Yeni Üyelik
35.
Bölüm

35. Bölüm

@soylumery

 

 

 

Keyifli okumalar...🤩


Kapıyı çalacağım anda açan Cihangir'le şaşırsam da beklediğini düşünerek içeri girdim. Konuşmadan içeri ilerlerken peşime çoktan takılmıştı bile. Odaya girdiğimde ışığın yanmaması dikkatimi çekti. Sadece küçük bir gece lambası yanıyordu. Ortaya doğru adımlayıp ona döndüm.

"Işıklar neden kapalı?"

Bir iki adım daha atarak tam önümde durdu. "Karanlığı daha çok severim, ışıklarla aram yok."

Bunu ilk defa Cihangir'den duyarken biraz garipsemiş olsam da şu an üzerinde durmayacaktım.

"Hım... Ben de ışığı, güneşi, aydınlığı severim."

Bilmiş bakışlarım üzerinde, ona muhalefet olmaya hazır, ona trip atmaya hazır konumdaydım. Ta ki belime dolanan koluyla beni kendine çekene kadar. Eli saçlarıma tırmanırken önümdeki tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Ne kadar çok şeyi seviyorsun öyle. Aralarında ben yok muyum?"

Yaptığı muzırlığa eşlik ettim. Biraz düşünüyor gibi elimi çeneme götürerek düşündüm. "Imm... Hayır."

Surat ifadesi tüm gülüşlerini yok etti. "O nedenmiş?"

Sağ elimin işaret parmağını göğsüne bastırdım. İkimizin de bakışları parmağımın üzerindeydi.

"Çünkü sen yalancısın ve kötüsün ve uyuzsun ve sinir bozucusun ve sersemsin ve düşüncesizsin ve bencilsin ve, ve, ve... Bir şeylersin işte..."

Tabii ki bunların hepsi içimden gelerek söylediğim şeyler değildi ama ona kızgındım ve hak etmişti. Kaşları çatık bir şekilde beni dinlemeye devam ederken cümlemi bitirmemle daha doğrusu başka sayacak bir şey bulamadığımda elini çeneme koyarak yukarı kaldırdı.

"Bitti mi, rahatladın mı?"

Üzgünce dudak büktüm. "Bitti ama rahatladığım pek söylenemez."

Eğilerek burnumu öptü. Beni koltuğa çekip oturmamı sağladı. Kendisi de yanıma oturdu. "İnci, güzelim... Sana görevden bahsedemem ama bir süre daha bu duruma devam etmem gerekiyor. Lütfen anla beni, bu benim işim."

Ben anlıyordum da kalbim anlamıyordu. Anlayışsızdı biraz galiba.

"Benim kalbim seni nasıl anlayabilir söyler misin? Sen askersin böyle düşmanları bulup yok etmen gerekiyordu, o kadının kurtarıcısı olman değil. Bari başka bir şekilde yaklaşsaydın. Görmüyor musun sana asılıyor. Benim içim nasıl rahat etsin?"

Elimi kavrayarak dudaklarına götürdü. Uzun bir buse bıraktı. "Sanıyor musun ki ben yirmi sekiz gündür bu kadının yanındayım? Her şey o kadar basit değil. Ben buraya geleli iki haftadan az oldu. Öncesinde sınır dışındaydım. Sadece devamı bu şekilde gelişti. Lütfen beni anlamaya çalış. Ben seni üzecek bir şey yapmadım. Elini bile tutmadım o kadının."

Üzgünce başımı yere eğdim. Elimi hâlâ sıkı sıkı tutan ellerine bakıyordum.

"O seninkini tutuyor ama sana canım diyor." Başımı kaldırdığımda fazla sitemliydim. "Kurtarıcı prensi saymıyorum bile."

Gülerek yanağımı okşadı. Hâlimden, onu kıskanmamdan hoşnuttu sanki. Güzel güzel beni ikna etmeye çalışıyor, her dokunuşu kalbimi hızlandırıyordu. Hele gülüşü... Düşmeye sebepti.

"Eskiden de bu kadar kıskanç mıydın sen? Yoksa ben mi yeni fark ediyorum?"

Yanağımdaki elini indirdim. "Ya... Cihangir ciddi olur musun? Kıskanıyorum tabii, sen benim sevgilimsin."

Bu söz onda bir ışık yakmış olacak ki oklar anında bana döndü.

"O zaman söyle bakalım, o adamla nasıl tanıştın?"

Umursamazca omuz silktim. "Köpeği hasta olmuş, beni aradılar. Ben de evine gidip tedavisini yaptım o kadar."

Bakışları ifadesizleşirken yine gergin duruyordu. "Sen o adamın evine mi girdin?"

Neden bu kadar şaşırdığını anlayamamıştım. Tedavi için bu benim sık yaptığım bir şeydi. Her hayvan ayağınıza kadar gelemiyordu sonuçta.

"Evet. Ne oldu ki?"

Eli yumruk olurken bu kadar kasmasını anlayamıyordum. "Bir daha her ne olursa olsun o adamın evinin önünden bile geçmeyeceksin. O adam pisliğin teki, İnci." Sesi uyarı dolu ve itiraz etmeyecek türdendi. Sinirine hâkim olmak adına gözlerini kapattı. "Ulan nerede it var hâlâ ısrarla çekmeye devam ediyorsun ya ne diyeyim ki ben?"

Ortamı yumuşatmak adına gülümsedim. "Ama ben veteriner hekimim, meslekten herhâlde."

Gülse mi ağlasa mı bilemeyen Cihangir yine de kızgın ifadesini korumayı tercih etti. "Senin işin dört ayaklı itlerle İnci. Bırak iki ayaklıların ne hâli varsa görsün." Elini kaldırarak işaret parmağını yüzüme yüzüme salladı. "Bak yine uyarıyorum, o adamı sokakta görsen yolunu değiştireceksin. Bu sefer durum ciddi."

Huysuzca gözlerimi devirdim. Çocukmuşum gibi tembihliyordu bir de. "Anladım Cihangir ya. Salak mıyım ben tekrar edip duruyorsun?"

Dudağının kenarı kıvrılırken beni kendine çekti ve kocaman kolları tüm bedenimi sardı. "Değilsin de ne bileyim... Bela çekmeye bayılıyorsun."

Tüm kızgınlığına rağmen sesi yumuşacık, sevgisi sıcacıktı. Şu koca göğsü benim mahremim, bulduğum en güzel yuvamdı. Belki de bu yüzden o kadar çok kıskanıyorduk birbirimizi.

Başım göğsünde onu dinlerken bir an aklıma gelen şeyle hızla geri çekildim. "Madem o kadar kötü, tehlikeli bu adam ya sana bir şey olursa? Nasıl onların içine girersin Cihangir?"

Beni tekrar kendine çekerek yeniden göğsüne yatırdı. O da çıkmamı istemiyordu yuvamdan. Saçlarımı usul usul okşamaya başladı. "Beni düşünme güzelim. Bu ilk değil, son da olmayacak."

Söylemek istediğim bir sürü şey vardı ama söyleyemiyordum. Cihangir bana böyle dediğinde rahatlamak yerine boğazıma bir yumru oturuyor, göğüs kafesim her bir organımı sıkmaya başlıyordu. Sonuç olarak yine tehlikedeydi ve başına her an bir şey gelebilirdi. Daha da önemlisi ileride de bu tehlikenin içinde olacaktı. Peki, ben her seferinde nasıl dayanacaktım ona bir şey olma ihtimaline? Alışabilir miydim?

Hayır, asla!

Kim alışabilir ki sevdiğinin başına bir şey gelme ihtimaline? Ben de alışmayacaktım. Başım hâlâ göğsünde kalp atışlarını dinlerken adımı mırıldandı. "İnci'm."

Beni göğsüne biraz daha bastırdı.

"Hım..."

"Seni çok özledim."

Sesi o kadar içten geliyordu ki yüzümde oluşan gülümseme tamamen sevdiğim adama aitti. "Ben de."

İçimdeki kıpırtıyla geri çekildim. Koltuğa sırtımı yaslayıp elimle dizime vurdum. Bakışlarım ise Cihangir'deydi. "Gel hadi."

Önce dizime baktı bir süre sonra başını kaldırarak mavilerime dikti ela gözlerini. Bakıyordu ama ne bileyim farklıydı, anlayamıyordum. Uzun uzun baktı bana. Öylece kaldım. Ne gözlerimi alabildim ne de konuşabilirdim. Yanlış bir şey mi söylemiştim bilmiyorum ki. Ben mutlu olur sanmıştım ama o donup kalmıştı. Bu süre uzayıp giderken çekingen bir bakış attım.

"Ben... Sadece hani bir kere hayalim demiştin ya. Mutlu olursun sanmıştım. Yani... Ben..."

Ah saçmalıyordum işte. Çünkü böyle bir tepki beklemiyordum. Benim daha fazla devam etmeme izin vermeden usulca koltuğa yerleşirken başını dizime yasladı. Sağ kolunun üzerinde, karşıya bakıyordu. Üzerinde hâlâ bugün giydiği takım elbise varken sadece ceketini çıkarmıştı. Sessiz kalışı beni tedirgin etse de elimi kaldırarak saçlarının arasına daldırdım. Ufak hareketlerle saçlarını okşuyordum.

Bu... Nasıl tarif etsem, çok farklı bir şeydi. Yani sevdiğiniz adam dizlerinize yatıyor ve sevgiyle saçlarını okşuyorsunuz. İçim bir garipti doğrusu, kalbimse kıpır kıpır. O kadar yumuşak ve güzeldi ki saçları parmaklarım uyuşuyordu heyecandan. Yüzümde ise aptal bir gülümseme... Belki de fazla abartıyordum ama güzeldi işte. Konu insanın sevdiği, âşık olduğu olunca her şey güzelleşiyordu. Koca bedeni şimdi çocuk gibiydi dizlerimde.

"En son annem okşamıştı bu şekilde saçlarımı."

Fısıltılı sesi elimin duraksamasına sebep oldu. Yine bilmeden yarasına dokunmuştum sevdiğimin ama o benden hep kaçıyordu. Ya da benden değil de hatırlamak istemediği geçmişinden kaçıyordu.

"Ben... Seni üzdüysem..."

Çabucak itiraz etti. "Hayır, hayır... Devam et lütfen."

Elim tekrar saçları arasında hareketlendiğinde yine merakıma yenik düştüm. "Anlatmak istersen dinlerim."

Bir süre sessizce bekledik. Çok istiyordum anlatmasını. Bir şeyleri aşmıştık artık, benim de onun geçmişini bilmeye hakkım vardı. Hele de böyle konu ailesine gelince içine kapanması beni çok üzüyordu. Yaraları vardı ama ben ona ilaçtan başka ne olabilirdim ki?

Anlatmayacak diye düşünürken sesi geldi. "Yedi yaşında kaybettim ailemi. İkisi de subaydı ve şerefsiz teröristlerin bombalı saldırısı sonucu şehit oldular." Sesine öfkesi karışırken devam etti. "Benimle ilgilenen bir abla vardı. Aysun abla... Onunla akşama kadar onları bekledim. Zaten sürekli yoğun çalıştıkları için çok vakit bulamıyorduk birlikte zaman geçirmeye. Yine de her fırsatta benimle ilgilenirlerdi. O gün akşam da birlikte sinemaya gidecektik biliyor musun?" Sesi kırıldı. Onun sesiyle benim kalbim de kırıldı. "Heyecanla hazırlandım. Ne kadar beklesem de gelmediler. Gelmediler İnci. Bir daha hiç gelmediler..."

Öyle bir gelmediler diyordu ki sanki hâlâ bekliyor da gelmemelerinden şikâyet ediyor gibi. Sanki hâlâ o günkü sinema için ailesini bekleyen çocuk gibi şikâyet ediyordu.

Zorlanır gibi bir nefes verdi. "Sonrası bilindik şeyler, alıp götürdüler beni. Psikiyatrist eşliğinde söylediler her şeyi. Yurtlarda geçti ömrüm. Sevgiyle değil İnci, kurallarla... Yurtta ne kadar iyi davranılsa da anne sevgisi başka bir şeydi. Benimse tek bildiğim soğuk geceler ve uymam gereken kurallar, bir sürü çocukla paylaşmam gereken oda, ortak yediğimiz ve seçme hakkımızın olmadığı yemekler, naz yapamayacağın yapsan da o kadar çocuktan vakti olmayan görevli anneler, en kötüsü de hasta olduğun zaman seninle anne şefkatiyle değil de doktor ciddiyetiyle ilgilenenler... Çok küçük yaşta girdim oraya ama daha kötüleri de vardı ne yazık ki. Ben en azından anne babanın nasıl bir şey olduğunu biliyordum. Hiç bilmeyenler de vardı ve ben yedi yaşındayken ant içtim, büyüyünce annemle babam gibi olacağım diye, kanımın son damlasına kadar o şerefsizlerle savaşacağım diye, ailemin intikamı için, vatanım ve bayrağım için iyi bir asker olacağım diye."

Anlattıklarını içim sızlayarak dinliyordum. Gözümden akan bir damla yaşı hemencecik sildim. Onun acısı benim de acımdı. Sırt üstü yatarak başını yüzüme doğru çevirdi. Elim hâlâ saçları arasında geziyordu. Yanağımdan süzülen diğer yaşı elinin tersiyle sildi.

"Ben hep soğuk yataklarda uyudum İnci. İçini ısıtacak bir yuvam olmadı. Yatağımda uyumadan önce saçlarımı okşayan bir annem de olmadı. Yine de şükrediyorum. Hayat bana kaybettirdiği kadar da kazandırdı. Büyüdüm, asker oldum. Aileme bunu yapanların izini sürdüm. Buldum da. Şimdi hapiste çürüyorlar. Yurtlarda büyüsem de birçok çocuğa göre şanslıydım. Sonra en önemlisi de hayat bana seni verdi."

Son cümlesinde dudaklarına yerleşen tebessümle ben de gülümsedim. İçim sızlasa da belli etmedim. O kendini her şeye rağmen şanslı görürken ben ne hissetmeliydim? Evet, belki annem ve babam ilgisizdi ama çok rahat bir çocukluk geçirmiştim. Benimle ilgilenen dadılar, hizmetliler, sayısız oyuncaklarım, elbiselerim olmuştu. Bunun yanında özel okullar, kurslar, aktiviteler, telefonlar, tabletler, yemek seçmeler... Daha sayamayacağım bir sürü şey. Ben bütün bunlara rağmen güzel bir çocukluktan bahsedemezken sevdiğim adam şanslı olduğunu söylüyordu.

Gerçekten hangimiz şanslıydı? Para içinde sevgisiz büyüyen ben mi, yoksa yurtlarda anne babasını kaybetmiş savunmasız bir çocuk mu?

Bence ikimiz de şanslıydık. Sadece birimiz biraz daha öndeydi. Böyle söylüyorum çünkü bizden daha beterleri de vardı. Yani Cihangir'den demeliyim çünkü benimki sonuçta pamuklar içinde bir çocukluktu. Sokakta kalan, ailesinden eziyet gören, zorla çalıştırılan, küçücük yaşında satılan, okutulmayan, sevilmeyen ve daha binlerce çocukları düşününce hâlimize şükretmek gerekirdi.

Önümüz de kış ya hani... Yine içim sızladı işte. Allah, sokakta kalanların yardımcısı olsun.

Elimi yanağına koyarak kirli sakallarını okşadım. Sonuçta bunu çok göremeyecektim ve fırsatı iyi değerlendirmem gerekirdi. Elini kaldırarak sarı saçlarımdan bir tutam yakaladı. İkimiz de özlemiştik birbirimizi. Şimdi şu anı dondurmak güzel ve ömürlük olurdu.

"Başka kimsen yok muydu? Akraban falan... Yani o zaman yurtta kalmaz..."

Bakışları anında sertleşirken yüzü asıldı. Donuklaşan elalarına eklenen ifadesiz yüzü kafamı karıştırdı.

"Yok!"

O kadar sert ve soğuktu ki ses tonu itiraz kabul etmiyordu. Burukça gülümsedim.

"Olsun, artık ben varım."

Sıcacık gülümseme eşliğinde yakaladığı saç tutamıyla yeniden oynamaya başladı.

"Sen benim gecemi gündüze çeviren kadın. Sanki bütün çektiklerimin mükâfatı gibisin. Sanki bu kadar zaman bekleme sebebimsin. Hani yağmura rahmet derler ya. Sen her damlası üzerime yağan rahmet gibisin. Korkuyorum İnci; seni de kaybetmekten yapayalnız kalmaktan korkuyorum. Sen de beni bırakma olur mu?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ben ondan nasıl kopardım ki? Çok âşıktım ona. Kalbindeki o küçük çocuğa. Deli gibi seviyordum onu ve asla bırakmayacaktım. Her ne olursa olsun...

Ona doğru eğilerek kalbimin isyanına inat, ellerimin titremesini umursamadan dudaklarına minik bir öpücük bıraktım. Geri çekilmek isterken enseme giden eli beni kendine çekerek bırakmadı. Dudaklarıma bıraktığı tutku dolu öpücükle az daha elim ayağım kesiliyordu. Geri çekildiğimde kızaran yanaklarıma inat gözlerimi kaçırmadım. Doyasıya baktım gözlerine.

"Ben hep senin yanında olacağım Cihan." Kalbinin üzerine elimi koyup bastırdım. "Burada, evimde olacağım."

Bana doğru dönerek dirseğinden destek aldı. Biraz yükseldiğinde elini kaldırarak kızaran yanağımı okşadı.

"Gitsen de bulurum seni, her türlü bulurum ama bir gün kalbin gitmek isterse benden, işte onu bulmam çok zor."

Elini kavrayıp başımı yana çevirerek avuç içini öptüm. "Sende mühürlü olan kalp bir yere gidebilir mi bilemiyorum."

Eliyle burnumu sıktı. "Hele bir gitsin bak neler yapıyorum."

Yüzüm buruşurken elini ittim. "Ya of acıdı, uyuz adam."

Kahkaha atmasıyla hâlâ küçük bir çocuk gibi surat asıyordum. Olduğu yerden doğrularak burnumu öptü.

"Kıyamam ben sarışınıma."

Yapay bir sinirle kaşlarımı çattım. "Hı... Görüyoruz nasıl kıyamadığını."

Önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Yeter bu kadar duygusallık. Yukarı çıkalım mı?"

"Neden?"

Şaşkın hâlimle olduğu yerde doğruldu. "Kardeşinle düzgün bir şekilde tanışmak istiyorum. Sonra da gitmem gerekiyor."

Cümlesinin başında gülen yüzüm sonlara doğru asıldı. Gitme kelimesi olmamıştı işte. Her şeyi bozuyordu.

"Bu gece gitmesen..."

Umutla bakan fakat bir yandan da üzgün duran hâlimle tüm bedenini bana doğru çevirerek ellerimi kavradı.

"İnci, şimdi bana deseler ki operasyon iptal, sevgilinle istediğin kadar vakit geçir. İşte o zaman ne bir adım ileri atarım ne de senin atmana izin veririm. Burada tam da başım dizlerindeyken durdururum zamanı ama yok işte, anla beni."

İç çekip zorla da olsa gülümsedim. "Tamam haklısın. Hadi çıkalım."

Kendi ayaklanırken elimi kavrayıp beni de çekti. Birlikte çıktık yukarıya. Ben tedirgin olsam da Cihangir gayet rahat görünüyordu. Kerem tabii ki sorun çıkarmazdı ama ne bileyim ilk defa böyle bir durum yaşıyordum ve biraz çekiniyordum doğrusu. Kapıyı açan Burçak'la içeri girdik. Kerem koltuğa yayılmış telefonunu kurcalıyordu. Başını kaldırdığında yanımda Cihangir'i görmesi hemen toparlanmasına sebep olmuştu. Kerem ayaklanırken Cihangir ona elini uzattı.

"Merhaba Kerem. Bugün düzgün bir şekilde tanışamadık. Böyle olsun istemezdim."

Kerem her zamanki gibi sıcakkanlıydı. Elini sıkarak gülümsedi. "Sorun yok enişte, ben çok eğlendim. Otursana."

Koltuğa oturmalarının ardından Burçak elinde çaylarla odaya girdi. Hepimize servis etmesinin ardından oturmuştu. Bense yeni gelin gibi kenarda onları izliyordum.

"Hangi bölümü okuyorsun Kerem?"

"Uçak mühendisliği ikinci sınıf."

Cihangir takdir dolu gözlerle bakıyordu. Bunu beklemiyordu sanırım ama kardeşim diye demiyorum zeki çocuktu.

"Güzel bölüm, tebrik ederim ama şaşırdım doğrusu."

Kerem hemen atıldı. "Neden?"

"Baba mesleğinden yürürsün sanmıştım. Babanın böyle bir mesleği seçmene izin vermiş olması garip."

Ah babam... Zaten izin vermemişti ki. Kerem habersiz yazmıştı. Kardeşim bana kısa bir bakış atıp Cihangir'e döndü.

"Babam sanırım şirketini batırırım diye korkuyor. Artık peşimi bıraktı. Biraz da ablam sayesinde tabii. Tuna ile evlenince işler..."

Kerem yaptığı gafı fark ederken cümlesini yarıda bıraktı. Yine de olan olmuştu işte. Cihangir'in yüzü anında donuk bir ifadeye büründü. Bir anda bütün neşesini kaybetti. Eminim Kerem şu an arkasına bakmadan kaçmak istiyordu. Cihangir bana bir bakış atıp tekrar Kerem'e odaklandı. Çenesini iki parmağıyla hafifçe okşarken ciğerlerine doldurduğu havayı geri bıraktı.

"Ablan Tuna'yla evlenmeyecek Kerem. Çünkü benim..." Merakla sözlerini bitirmesini beklerken duraksadı. Neden durmuştu ki şimdi? Kalbim anlamsız bir heyecana kapıldı. Ne olmuştu böyle? Benim mi diyecekti ya da benim sevgilim falan mı? Söylesene Cihangir, söyle be adam.

Yutkunarak cümlesini başa aldı. "Çünkü ablan özgür bir kadın. Kiminle evleneceğine kendi karar verebilecek yaşta."

Beklediğim cümle bu değilmiş gibi içimde bir yerler burkulsa da buna inat tebessüm ettim. Sonuçta doğru söylüyordu. Ben özgür bir kadındım. Yine de yüzüğüme bakmaktan kendimi alamadım. Kimine sevgili olduğumuzu, kimine de bir yalanın başlangıcı olan nişanlı olduğumuzu söylemiştik.

Peki, biz tam olarak neredeydik? Ne yazık ki beni istese de vermeyecek bir ailem vardı. Peki, biz nasıl ilerleyecektik? Zaten yeterince zor bir mesleğe sahip olan sevdiğim adama bir de ben dert oluyordum. Onun yükünü hafifletmek yerine bir de benimle uğraşıyordu. İyi de gerçekten ilerisini düşünüyor muydu? Peki ya benimle evlenmeyi? Yok, yok... Daha çok erken. Neden düşünmüştüm ki şimdi bunları?

"Enişte kusura bakma ya. Bu benim düşüncem değil. Ben ablamın mutlu olmasını istiyorum ve seninle de çok mutlu görünüyor."

Sevdiğim adam yine ciddiyetini korumakla meşguldü. Şu an Kerem'le ciddi bir tanışma aşamasındaydı. Gerçi genel anlamda ciddi duruşu nadir bozuluyor, bunu da genelde bana saklıyordu.

"Ablanın mutlu olması için elimden geleni yapıyorum."

Kerem alaylı bir tavır takındı. Ne yazık ki Cihangir kadar ciddi kalamıyordu.

"İstanbul'a kadar gelip ablamı kaçırmandan belli oluyor zaten. O değil de keşke beni de dâhil etseydiniz plana." Durup düşündü. "Gerçi ben o gün de çok eğlendim, evde kıyamet koptu. Tuna'yla babamın suratı görülmeye değerdi doğrusu."

Kerem'in gülerek anlattıkları bir an aklıma Tuna'nın gönderdiği notu getirdi. Daha bu nottan hiç bahsetmemiştim Cihangir'e. Nasıl bahsedebilirdim ki? Buna zamanımız bile olmamıştı. Hem ne diyecektim? Benim eski nişanlım kafayı yedi, hâlâ bizi nişanlı sanıyor mu? Ne kadar da güzel ilerliyor hayatım. Kargaşa hiç bitmiyor, aksiyon hep yükseklerde.

"İnci!"

Cihangir'in sert sesiyle daldığım yerden çıktım. "Hı... Bana mı seslendin?"

"Evet, yavrum dalmışsın."

Hemen kendimi toparladım. Dalmıştım tabii...

"Hiç. Ben sizi öyle görünce hoşuma gitti sanırım."

Cihangir gülümserken eliyle beni yanına çağırdı. Bir iki adımda ona yaklaştığımda elimden tutarak yanına oturttu.

"Benim artık gitmem gerekiyor Kerem. Ablan ben yokken sana emanet. İyi bak sevdiğime. Kendisi başını derde sokmayı çok sever."

Kerem oturuşunu düzeltirken tek kaşını kaldırdı. Ciddi görüntüsü daha çok insanı güldürecek cinstendi. "Sen yokken ben vardım. Gözün arkada kalmasın." Şaşkınlıkla Kerem'in konuşmasını dinlerken bir anda bütün büyü bozulmuş gibi dik tuttuğu omuzlarını düşürdü. "Demeyi çok isterdim ama ben yarın gidiyorum enişte. Okula dönmem gerekiyor ve ablam sana emanet."

Yanaklarımı şişirerek serbest bıraktım.

"Beni birbirinize emanet etmeyi bırakır mısınız? Ben kendime çok iyi bakabilirim. Başımı da derde sokmam. Ayaklarımın üstünde de gayet iyi duruyorum. Sorun çözüldü sanırım."

İkisi birden gülerken Cihangir kolunu omuzuma dolayıp beni kendine çekerek şakağımdan öptü.

"İşte benim güzelim." Bana pek inanmamıştı ama belli ki bozmak da istemiyordu. Benden aldığı bakışlarını tekrar Kerem'e çevirdi. "Seninle tanıştığıma memnun oldum Kerem. Ne yazık ki fazla vakit ayıramadım sana. Beni mazur gör lütfen ama en kısa zamanda yine beklerim seni. Sevdiğimin kardeşi, benim de kardeşim."

Kardeşimin yüzündeki tebessüm tatminkârdı. "Ben de memnun oldum. Açıkçası bayağı merak ediyordum ablamın kalbini çalanı. Şimdi daha da hak verdim ona. Her fırsatta gelip başınızı ağrıtmaktan zevk alacağım."

Cihangir gülerek ayaklandı. "O zaman bana müsaade."

Onun peşinden ben, Burçak ve Kerem de ayaklandık. Kerem'le el sıkışan Cihangir, Burçak'a da iyi akşamlar dileyerek kapıya yöneldi. Ben de onu yolcu etmek adına peşinden gidiyordum. Kapıyı açmasının ardından üzgünce dudak büktüm. İçim hiç rahat değildi. Ona bir şey olmasından çok korkuyordum. Bunu hissetmiş gibi bana dönerek belimi kavradığı gibi göğsüne yasladı. Başıma bir öpücük bırakıp fısıldadı.

"Kendine dikkat et sarışın."

"Sen de yüzbaşım."

Gözlerim dolu dolu onu uğurlarken kapıyı kapatana kadar sürdü her şey. Gözlerimden akan damlalara müsaade ettim. Ben bu adamdan ayrı kalmayı kabullenemeyecektim. Olmuyordu işte... Onun yokluğu benim en büyük sınavım, en büyük hasretimdi. Yine toprağım kurak, çiçeklerim susuz kalmıştı ve ben yine onun yağmasını bekleyecektim.

Dönüşleri güzel olan adamın can yakan girişlerine de sabretmek gerekirdi.

Sabah uyandığımda çok hızlı hazırlandım. Bugün kardeşim gidiyordu ve onunla güzel bir kahvaltı yapacaktık. Üzerime triko bir kazak ve altıma da kot geçirdim. Mesleğim elbise giymeme pek izin vermese de durumdan şikâyetçi değildim. Zaten havalar da iyice soğumuştu artık. Saçlarımı salık bırakarak aynada kendime baktım. Boynumdaki Cihangir'in hediyesi olan ay yıldız kolyeyi kavrayıp dudaklarıma götürerek öptüm. Bu artık bir ritüeldi benim için.

Hazırlanmamız bittiğinde hep birlikte dışarı çıktık. Kerem ve Burçak'la dışarıda güzel bir kahvaltının ardından Burçak hastaneye giderken biz de Kerem'le havalimanına doğru yola çıktık.

"Abla... Seni çok özleyeceğim."

Kerem'den ayrılacak olmamın da üzüntüsüyle dalgın bir hâlde adımlarken, onun sesini duymamla başımı ondan tarafa çevirdim.

"Ben de Kerem. Böyle olmasını istemezdim." Gözlerim dolunca saklama ihtiyacı hissettim. Kardeşin en güzel yanlarından biri de sizi çok iyi anlıyor oluşuydu. Şu kaçışımda bir tek Kerem'in yokluğu beni üzüp kırmıştı.

"Hayır abla... Sen olması gerekeni yaptın. Kimse sevmediği bir insanla evlenmek istemez. Kendi iradeni kullanmak hakkındı."

Omuz silkerek içimdeki kırıklıkları sesime yansıtmamaya çalıştım.

"Bilmiyorum Kerem. Ne doğru ne yanlış ayırt edemiyorum. O beni kısıtlamıyor. İşime, isteklerime karışmıyor. Düşünebiliyor musun? Mesleğimi özgürce yapabiliyorum. Tek yaptığı yanımda olmak. Benim de tek istediğim onun yanında olmak." Havalimanına geldiğimizde otoparka girerek arabayı park ettim. Kardeşime dönerek gülümsedim. "İnsan bir kafesin içinde sadece çizilen sınırlara kadar yaşıyormuş. Dış dünya acımasız ama hiç bu kadar özgür hissetmedim kendimi."

Kerem elimi tutarak gülümsedi. Bakışlarından mutluluğumu paylaştığı aşikârdı.

"Sen mutlu olmayı uzun zamandır hak ediyordun abla. Tuna pisliğin tekiydi. Cihangir ağabey mert ve cesur duruyor. Kazandıklarını ne olursa olsun kaybetme, ben hep yanındayım."

Gözlerimden firar eden bir damlayla sarıldım Kerem'e. Kokusunu içine çekerek yanağından öptüm. "Teşekkür ederim Kerem. İyi ki varsın."

Onu üzülerek yolcu ettim. Söz vermişti sık sık gelecekti buraya. Tabii buraya ne kadar babama yalan söyleyerek gelse de eminim öğrendiğinde Kerem'i zor günler bekliyor olacaktı. Yine de gelsin istiyordum çünkü benim gitmem artık çok zordu.

Dalgın dalgın otoparka inmiş arabama doğru yürürken önümde aniden fren yapan araba dikkatimi dağıttı. İrkilerek başımı kaldırırken camları filmle kaplı siyah arabanın kapısı açıldı. İçinden çıkan iki maskeli adamı görünce korkuyla bir iki adım geriye attım. Arkamı dönerek bağırmaya başlarken biri kolumu kavradı. Başka bir elin dudaklarıma kapanması ve belimin kavranmasıyla geriye doğru çekilmeye başladım. Etrafta kimseyi göremezken tek yapabildiğim çırpınmaktı. Ne kadar çabalasam da güçlü kollardan kurtulamayarak zorla arabaya bindirildim. Hâlâ kurtulmak için çabalarken başıma doğrultulan silahla pek de yapacak bir şeyim kalmadı. Çaresiz bir kıvranışın içine düştüm.

 

 

 

🌺🌺🌺

 

 

 

İnstagram: soylumery

Loading...
0%