu içime çektim. Kendim kaşınmıştım yanına gelerek ama ne güzel de kaşınmıştım. Bir kez daha âşık oldum Cihangir'e. Öptüğü için değil. Böyle masum ve güzel öptüğü için. Bence aşk, masum yaşandığında güzeldi. Önemli olan aşkı temiz tutabilmek değil mi? Yoksa başka türlüsünü herkes yaşardı. *** Sabah uyandığımda zor da olsa gözlerimi araladım. Geç yatmıştım ve uykumu tam olarak alamamıştım. Etrafıma bakınmamla yattığım koltukta hızla doğruldum. Neredeydim ben? Bir an dün gece aklıma gelince hızlıca her şeyi hatırladım. Fakat tek bir görüntü gözlerimin önünde takılı kaldı. Elim istemsiz dudaklarıma gitti. Allah'ım ben dün geceyi rüya sanmıştım... İşin kötüsü Cihangir de etrafta görünmüyordu. Yattığım koltuktan kalkıp üzerimi düzelttim. Kapıya ilerlediğimde sesler duydum. Sanırım Cihangir lavaboya girmişti. Onu rahatsız etmemek adına arkamı döndüm. Odaya tekrar alıcı gözle bakarken saçlarımı düzelttim. Karşımda duran küçük kitaplık dikkatimi çektiğinde yaklaşarak rastgele bir kitabı tutup çektim. İlgiyle önce ismine bakıp daha sonra kitabın arkasını çevirerek tanıtım kısmını okumaya başladım. İlgimi çekmeyen kitabı geri yerine bırakmak isterken düşürmemle kendime kızarak yere eğildim. Kitabı kaldırırken arasından düşen fotoğraf duraksamamı sağladı. Yere çökerek fotoğrafı kavradım. Arkasındaki el yazısı dikkatimi çekmişti. "İyi ki doğdun sol yanım. Biricik EZEL'in..." İsmin sahibini merak ederken kalbime bir sızı saplanmıştı bile. Notun Cihangir'e yazıldığını düşünerek merakla ön tarafını çevirdim. Gördüğüm fotoğrafla kalbim üşüdü. Bir kafede sevdiğim adam başka bir kızın boynuna kolunu dolamıştı. Kız karşıya bakarak gülümserken Cihangir ona dönmüş, dudaklarını saçlarına bastırmış öpüyordu. Gözlerim dolduğunda bir damla yaşın süzülmesine izin verdim. Neden bu kadar canım acımıştı şimdi? İlk defa böyle hissediyordum. Kimdi bu kız? Sevdiğim adam neden ona sarılıyordu? Cihangir'in kardeşi yoktu ki. Olsa bilirdim. Hiç bahsetmemişti. Belki de eski sevgilisiydi. Öyleydi değil mi? Hayatında benden başkası olamazdı ki. Hem bu fotoğraf eski olmalıydı. O zaman neden bir kitabın arasında yer alıyordu? Değeri neydi? Duyduğum kapı sesiyle kendime gelirken hızla kitabı yerine bıraktım. Elimdeki fotoğrafı da katlayarak pantolonumun arka cebine tıkıştırdım. Diğer elimle de yanağımı kurularken Cihangir odaya girmişti. Zaman kazanmak adına ona dönmeyerek kitapları inceliyormuş gibi davrandım. Arkamdan sarılınca gözlerimi kapattım. Çenesini kazağımın açıkta bıraktığı omzuma yasladığında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Uyanmış benim sol yanımın sahibi." Cihangir'in sıcacık sesinde saklanan kelimelerle buz kestim. Gerilen bedenime mâni olamadım. Ellerim yumruk oldu. İçim acıya acıya sıyrıldım kollarından. Sanki düşünme yetimi kaybettim. İçime öyle bir kor düştü ki ne sevdiğim adamı bıraktı ne de beni. En çok acıyansa kalbim oldu. Oysa tüm kaçışlarımın sahibiydi sol yanı...
Ezel'le ilgili düşünceleriniz var mı?🤔
Instagram: soylumery |
0% |