Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm

@soylumery

 

Selam...

 

2. Kitap
Keyifli okumalar...🤗

 

Nefesimizin bize yetmediğini düşündüğümüz anda derin nefesler almaya çalışsak da yeterli olmaz bir türlü. Sorunun ciğerlerimiz olduğunu düşünürken asıl sorun kalptedir. Kalp yorulup kenara çekilince aldığımız nefes de fayda etmiyordu işte. Bir sürü kurtçuk vardı içimde. Bir bir vücuduma yayılırken ilk önce kalbimi kemirmeye başlamışlardı. Kalbim belki de en hassas noktam olduğu içindi bu seçim. Sonuçta aklım bile kalbim olmadan bana yetmeyecekti. Duygularım ziyana uğradığında beni hangi organım teselli edebilirdi ki?

Bu sabah ilk uçakla İstanbul'dan kendime yuva edindiğim şehre gelmiştik. Gelir gelmez yorgun olduğumu bahane ederek evime geçtim. Cihangir'e olan kırıklığım kalbime yer ettiğinden beri kendim gibi davranamıyordum. Bendeki değişikliği fark etse de yaşadıklarıma vermişti sanırım. Sonuçta kolay şeyler de yaşamamıştım. İkinci defa kaçıyordum evimden. İkinci defa... İlki tesadüf olsa da Cihangir yardım etmişti kaçmama. Hayatım bir kaçış döngüsü içine girmişti sanki. Ama en azından bu sefer babam da annem de nereye gidebileceğimi biliyordu. Yine de bu durum iyi mi kötü mü yaşadıkça görecektik.

Güzel bir duş alıp odama yeni atmıştım kendimi. Bu eve daha alışamamıştım. Sonuçta yeni taşınmıştık ve ben çok uzaktım. Burçak işte olduğu için yalnızdım ve hiç çalışacak gücüm yoktu. Telefonumu babam elimden aldığı için Cihangir'den Yusuf'u arayıp haberdar etmiştim. Çocuk bir anda patronunu kaybetmişti ama Burçak sağ olsun benim acil bir durumdan dolayı İstanbul'a gittiğimi söylemiş. Beni hep idare eden güzel arkadaşım... Hayatıma iyi ki girmişti.

Şimdi ise yatağıma yatmış içimi karartan sesleri dinliyordum ve hiçbiri güzel şeyler söylemiyordu. Belki de benim hatam. Sorup anlamadan kendim kurup kendim oynuyordum. Her şeyi anlıyordum da Cihangir'in fotoğrafı saklamasını bir türlü anlayamıyordum. Kimdi o kız? Neden kitabın tozlu sayfalarında hâlâ yer ediniyordu? Benim hasretim de esaretim de Cihangir'ken o kalbinin en ücra köşelerinde başkasını mı saklıyordu? Belki de biraz uyusam iyi olacaktı. Beni aldatma ihtimalini düşünmek dahi istemiyordum. Allah'ın cezası fotoğrafta tarih de yoktu. Fakat yine de eskiydi fotoğraf. Ama hâlâ çok yakışıklıydı...

Gözlerimi araladığımda odamın içi karanlıktı. Akşama kadar uyumuştum sanırım. İnsan bazen unutmak isteyince uykuya sığınıyor. Beyin de bu durumu anlıyor gibi seni uzun süreli uyumaya itiyordu. Üstümdeki pikeyi fark etmemle Burçak'ın geldiğini anlamıştım. O örtmüş olmalıydı. Yoksa benim bunu düşünecek hâlim bile yoktu.

Burçak beni en iyi tanıyan arkadaşımdı. Ailemle ilgili birçok şeyi biliyordu. Cihangir'le deniz kenarındayken onu arayıp her şeyi anlattığımda da hiç şaşırmadı ama şimdiki durumu nasıl anlatırdım bilmiyorum. İlk önce Cihangir'le konuşmam gerekiyordu. Bundan da istemsiz bir şekilde kaçıyordum. Belki de duyacaklarımdan korkuyordum. Ona ne fotoğrafı ne de fotoğrafta saçlarına öpücük kondurduğu kadını sordum. Cevabından endişeliydim işte. Kendim kurduğumda hepsi ihtimallere dayanıyordu ama onun dudaklarından dökülenler gerçekler olacaktı. Ben gerçeklere hazır mıydım peki?

Hayır...

Kalbim, sevdiğim adamın kalbinde başka bir kadının varlığını kaldıramazdı.

Üzerimdeki pikeyi atarak oturur pozisyona geldim. Elimle gözlerimi ovdum. Kendimi dinlenmiş hissetmek yerine yorgun ve uykusuz hissediyordum. İnsanın ruhu dinlenmediğinde bedeni nafile bir çabanın içine giriyordu. Odamın kapısının açılmasıyla Burçak içeri girdi. Benim uyanık olduğumu fark ederek ışığı açıp yanıma geldi.

"Bebeğim uyanmışsın. Cihangir kapıda seni soruyor."

Hayır, hayır şimdi olmaz. Şimdi konuşmak istemiyorum onunla.

"Uyuduğumu söyler misin Burçak?"

Sesim de bedenim gibi yorgundu ve çatlayarak çıktı. Burçak çoktan tek kaşı havada, dikkatli bakışlarını üzerime dikmişti bile.

"Ama uyumuyorsun."

Başımı iki yana salladım. "Sadece bu hâlimle beni görsün istemiyorum."

Altımda eşofman ve üzerimde de uzun kollu bir badi vardı. Saçlarımı açık bıraktığım için dağılmıştı. Yine de Burçak söylediklerime inanmamış olacak ki imalı bir bakış atıp ayağa kalktı.

"Öyle olsun ama ben yutmadım. O da yutar mı bilmem."

Odadan çıktığında sıkıntılı bir nefes verdim. Biliyordum, birazdan beni sorguya çekecekti. Aradan kısa bir süre geçmesinin ardından Burçak, Cihangir'i göndermiş olacak ki elinde bir kutuyla tekrar odaya girdi. Gözlerim elindeki kutudayken yanıma yaklaşarak bana uzattı. Manasız bakışlarıma göz göze geldiğimizde de devam ediyorum. "Bu ne?"

Gülümseyerek elindeki kutuyu salladı. "Cihangir gönderdi. Sana yeni telefon almış." Histerik bir hareketle Burçak'ın elindeki telefonu aldım. "İçinde hat da varmış, öyle dedi." Ne diye bana telefon alıyordu ki? Ben kendi telefonumu kendim pekâlâ alabilirdim. Sinirle ayağa kalkıp dolabımdan üzerime bir hırka aldım. Burçak ani tavrımı anlayamamış olacak ki ayağa kalktı. "İnci ne oluyor?"

Burçak'ın sorusunu görmezden gelerek hırkayı üzerime geçirip telefonu alarak koridora çıktım. Kapıda ayağıma terliklerimi geçirirken mırıldandım.

"Benim Cihangir'le konuşmam gerekiyor."

Burçak'ın cevabını beklemeden hızlı adımlarla bir kat aşağı indim. Cihangir'in dairesinin önüne geldiğimde kapıyı sabırsızca çalarak beklemeye başladım. Kısa sürede üzerinde benim gibi eşofmanı ve tişörtüyle kapıyı açan Cihangir gözleri kısılmış beni inceliyordu. "Sen uyumuyor muydun?"

Suçumu bastırmak istercesine elimdeki kutuyu salladım. "Bu ne Cihangir?"

Kutuya bakarak kaşlarını çattı. "Ne olduğunu biliyorsun."

Sinirle kutuyu ona uzattım. Belki de kavga edecek yer arıyordum. Onunla sürtüşecek, içimdekileri dökecek sebepler lazımdı. Kaçak oynuyordum ama korkuyordum. O benim buradaki tek dayanağımdı, siz hiç en güvendiğiniz yerden kırılmaktan korktunuz mu?

"Senden böyle bir şey istedim mi? Ne diye bana telefon alıyorsun?"

Nefesini sert bir şekilde dışarı bıraktı.

"Ne var ki bunda güzelim? İhtiyacın vardı, ben de aldım."

Ters bakışlarımla birleşen sert sesim içimdeki yangındandı. "İhtiyacım varsa pekâlâ ben alabilirim. Senin parana ihtiyacım yok benim."

Cihangir'in yüzü buz kestiğinde bir nebze de olsa dediklerime pişman oldum. Kolumdan tutarak beni kapının kenarına yasladı. Başını yana yatırıp gözlerini kapattı. Dudağını ıslatırken burnundan derin bir nefes aldı. Sakin kalmaya çalışıyordu ama karşısındaki kişi çoktan ipleri koparmıştı. "Derdin ne yavrum? Ne zaman böyle gereksiz abartsan altından başka bir şey çıkıyor."

Ah be yüzbaşım ne kadar da haklısın. Ne kadar da iyi tanıyorsun beni. Peki, benim eksikliğim ne? Ben niye hâlâ seni tanımakta kendimi yetersiz hissediyorum? Yine de yanılıyordun, ben çok da güçlü bir kız değildim işte. Benim de senin gibi korkularım var. Ayrıca pek de abartmış sayılmam.

"Gereksiz öyle mi? Senin için öyle olabilir ama benim için önemli."

İkimiz de birbirimize ters bakışlar atarken karşı kapı açıldı. Sanırım fazla ses yapmıştık ya da yapmıştım.

"Komutanım bir sorun mu var?"

Bir türlü sevemediğim teğmen de Cihangir'den nasibini almak üzereydi.

"Yok bir şey."

Teğmen başıyla onaylayıp içeri girince Cihangir hâlâ kolumda olan eliyle beni içeri çekti.

"Sen gel bakalım içeriye."

Salona geçtiğimizde Cihangir elimdeki kutuyu alarak koltuğa fırlattı. Bana döndüğünde elleri belinde sert bakışları üzerimdeydi. Bir an fazla büyük göründü gözüme. Ya da ben çok küçüktüm.

"Söyle bakalım derdin ne? Ne yaptım yine ben?"

Gözlerim elalarına tutunmuş bütün derdimi anlatıyordu aslında ama dilim susmuş inkâr ediyordu. İçimdekileri dökmek istiyor ama tereddüt içinde kıvranıyordum.

"Yok bir şey."

Yanaklarını şişirip serbest bırakarak iki adımda aramızdaki mesafeyi kapattı. Kocaman ellerini yanaklarıma koyarak başparmaklarıyla yüzümü okşadı. Biraz önceki sert bakışları yerini sıcacık bakışlara bırakmıştı.

"İnci'm, bak sabah uyandığından beri aynısın. Fark etmiyor muyum sanıyorsun? Dün gece seni öptüğüm için mi böylesin? Seni kırdıysam affet beni ama kötü bir niyetim yoktu benim." Parmaklarını dudağımın kenarına indirdi. "Ben sandım ki sen de istiyorsun. Yoksa asla dokunmazdım. Hem sadece masum bir öpücüktü." Bilmiyordu ki ben o öpücükle yeniden doğmuştum. Bilmiyordu ki parmakları ateş, bense o ateşe alışık olmayan suydum. Bilmiyordu ki beni kendine sıkı sıkı bağlıyor, üzerine kör düğümler atıyordu. Bilmiyordu ki karşısındaki kadın kıskançlıktan şaşkına dönmüştü. Bilmiyordu ki kalbim kırılmış, kelebeklerim ölmüştü. Gözümden akan bir damla yaşı hemencecik sildi. "Yapma okyanus gözlüm, ağlama. Söz bir daha elini bile tutmam sen istemeden."

Beni o kadar yanlış anlıyordu ki... Hoş ben de doğru anlaması için bir şey yapmamıştım ama daha fazla dayanamadım. Bu yaptığım hem kendime hem de ona eziyetti.

"Ezel'i de öptün mü Cihangir? Onun saçlarını da okşadın mı benimkiler gibi? Onu da mı Cihangir'deki evine götürdün? Onu da orada öptün belki, belki de daha fazlası..." Elleri yüzümden düştüğünde başımı yana eğip üzgün gözlerle gözlerine baktım. "Ona da sol yanım dedin mi yüzbaşı?"

Bedeni gerildi... Kararan elalarına çatılan kaşlarının gölgesi düştü. Bakışları bir anda buz kesti sanki. İçim ürperdi. Yanlış bir isim zikrederek dünyanın en büyük hatasını yapmışım gibi bakıyordu.

"Ne saçmalıyorsun İnci?" Buz gibi sesi içimi ürpertti.

Gözümden inatla akan yaşı silmemin ardından buruk bir şekilde gülümsedim. Elim eşofmanımın cebine giderken bulduğum fotoğrafı çıkarıp Cihangir'e gösterdim. Dikkatli bir şekilde fotoğrafa bakıyordu. Hiç konuşmadı, sadece baktı.

"Bir de arkasına bak istersen." Çevirip arkadaki yazıyı da gösterirken okuduğunu biliyordum. İçim sızlasa da devam ettim. "Beni geçmiş aşkının avuntusu mu yaptın? Gerçi fotoğrafı sakladığına göre geçmemiş demek ki."

Son sözlerimle gözleri gözlerimi bulurken ifadesiz bakıyordu bana. Bense inkâr etmesini bekliyordum sabırsızca. Ama dili tutulmuştu sanki. Ya da o kadar doğru tespitler yapmıştım ki verecek bir cevabı yoktu. Gözümden birkaç damla yaş daha süzüldü. Daha fazla burada durmanın anlamı yoktu. Göğüs kafesim kalbime fazla dar geliyordu. Arkamı döndüm ve gitmek için adım attığım sırada Cihangir bileğimden yakaladı.

"Hiçbir yere gitmiyorsun."

Hırçın bir şekilde bileğimi elinden kurtarmaya çalıştım. "Bırak beni!"

Söylediğimin aksine beni çekerek koltuğa oturttu.

"Nereden buldun bu fotoğrafı?"

Alaylı bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. "Konumuz bu mu yani? Nereden bulduğum önemli mi? Ayrıca sakladığın fotoğrafı bilmiyor olamazsın."

İfadesi biraz daha korkutucu bir görünüm aldı. "Önemli. Hani ben saklıyorum ya... Nereye saklamışım merak ettim?"

Üzgünce dudak büktüm. "Bana bilmiyor numarası yapma. Evinde kitabının arasında buldum."

Derin bir nefes alarak dişlerini sıktı. Bu, çene kaslarından fazlasıyla belli oluyordu.

"Bak İnci, sabrımı zorluyorsun ama yine de sakin kalmaya çalışıyorum. O fotoğrafı ben saklamadım. Eski önemsiz bir fotoğraf sadece. Uzun zamandır dokunmadım o kitaplara. Orada olduğunu bile hatırlamıyorum."

İnanmak isteyen gözlerle bakıyordum ona. İnanmak istiyordum sevdiğime.

"Aynı cümleleri kuruyorsunuz ama..." Sesimdeki kırıklık gözlerimde görünenden farksızdı. Küçük bir çocuk gibiydim o an. Cihangir'e deli gibi inanmak istiyordum ama fotoğrafın arkasında yazdığı gibi bana sol yanım demesi gitmiyordu kulaklarımdan.

"Ben..." Başını önüne eğdi. Hatırlamıştı sözlerini. Neyden bahsettiğimi biliyordu. Bir iki saniye bekleyip tekrar gözlerime baktı. "Ben o cümleyi içimden gelerek kurdum sana. Başka bir sebebi yok. Ayrıca o yazıyı ben yazmadım. O sadece doğum günümde hediye olarak bana yazılıp verilmişti o kadar."

Bu kalbimdeki sızıyı geçirmiyordu ne yazık ki. Bu sefer de o kadının kendisine kurduğu kelimeyi tekrar etmişti. Neresinden tutsam elimde kalıyordu.

"Bu kullandığın ifadeyi değiştirmiyor. Ayrıca söylesene kim bu Ezel?"

Belki de sabahtan beri kıvranıp durduğum bir durumu yeni dillendiriyordum. Cevabını hem deli gibi merak ediyor hem de bilmek dahi istemiyordum.

Suratı asık bakıyordu yüzüme. Ezel her kimse bu konuşmadan memnun olmadığı çok açıktı.

"Geçmişte kalmış biri bizim için önemli mi?"

Hâlâ elimde duran fotoğrafı yüzüne doğru salladım. "Bu fotoğrafı bulduğuma göre ve aynı cümleleri kurduğun için önemli sanırım."

Elimdeki fotoğrafı kavramak için uzandığında geri çektim. Sıkıntılı bir nefes bıraktı. "Pekâlâ. Anlatacak bir şey yok aslında. Geçmişte kalmış bir birliktelik. Yaşandı ve bitti. Benim için artık bir anlam ifade etmiyor."

Geçmişte kalmış bir ilişkiyi sorgulamak ne kadar doğruydu bilemesem de şu an deli gibi merak ediyordum. Engel olamıyordum içimdeki bu dürtüye. Cihangir benden önce kimi sevmişti? Kalbine âşık olduğum adam daha önce kıymetlimi kime kaptırıp onun sol yanı olmuştu?

"Geçmiş derken ne kadar geçmiş oluyor bu?"

Gözleri kısıldı fakat kararlı bakışlarım cevaplamak zorunda bırakmıştı onu.

"Üniversitedeydim İnci. Aradan en az beş yıl geçti."

Bu cevap benim şaşkınlığım oldu. Ağzım açık, gözlerim dalgın mırıldandım. "Beş yıl mı?"

Fotoğrafı alarak yırtarken umursamazca devam etti. "Olamaz mı?"

Bir an kendime gelirken toparlanarak açık kalan ağzımı kapattım. "Yok, olabilir de ne bileyim daha kısa bir süre düşünmüştüm. Başka biri girmedi mi hayatına?" Fırsat bulmuşken hepsini aradan çıkarmaktı herhâlde niyetim.

Elindeki parçaları ortamıza bırakıp çok sevdiğim elalarını yine gözlerime dikti. "Sen varsın ya İnci."

Ne uyuz adamdı. Aradaki süreyi soruyordum oysa ben ama o her zamanki gibi kurnazlık yapıyordu. Yine de hoşuma gitmedi desem yalan olurdu.

"Birazdan ben de olmayacağım Cihangir. Aradaki süreyi soruyorum."

Ters bir bakış attı. Sanki haksız olan bendim de o haklıydı.

"Ne bilmek istiyorsun bilmiyorum ama başka da kimse olmadı. Zaten buna zamanım da olmadı. Sonrasında sürekli eğitim görmekle meşguldüm. Bordo bereli sandığın kadar kolay olunmuyor."

Ayağa kalkarak surat astım. "İyi tamam. Ne bağırıyorsun? Hem suçlusun hem de güçlü. Ben gidiyorum." Evet, şu an trip atıyordum, hak etmişti bunu. Arkamı döndüğümde bileğimi kavradı.

"Gitme."

Göz göze geldiğimizde elimi biraz daha sıkı kavradı. "Sana yemin ederim sadece sen varsın kalbimde. O fotoğraftan haberim bile yok. Bilsem çoktan yırtıp atmış olurdum. O evi de daha sonra aldım zaten. Hatta oraya tek götürdüğüm kadın bile sensin." Beni biraz daha çekerek kucağına aldı. Eli saçlarımdan küçük bir tutam yakalamıştı. "Ben seni bilmeden yaşadım her şeyi. Hayatıma senin gireceğini bilseydim mühürlerdim gözlerimi, kalbimi... O sözlerse sadece tesadüf. Benim sol yanım sensin İnci. Başkasına yer yok. Geçmişim için beni yargılaman bana haksızlık değil mi?"

Gözlerinde gördüğüm hüzün içimi sızlattı. Benim kalbim de sadece onundu. Belki de bu konuyu fazla uzatıyordum. Sonuçta geçmiş, gitmiş bir şeydi. İnanmazsak, güvenmezsek bir ilişki nasıl yürürdü ki? İnanmak istiyordum, ona deli gibi inanmak istiyordum...

"Ben sana inanıyorum ama beni de anla, o fotoğrafı öyle görünce kötü oldum işte."

Yanağımı okşayıp önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. Sesi bir fısıltı gibi ama bir o kadar da derindendi.

"Bu adamın aklında da kalbinde de sadece sen varsın sarışın."

Başımı yerden kaldırıp gözlerine baktığımda içimde sadece ona ait olan aşk en güzel köşesine kurulmuş bana gülümsüyordu. Ben de dudaklarımda oluşan minik tebessüme engel olamadım. Cihangir bu tebessüme tutunmuş olacak ki beni kendine çekerek sıkıca sarıldı ve ben o anda unuttum her şeyi. Ne yapabilirim ki, seviyordum işte. Kollarımı boynuna doladığım anda çoktan kalbimdeki buzlar erimişti bile. Çenem omzunda gözlerim kapalı sadece sevdiğim adamı düşünüyordum. O benim adamımdı, o benim yüzbaşımdı ve o benim bordo berelimdi. Bizden öncesi uzatmamam gereken bir konuydu. Yine de kafamda deli sorular dolaşmıyor değildi. Neden ayrıldıklarını merak etsem de şimdilik ötelemeye karar verdim. Bu kızı yeterince konuşmuştuk ve daha fazla muhabbetini yapmak istemiyordum.

Geri çekilerek yüzüne baktığımda tebessüm vardı dudaklarında. Biraz utangaç hâlde ben de gülümsedim. Hâlâ kucağında olmamdan sebep, rahatsız olarak hemen yanına oturdum. İç çekip yanındaki biraz önce koltuğa fırlattığı telefon kutusuna uzandı. Elinde ters düz edip bana uzattığında almak için bir hamlede bulunmadım. Gözlerini devirerek kutuyu açtı. İçinden telefonu ve benim için aldığı hattı çıkarttı.

Bakışları elindeki telefondayken mekanik hareketlerle yapıyordu her şeyi. Bense sadece onu izliyordum. Kumral saçlarını, telefonla uğraşırken yüzünün aldığı mimikleri, biçimli ama sık kaşlarını çatarak ciddi bir ifadeyle aldığı tavrını, dik duruşunu... Her bir parçasını ilgiyle izliyordum.

İşi bitmiş olacak ki başını kaldırıp telefonu bana doğru uzattığında yakalanmış gibi bakışlarımı kaçırdım. Bu ilgisini çekmiş gibi telefonu biraz daha kaldırarak çeneme yasladı. Uyguladığı küçük baskıyla yeniden bizi göz göze getirdiğinde ne oldu der gibi göz kırparak başını salladı. İçim eriye eriye izliyordum onu. Zorla yutkunarak omuz silktim.

"Yok bir şey."

Telefonu bu sefer avuçlarımın arasına bıraktı.

"Al bakalım."

Elimdeki telefonun üzerinde parmaklarım gezerken yavaş yavaş kaşlarım çatılmaya başladı. Emin olmak adına tekrar baktığımda şaşkınlıkla başımı kaldırdım.

"Cihangir!" Soru soran gözlerle bakarken elimdeki telefonu salladım. "Şifremi biliyorsun..."

Mail adresimi telefona girmiş ve bana tek bir şey bile sormamıştı. Bu nasıl olabilirdi? Ben ona şifremi hiç vermemiştim ki.

"Hıhı."

Rahat tavrı karşısında şaşkınlığım ve kızgınlığım aynı derecede artıyordu.

"Benim şifremi..."

Neye şaşırdığımı sorgular gibi başını eğdi. "Evet İnci."

Gözlerimi aça aça biraz öne doğru eğildim. "Bana ait olan şifre."

Yüzündeki tebessümle sanki normal bir durummuş gibi yeniden onayladı. "Evet dedim ya güzelim."

Gözlerim kısılırken rahatlığı beni çıldırtıyordu. "Cihangir! Ben sana şifremi söylediğimi neden hatırlamıyorum acaba?"

Umursamazca dudaklarını büktü. "Çünkü söylemedin yavrum."

Derin bir nefesle yanaklarımı şişirdim. "O zaman sorabilir miyim bana özel şifremi nasıl biliyorsun?"

Elinin biri ensesine giderken orayı kaşımaya başladı. Şirince gülümserken tek amacı beni etkileyip durumu normalleştirmekti sanırım. Başarıyordu da lakin yine de hemen pes etmeyecektim.

"Seni araştırdığım zaman biraz fazla detaya girdim sanırım." Sevimliliğini arttırmak adına gülümsemesine sıcacık bakışlarını da ekledi. Benim kaşlarım ise biraz daha birbirine yaklaşıyordu. Hiç utanmadan devam etti. "Yani öğrendiğim şeyleri unutmak gibi bir huyum da yok. Seninle ilgili olanlar da hafızamda sınırsız krediye sahip."

Dudaklarım büküldü. Gözlerim hâlâ iri iri açık bir şekilde gözlerinde kenetliydi.

"Bundan benim neden haberim yok? Ayrıca daha neyimi biliyorsun söyler misin?"

Dudaklarını birbirine bastırırken bakışları masum bir çocuğu andırıyordu. Onu tanımasam cici, tatlı bir adam diyebilirdim.

"Aslında sosyal medya hesaplarının şifresini de biliyorum. Ha, bir de eski telefonunun şifresini biliyordum."

Ağzım yeniden açık kaldığında dayanamamış olacak ki eliyle hafif çeneme dokundu. Bir de bıyık altından hâlime gülüyordu. Çenemdeki eline vurarak ittim.

"Tam bir uyuzsun. Onlar bana ait şifreler ve sadece benim bilmem gerekiyor."

Beni kendine çekip başımdan öptü. Ben kimden neyi sayıklıyordum acaba?

"Haklısın güzelim. İstersen şifrelerini değiştirebilirsin. Ben de bilmemiş olurum."

Tek kaşımı kaldırarak gözlerine baktım. Nasıl da güzel çözmüştü her şeyi.

"Peki, sana neden inanmıyorum? Sanki bu işe yaramayacakmış gibi."

Dişlerini göstererek gülümsedi. Haklı olduğumu biliyordu.

"Doğru söze ne diyebilirim ki..."

Hızla omzuna yumruğumu geçirdim.

"Ama bu hiç adil değil. Ben neden hiçbir şey bilmiyorum?"

Telefonunu cebinden çıkarıp elime tutuşturdu.

"Benim sosyal medya hesabım yok ki güzelim. Sadece Whatsapp var onu da bazı durumlarda kullanıyorum. Ayrıca mesaj da yazmam. Bir durum varsa ararım. Mail hesabıma da girmen çok zor bir tanem. Bazı hesaplarım korumalı. Telefonumda fotoğraf bile bulamazsın."

Telefonunu kenara bırakıp imalı bir bakış attım.

"Merak etme fotoğrafları nerede bulacağımı biliyorum."

Bulduğum fotoğraf tekrar aklıma gelirken suratım asılmıştı. Cihangir usulca yanağımı okşadı.

"Yapma böyle, vurma yüzüme. Geçmişin aramıza girmesine izin verme."

Konuyu değiştirerek sıkıntılı bir nefes verdim.

"Kendime telefon alabilirim."

Bu sohbetten sıkılmış gibiydi.

"Aldım ben işte İnci. Hâlâ neden uzatıyorsun?"

"Tamam, uzatmamı istemiyorsan parasını sana ödememe izin vereceksin."

Yeniden suratı asıldı.

"Hayır İnci."

Surat ifademi onun gibi yaparak sesimi kalınlaştırdım.

"Evet Cihangir."

Bir süre gözlerime baktı ve onaylamaz bir tavırla başını iki yana salladı. Kendinden emin bakışlarım vazgeçmeyeceğimi gösteriyordu.

"Tamam inatçı keçi, öyle olsun."

Gülümseyerek telefonu kavrayıp ayağa kalktım.

"Ben artık gitsem iyi olur."

Hemen elimi kavradı.

"Biraz daha kalsaydın."

"Kalamam yüzbaşı, Burçak beni bekliyordur şimdi."

İstemese de mecburen ayağa kalktı. Birlikte kapıya doğru yürüdük ve tam önünde durdum. Arkamı döndüğümde Cihangir'le çok yakın oluşumuz beni duraksatmıştı. Bana bir adım daha atınca kapıya yaslandım. Gözlerim gözlerinde tutuklu kalırken yine ve yine nefesimi tutmuş onu izliyordum. Güzel bakıyordu. Çok güzel bakıyordu. Kalbimi titretecek kadar güzel bakıyordu ve ben bu adamın bakışlarında ısrarla kaybolmaya devam ediyordum. Elini kaldırarak saçlarımı geriye attı. Usulca yanağımı okşayıp elini boynuma indirdi. Hipnoz olmuş bir şekilde sadece onu izliyordum. Ellerimi güç almak istercesine kapıya yasladım. Bacaklarım bana itaat etmek istemiyordu ısrarla. Dengede durmak bazen zor oluyordu.

Anlayamıyordum...

Biraz önce hiçbir şey yokken şimdi kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Aslında onu gördüğüm her an kalbim hızlanıyordu ama böyle anlar başkaydı. Bana doğru eğilerek burnuma küçük bir öpücük bıraktı. İkinci öpücüğü alnıma kondururken orada biraz oyalanmıştı. Kendine çekerek sarılmasıyla başım göğsüne sığındı. Kollarım beline dolanırken omuzlarıma sardığı güçlü kolları beni kendine hapsetti. Derin bir nefes alarak kokusunu içime çektim. Nasıl da huzurla doluyordu içim. Çenesini başıma yaslamış aldığı nefesler saçlarımda dolaşıyordu.

"İnci'm..." Cümlesine devam edecekken çalan telefonu bütün havayı dağıttı. Bir elini indirerek beni bırakmadan telefonu cebinden çıkarttı. Yüzünü görmek için başımı kaldırıp bakarken o çoktan telefonunu açmıştı.

"Dinliyorum Akın."

Cihangir'in arkadaşı aradığında bir süre karşı tarafı dinleyip cevap verdi.

"Ne zaman?"

Karşı tarafın konuşmasını duyamasam da Cihangir'in gerilen bedeni ve çatılan kaşları iyi şeyler olmadığını gösteriyordu. Kısa konuşmaları ise bana hiç yardımcı olmuyordu.

"Ben Giray'a haber veririm, siz hazırlıklara başlayın."

Telefonu kapatıp cebine koyarken masum bakışlarım üzerinde geziyordu. Ne konuştuğunu merak ediyordum.

"Cihangir, bir sorun mu var?"

Parmakları saçlarımın arasında dolaşmaya başladı. Sanki kırılacakmışım gibi farklı bakıyordu.

"Hayır güzelim. Sadece..." Duraksaması biraz daha dikkat kesilmeme sebep oldu. Sessizce tekrar ettim.

"Sadece..."

Dudaklarını birbirine bastırıp serbest bıraktı. "Gitmem gerekiyor."

Hâlâ ayrılamamıştık birbirimizden, biraz daha başımı geri çekerek net bir şekilde görmeye çalıştım yüzünü. "Karargâha mı?"

"Hıhı."

"Sonra?" Devamını merak etsem de alacağım cevabı biliyordum aslında. Yine de bir umut farklı bir cevap beklemekten alamadım kendimi. Gitsin istemiyordum. Onun her gidişi bana cehennem gibiydi.

"Sonrası yok İnci'm. Bir süre burada olmayacağım."

Bir anda kalbime biz sızı oturdu. Biliyorum bu onun mesleğiydi ama yine de her gidişi beni hem üzüyor hem de korkutuyordu. Nasıl bir meslek seçmişti kendine... Sevdiğini ürküten, ürküttüğü kadar da yücelten. Olmuyordu. Ortasını bulamayan kalp arada sıkışıp kalıyordu.

"Hemen gelir misin?"

Acı bir gülümseme yayıldı dudaklarına. Bu sorum onu üzüyordu ama sormadan da edemiyordum. Uzun zaman onu görememek bana işkence gibi geliyordu.

"Muhtemelen uzun sürecek."

Moralim bozulmuştu bir anda. Onun ses tonundan görüyordum ki o da farklı değildi. Mesleğini çok seviyordu, biliyordum. Bize zor gelen birbirimizden ayrı kalmaktı. Yoksa Cihangir göreve gitmek için yanıp tutuşan bir askerdi. Ama biz daha yeni kavuşmuştuk birbirimize.

"Cihan..."

Devam edemedim. Ona gitme diyemezdim. Vatan görevi başka şeye benzemezdi. Ama git demek de kalbimi acıtıyordu işte. Ya bir şey olursa ya yaralanırsa diye ödüm kopuyordu. O benim canımdı artık ve ben canım yansın istemiyordum. Bunu anlamış gibi parmaklarını yüzüme bastırdı.

"Merak etme okyanus gözlüm. Ne olursa olsun dönüşlerim hep sana olacak. Benim yuvam sensin."

Gözümden bir damla yaş süzülürken sıkıca sarıldım ona. Başımı boynuna gömüp kokusunu içime çektim. Nefesim teninde bir söz gibiydi.

"Ben burada hep seni bekliyor olacağım yüzbaşım."

Yüzü yeniden görüş açıma girdiğinde dudakları kıvrılırken bana da bulaştırmıştı tebessümünü. Belki bir süre ayrı kalacaktık ama bağlanan kalplerimiz bizi yine bir araya getirecekti.

 

❤️❤️❤️

 

İnstagram:soylumery

 

Loading...
0%