Yeni Üyelik
37.
Bölüm

37. Bölüm

@soylumery

 

Keyifli okumalar 🤗🥰


Hani hep nefes alamamaktan bahsediyordum ya işte şimdi de kalbimin attığını hissedemiyorum. Neden bir anda işlevini bıraktı kalbim? Onsuz yaşayamayacak mıyım?

Bak sevgilim yetiştirdiğimiz bütün çiçekler ölüyor. Bak, kozasında çıkmak için çabalayan kelebekler can çekişiyor. Neden biliyor musun? Canım acıyor diye...

Sen benim canımdın ya hani, yoksa beni bırakıp gitmeye mi niyetlendin? Olmaz ki sevgilim, gidemezsin. Biz daha çok güzel günler geçireceğiz. Biz daha çok mutlu olacağız. Sen beni bu kadar kolay terk edemezsin...

Ben ilk defa bir adamı bütün varlığımla delicesine seviyordum...

Gitme Cihangir, beni yalnız bırakma...

Gözyaşlarım yanağımdan süzülürken bunu umursamadan emekleyerek Cihangir'in başında durdum. Dizlerimin üstüne koyduğum başını dikkatle düzelttim. Etrafıma bakarak haykırdım.

"Lütfen yardım edin!"

Askerler depoyu kontrol altına almış Giray ve Akın bize doğru geliyordu. Bir elimin tersiyle yanağımı silerken hıçkırıklarıma hâkim olmaya çalışıyordum.

"Cihangir... Yalvarırım konuş benimle. Sana bir şey olursa ben yaşayamam." Ürkekçe yanağını okşadım. "Hepsi benim suçum. Ne kadar da aptalım. Hepsi benim hatam, sözünü dinlemeliydim." Gözyaşlarım süzülerek yüzüne düşerken hıçkırıklarımın arasından çıkan güçsüz sesimle sesleniyordum ona. Ellerimin titremesini ise bir türlü engelleyemiyordum. "Aç gözlerini, yalvarırım aç. Bir daha sözünden çıkmayacağım, ne dersen yapacağım Cihangir söz veriyorum. Ne olur beni bırakma."

Ben çaresizce kıvranırken Cihangir'in dudakları kıpırdandı.

"Söz verdin bak."

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. Doğru mu duydum acaba? En sonunda kafayı sıyırdım herhâlde.

"Ne?"

Gözünün birini açarak gülümsedi. "Sözünde durmazsan karışmam sonra."

İki gözünü de araladığında gülmeye devam ediyordu. Öylece kaldım. Beynim çalışmıyordu sanki. Alık alık yüzüne bakıyordum sadece. Kafayı yemiş olmalıydım. Biraz önce beni kurtarmak için üzerime kapanan adam bu değil miydi? Allah'ım Cihangir'in arkasından sonum zaten delirmek olurdu ama bu kadar hızlı mı olacaktı?

"Lan benim rekor gitti elden. Olacak iş mi?" Akın'ın sitem eden sözleri başımı kaldırıp ona bakmama neden oldu. Ne ara gelmişlerdi yanımıza?

Oktay reddetti. "Bu sayılmaz ağabey, sonuçta silahın hedefi başkaydı."

Giray ciddiyetle tersledi. "Yürü git lan! Sanki mermi sana girdi."

En son Eren de konuya dâhil oldu. "O değil de yakın mesafeden o mermi kaburgayı kırmıştır kesin."

Şaşkınca başımıza toplanmış durum değerlendirmesi yapan arkadaşlarını dinlerken son olarak Cihangir de görüşlerini belirtti. "Yok be oğlum bu mesafeden bir şey olmaz. Yalnız biri çıkartsın şunu batıyor hâlâ."

Giray'ın elini uzatmasıyla Cihangir eli kavrayarak ayağa kalktı. Kendimi manasız bir boşlukta hissederken görüyor, duyuyor ama tepki veremiyordum. Üzerindeki kazağı sıyırarak sırtını Giray'a döndü. Gördüğüm çelik yelek gözümden bir damla yaşın daha akmasına sebep oldu. Giray çıkarttığı mermiyi Cihangir'e gösterirken hepsi bu durum komik bir şeymiş gibi gülüyordu. Hâlâ dizlerinin üzerine çökmüş, boş boş bakan beni fark etme lütfuna eren Cihangir gülümseyerek elini uzattı. "Gel güzelim."

Bakışlarım bana uzanan ele odaklanırken bir yaş daha süzüldü gözlerimden. Rabb'ime binlerce kez şükrettim. Ona bir şey olsa ben ne yapardım? Onsuzluk içimdeki en büyük acı olurdu. Fakat bu hislerim çok da uzun sürmedi ve yerini koca bir öfkeye, ona olan kızgınlığa çevirdi. Sert bakışlarımı gözlerine diktim. Bana uzattığı elini umursamadan hâlâ titreyen bacaklarıma inat ayağa kalktım. Bir adımda aramızdaki mesafeyi kapatarak elimi yumruk yapıp olan gücümle çenesine geçirdim. Evet, boyum o kadarına izin veriyordu. Sonuç mu? Sadece benim elim acımıştı sanırım. Elimi acıyla sallarken o dimdik karşımda başını bile oynatmamıştı.

"Ah... Elim."

İki bacağımın arasına sıkıştırdığım elimle dizlerimi hafiften kırarak sızımı hafifletmeye çalışırken Cihangir panikle bana yöneldi. "İnci!"

Tedirgin bir şekilde acıyan elimi tutmak istemesiyle doğrularak geri çekildim.

"Seni... Seni... Seni aptal adam! Yaralandın sandım. Seni kaybederim diye aklım çıktı. Beni nasıl korkuttun biliyor musun?"

Arkadaşlarının hâlâ etrafımızda olmasından sebep Giray araya girdi. "Komutanım biz toparlanıyoruz, siz de gelirsiniz."

Başıyla onaylayan Cihangir'le hepsi arkasını dönerek giderken aramıza açtığım mesafeyi kapattı. "İnci'm ben seni üzmek istemedim."

Hırçın bakışlarımı üzerine diktim. "İstemedin mi? Ödümü kopardın, eşek şakasıydı bu yaptığın." Beni kollarının arasına alırken çırpındım. "Bırak beni!"

Müsaade etmedi, biraz daha sıkı sardı. "Bırakmam, hem belki bu işlerin şakası olmadığını öğrenirsin sen de."

Suratım asık, hüzünle gözlerine baktım. "Sağ ol ya, çok güzel öğrettin." Kollarında çırpınmayı çoktan bırakıp titreyen dudaklarımla fısıldadım. "Bu çok acımasızcaydı Cihangir, kalbim parçalandı."

Yorgun bedenimi biraz daha sardığında burnuma dolan kokusuyla karşı koymayı yavaşça bıraktım. Başıma konan öpücüklerin de etkisi büyüktü doğrusu. "Özür dilerim."

Fısıltısı kulağıma çalınırken hâlâ yaşadıklarımın etkisindeydim. Perla'nın bana silah doğrultması Cihangir'in aramıza girmesi, kurşunun ona isabet etmesi... En sonunda ona kızmayı bırakarak sıkıca sarıldım. Hayat çok kısaydı ve benim sevdiğim adamdan uzak duracak bir dakikam bile yoktu. O saçlarımı okşarken kokusunu içime çekiyordum.

"Çok korktum Cihangir."

"Geçti yavrum. Bitti her şey."

Beni kendinden uzaklaştırarak biraz önce kendisine yumruk attığım elimi kavradı. Dudaklarına götürerek minik öpücükler bıraktı.

"Çok acıdı mı?"

Huysuzca elimi çektim. "Bir daha taş kafalılara yumruk atmayacağım."

"Küçük hanım için kurşunların önüne atlıyoruz, o ise karşılık olarak bize yumruk atıyor, o da yetmez gibi bir de hakaret yiyorum öyle mi?"

Hayretle bakan gözlerine inat omuz silktim. "Hak ettin."

Neden beni anlamıyordu? Ona bir şey olsaydı kendime olacak olandan daha çok üzülürdüm. Bir anda kararan bakışlarıyla aramızdaki mesafeyi sıfırladı. Belime giden eli kaçmamı engellerken ürkmedim desem yalan olur. Bana doğru biraz eğilmesiyle nefesi yüzüme vuruyordu. Sakin ama tok sesiyle konuştu. "Sen de tam bir baş belasısın ben bir şey diyor muyum?"

Kalbim yine anlamsız bir heyecana kapılırken yanaklarım çoktan kızarmıştı bile. Aslında ortada bir şey yoktu, iltifat falan da etmiyordu ama öyle derin bakıyordu ki ela gözleri, bana bu kadar yakın olması ne bileyim şu an kızıyor olsa bile biliyorum ki bu içinden geçenler değildi.

Zorla yutkunup fısıldadım. "Şimdi demiş oldun sanki."

Anında kıvrıldı dudakları. "Hım... Hiç farkında değilim."

Ellerim göğsünde masumca baktım gözlerine. "Tabii, eminim öyledir."

Başını iki yana salladı. Öyle güzel gülüyordu ki dayanamayıp ben de güldüm. Dudakları alnıma değerken gözlerim kapalı alnımdaki sıcaklığın hiç bitmemesini istedim. Ne yazık ki kısa bir süre sonra o sıcaklığı kaybettim. Usulca elimi kavradı. Elimden çekerek bu kasvetli deponun dışına ilerlemeye başladı.

"Bu arada seninle evde hesaplaşacağız ama önce bizimle gelip ifade vermen gerekiyor. Operasyon senin yüzünden sekteye uğradı, umarım farkındasındır."

Üzgün bir şekilde peşinden ilerlemeye başladım. Haklıydı. Her şeyi mahvetmiştim. Tam bir baş belası gibi görünüyordum şu an ama isteyerek yaptığım bir şey değildi. Ben nereden bilebilirdim o manyağın yanlış anlayacağını? Arkadaşları bizi dışarda beklerken yanlarına ilerledik. Mahcup bir şekilde onlara bakarken hepsinin gözü bizdeydi. Biraz önce Cihangir'e attığım yumruk da ilgi çekmişti sanırım.

"Hepinize teşekkür ederim. Hayatımı kurtardınız ve özür dilerim bütün operasyonu mahvettim sanırım."

"Biraz içine ettiğin doğru..." Akın'ın her zamanki gibi bodoslama konuşmasını Cihangir'in sert bakışları ve Giray'ın dirseği kestiğinde hızla toparladı. "Ama hiç önemli değil, yine yapabilirsin."

Akın hayret verici bir adamdı. Hem çok rahat hem de çok açık sözlüydü.

"Çüş lan."

Giray'ın tepkisine Akın aynı tonlamayla karşılık verdi. "Ne var oğlum kibar konuştum işte, ettin dedim. Söylemedim ne olduğunu."

Cihangir'in uyarı dolu sesi de giriş yaptı. "Akın!"

Dayanamayıp gülmekten alamadım kendimi. Akın toparlamak isterken batırınca Giray araya girmek zorunda kaldı.

"Kendini suçlu hissetme İnci. O adamın beni araştıracağını bilemezdik ve davete giderek bizle karşılaşman da tesadüftü sonuçta."

Giray... Belki Burçak'ın dediği gibi biraz odundu ama çok iyi kalpliydi. Hiç yoktan bir Akın değildi. Hem odun olmayan erkek mi vardı Allah aşkına?

"Hadi boş yapmayı bırakın da gidelim."

Cihangir'in emir veren sesine hepsinin tepkisi aynıydı. "Emredersiniz komutanım."

Hep birlikte karargâha gitmenin ardından olayla ilgili ifade verdim. İfadem bittikten sonra Cihangir beni kendi odasına bırakarak işleri olduğunu söyleyip gitti. Bu sefer onu kızdırmamak adına uslu bir şekilde yerimde oturdum. Oturuyordum oturmasına da bir saat olmasına rağmen geldiği yoktu hâlâ. Karnım da acıkmaya başlamıştı. Ayağa kalkarak pencereye doğru ilerledim. Dışarıya bakarken ilk olarak gözüme geniş bahçede dolaşan askerler çarptı, başımı diğer tarafa çevirince giriş kısımdaki çimenlerin üzerinde duran minik kediyi fark ettim. Ön patilerini yere sabitlemiş, başı yere yakın dikkatle bir yere bakıyordu. Onun baktığı yönü takip ettiğimde küçük avcının yerde gezinen bir güvercini hedef aldığını gördüm. Sakin adımlarla ilerliyor arada bir avını gözetliyordu. Merakla sonucu beklerken bir yandan da güvercinin yakalanmaması için dua ediyordum. Omzumu pencerenin pervazına yaslayarak ellerimi göğsümde birleştirdim. Bence yakalayamazdı çünkü zaten derdi oyun gibi duruyordu. Atik ama dikkatli adımlarla hızla ilerlemeye başladığı sırada güvercin onu fark ederek anında havalandı.

Bu durum hoşuma gittiğinde dudaklarımdan dökülen kıkırtıya engel olamadım. O kadar tatlıydı ki... Duruma bozulmuş, yere yatmış düşünceli görünüyordu. Kendimi kaptırdığım sırada arkamdan sarılan ellerle korkarak titredim. Burnuma gelen sevdiğimin kokusuyla gözlerim kapanırken kulağıma yaklaşan nefesi içimi bir hoş ediyordu.

"Bu kadar güzel neye gülüyorsun?"

Küçük kediye kayan bakışlarımla tekrar gülümsedim. Ona dönerek yanağını okşadım. "Küçük bir kedi sadece."

Yanağındaki elimi öperek gülümsedi. "Baytar hanım başka neye gülebilir ki?"

Alayla yine kızdığım kelimeleri kullanırken gözlerim kısıldı. "Sana gülmediğim çok açık mesela."

Aslında baytar kelimesi de veteriner anlamı taşıyordu fakat Arapçadan bize katılan bu kelime at doktoru, nalbant, veteriner anlamlarına geliyordu. Bunlar da bizim mesleğimizin bir parçası olurken yine de 'veteriner hekim' diye hitap edilmesi günümüzde daha modernize ve estetik duruyordu.

Sonuç olarak ben böyle seviyordum işte... Var mıydı ötesi?

Cihangir'in ise en sevdiği şey beni sinir etmekti ve bunu çok iyi başarıyordu. Eli burnuma uzandığında yine kaçınılmaz son oldu. Acıyordu işte küçücük burnum.

"Senin dilin yine çok uzadı bu aralar."

Eline vurarak kurtulmaya çalışırken ters bakışlarım üzerindeydi. "Tamam da burnumdan ne istiyorsun o zaman dilimle uğraş."

Burnumu ovarak homurdanırken Cihangir çapkın gülümsemeyle bana bakmaya başladı. Ne olduğunu anlayamadan duraksarken boş boş bakıyordum gözlerine. Neye sırıtıyordu bu adam?

"Hım... Kulağa hoş geliyor."

Hoş mu, ne hoşu?

Cihangir'in söylediklerini düşünürken bir anda gözlerim büyüdü. Beni öpmekten mi bahsediyordu bu adam? Ya da ben mi istemeden ima etmiştim? Yanaklarıma hücum eden kanla çoktan kızarmaya başladığımı biliyordum. Cihangir'le aramızda geçen küçük öpücükler olsa da gerçek anlamda bir öpüşme daha yaşayabilmiş değildik. Bu durum beni tedirgin ederken yine de bu öpücüğü hak eden tek erkeğin Cihangir olduğunu düşünüyordum fakat bu durum şimdi olacak diye bir şey yoktu. Zaten onu bir kere dudağından öpmüştüm, o da beni öpmüştü. Belki minik ve masumlardı ama bence yeterliydi. Hızla omzuna vurarak ittim. "Aklın hep fesat şeylere gidiyor."

Utançla yanından kaçmak isterken tekrar önüme geçti. Belli ki hâlimden keyif alıyordu. "Günahımı alıyorsun güzelim. Bence fesat olan sensin."

Daha da kızarırken mızmızlandım. "Of Cihangir ya."

Şakağıma bir öpücük bırakıp gülümsedi. "O kadar güzel utanıyorsun ki..."

Ellerimi yanaklarıma koyarak yanından uzaklaştım. "Ben dışarıda bekliyorum seni."

Kapıya doğru koşar adımlarla kaçarken arkamdan güldüğünü duyabiliyordum.

Aşağı indiğimde pencereden izlediğim kediyi severken bir yandan da Cihangir'i bekliyordum. Önünde eğildiğim kedinin turuncu beyaz tüylerini bir kere daha okşadım. Başını uzatınca elimi çenesinin altına indirdim. Keyifli mırıltılar çıkararak bana karşılık verirken önüme düşen gölgeyle duraksadım. Başımı kaldırdığımda esmer, uzun boylu, koyu kahverengi gözlü bir adam gülümseyerek beni izliyordu.

"Çok tatlı görünüyor."

Siyah saçlarının ön kısmı daha uzunken yan kısımlar oldukça kısaydı. Gülen yüzündeki ilk dikkatimi çeken şey çenesindeki gamzesi oldu. Yerimde doğrularak gözlerimizi aynı hizaya getirdim.

"Evet öyle."

Küçük kedi bana sırnaşarak bacaklarım arasında dolanırken eliyle kediyi işaret etti. "Sizi sevmiş görünüyor."

Kediye bakarak gülümsedim. "Hayvanlar kendilerini seven insanı hemen anlarlar."

Bakışlarımı tekrar adama çevirdiğimde beğeniyle baktığını görünce kendimi toparlama ihtiyacı hissettim.

"Neyse, bana müsaade."

Yanından gidecekken elini uzatarak gülümsedi.

"Ben, Yüzbaşı Mahir Özel."

Çekingen bir şekilde adamın eline baktım. Zarar gelmeyeceğini düşünerek elimi uzattım.

"İnci."

Bilerek soyadımı söylemedim. Nedense burada kiminle tanışsam en sonunda beni araştırmaya kalkıyordu.

"Memnun oldum İnci. Buradaki ilk günümde seninle tanışmak beni mutlu etti."

Ellerimiz birleşmiş konuşmasını dinlerken biraz utanmıştım. Gözlerindeki parıltılar yeni işinin heyecanından olsa gerekti. Daha fazla uzatmak istemeyerek elimi elinden kurtarmak isterken arkamdan sevdiğim adamın sert ve tok sesini yankılandı.

"İnci!"

Çabucak kendimi bir adım geriye çektim. Başımı Cihangir'e çevirdiğimde gözleri yine alev alevdi.

"Efendim."

Yanımıza geldiğinde elini belime koyarak başıma küçük bir öpücük bıraktı. Bakışları Mahir'in üzerinde dolaşırken bir süre baştan aşağı süzdü. Mahir de aynı şekilde bizi inceliyordu.

"Yeni başlıyorsun galiba."

Cihangir'in tahmini beni şaşırtırken adam başıyla onaylayıp elini uzattı.

"Yüzbaşı Mahir Özel."

Cihangir aynı şekilde Mahir'in uzattığı eli kavradı.

"Yüzbaşı Cihangir Aksoy. Hayırlı olsun."

"Sağ olun yüzbaşım."

Cihangir konuşmayı bitirmiş olacak ki bana döndü. Elime kenetlediği sıcacık eli içimi de ısıtıyordu.

"Gidiyoruz güzelim."

Gideceğimizi söyleyince mutlulukla gülümsedim.

"Çok sevindim ama önce yemeğe gidelim olur mu? Çok acıktım."

Gülümseyerek beni kendine çekmesiyle çoktan arabaların olduğu yere doğru ilerlemeye başlamıştık.

"Olur tabii bir tanem, ne yemek istersin?"

"Aslında düşündüm de yemekleri sen yapabilirsin. Benden daha yetenekli olup olmadığını görelim bakalım."

Arabanın yanına geldiğimizde duraksadı. Yüzünde yine muzır bir gülümseme vardı.

"İyi de güzelim bir yumurta bile kırsam senden daha yetenekli olmuş oluyorum zaten."

Dudaklarımı büzerken suratım asıldı. Moralim de bozuldu. Uyuz adam... Uyuz, uyuz, uyuz...

"Sana bazen sinir oluyorum."

Küçük bir kahkaha atarak arabanın kapısını açtı.

"Ben de seni seviyorum sarışın, bin hadi."

Suratım asık bir şekilde arabaya binmemle kollarımı göğsümde birleştirdim. Şoför koltuğuna geçince yola çıktık.

"Tamam, asma suratını artık. Ben sana öğreteceğim yemek yapmayı. Bugün birlikte yapalım."

Yüzüm fırsat bekliyor gibi yeniden gülerken, birlikte kısa bir market alışverişi yapıp daha sonra da eve geçtik. Cihangir evine gittiğinde ben de üzerimi değiştirmek için kendi evime geldim.

Güzelce elimi yüzümü yıkadıktan sonra altıma dar paça siyah bir kot geçirirken üzerime de yaka kısmı geniş ince bir triko giydim. Uç kısımlarını bol bir şekilde pantolonumun içine sıkıştırmıştım. Gözlerime rimel, dudaklarıma da sadece parlatıcı sürdüm ve biraz da parfüm sıktım. Aynanın karşısında saçlarımı düzeltirken bir tarafını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Yemek yapacağımız aklıma gelince elime siyah lastik bir toka aldım. Bileğime geçirdiğim tokayla son kez aynada kendime baktım. Fena durmuyordum işte. Güzel olmak istiyordum. Cihangir beni beğensin istiyordum, sevdiğim adam için, sadece onun ilgisini çekmek istiyordum.

Eve getirdikleri çantamdan telefonumu alarak Yusuf'u arayıp bugün için işlerin nasıl geçtiğini sordum. Bu şekilde müşteri kaybediyordum. En kısa zamanda yanıma bir yardımcı almam gerekiyordu. Yusuf'a yarın için kliniğin camına ilan asmasını istedim. Ben de telefondan birkaç yere yazacaktım. Bu işi de hallettikten sonra alt kata inerek Cihangir'in kapısını çaldım.

Burçak hâlâ gelmemişti. Belki yemekte bize Burçak'la Giray da eşlik ederdi. Cihangir kapıyı açınca mutlulukla gülümsememe sebep olmuştu.

"Hoş geldin güzelim."

"Hoş buldum."

İçeriye birkaç adım atarak arkamdaki adama baktım. "Mutfağa geçiyorum."

Kapıyı kapatırken sesi sakindi. "Geç bakalım."

Mutfağa girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey aldıklarımız oldu. Hepsini özenle yerleştirmişti. Bu adam gerçekten bana hiç benzemiyordu.

"Her şeyi yerleşti..."

Konuşarak Cihangir'e döndüğümde, onu o kadar yakınımda bulmuştum ki bir an sözüme devam edemedim. Başımı biraz daha kaldırarak o güzel ela gözlerine kavuştum. Öyle derin öyle anlamlı bakıyordu ki zor da olsa yutkunabildim.

Eli saçlarıma uzanıp küçük bir tutam yakaladı. "Bu mutfağa her girdiğimde mutlu oluyorum."

Merakla gözlerine bakarken mırıldandım. "Neden?"

"Çünkü seninle ilk defa burada, yine bu şekilde yakınlaştık."

Aklım beni maziye götürürken içimi bir hüzün kapladı. Dudaklarıma kırık bir tebessüm yer ettiğinde eminim ki gözlerime de bulaşmıştı. "Sonu kötü bitmişti ama."

Elindeki saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Benim suçumdu. Seni korumaya çalışıyordum."

Alaylı bakışlarımla ellerimi göğsüne yerleştirdim. "Kendinden mi?"

O bana zarar vermezdi ki. Beni sürekli kurtarıyordu. Aksine beni koruyan bir yuvadan başka bir şey değildi. Sığınağım, huzurum, her şeyimdi. Bağlılığı, sevgiyi, güven duygusunu ben onunla öğreniyordum. Bana hep güzel şeyler öğretiyordu. Sadece arada verdiği aşk acısı kalbimi sızlatırken beni de büyütüyordu.

"Farkında değil misin İnci? Ben hayatında olmasam belki de çoktan dönmüştün İstanbul'a. Başına gelen şeylerin yarısı benim yüzümden ve daha fazlasından korkuyorum."

Ela gözleri o kadar üzgün bakıyordu ki yaşadığım birçok şeyden kendini sorumlu tuttuğu çok açıktı. Fakat ben buraya onun için gelmedim. Beni bıraktığında da bu gitme sebebim olmayacaktı. Başımı göğsüne yaslayıp kollarımı beline doladım.

"Ne önemi var ki? Ben senin yanında mutluyum. İstanbul'da beni bekleyen kâbuslarım var."

Geniş bedenine sığınan narin bedenim kollarının beni sarmasıyla kayboldu. Sanki beni içine hapsetmişti ve kimsenin görmesini istemiyordu. Saçlarımın arasına küçük bir buse bıraktı.

"O adamın seni kaçırdığını bilmiyordum İnci. Eğer beni oraya çağırmamış olsaydı geç kalabilirdim..." Gerilen bedenini kollarının arasında fark ederken dişlerinin arasından konuşmaya devam etti. "O zaman o adamı mahvederdim ve kendimi hayatım boyunca affetmezdim."

Kokusunu derin derin içime çektim. Ben bu adama çok âşıktım.

"Özür dilerim Cihangir, sözünü dinlemedim. Ben seni çok kıskandım, bırakamadım o kadınla."

Kendini geriye çekerek elini çeneme yasladı. Başımı yukarı kaldırıp bakışlarımızı birleştirdi.

"Sana kızmak istesem de olmuyor, sonuçta oraya gelişin sadece tesadüftü. Düşünüyorum da ben senin yerinde olsam sakince orada oturmayı bırak o masayı yerle bir ederdim."

Utangaç bir gülümseme sundum. "O zaman seni kıskandırmamam gerekiyor."

Eliyle usulca çenemi okşadı. "Deneme bile."

***

Akıp giden dakikaların ardından Cihangir'le yemek yapmaya giriştik. Daha doğrusu o yemek yapıyor bense dikkatle onu izliyordum. Onu derken yaptığı işten bahsetmiyorum. Açıkçası bu pek de ilgimi çekmiyordu, yemek yapmak bana zevkli veya eğlenceli gelmiyor. Ben direk kendisini izliyordum. Elinde bıçakla, malzemeleri özenle doğruyordu. Dikkatli ve ciddi oluşu beni gülümsetirken o oldukça işine odaklanmış görünüyordu. Kendimi tezgâha yaslamış, kollarımı göğsümde toplamıştım. Yüzünün bir kısmını görsem de başımı döndürmesi için yeterliydi. Operasyon için uzattığı saçları ve kirli sakallarının ona ayrı bir karizma kattığı kesindi. Üstündeki lacivert tişörtü soğuğa meydan okurken bu durumu havaların soğuk olmasına rağmen evin sıcaklığına pay biçtim. Yine de ben kalın giyinirken onun soğukla arasının iyi olduğu belli oluyordu.

Hayranlıkla onu izlerken dudakları kıvrıldı. "Yakışıklıyım, biliyorum."

Söylediği beni gülümsetirken yanına yaklaşarak yanağına küçük bir öpücük bıraktım. Kendine olan özgüvenine bile hayrandım. Hayran olmamak elde değildi.

"Öylesin."

Başını bana çevirdiğinde ela gözleri içimi titretti. Nasıl anlamlı, nasıl güzel bakıyordu. Benden bu cevabı beklemiyordu herhâlde. Genelde birbirimizle uğraşmaya bayılırdık. Özellikle kimin daha çok bayıldığını söylememe gerek var mı bilmiyorum.

"Yalnız böyle devam edersen işime konsantre olamam sarışın."

Kıkırdayarak dilimlediği havuçlardan birini yürüttüm. "Sen bordo berelisin yüzbaşı."

Elindeki bıçağı bırakarak bana doğru döndü. İmalı bakışlarımla havucumu yiyordum.

"Bak hâlâ kaşınıyor." Eli belime dolanırken bana doğru eğildi. Yanağıma uzun bir öpücük bırakıp parmaklarım arasında yarısını yediğim havucu kaptı. Daha sonra kulağıma yaklaştırdığı dudaklarıyla fısıldadı. "Aklımı başımdan alıyorsun küçük tavşan."

Yanaklarım tekrar kızarmaya başlarken bizi yeniden göz göze getirdi. Panikle bakışlarımı kaçırdım. Cihangir'le işler bir anda tersine dönüveriyordu. Kalbim de kontrolüm dışına çıkıyordu tabii.

"Şey... Ben de yeşillikleri yıkasam iyi olur herhâlde."

Yüzünde kocaman bir tebessümle tekrar işine döndü. "Bak akıllanıyorsun hemen."

Devamı ise çok eğlenceli geçti. Birlikte çok güzel yemekler yaptık. Daha doğrusu o yapmış, yaparken de bana anlatıp aşçı yamağı olarak beni kullanmıştı. Sürekli güldüğümüz ve benim sakarlıklarımla devam eden zamanın ardından sofrayı kurmaya başladık.

"Burçak'a mesaj attın değil mi? Tatlıyı unutmasın."

Mutfaktan seslenen Cihangir'le elimdeki tabağı masaya bıraktım. "Evet, birazdan gelir."

Bugün yemeği hep birlikte yiyecektik. Masa her şeyiyle hazır olduğunda hayranlıkla baktım.

"Cihangir her konuda iyi olmak zorunda mısın? Harika bir sofra oldu."

Arkamdan sarıldığında çoktan yanıma geldiğini anladım. "Aynı başarıyı senden de bekliyorum."

Omuz silkerek tekrar masaya göz gezdirdim. "Bence bu eve yetenekli bir kişi yeter."

Çenesini omzuma yerleştirip hoş bir sesle konuştu.

"Bence bu eve artık bir kişi yetmiyor İnci." Anlık da olsa sessizliğe gömüldüm. Dudaklarımı kemirirken doğru anlayıp anlamadığımı çözmeye çalışıyordum. Ne anlamalıydım bu söylediğinden? Kuruyan boğazımdan dolayı yutkundum. Başımı bile çeviremiyordum. Elleri hâlâ belimde duruyordu. Beni yavaşça kendine çevirdi. Gördüğüm gözlerle kalbim yerinden çıkacak gibi çırpınıyordu. "Bana da bu soğuk ev yetmiyor. İçinde altın saçlı, mavi gözlü, gülüşü güzel, parmağında benim yüzüğümü taşıyan biri lazım."

Yüzüme ateş basmıştı yine. Kalbim işi abartmış iki katı hızlı çalışıyor, mideme kramplar giriyordu. Allah'ım o istesin ben her saniye gülerdim ona. Belki yemek yapamazdım ama evimizi de kalbini de ısıtırdım.

"Ben... Yani..."

Ne diyecektim şimdi? Zaten soru da sormuyordu ki cevap vereyim. Ya da soruyor muydu? Böyle olmazdı ki ama... Of Cihangir ya yine kalbimi ve aklımı savaşa düşürdün. Ben saçmalamaya devam ederken çalan kapıyla duraksadım. Cihangir derin bir nefes alırken, onun da garip bir şekilde cevap bekliyor oluşu beni mutlu etti. Lakin mutluluğumu kendi içimde yaşamayı seçtim.

"Ben, kapıya bakayım."

Cihangir'in kollarından sıyrılıp kapıya doğru adımlarken arkamdan mırıldanışını duyuyordum. "Kaç bakalım gelincik çiçeği, sonu yakın nasılsa."

 

💜💜💜

 

İnstagram: soylumery

Loading...
0%