@soylumery
|
Keyifli okumalar...🤩 Kalbinizi hiç yarım hissettiniz mi? Böyle biraz eksik biraz mutsuz... Her şey tamken bir şeyler eksik gibi mesela. Ne bileyim olması gereken şey yerinde yokmuş gibi ya da yer değiştirmiş gibi, bilemiyorum işte. Bu duyguları ilk kez yaşıyordum. Bir yanım o hayatımda olduğu için çok mutlu diğer yanım ise onu görememenin kırıklığını yaşıyordu. Tam yirmi üç gün olmuştu gideli. Sadece görememek değil sesini duyamamak da canımı yakıyordu. İşin kötüsü bugün benim doğum günümdü ve sabahtan beri Cihangir'in aramasını bekliyordum. Ben aradığımdaysa bir türlü ulaşamıyordum. Ona kızmıyorum. Nasıl kızabilirim ki? Eğer elinde olsa bugünü asla kaçırmazdı. Unutmuş olma ihtimali ise çok düşüktü, hatta yok bile diyebilirim. Cihangir benimle ilgili benden fazla bilgiye sahipti. Bende ise herkesin bildiği şeyler... Klinikte koltuğuma oturmuş Paşa'nın tüylerini okşuyordum. Yusuf ise yeni gelen ilaçları yerine diziyordu. İşlerini bitirip çekingen adımlarla yanıma geldi. Elindeki küçük paketi bana uzatarak gülümsedi. "Abla bu senin için." Şaşkınlıkla ona bakarken uzattığı kutuyu kavradım. "Bu nereden çıktı ablam?" Ben paketi açarken tebessümle konuştu. "Doğum günün kutlu olsun. Küçük bir şey ama inşallah beğenirsin." Elimdeki küçük tahtadan yapılmış anahtarlığı incelerken başımı kaldırarak Yusuf'a baktım. "Sen nereden biliyorsun?" Sanki yine bir hata yapmış gibi çekingen bir bakış attı. "Daha önce görmüştüm." Bakışlarım tekrar hediyemi buldu. Kız figürlü ahşaptan yapılmış anahtarlığın yanında kalp vardı ve üzerinde 'Veteriner Hekim İnci Sargın' yazıyordu. Nedense gözlerim doldu. Ne yalan söyleyeyim beklemiyordum. Kimseye de söylememiştim zaten doğum günümü. Ayağa kalkıp Yusuf'a sarıldım. "Yusuf, bu çok güzel. Teşekkür ederim." Yusuf da kollarını bana dolarken sıkıca sarılmıştık. Açılan kapıyla geri çekildik. Gelen çiçekçi kocaman bir buketle içeriye girdi. "Merhaba. İnci Sargın siz misiniz?" Bugüne özel heyecanla atıldım. "Evet." Genç adam bana doğru ilerleyerek elindeki büyük buketi uzattı. "Bunlar sizin." İstemsiz dudaklarım kıvrılırken çiçeği kavradım. Ne yalan söyleyeyim çiçek hediye edilmesinden hoşlanmasam da bu kişinin Cihangir olma ihtimali beni mutlu etmişti. Daha doğrusu hediye değil de Cihangir'in düşünmesi mutlu olma sebebimdi. Yoksa çiçeklerin koparılıp ticarete dökülerek hediye için kullanılması beni mutlu etmiyordu. İki gün sonra kimse o çiçeklerin yüzüne bakmıyor, ölüp gidiyorlardı. "Teşekkür ederim." Adam başını hafif eğerek karşılık verirken arkasını dönüp gitti. "Abla, kesin Cihangir ağabeyim gönderdi bu çiçekleri." Yusuf'a bakıp gülümsedim. "Ben de öyle tahmin ediyorum." Çiçekleri burnuma yaklaştırarak kokusunu içime çektim. Gözlerim üzerinde duran kartı bulduğunda iki parmağımla kavradım. Çiçekleri masaya bırakarak açıp okumaya başladığımda gülen yüzüm de aynı oranda yavaş yavaş solmaya başladı. Ne yazık ki çiçekler beklediğim yerden gelmezken ihtimalini bile düşünmek istemediğim kişi göndermişti. "İkinci kez kaçarak beni yarı yolda bırakmanın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilmeni isterim sevgili nişanlım. Oradaki son doğum gününü doyasıya kutla. En kısa zamanda görüşmek üzere. Mutlu yıllar... Tuna." Parmaklarım arasındaki kartı buruşturarak kendimi koltuğa bıraktım. Gözlerim çok uzaklara dalmıştı bir anda. Sanki bu adamdan kurtuluşum yoktu. Kâbus gibiydi. Ben kaçtıkça sürekli hayatıma bir köşeden girip yine zehrediyordu. "Abla bir şey mi oldu?" Üzgünce başımı kaldırıp gözlerimi Yusuf'a diktim. "Yok ablam. Hadi sen biraz Paşa'yı gezdir." Yüzümü inceleyen bakışlarıyla içi rahat etmiyor olacak ki tekrar sordu. "İyi misin?" Kendimi toparlayıp tebessüm ettim. "İyiyim merak etme." Başıyla beni onaylamasının ardından montunu giyip Paşa'yı alarak gitti. Kendimle baş başa kaldığımda yine düşünüyordum. Ben daha Tuna'ya ne kadar açık konuşabilirdim ki? Aslında Tuna beni gayet iyi anlıyordu ama onun beni anlamak istememesinin sebepleri vardı. Babasından kalacak miras gibi. Babamın çok daha zengin olması gibi. Benimle evlendiğinde sahip olacağı hisse gibi. İşte bu yüzden çok da şaşırmıyordum yaptıklarına. O rahatlığı ve parayı severdi. Fazlasıyla zengin olmalarına rağmen o hep daha fazlasını istiyordu. Kim bilir belki de Mısır firavunlarına özeniyordu. Paralarıyla birlikte gömülmek onu mutlu ederdi herhâlde... Babamınsa yine sesi çıkmıyordu, her zamanki gibi bu durum hayra alamet değildi. Muhtemelen yeni planlar üzerinde çalışıyordu. Belki de artık dönmeyeceğimi anlamıştı. Kimi kandırıyorum ki? Babam asla geri adım atmaz, ne olursa olsun amacına ulaşmak için her yolu denerdi. Masada duran iş telefonum çalınca sakin bir şekilde alarak açtım. Bir süre konuşmanın ardından hasta bir köpek için toparlanarak klinikten çıktım. Yusuf'u arayıp haber vermeyi ihmal etmedim. Yola çıktığımda aklım hâlâ Cihangir'deydi. Bir süre devam eden yolculuğumun ardından çoğunlukla gittiğim köyler yerine bu sefer büyük bir villanın önünde durdum. Kapıda bile korumaların kontrolünden geçmem beni şaşırtsa da çok fazla önemsemedim. Ben işimi yapıp geri dönecektim. Kapıyı açan hizmetli kızla çantamı alarak içeri adımladım. Bana salona kadar eşlik ettiğinde şöminenin yanında yatan pug cinsi köpeğe yaklaşarak yanında duran adama elimi uzattım. "Merhaba, geçmiş olsun. Ben Veteriner Hekim İnci Sargın." Ceketinin önünü kapatmak için bir eliyle tutarken diğer eliyle de elimi kavradı. "Sağ olun. Hoş geldiniz veteriner hanım." Baytar hanım tabirine fazlaca alışan ben hafif bir şaşkınlık yaşamadım desem yalan olur. Bir zamanlar bu şehirde yadırgadığım şeyler şimdi benimle özdeşleşmiş gibiydi. Öyle ki veteriner hanım soğuk ve yabancılaşmış geldi. Samimi olmayan zorunlu bir tebessüm sundum. "Hoş buldum, nesi var?" Yere çöküp çantamı köpeğin yanına bıraktığımda adam konuşmaya başladı. "Bilemiyorum. Gayet iyi görünüyordu. Sadece dün biraz hâlsiz gibiydi. Bugün ise yemeğini yememiş. Bu şekilde yatıyor sürekli." Adamı dinlerken çantamdan eldivenlerimi çıkartıp ellerime geçirdim. "İsmi ne ve kaç yaşında?" "Cesur, beş yaşında." Elimi kaldırarak hafifçe tüylerini okşadım. "Merhaba Cesur." Bu olması gereken bir davranıştı. Hayvanlar da insanlar gibi ona yaklaşımınıza dikkat eder ve ilk temasta bunun tehlikesiz ve sevecen olmasını isterdi. Ona zararsız olduğumu ve onu sevdiğimi göstermem gerekiyordu. İsmini söylediğimde bana tepki bile vermiyor oluşu canımı sıktı. Hemen çantamı açarak çıkarttığım dereceyle ateşini ölçmeye başladım. Makat ve çevresinde gördüğüm dışkı kalıntıları diyare olduğunu gösterirken ateşi de ne yazık ki düşüktü. Göz ve kulak muayenesinin yanında stetoskopla ciğerlerini ve kalbini de dinlemiş, ağız içini de kontrol etmiştim. Genel muayenemin bitmesinin ardından başımda bekleyen takım elbiseli adama diktim bakışlarımı. "Bana bir kova sıcak su ve üstüne örtebileceğim bir şey getirir misiniz?" Adam beni onayladığında ben de ihtiyacım olan birkaç ilacı almak için hareketlendim. Kısa sürede evden çıkarak arabamdan ihtiyacım olabilecek malzemeleri alırken bir türlü başımdan ayrılmayan adam da benimle dolaşıyordu. "Bana verin, ben yardımcı olayım." Elimdeki serumları adama tutuşturup birkaç ilaç daha alarak tekrar eve girdim. Köpeğin yanında başka bir adam gördüğümde bir an duraksasam da hemen toparlayarak Cesur'un yanına tekrar çöktüm. "Neyi varmış Nihat?" Başımda gardiyan gibi bekleyen adama seslendiğinde cevap gecikmedi. "Bilmiyorum efendim, veteriner hanım ilgileniyor." Adamın bakışlarını üzerimde hissetsem de ona bakmayarak işime devam ettim. Çalışan kızın getirdiği sıcak suyun içine serumları koyarak ısınmaları için bıraktım. Köpeğin üzerine örttüğüm örtü de daha çabuk ısınmasını sağlayacaktı. Cesur'a taktığım yakalıkla her ihtimale karşı kontrol altına almıştım. Bana ya da kendine zarar verebilirdi. Hızlı bir şekilde serumun içine bir antibiyotik kattım. Daha sonra ise damar yolu açarak serumun gitmesine izin verdim. Elimdeki serumu başımı kaldırarak sürekli başımı bekleyen adama uzattım. Ne yazık ki bir serum askılığım yoktu. "Serumu tutar mısınız?" Adam serumu elimden aldığında birkaç vitamin ve bağırsak düzenleyici ilaç vermenin ardından ayağa kalktım. Başımı kaldırdığımda biraz önce gelen adamla göz göze geldik. Fazla dikkatli bakıyor oluşu biraz rahatsız ederken başımı elime düşürerek eldivenlerimi çıkartmaya başladım. "Neyi var?" Yeniden göz göze geldiğim adama küçük bir tebessüm sundum. "Muhtemelen enfeksiyon kaynaklı diyare yani ishal sebebiyle bu hâlde. Ateşi normalin altında ve sıvı kaybetmiş. Antibiyotik ve serumla toparlayacaktır." Gözleri kısılırken dikkatle beni dinliyordu. Üzerindeki takım elbise sarı saçları ve kirli sakalları ilk dikkatimi çeken şeyler olmuştu. Tabii yeşil gözlerini saymazsak. Ayrıca hafif Avrupai bir aksana sahipti. "Cesur'a fazlasıyla iyi bakılıyor ve sürekli kontrollerini yaptırıyoruz. Neden olmuş olabilir?" Dudaklarım büküldüğünde sağ elimi kaldırarak avuç içim yukarıyı gösterecek şekilde bir çizgi çektim. "Bunun birçok nedeni var. Mesela pug cinsi köpeklerin içtiği suya dikkat edilmesi gerekir. Mutlaka hazır su kullanmanızı öneririm." Başını hemen yanındaki adama çevirerek başını iki yana salladı. Sanırım ne suyu kullandıklarından habersizdi ki Nihat'ın sessiz kalışı da ya habersizliğinden ya da teorimin doğru oluşundandı. "Dikkat edeceğimizden emin olabilirsiniz." Kısa bir duraksamanın ardından devam etti. "Ayakta kalmayın lütfen, oturun bir şeyler ikram edelim." Adamın bana olan bakışları hoşuma gitmiyordu. Bu sebeple reddettim. "Teşekkür ederim böyle iyi. Hem serumu kontrol etmem gerekiyor." Bana doğru bir adım daha atarak itiraz istemeyen ses tonuyla konuştu. "Nihat sizin için serumu kontrol eder. Gelin lütfen." Israrı karşısında uzatmayarak kabul ettim. Serumu son kez kontrol etmemin ardından adamın arkasından ilerleyerek geniş salonun oturma gurubuna geldik. Lüks olduğu her hâlinden belli olan deri koltuklara karşılıklı oturduk. "Ne içersiniz?" Türk kahvesi en idealiydi. Ayrıca hızlı ve tadımlık. "Ben orta şekerli bir kahve alırım." Beni başıyla onaylamasının ardından yanımıza gelen görevli kızdan iki kahve istedi. "Bu arada hâlâ tanışmadık, ben Alex Porter." Tebessümle başımı eğdim. Yabancı olduğunu tahmin etmiştim. "Ben de İnci Sargın. Yabancı olmanıza rağmen Türkçeniz çok iyi." Rahat bir şekilde arkasına yaslandı. "Uzun zamandır Türkiye'de bulunuyorum İnci Hanım. Ondan olsa gerek." Konuşmayı uzatmamak adına başımı eğdim. "Anlıyorum..." Daha fazla konuşacak bir şey bulamasam da kahvelerimizin gelişi beni mutlu etti. Kendi kahvemi alarak teşekkür ettim. Oyalanmak ister gibi yavaş hareketlerle dudağımı yakmadan kahvemden küçük bir yudum aldım, devam etmek de istemiyordum sohbete. Elimdeki kahveyi çabuk bir şekilde bitirmeye çalışmak en iyisiydi. Çünkü şu an Alex denen adamın göz hapsindeydim. "Siz nerelisiniz? Buraya ait olamazsınız." Burada doğmamış olsam da babamdan sebep buralı sayılırdım. "Aksine buralıyım." Şaşkınlığa bürünen bakışlarına tebessümünü ekledi. "Öyle mi? O zaman şimdiye kadar sizinle tanışamamış olmak benim şanssızlığım." Yapay bir şekilde tebessüm ederken daha ileri gitmesine mâni olmak adına yüzük olan elimi kaldırarak kolyemle oynadım. Alex'in bakışları yüzümden kolyeme düşerken yüzüğü görmüş olmalı ki suratı düştü. Bunun yeterli olduğunu düşünerek ayağa kalktım. "Kahve için teşekkürler. Serumu kontrol etmeliyim." Benimle ayaklanırken onu es geçerek Cesur'un yanına gidip serumu kontrol ettim. Çok az kalması beni mutlu etti. Tekrar eldivenlerimi giyerek ateşini kontrol ettim. Şimdi normale dönmesi toparlandığını gösteriyordu. Bakışları canlanırken kıpırdanmaya da başlamıştı nihayetinde. Serumu bitince çıkarttım. Yakalığı da çıkartarak malzemelerimi toparladım. Ayağa kalktığımda başımda bekleyen iki adamla karşı karşıya kaldım. "Şimdilik durumu iyi fakat tedavisine devam edilmesi gerekiyor. Her gün belirli saatlerde kliniğe getirirseniz iyi olur. Tekrar durumunda bir sıkıntı olursa mutlaka haber verin." İkisi de beni dikkatle dinlediklerinde Alex elini uzattı. "Teşekkür ederim İnci Hanım. Bundan sonra sürekli size getireceğimizden emin olabilirsiniz." Elini sıkarak gülümsedim. İşim bittiği için bu kasvetli evden ve mafya tipli insanlardan uzaklaşmak istiyordum. "Rica ederim. Geçmiş olsun." Arkamı dönüp çıktığımda diğer adam da peşimden gelmiş ve tedavi ücretini ödemişti. Arabaya malzemeleri yerleştirerek şoför koltuğuna geçtim. Eve kısa bir bakış attım. Alex'in beni camdan izliyor oluşu tedirgin ederken arabayı çalıştırdığım gibi oradan ayrıldım. Saatin geç olduğunu fark edince kliniğe uğramadan direk eve geçtim. Eve ulaştığımda ise beni bekleyen sürprizden habersizdim. Anahtarımı çıkararak kapıyı açtım. Her zamanki gibi elimdekileri bırakıp salona girdiğimde Kerem elindeki pastayla bana gülümsüyordu. Bir an şaşkınlıkla olduğum yerde kalırken onun konuşmasıyla çözüldüm. "İyi ki doğdun ablacığım. Seni çok seviyorum." Burada olmasına mı şaşırsam yoksa elindeki pastaya mı bilememiştim. Birkaç adım daha atarak önünde durduğumda gülümsedim. "Kerem." Dişlerini göstererek gülümsedi. "Hadi dilek tut." Yanında duran Burçak'a kayan bakışlarımla o da Kerem gibi gülümsemekle meşguldü. Gözlerimi kapatıp bütün sevdiklerimle mutlu olmayı diledim. Arkasından aldığım derin nefesle mumları üflemiştim. Burçak alkışlarken Kerem pastayı masaya bıraktı. Hızla birbirimize sarılıp hasret giderdik. "İyi ki geldin Kerem. Çok özledim seni." "Ben de abla. Nasılsın o günden sonra? Aklım hep sende kaldı." Kolundan tutarak koltuğa oturttum. "İyiyim. Sadece çok kırgınım. Neyse boş ver beni, sen nasıl geldin buraya? Bakışları Burçak'ı bulduğunda çoktan anlamıştım nasıl geldiğini. "Burçak abla sağ olsun, o aldı beni havaalanından. Sana sürpriz yapmak istedim." Tekrar sarılıp yanağına sulu bir öpücük bıraktım. "İyi yapmışsın." Eliyle yanağını silerek yüzünü buruşturdu. "Abla öpme şöyle ya." Onun hâline gülerken Burçak araya girdi. "İki dakikada pabucum dama atıldı." Ayağa kalkarak Burçak'a sarıldım. "Senin yerin ayrı bebeğim. Sen benim biricik dostumsun." Yanağımdan öpüp gülümsedi. "Doğum günün kutlu olsun canım. İyi ki doğdun." Canım arkadaşım... Bugünü unutmayacağını biliyordum. "Teşekkür ederim. Hadi pastayı keselim." Hep birlikte pastayı kesmiş arkasından koltuklara yayılarak bol kahkahalı keyifli bir sohbete dalmıştık. Çok özlemiştim Kerem'i. Ona soracağım çok soru biriktirmiştim. Belli ki o da bana biriktirmiş olacak ki sohbetten hediyelere sıra gelmemişti bile. En son yine Burçak sayesinde bana aldıkları hediyeleri verdiler. İkisini de çok seviyordum ama bir yanım sabahtan beri buruktu. Her geçen saat biraz daha umudumu kaybetmeme neden olurken yine de sevdiğim adamdan en azından bir telefon beklemeden edemiyordum. Çok mu şey istiyordum? Birbirimizin sesini duymaya en güzel sebep değil miydi bugün? Hadi Cihangir, kendine hasret bırakıyorsun ya bari bugün ara. Özledim be adam, dayanması çok zor. "Askeri beklemek zordur İnci'm," derken beni bu kadar bekletecek olmanın planları mıydı bunlar? Başarılısın sevgilim, bekletmekte çok başarılısın ama bil ki ben de beklemekte başarılıyım. Saatler birbirini kovaladığında umutlarım tükenmiş yatma zamanı da gelmişti. Kerem'e salonda yer yapıp odama geçtim. Parmaklarım telefonumun üzerinde gezerken on iki olmasına az kalmıştı. Sıkıntılı bir nefesle telefonu yatağa bıraktım. Üzerimi değiştirip yatağa yattığımda ısrarla telefonumu tekrar kontrol edip komodinin üzerine koydum. Sesi açık olduğu hâlde duymayacakmışım gibi sürekli kontrol etme ihtiyacı hissediyordum. Ne kadar umutlarımın tükendiğini söylesem de son dakikaya kadar beklemekten vazgeçmeyecektim. Elime aldığım kitabı okumaya yarım kaldığım yerden devam ederken telefonumun çalması, yerimden sıçramama sebep oldu. Anında telefonu kaptığım gibi arayana bile bakmadan kulağıma götürdüm. "Cihan!" İşte beni hayal kırıklığına uğratmayan o ses... "Güzelim." Gözlerim kapanırken derin bir nefes aldım. Allah'ım şükürler olsun. Sana binlerce kez çok şükür. Sevdiğim adamın sesi kulaklarımda yankılanırken kendimi yatağa bıraktım. "Cihangir, çok özledim seni." Sıcacık sesi hasret doluydu. "Ben de yavrum. Ben de özledim." Gözümden süzülen bir damla yaş yanağımda kaybolup gitti. "Daha ne kadar beni hasret bırakacaksın? Gel artık." Ses tonumdaki burukluğu hissetmiş olacak ki onun sesi benimkinden daha kötüydü. "Az kaldı güzel gözlüm, geleceğim." Ona olan hasretim beni suskunluğa iterken tek istediğim sevdiğim adama sağ salim kavuşmaktı. "İnci." Kendimi toparlayarak dikkat kesildim. "Efendim." "Hadi güzelim, kapıyı aç." Olduğum yerde doğrulurken heyecanla elimi dudaklarıma götürdüm. "Yoksa geldin mi?" Alelacele ayaklanarak aynanın karşısına geçtim. Telaşla kulağımdaki telefonu tutarken diğer elimle de üzerimdeki pijamaları düzeltmeye çalışıyordum. "Sakin ol yavrum, gelmedim. Hadi az kaldı, sözümü dinle." Gelmediğini öğrenince bir an boşluğa düşerken neye az kaldığını anlayamadım. Bozulan moralimle kapıya gittim. Açtığımda kimse yoktu. "Kimse yo..." Cihangir'e durumu belirtirken bakışlarım yere düştüğünde devam edemedim. Yerde duran kutu dikkatimi çekmişti. Etrafta kimsenin olmamasıyla kutuyu kucaklayıp kulağımla omzum arasına telefonu sıkıştırarak kapıyı kapattım. "Bu kutuda ne var Cihangir?" Odama ilerlerken gülümsemesine karışan nefesleri kulağıma çarpıyordu. "Aç hadi bir tanem." Telefonu hoparlöre alarak yatağa bıraktım. Oturarak önümdeki kutuyu dikkatle açtım. İçinden iki kutu daha çıktı. Küçük olanı kenara bırakıp biraz daha büyük olanı araladım. İçinden çıkan kocaman muffin kek dudaklarımın kıvrılmasına sebep oldu. Hemen yanında duran kart dikkatimi çektiğinde sesli bir şekilde okudum. "İyi ki doğdun sarışın. İyi ki girdin kalbime. Seni çok seviyorum." Cihangir sözlerim yarım kalmış gibi devam etti. "İnci'm, diğer yarım. Bugün için annenle babana teşekkür etmeliyim sanırım." Kıkırtılarım odanın içinde yankılanırken gözümden süzülen yaşı sanki görecek gibi hemen elimle sildim. "Sen harika bir adamsın." Gülen sesi bana ilaç gibiydi. "Size layık olmaya çalışıyorum İnci Hanım. Kutuda bir tane mum var, onu üzerine yerleştirir misin?" Kutuya tekrar baktığımda bir adet mum ve çakmak gördüm. Hepsini düşünmüş olması beni yine gülümsetmişti. Mumu alarak muffin kekin üzerine yerleştirdim. "Evet, işte oldu." Onaylamamla devam etti. "Şimdi orada çakmak da olacak, yak ve dilek tut." Dediğini yaparak yaktım. Gözlerimi kapattığımda dileğimi sesli olarak dile getirdim. "Kalbimizdeki aşk bizi hiç terk etmesin." Gözlerimi aralayıp mumu üflediğimde sevdiğim adamın dudaklarından da aynı kelimeler döküldü. "Gönlüme girdiğin her gün şükür sebebim. Kalbimizdeki aşk bizi hiç terk etmesin sarışın." Özlemle dolan gözlerime mutlulukla kıvrılan dudaklarım eklendi. Kalbimdeki parıltılar gözlerime yansıdı. Aşk bizi tutsak ettiğinde, ömrüm biraz daha ömrüne bağlandı. "Şimdi diğer kutuyu aç İnci." Cihangir'in sesiyle unuttuğum kutuya düştü bakışlarım. Elimdeki muffini kenara bırakıp diğer kutuya uzandım. Gülümseyerek elime aldığım kutunun zarif kurdelesini ucundan tutarak açtım. Bunda bana aldığı hediye vardı mutlaka. Fakat nasıl yaptığını merak ediyordum. Kutunun kapağını araladığımda içinden hiç beklemediğim bir şey çıktı. Üzeri incilerle süslenmiş zarif bir toka. O kadar güzel bir hediye vermişti ki şimdi yanımda olsa çoktan sarılmıştım boynuna. "Yaa... Bu çok güzel." Sesimdeki memnuniyet onun sesine de yansıdı. "Eminim sarışınıma adı gibi çok yakışacak." Ayağa kalkarak aynanın karşısına geçtim. Yüzüme dökülen bir tutam sarı saçımı kavrayıp elimdeki tokayı saçıma taktım. Dudaklarımı birbirine bastırmış, ağlamamak için kendimi tutuyordum. İlk defa bu şekilde doğum günümü kutluyordum. Mutluydum ama onsuzluk kalbimi sızlatıyordu. Şimdi yanımda olsa, birbirimize sarılsak, alnımdan öpse... Ama olsun sesini duyuyordum ya bunun için bile binlerce şükür. O benim her şeyimdi. Aynada tokama bakarken çok yakışmıştı. Özellikle de bir elbiseyle harika dururdu. Arkamı dönerek yatağa ilerledim. "Çok yakıştı Cihangir. Teşekkür ederim." Aldığı nefes yankılandı odanın içinde. "Güzele ne yakışmaz ki..." Onun hasret dolu sesine karışan nefeslerimle devam etti. "Benim artık kapatmam gerekiyor. Bugün yanında olamadığım için affet beni İnci'm. Kendine dikkat et." Dudaklarım büzülürken usulca yatağa oturdum. Sanki bir anda tutmaz olmuştu dizlerim. Neden bu kadar çabuk kapatıyordu ki? Oysa ben daha onun sesiyle yokluğunu yeni yeni unutuyordum. "Gelince beni bu kadar yalnız bıraktığın için sana çok kızacağım. Hatta iyi bir dayağı hak ettin." Küçük bir sessizlik... Ama biliyordum ki şu an dudakları kıvrılmıştı. "Hım... Beni çok korkuttunuz İnci Hanım. Acaba gelmesem mi?" Kaşlarım çatılırken hemen mızmızlandım. "Yaa Cihangir..." Küçük bir kahkaha attı. "Tamam güzelim, geleceğim. Kapat hadi." Şimdi 'Hayır önce sen kapat,' diye başlamalı mıydım? Muhtemelen Cihangir suratıma kapatır ve bir daha aramazdı. En iyisi bu kötü fikre son vermek oldu. "Görüşürüz." Telefonu kapatıp kenara bıraktım. Sanırım bu gece bana uyku yoktu. O uzaktayken bile beni mutlu eden bir erkekti. Son dakika doğum günümü kutlayarak bana harika bir sürpriz yapmıştı. Kenarda duran muffin keki alarak üzerindeki kremşantiye parmağımı batırdım. Dudaklarıma götürdüğümde küçük bir çocuk gibi hem mutlu hem de delicesine âşıktım. Aşk herkesle olmuyordu işte. Bazı insanlar aşkı daha da güzelleştiriyor, özenilecek hâle getiriyordu. Aşkın en güzel hâliydi Cihangir. Aşkın en bordo hâliydi bizimkisi... *** Aradan geçen beş günün ardından sabah uyanmış gözlerimi zor da olsa aralamıştım. Kendimi toparlamamla hemen kalkarak lavaboya gittim. İşlerimi hallederek odama döndüm. Üzerime soğuyan havalardan korunmak için sarı, boğazlı bir kazak geçirirken altıma da siyah bir kot giydim. Hafif bir makyajın ardından saçlarımı da atkuyruğu yaptım. Kolyemi de boğazlı kazağımın dışına çıkarmıştım. Odadan çıkarak salona geçtiğimde Burçak ve Kerem kahvaltıya başlamışlardı bile. "Günaydın." Masaya doğru ilerleyip Kerem'in yanağına küçük bir öpücük bıraktım. "Günaydın abla." Burçak da çayını bırakıp gülümsedi. "Günaydın canım." Kendime çay alıp yerime oturdum. Tabağıma bir şeyler doldururken Kerem'in sesiyle başımı kaldırdım. "Abla, nerede kaldı enişte bey? Artık gelse de bir tanışsaydık." Üzgün bir şekilde bakışlarımı yeniden tabağıma düşürdüm. "Bilmiyorum ki. Az kaldı, gelecek." Kerem'e söylediğim son cümle aslında benim avuntu sebebimdi. Sadece doğum günümde konuşmuştum ve yine ona ulaşılamıyordu. Artık gelsin istiyordum. İlk defa sevgiliyken bu kadar ayrı kalmıştık ve inşallah da son olurdu. Çekilir çile değildi onsuzluk. Kahvaltının ardından Kerem'le birlikte kliniğe geçtik. Sürekli benimle takılıyordu. Sayemde mesleğimi kavrayacaktı. Ya da bu gidişle mesleğimden de uzaklaşabilirdi. Bir haftalığına yanıma gelmişti ve ne yazık ki iki gün sonra gidecekti. Öğlene kadar geçen zamanın ardından Cesur'u beş gündür devam eden tedavisi için yine kliniğe getirmişlerdi. Ama bu sefer sürekli başımda bekleyen Nihat yerine Alex Bey gelmişti. Kerem arka tarafta annemle konuşurken ben de Yusuf'a seslendim. "Yusuf, Cesur'u muayene odasına alır mısın?" Yanımıza gelen Yusuf, Cesur'un tasmasını kavradı. "Hemen abla." Onlar muayene odasına geçerken Alex karşıma geçerek elini uzattı. "Merhaba İnci Hanım. Görüşmeyeli nasılsınız?" Elini zarif bir şekilde tutarak sıktım. "Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?" Yine bakışları fazla dikkatliydi. Bu bakışların üzerimde oluşundan memnun değildim. Elimi vakit kaybetmeden kurtardım. "Sizi gördüm daha iyi oldum." Yapay bir tebessüm gönderdim. "Siz oturun lütfen." Delici bakışlarından kendimi kurtararak muayene odasına yöneldim. Cesur'u muayene ettiğimde gayet sağlıklı görünüyordu. Son kez tedavisini de yaparak odadan çıktım. Koltukta oturan adama doğru ilerleyerek kendi yerime geçtim. "Cesur'un tedavisi bitti artık. Gayet sağlıklı görünüyor. Tekrar geçmiş olsun." Yerime oturduğumda bakışları üzerimde geziyordu. "Teşekkür ederim İnci Hanım. Siz olmasaydınız onu kaybetmiş olabilirdim." Ellerimi masada birleştirerek gülümsedim. "Bu benim işim Alex Bey." Koltukta biraz daha dikleşerek ceketinin iç cebinden bir zarf çıkartıp bana uzattı. "Yine de teşekkür etmeme izin verin lütfen. Bu akşamki davete gelirseniz çok sevinirim." Elindeki zarfa manasız bakışlar atıyordum. Bu tarz teşekkür beklemediğim bir durumdu. Elime almak dahi istemedim. "Müsait olacağımı sanmıyorum." Zarfı almam için biraz daha ileriye uzattı. "Lütfen açmadan karar vermeyin." Bakışlarım Alex ve zarf arasında gidip gelirken merakıma yenik düşerek kavradım. Açtığımda içindeki davetiyeyi okumaya başladım. Bir derneğin sokak hayvanları yararına düzenlediği yardım gecesi içindi. Normalde kabul etmeyeceğim davet şimdi daha cazip gelmişti işte. Yine de bu adamı pek sevmemiştim. Görünürde bir şey olmasa da kötü bakıyordu. Hani bazı insanlara ısınamazsınız ya, ben de bu adama ısınamamıştım. Yeşil gözleri ne kadar gülse de buz gibi bakıyordu. Tıpkı bir seri katil havası vardı. Takım elbiseli seri katil... Saçma düşüncelerimden kendimi kurtararak zarfı masaya bıraktım. "Düşüneceğim." Yusuf'un Cesur'la birlikte yanımıza gelmesiyle ayaklandı. "Bu sokak hayvanları için büyük bir gece olacak. Sizin gibi hayvansever birinin de olması beni onore eder. Sizi akşam bekliyor olacağım." Tebessümle ayağa kalktım. Net bir cevaptan kaçınmıştım. "İyi günler Alex Bey. Tekrar geçmiş olsun." Onu yolcu etmemin ardından varlığını unuttuğum Kerem anında başımda bitti. "Kim bu adam?" Yerime oturarak bilgisayarıma döndüm. "Müşteri işte Kerem." Karşıma oturduğunda eli çenesinde dolaşırken kaşları çatıktı. "Bana biraz sana asılıyormuş gibi geldi." Bakışlarını ne kadar beğenmesem de itiraz ettim. "Saçmalama Kerem. Nereden çıkarıyorsun?" İmalı bakışları yüzümde dolaşırken gülümsedi. "Sen harbiden çok seviyorsun bu enişteyi." Her şeyi unutarak sırıtmaya başladım. Onun adının geçtiği her şey gülümsetiyordu beni. "Seviyorum tabii ki." Emin bir şekilde başını salladı. "Belli belli, pişmiş kelle gibi sırıtmaya başladın yine. Bir ben göremedim şu adamı, sır sanki. Hayalet falan olmasın." Gözlerim kısılırken uzanarak kolunu çimdikledim. "Uyuz uyuz konuşmasana. Görevde adam, ne yapayım?" Eliyle kolunu ovarken buruşan suratına inat gülüyordu. "Tamam, bir şey demedim. Gidecek misin davete?" Umursamaz bir hâlde omuz silktim. Maşallah kulağı da her şeyi duymuştu. "Bilmiyorum. Belki sen de bana eşlik edersen olabilir." Ayağa kalkarak bana doğru uzandı. Yanaklarımı sıkarak başımı iki yana salladı. "Memnuniyetle ablaların bir tanesi." *** Akşam olduğunda kliniği kapatarak eve geldik. Cihangir'i yeniden arasam da telefonunun kapalı olması artık alıştığım bir durumdu. Ona ulaşamamak canımı sıkmıyor değildi. Sadece bu da değil, korkuyordum. Ona bir zarar gelecek ve ben onsuz kalacağım diye deli gibi korkuyordum. Kısa bir duşun ardından akşamki davet için kendime zümrüt yeşili kalın askılı V yaka bir elbise seçtim. Üzerime geçirdiğimde belime çok güzel otururken kloş eteği diz kapağımda bitiyordu. Boynuma duştan dolayı çıkarttığım Cihangir'in aldığı kolyeyi takarken parmağıma da alyansımı geçirdim. İç çekerek elimi kaldırıp yüzüğü öptüm. Onu çok seviyordum. Allah'ım lütfen ona bir şey olmasın. Aklım Cihangir'de hazırlanmaya devam ederken abartılı olmayan bir makyajın ardından sarı saçlarımı sadece bir yandan toplayarak yine ve yine Cihangir'in aldığı inci tokayı saçıma taktım. Açıkta kalan saçlarımın bir kısmını ise omzumda topladım. Bana onu hatırlatan her şeyi seviyordum. Üzerimde taşımaksa beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Keşke şimdi o da beni böyle görseydi. Odadan çıkarak salona geçtiğimde Kerem de hazırlanmış beni bekliyordu. "Ooo... Abla yakıyorsun yine." Lacivert spor ceketinin içine beyaz bir tişört giymiş, altına da kot geçirmişti. Yanına yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapattım. Mavi gözleri ceketiyle uyum içerisindeydi. Saçlarına uzanarak düzeltmeye başladım. "Bütün çabam seni başka kızlara kaptırmamak için yakışıklı." İkimiz de gülerken bir kez daha Kerem'i ne kadar özlediğimi fark ettim. Bir insanın kardeşi olması kadar güzel bir şey yoktu. Onu çok seviyordum. Bu aralar sürekli ayrı kalmış olsak da birbirimize fazlasıyla bağlıydık. Vakit kaybetmeden evden çıkarak davete geldiğimizde arabadan indik. Kerem yanıma gelerek koluma girdi. İçeri doğru adımlarken yine çenesini tutamadı. "Bana kalırsa senin sevgilinin aklı yok. Ben olsam senin gibi kızı bir dakika boş bırakmazdım." Yokluğu zaten kalbimi sızlatırken kardeşimin koluna vurdum. "Kerem daha kaç kez söyleyeceğim? Adam asker ve göreve gitti. Kim bilir şimdi ne kadar zor şartlarda dağda, tepede. Zaten ona bir şey olacak diye ödüm kopuyor. Sen olmasan bu davete bile gelmezdim." Kerem'e dert anlatmaya çalışırken çoktan girmiştik içeriye. Kerem üzülmemi istemeyen masum bir bakış attı. "Tamam, kızma. Bir şey demedim." Büyük bir otelde düzenlenen davetin bulunduğu salonda ilerlerken Kerem'e gülümsedim. Bakışlarım etrafta dolaşırken masalara göz gezdirerek Alex denilen adamı arıyordum ve bulmuştum da. Onun olduğu masaya doğru hareketlendiğimde devam edemeden olduğum yerde kaldım. Allah'ım rüya mı görüyordum ben? Alex'in bulunduğu masada yanında oturan kıza gülümseyen adam alışılmışın dışındaki kirli sakalları, uzamış saçları ve daha bir kez bile görmediğim takım elbisesinin içinde o kadar yabancı duruyordu ki bir an, sadece birkaç saniye acaba dedim. Fakat göz göze geldiğimizde o elaları nerede görsem tanırdım. Kalbimde hissettiğim acı ve onun bakışlarında gördüğüm ateşle sadece adını fısıldadım. "Cihangir..."
Yeni bölüme kadar sağlıcakla kalın.😘
🌺🌺🌺
İnstagram: soylumery |
0% |