@soylumery
|
Keyifli okumalar...🥰 Cihangir'den Sevdiğim kadını bir çiçeğe benzetecek olsam gelincik çiçeği derdim. Siz gelincik çiçeğini bilir misiniz? Ben çok iyi bilirim... Dağlarda az karşılaşmadım onlarla. Öyle çok sık değil sere serpe büyüyorlar. Her zaman da değil, nadir görüyorum onları ama yine de gördüğüm en güzel çiçek. Bana en sevdiğin çiçek hangisi diye sorsanız yine gelincik derim. Öyle narin, öyle zarif... Tıpkı benim sevgilim gibi. Ne zaman bir gelincik görsem dokunmaya kıyamam. Sert rüzgârlara dayanacak kadar güçlüyken dokunduğunuzda döküverir yapraklarını. Bu kadar narinken ben dokunup nasıl ziyan ederim ki? Ama bakmaya da doyamaz insan. Kıpkırmızı yaprakları, ortasındaki siyah kısmı o kadar güzel duruyor ki bir süre izlemekten alamam kendimi. Tıpkı İnci'm gibi. O da çok güzel. Altın saçları, mavinin en güzel tonuna sahip gözleri, pembe dudakları... Güzel işte, dokunmaya kıyamayacağım bakmaya doyamayacağım kadar güzel. Peki, gelincik çiçeğinin ismi nereden gelir bilir misiniz? Ben onu da biliyorum işte. Gelin olurken hep beyaza bürünür gelinler. Oysa eski Türk geleneğinde gelinliğin rengi kırmızıdır. İşte bu çiçeğin ismi de buradan gelir. Gelincik... Kırmızı gelinlikli, kırmızı yanaklı gelinler, bir de yaşlarının küçük olması nedeniyle zarif ve narin hâlleri gelinciğe benzetilirmiş. Düşünüyorum da benim kadınım da beyazlar içinde benim narin gelinim olur muydu acaba? Neden olmasın ki, seviyoruz birbirimizi. Alayla gülümsedim. Seviyoruz... Evet seviyoruz. Peki, bu yeterli mi? Daha önce yetmiş miydi? Yetmemişti. Yetirememiştim. Güvendiğim ilk kişide bozguna uğradım ben. Terk edilmiştim... Ailemden sonra ikinci kez yalnız kalmıştım. Peki ya şimdi üçüncüsü olacak mıydı? O gün Kerem'le konuşurken ne çok isterdim İnci benim karım olacak demeyi. Ama diyemedim işte, yarıda kestim cümlemi. Hem daha ona sormadan da dillendirmek doğru olmazdı zaten. Kararını kim bilebilirdi... Bana evet der miydi güzeller güzelim? Asılan suratımla başımı iki yana salladım. Neden diyecekti ki? Sürekli kendisini bırakıp giden bir adam için mi? Nasıl da sertti yirmi sekiz gün oldu derken. Günleri, belki de saatleri saymıştı. Ailesinin de beni pek kabul edeceğini sanmıyordum zaten ve benim kadınım bizim aramızda kalacaktı. Hadi bunları da geçtim benim yüzümden girdiği tehlikeler ne olacak? Allah'ım sen ona sabır, bana da güç ver. Bizi birbirimizle sınama Yarabbi. Oturduğum koltukta kendi kendime düşünürken çalan telefonum beni kendime getirdi. Giray'ın aradığını görünce olduğum yerde doğrularak telefonu açtım. "Söyle." "Gölge müsait misin?" "Seni dinliyorum." Giray sıkıntılı bir nefes verdi. Sessizliği pek hayra alamet değildi. "Ağabey bir şey söylemem lazım." Giray'ın resmiyetle başlayan konuşmasının samimiyetle devam etmesi normal olsa da söyleyecekleri sanırım beni öfkelendirecek şeylerdi. "Ne oldu?" "Ağabey, İnci..." Giray'ın kıvranan sesi, yarım yamalak konuşması beni deli etmeye başlamıştı. Bir de diline doladığı isim... O isim beni kalpten götürürdü. "Ne olmuş İnci'ye?" Sert sesime inat o sesini biraz daha alçalttı. "Ortada yok." Hızla koltuktan ayağa fırladım. "Ne demek yok lan? Delirtme beni." "Kaçırmışlar İnci'yi." Odanın içinde adımlarken sinirlerime hâkim olmaya çalışıyordum. Dişlerimi sıkarak tane tane konuştum. "Ulan Giray dua et yanımda değilsin. Adam gibi anlat şunu. Kim, nasıl kaçırır İnci'mi?" "Ağabey sakin ol. Kardeşini yolcu etmek için havalimanına gitmiş dönüşte de otoparkta kaçırmışlar. Çantasını orada düşürünce haberimiz oldu." Elimdeki telefonu daha sıkı kavradım. Sesim buz gibiydi. "Kim?" "Kaçıran adamlarda maske var. Araç plakası sahte. Güvenlik kameralarıyla da bir yere kadar gidebildik." Sessiz bir küfür mırıldandım. Ah be İnci'm. Sadece bir gün geçti görüşmeyeli. Sadece bir gün... Daha dün konuşmuştuk belayı çekiyorsun diye. Bu kadar çabuk mu tekrarlanmalıydı? Odanın içinde turlamaya başladığımda sanki Giray karşımdaymış gibi işaret parmağımı salladım. "Bana sonuçsuz geliyorsun Sarı. Babasını, o Tuna olacak iti araştır. Ben de birazdan geliyorum." Panikle itiraz etti. "Ağabey yapma! Bugün son zaten, yarın her şey bitecek. Kendini tehlikeye atarsın." Sesim işte şimdi güçsüz çıkıyordu. "Ben İnci ne hâlde bilmeden burada durabilir miyim? Nefes alabilir miyim?" "Biz her yere bakıyoruz. Merak etme bulacağız." Giray beni durdurmak için elinden geleni yapıyordu. Biliyordum, sevdiğim kadını bulmak için de elinden geleni yapardı. Kardeşimdi o benim. Biz birbirimize yürekten bağlıydık. "Bana İnci'mi bul, hangi itin elindeyse bul. Yoksa ne olacak umurumda olmaz." Benim kıvranan sesime karşın onunki gür ve netti. "Emredersiniz komutanım." Telefonu kapatarak kenara attım. Şimdi bana her yer dardı işte. Ben nasıl burada sabredecektim? Benim sevdiğim, gözümün nuru kadınım şimdi ne hâlde bilmeden ben nasıl devam edecektim? Sinirle yumruğumu duvara geçirdim. "Allah kahretsin... Ulan ben onun saçının teline zarar gelsin istemezken kim kaçırır lan, kim?" Başımı duvara yaslayıp gözlerimi kapattım. İçimdeki yangınla nasıl baş etmem gerektiğini bilmiyordum. Biri içime bir kor bırakıp gitmişti âdeta. Şimdi içli içli yanan kalbime ne çare olabilirdi? Masum meleğimin yokluğuna ne merhem olabilirdi? Korkardı benim güzelim. Güçlüydü ama pamuktandı yüreği. Azıcık sesim yükselse, sesi titrerdi. Narin meleğime dokunan ellerin hepsini kırmak da benim boynumun borcuydu. Tekrar çalan telefonumla hızla attığım yere ilerledim, Giray arıyor olabilirdi. Telefonu yerden aldığımda Perla'nın ismini görmem bozuk olan moralimi daha da bozdu. Mecburen açtım. "Efendim." "Evrim, Alex bizi bekliyor. Beni alır mısın?" Bir özel şoför olmadığımız kalmıştı. "Tamam, adresi at geliyorum." Şu hâle bak! İnci'nin bana ihtiyacı var ve ben şımarık bir kızın nazıyla uğraşmakla meşguldüm. Ama yapmak zorundaydım işte. MİT'le ortak çalışıyorduk ve çok emek harcamıştık bu operasyon için. Alex denen şerefsiz silah kaçakçılığı yapıyordu ve bu sayede teröristlere para ve silah yardımında bulunuyordu. Hem benim ülkemde yaşayıp hem de ülkeme ihanet eden bu şerefsizin yanına hiçbir şey kâr kalmayacaktı. Bir de o şerefsizin elindeki silahlar bize doğrultulurken benim bu kadar sakin kalmam bile mucizeydi. İstihbarat için gerekli belgeleri yürütmüş olsam da yarın kendisi gibi silah kaçakçılığı ile uğraşan ortakları bir araya gelecekti. Bu yüzden baskın için yarına kadar sabretmem gerekiyordu. Böylelikle hem suçüstü yapmış hem de diğerlerini de bu sayede yakalamış olacaktık. Söz konusu mesleğim, vatanım olunca boynum kıldan inceydi. Fakat şimdi nasıl bir çaresizliğin içine düştüm ben? Mesleğimle, sevdiğim kadın arasında kalmak ne zormuş. İkisi de vazgeçilmezim benim. Allah'ım... Benim senden başka sığınacak kimsem yok. İnci'mi alma benden, ona bir zarar gelmesine izin verme. Perla'yı aldıktan sonra birlikte onun tarifiyle bir depoya geldik. Alex'in bizi burada bekliyor oluşu beni tedirgin ederken neden böyle bir yere çağırmış olacağı konusunda tahmin yürütemiyordum. Arabayı park ederek indim. Çevreme bir süre göz gezdirip Perla'ya döndüm. "Alex neden bizi buraya istedi?" Omuzlarını silken Perla umursamazca büyük demir kapıya doğru yürümeye başladı. "Kim bilir yine neyin peşinde." Aldığım cevap beni tatmin etmezken üzerimdeki dinleme cihazını kontrol ederek ben de ilerledim. Adamların açtığı büyük kapıdan içeriye adım atınca ilk dikkatimi çeken Alex oldu. Boş depoya koydurduğu sandalyede otururken dikkatle baktığı yöne başımı çevirdim. Sandalyede, arkasındaki iki adamla zorla oturduğu belli olan kişiye takıldı bakışlarım. Neye uğradığımı şaşırırken ne yapacağımı bilemedim. Bozguna uğramıştım âdeta. Yanlarına yaklaştığımızda ise İnci'yle gözlerimiz buluştu. Yumruğumu sıkarken kaşlarım çatıldı. Mavileri solmuş, yanaklarında gözyaşlarının kalıntıları vardı. Benim dokunmaya kıyamadığımı ağlatanlar, elbet cezasız kalmayacaktı. "Alex ne oluyor burada?" Perla benim içimdeki soruyu sorarken sabretmek zorunda olduğumu biliyordum. En son istediğim şey ona zarar gelmesiydi. "Gel kuzen, gel ve bana tuzak kurmaya çalışanların ne hâle geldiğini gör." İnci'den Yine bir yaprak gibi rüzgârın beni savurduğu yöne sürüklenmekle meşguldüm. Ben nerede hata yapıyordum Allah aşkına? Cihangir haklıydı belki de, sürekli belayı kendime çekiyordum. Kaçırılarak getirildiğim depoda çaresizce bekliyordum. Neden burada tutulduğumu bilmezken ağlasam da sürekli başımda bekleyen adamlara sebebini sorsam da bir fayda sağlamadı. Korkuyordum... Çaresiz olmak insanı korkutuyordu. Burada tek başıma bu silahlı adamlarla bir şey yapamazdım. Sevdiğim adamsa kim bilir nerelerdeydi. Şimdi burada olup beni kurtarmalıydı. O benim kurtarıcı prensimdi, başkasının değil... O ne zaman başım derde girse gelir bulurdu beni. Kim bilir belki de kalbimizin birbirine bağlı oluşundandı. O beni görmese de duymasa da hissederdi. Aradan geçen zamanla umutsuzluk bedenimde yer bulmaya çalışırken açılan demir kapıdan giren adam beni şaşkına çevirdi. Biraz da tedirgin ettiğini söylemem gerekirdi doğrusu. İnsan bazen tanımadıklarından çok tanıdıklarından korkuyordu. "Ooo... İnci Hanım hoş geldiniz. Nasıl buldunuz mekânımı?" Alex'in soğuk ve dalga geçen sesi depoda yankılanırken öfkeli bakışlarımı üzerine diktim. "Bu ne demek oluyor? Ne işim var benim burada?" Alayla gülümseyerek karşımdaki sandalyeye oturdu. "Hâlâ mı hiçbir şey bilmeyen masum kız ayakları..." Ne saçmalıyordu bu adam? Cihangir'i mi yakalamıştı acaba? Ya ona bir şey olduysa ben ne yapardım? "Ne demek istediğini anlamıyorum." Alex yüzündeki alaycı tavırla arkasına yaslandı. Konuşacağı sırada gürültüyle açılan demir kapı dikkatleri dağıtırken içeriye giren Perla ve Cihangir'le gözlerim yine tek bir adamda kilitli kaldı. Gelmişti... Allah'ım gelmişti... "Alex ne oluyor burada?" Perla'nın sesi kulaklarıma çalındığında ne yazık ki onu görecek durumda dahi değildim. "Gel kuzen, gel ve bana tuzak kurmaya çalışanların ne hâle geldiğini gör." Cihangir'den aldığım bakışlarımı Alex'e çevirdiğimde Perla alayla karşılık verdi. "Kim buna cüret edebilir ki?" Alex ayağa kalkarak bana yaklaşırken aynı şekilde Cihangir de bize doğru adımlıyordu. "Bu masum yüzlü şeytan mesela." Alex beni işaret ederken hayretle dinliyordum onu. Bu tam bir saçmalıktı. "Ne yani bu kız ajan ve yanına casus olarak mı geldi?" Hayal güçleri ne kadar da genişti böyle. Bu yabancılar kendi aksiyon filmlerinde çok takılı kalıyorlardı galiba. "Şüphelerimi ne güzel de kanıtlıyorsunuz. Aklınız yok sizin. Ben kendi hâlinde bir veteriner hekimim. Bu nasıl bir saçmalık?" Cihangir bana doğru bir adım daha yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Sanki beni korumak için kendini siper etmeye hazır bekliyordu. Bir elini oturduğum sandalyeye yasladı. "Nereden anladın tuzak kurduğunu?" Cihangir'in buz gibi çıkan sesi ve Alex'e olan bakışları beni bile titretmişti. Alex başını iki yana salladı. "Hayır dostum. Yanlış soru soruyorsun. Doğru soru küçük hanımın nişanlısının kim olduğu." Alex'in sözleri Cihangir'e bakmama neden olmuştu. O ise gözlerini ayırmadan Alex'e bakıyordu. Kendimi umursamıyordum ama ona bir zarar gelirse kahrolurdum. Boşta olan elini beline götürürken bütün vücudunun gerginliğine inat sakinlikle can alıcı soruyu sordu. "Kimmiş?" Gülerek arkasını dönen Alex bir iki adım ilerledi. Tekrar bize döndüğünde bakışlarında sadece öfke vardı. "Asker!" Yüzü korkunç bir şekilde ciddileşmiş bana tiksinerek bakıyordu. Zor da olsa yutkundum. Alex her şeyi öğrenmiş bizimle oyun oynuyordu. Ağlamak üzereydim ama kendimi tutmam gerekirdi. Cihangir ne düşünüyor bilmiyordum. Sadece yanımda dikilmiş dikkatle adamı izliyordu. Sanki bir kaplanın avını izlemesi gibi... Perla da benim gibi şaşkınlıkla onları dinlerken Cihangir'in alayla gülen sesi beni bozguna uğrattı. "Bu kızın nişanlısının asker olması sana tuzak kurduğunu mu gösteriyor yani? Tam bir saçmalık." Alex bize doğru adımlarken gülümsedi. "Ah dostum ne kadar da basit düşünüyorsun. Dün gece ona çarpan garsonu cezalandırmak için aradım ve bil bakalım ne buldum. Adam meğer askermiş. O gece garson kılığında sızmış içeri. Meğer bu şeytan onunla nişanlıymış ve iş birliği yapıyorlar." Geri zekâlı... Aptal adam... Beyinsiz... Bu sonuca nasıl varmış olabilirdi merak ediyordum doğrusu. Ben Giray'ın değil Cihangir'in sevgilisiydim. Tamam, asker nişanlım olduğu doğruydu ama onu bile tesadüf üzerine tutturduğu açıktı. "Söylediklerinizle benim hiçbir alakam yok. Bırakın gideyim." Cihangir de beni kurtarma çabasındaydı. "Kızı bırak Alex. Söylediklerin doğru bile olsa kızın bir suçu yok." Cihangir'in biraz daha tok çıkan sesine inat Alex olumsuzca başını iki yana salladı. "Kimse bana tuzak kuramaz, kurmaya çalışana da ödetirim. O zavallı asker, biricik nişanlısına neler yaptığımı duyunca çok üzülecek." Alt dudağımı ısırarak başımı yere eğdim. Şimdi, tam şu anda Cihangir'in ne hissettiğini düşünüyordum. Ben onun nişanlısıydım ve Alex farkında olmadan bunları sevdiğim adama söylüyordu. Onun yerinde olmak istemezdim. Şu an olduğum konum bile daha sevimli gelmişti. Perla kollarını birbirine bağlayarak sırıttı. "İşte şimdi eğleniyorum. Bu sürtüğe yapacaklarını merakla bekliyorum Alex." Her şeyi anlıyordum da kadının kadına yapılacaklara göz yummasını, bundan mutluluk duymasını anlayamıyordum. Belli ki Perla'nın kuyruk acısı geçmemişti hâlâ. Alex bana doğru eğilerek elini ay yıldızlı kolyeme doğru uzatırken Cihangir seri bir hareketle bileğinden yakaladı. Ortamı büyük bir gerginlik kapladığında korkuyla kendimi biraz daha geriye çektim. "Evrim ne oluyor?" "Sakın ona dokunayım deme!" Her ne olduysa Cihangir'in dişlerini sıkarak söylediği bu cümleden sonra oldu. Alex'i geriye savururken bir anda demir kapı gürültüyle açılmış camlar kırılmıştı. Ortam bir anda büyük bir kargaşaya dönerken duyduğum silah sesleri kulaklarımı kapatmama sebep oldu. Etrafıma şaşkın bir şekilde bakarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Askerler etrafı sarmış adamları etkisiz hâle getiriyorlardı. Gözlerim Cihangir'i aradığı sırada karşılaştığım silahla donakaldım. Perla silahını bana doğrultmuştu. Bunu neden yaptığını anlayamadım. Korkuyla etrafıma bakınıyordum. Bir türlü kıpırdayamadım. Kaçmam, saklanmam gerekiyordu ama yapamıyordum. Yapsam da saklanacak bir yer yoktu doğrusu. Gözüme çarpan Cihangir'le bağırdım. "Cihangir!" O kargaşada sesim ne kadar yüksek çıktı bilmiyorum ama anında beni duyarak benden tarafa döndü. Alex'e sert bir yumruk atmasıyla bana doğru koşmaya başladı. Perla yüzündeki yarım sırıtışla tetiğe basmış, silah çoktan patlamıştı. Her şey saniyeler içinde olduğunda gözlerim kapalı çaresizce kurşunun bedenime saplanmasını bekledim. Fakat bir türlü yaşamam gereken acıyı hissedemediğim gibi üzerimdeki ağırlıkla dizlerimin üzerine çöktüm. Ağır ağır gözlerimi araladığımda nefesim kesildi. Bana sıkıca sarılmış bir beden, bedenin sahibi sevdiğim adam ve acının verdiği gerginliğe inat kıvrılan dudağının kenarı... Şimdi söyleyin bana yaşıyor muyum ben? Yoksa öldüm de cennette sevdiğime mi kavuştum? Bana doğru düşmesiyle sıkıca tuttum onu. Sımsıkı sardım. Gözlerimden akan yaşın telafisi yoktu. Ağlamalarım, feryadım onu bana getirir miydi? Daha fazla taşıyamadığım bedeni yan tarafa doğru düşerken bütün gücümle yavaşlatmaya çalıştım ama o kadar ağırdı ki gücüm yetmedi. Onun düştüğündeki sarsılışı benim en büyük depremim oldu. Kapanan gözleri boğazıma bir yumrunun oturmasına sebep olurken acıyla haykırdım. "Cihangir!"
🌺🌺🌺 Peki siz sevdiğinizi bir çiçeğe benzetseniz bu hangisi olurdu? İnstagram:soylumery |
0% |