@soylumery
|
Keyifli okumalar...🤗
Peki ya İnci... Ona ne emir verebiliyordum ne de sözümde duruyor. Hoş bu dediklerim olsa zaten sevgilim değil erim olurdu. Ben çok kıskanç bir adam değilim. Yani değildim... Ne bileyim, değilim sanıyordum. Fakat şimdi... Şimdi öyle mi? Kendimi ben bile tanıyamıyorum. Deli gibi kıskanıyorum İnci'yi. Fakat bu sefer dozu aştım sanırım. Kötü kırdım sevdiğim kadını. Allah'ım bu kadın niye bu kadar güzel? Başımı döndürüyor. İşin kötüsü sadece benim de değil her erkeğin başını döndürüyor. Nefesim o benim. Küçücük kalbiyle kalbime girip yuva yapmıştı. Şimdi öyle bir kurulmuştu ki oraya saltanat sürüyordu. Peki, ben onun o minicik kalbini ya tutamazsam ya kanatlanıp uçuverirse. Eskiden tüm kontrol aklıma aitti. Şimdi ise kalbim aklımın önüne taş koymuş sırıtıyordu. İnci söz konusu olunca aklımdan önce kalbim koşuyordu ve ben; sert, disiplinli, kuralcı adam İnci'nin bir hamlesinde şah mat oluyordum. Âşıktım, hem de çok... Şanslıydım da çünkü İnci gibi bir kadına sahiptim ve aptaldım... Kalbi böylesi güzel bir kadını kıracak kadar. İnci'ye güveniyordum. Şimdiye kadar küçük bir yalanı dışında hiçbir yanlışı olmamıştı. O yalanda da yine kendince beni düşünüyordu fakat kendi hemcinsime güvenemezdim. Benim ömrüm yurtlarda, askeriyede onca erkeğin arasında geçmişti. Hepsi ne düşünüyor bir bakışından anlardım. O herif benim kadınıma ilgiyle bakıyordu. İnci göremese de ben bunu görüyordum. İnci ise her erkeği kendine hayran bırakabilecek bir kadındı. Her erkeğin hayali olacak kadar da güzel. Ah be İnci'm ben nasıl kıskanmayayım seni? Oturduğum sandalyede sıkıntılı bir nefes vererek elimdeki kalemi masaya fırlattım. Koltuğuma biraz daha yaslanarak başımı arkaya yasladım. Gözlerim kapalı sadece İnci'yi düşünüyordum. İki gün olmuştu. İki gündür beni peşinden koşturuyor, ne yüzüme bakıyor ne de selam sabah veriyordu. Ne diyebilirim ki... Hak etmiştim bunu. Fakat beni görmezden gelerek sinirlerimi daha çok oynattığı açık ve netti. Zaten onu kaybetmekten korkarken bir de kendi ellerimle benden uzak durmasına sebep olmak akıl kârı değildi. Çalan kapımla kapanan gözlerimi aralayıp yerimde dik bir konum aldım. İçeriye giren Giray, elindeki evraklarla yanıma gelerek masama bırakırken sıkılmış duruyordu. "Şunlara bir göz at, onayın lazım." Başımı salladım sadece. Benim durgun hâlim de onun dikkatini çekiyor olacak ki sandalyeye otururken başladı sorguya. "Sorması ayıp nasıl küstürdün kadını da kara kara düşünüyorsun?" Masadan çektiğim bakışlarımı Giray'a çevirdim. "Ayıpsa sorma o zaman." Beni sallamayarak devam etti. "Burnuma kıskançlık kokuları geliyor." Sinirle homurdandım. "Senin burnun tıkanmış bence koku almıyor." Yüzündeki tebessümle biraz daha yerleşti yerine. "Şu hâline bakılırsa da doğru tahmin ettim." "Sana ne lan, sana ne? Her haltımı bilmek zorunda mısın?" "Ben senin badinim. Tabii ki bileceğim," dedi alayla. Tekrar ciddi bir havaya büründü. "İnci'ye güvenmiyor musun? Kadın seni çok seviyor." Bu herif beni sinirlendirmekten başka işe yaramıyordu. "Güveniyorum tabii ki Giray." "Sorun Mahir'se bence yanılıyorsun. İyi birine benziyor." Gözlerimi devirerek masaya fırlattığım kalemi tekrar elime aldım. "Sorun da bu ya zaten." Giray pek de anlayamamıştı demek istediğimi. "Nasıl yani?" Anlaşılan Giray'a açıklamam gerekti. Kalemdeki bakışlarımı kaldırarak yüzüne diktim. "İnci'yi kötü bir adama kaptıramam Giray, kaptırmam ama karşısına iyi biri çıkarsa..." Duraksayarak yutkundum. "Benden daha genç biri... İnci daha yeni yirmi beşine girdi." Dili tutulmuş bana bakan Giray kendine gelir gelmez kahkaha attı. "Ağabey sen iyi misin? Duyanda seni kırk yaşında sanacak." Suratım asık homurdandım. "Aramızda altı yaş var." "Şu anda beş." "Birkaç ay sonra yine altı olacak." Giray sakince elini çenesine götürerek durup düşündü. Kısa sürede karar vermiş olacak ki başıyla onayladı. "Ben anladım seni." Merakla kaşlarım havalandı. "Ne anladın Giray?" Sırıtarak imalı bakışlarını üzerime dikti. "Sendeki otuz yaş sendromu." "Ne diyorsun oğlum sen?" Alaylı bir tavırla arkasına yaslandı. "Otuz yaş sendromuna girmişsin diyorum." Oflayarak elimdeki kalemi Giray'a fırlattım. "Yürü git lan." Giray atik bir hareketle yakaladığı kalemi tekrar masama bıraktı. "Madem bu kadar kıskanıyorsun evlen ağabey. Neyi bekliyorsun ki?" Bir süredir sadece bunu düşünmekle meşguldüm. Hatta İnci'ye imasını bile yapmıştım ama bu o kadar kolay değildi işte. "Bunu ben de düşünüyorum Giray. Lakin o kadar basit değil işte. İnci'nin ailesi beni istemiyor ve evlenirsek benim yüzümden belki de ailesinden tamamen kopmak zorunda kalacak. Anne babasızlığın ne demek olduğunu en iyi ben bilirim. Sonra evlilikle ilgili ne düşünüyor bilmiyorum. Biraz ima ettim ama hiç sesi çıkmadı. Gerçi fırsatı da olmadı zaten. Hem ona kıyamıyorum lan. Yarını olmayan bir adamla neden evlensin ki?" Giray da dalıp gittiğinde ikimizin de en can alıcı kısmın son cümlem olduğunu biliyorduk. "Sana tek bir önerim var." Yapay bir merakla öne doğru eğildim. "Allah Allah, neymiş o?" "Git ve evlenme teklifi et." Alayla gülerken arkama yaslandım. "Lan niye ben bunu düşünemedim?" Biraz önceki dalgayla konuşan Giray ciddiyetle öne eğildi. "İnci kocaman kız, senin düşündüklerini o da düşünebiliyor muhakkak. Bırak da kararı o versin. Sonuçta iki seçeneği olacak. Ya evet der ya da hayır." Hayır, hayır... Hâlâ eksik düşünüyordu. Cevabın biri beni yüceltecekken biri yerle bir edecekti. Ben altında kalacağım ağırlıktan da korkuyordum. "Anlamıyorsun Giray. O hayır cevabı beni bitirir lan. Ona sesim çıkmaz ama..." Elimi kalbime bastırdım. "Şurası mahvolur." Ne kadar da saçma bir yerde tıkanmıştım. Hem benimle evlenmesini deli gibi istiyor hem de benim gibi sonu belli olmayan bir adamla evlensin istemiyordum. Ama gerçek şu ki benden başkasıyla evlensin hiç istemiyordum. "Olmuşsun sen, daha fazla neyi uzatıyorsun ki? İnci seni seviyor, sen de onu seviyorsun. Size lazım olan bir yuva." "Her neyse... Zaten şu an bir teklif yapsam vereceği tek cevap hayır olur. Önce gönlünü almam lazım." Giray ayaklanırken beni onaylamakta gecikmedi. "Bence de iyi yaparsın. Madem kırdın tamir et. Hadi bana müsaade." Giray'ın çıkmasıyla biraz oturarak bana getirdiği evraklarla ilgilendim. Geçen sürenin ardından telefonu elime alıp İnci'yi aradım. Meşgule almasıyla kaşlarım çatıldı. Küçük hanım bu sefer bayağı çektirecekti anlaşılan. Ben de kararımı vermiştim, bütün korkularımdan kurtulacaktım artık. İnci'den Yine yoğun iş temposuyla çalışıyordum. Bir tane iş başvurusu almıştım ve çok şükür ki anlaşma sağlamıştık. İşin iyi yanı yarın işe başlıyor oluşuydu. Bu durum beni mutlu ederken yine de aklım Cihangir'deydi. Ona hâlâ kızgın olsam da merak ediyordum. Ama aradığında da bilerek açmamıştım. Fazla trip yapmıştım belki ama aşka tripler de dâhildi sonuçta. Sandalyeme oturmuş bilgisayardan eksik stoklara bakarken kliniğin kapısı açıldı. İçeriye giren Sinan'la ayağa kalktım. "Hoş geldiniz Sinan Bey. Ben de tam eksiklere bakıyordum." Sinan gülümseyerek elini uzattı. "Hoş buldum İnci Hanım. Nasılsınız?" "Teşekkür ederim. Siz nasılsınız?" Sandalyeye oturarak arkasına yaslandı. "İyiyim, teşekkürler." O oturduğunda ben de oturup Yusuf'a seslendim. "Yusuf, Sinan Bey'e çay ikram edelim." Kendi görünmese de arkadan sesi geliyordu. "Hemen abla." Gülümseyerek ellerimi masanın üzerinde birleştirdim. "Katalogları getirdiniz mi?" Yanında getirdiği siyah çantasından çıkarttığı kataloğu bana doğru uzatarak masama bıraktı. Elimle kavrayıp kendi önüme bıraktım. O sırada çayı da geldiğinde ufaktan kataloğu incelemeye başladım. Sinan mümessildi ve birçok ürünü ondan tedarik ediyordum. Firmaları bu konuda gerçekten başarılıydı. Sinan da çok efendi ve işinde iyi biriydi. Ayrıca her zaman şık giyinir saygıda kusur etmezdi. Bu sebeple bile tercih sebebim olurdu kendisi. Bir ürünün kalitesi kadar pazarlamasının da kıymetli olduğu aşikârdı. "İşte burada!" Parmaklarım katalog üzerinde gezerken heyecanla istediğim ilacı gösterdim. "Bunu istiyorum." Sinan gösterdiğim ürünü görmek için eğilmiş bakarken kliniğin kapısı bir kez daha açıldı. Kimin geldiğini görmek için başımı kaldırdığımda Cihangir'le göz göze geldim. Sinan da benim baktığım yöne dönerken Cihangir çatık kaşlarıyla yanımıza adımladı. "Güzelim." Bana öyle bir sesleniyordu ki içim gidiyordu. Sakince ayağa kalktım. "Beklemiyordum." Sinan'a ters bir bakış atarak bana bir adım daha yaklaştı. "Aradım ama duymadın sanırım." İmalı ses tonuyla konuşurken gülmemek için kendimi zor tuttum. Evet, aramıştı ve açmamıştım. O da bunun farkındaydı. Çünkü iki gündür aynı döngünün içinde devam ediyorduk. "Öyle mi? Hiç farkında değilim." Sesimdeki alayı fark ederken gözleri kısıldı. Fakat şu an bu konuyu tartışmayacağını biliyordum. Dik bakışları benden sıyrılıp Sinan'ı buldu. "Ben İnci'nin nişanlısı Cihangir. Sizi daha önce görmemiştim." Kendisini nişanlım diye tanıtması tek kaşımı kaldırmama sebep olurken ses tonundaki sahipleniş yine de hoşuma gidiyordu. "Sinan Terzi. İlaç firmasından geliyorum. Memnun oldum." Cihangir cevabını yeterli bulmuş olacak ki memnuniyetle başını salladı. "Ben de." Tekrar yerine oturan Sinan'la ben de oturmak istemiştim ama Cihangir çoktan koltuğumu gasp etmişti bile. Sinan'a belli etmeden homurdandım. "Başka yer mi yoktu?" Yüzsüz yüzsüz sırıtırken biraz daha kuruldu. "Burası daha rahat." Ayakta kalmak canımı sıksa da onu görmezden gelerek Sinan'a döndüm. "Sinan Bey simental ve holstein tohumu da istiyorum. Düve tohumu ayrıca olsun." Ben konuşurken Cihangir'in bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum, yine de görmezden gelmeye çalıştım. Sinan da dikkatle beni dinliyordu. "Tabii İnci Hanım. Yanımda mevcut. Dilerseniz hemen verebilirim." Söyledikleri beni mutlu ederken Yusuf'a seslendim. "Yusuf azot tankını getirir misin canım?" Yusuf kısa sürede arkadan elinde tankla çıktı. "Geldim abla." Onun gelişiyle Sinan ayaklandı. "Başka bir şey yoksa bana müsaade İnci Hanım." "Tamam. Görüşürüz o zaman. Yusuf size yardımcı olur." Onlar çıkar çıkmaz yanı başımda duran adama döndüm. "Nedense bazen sevgili, bazen de nişanlı oluyoruz." Masamla ilgilenirken yandan bir bakış attı. "Nişanlı olsak da her daim sevgiliyiz sonuçta." Kollarımı göğsümde birleştirdim. Gözlerim kısılırken hafifçe ona doğru eğildim. "Hayır Cihangir, nişanlı değiliz. O sadece bir yalandı. Sevgili kısmına gelince de o konuda da şüphelerim var bu aralar." Masam ilgi odağı olmaktan çıkmıştı artık. Başını usulca bana çevirdiğinde sesi ürkütücü çıkıyordu. "İnci!" Ben yeni bir tartışma beklerken o gözlerini kapattı. Daha sonra derin bir nefes alarak beni şaşırtıp gülümsedi. "İnci'm hadi yemeğe gidelim. Hem biraz yalnız kalıp konuşuruz. İkimize de iyi gelir." Vay be! Benim sevgilim nasıl da sabırlı ve de kibardı. Kararsız kaldığım sırada iş telefonum çaldı. Açarak kulağıma götürdüğümde bir süre karşı tarafı dinledim. Doğum için aramışlardı ve zamanlama harikaydı. Telefonu kapatıp hâlâ benden cevap beklemesine rağmen umudunu yitirmek üzere olan adama baktım. "Ben gidiyorum." Merakla bana doğru döndü. "Nereye?" Umursamazca toparlanmaya başladım. "İşim var." Ayağa kalkarak ciddi bir şekilde karşıma dikildi. "Tamam, ben de geliyorum." "Nereye?" "Sen nereye gidiyorsan ben de oraya." Dudaklarımı birbirine bastırdım. Hoşuma gitmişti ama şaşırmıştım da. "Doğuma yani." Kendinden emin ifadesi bozulurken yüzünde gördüğüm tedirginlik beni gülümsetti. "Doğuma mı gidiyorsun?" "Hıhı." Derin bir nefes aldı. "Tamam, ben de gelirim. Hem seni hiç sahada çalışırken görmedim." Benimle arasını düzeltmek için çabalayan adamın gözlerine dalıp gittiğimde ona ne kadar âşık olduğumu düşünüyordum. Bu haksızlık değil de neydi? İçimden geçenler ne kadar farklı olsa da dilim umursamazdı. "Sen bilirsin." Geç kaldığımı fark ederek telefonumu ve çantamı aldım, üzerime de hırkayı geçirdim. Cihangir'i beklemeden önden giderken arkamdan geldiğini biliyordum. Klinikten çıkıp arabama bineceğim sırada beni durdurdu. "Ben sürerim güzelim." Huysuzca karşı çıktım. "Kendi arabamı kendim sürebilirim." Benim kesin konuşmamla homurdanarak yolcu tarafına doğru ilerlemeye başladı. Biliyordum şu an her söylediğime sinir oluyordu. Sürekli onu terslemem, umursamamam da hoşuna gitmiyordu ama hak etmişti. Cihangir'in konuşma çabalarını ısrarla reddetmemle süren yolculuğumuz hayvan sahiplerinin evine gelmemizle son buldu. Bu eve daha önce geldiğim için hayvan sahiplerini tanıyordum. Yaşlı bir amca ve karısı yalnız yaşıyorlardı ve bir inekleri bir de danaları vardı. Kornaya basmamla Hakkı amca kapıya çıktı. "Koş baytar hanım kızım, doğuramadı bizimki." Arabadan inerek arkaya geçtim. "Tamam Hakkı amca sakin ol, hallederiz şimdi." Üzerime iş tulumumu geçirip ayağıma da çizmelerimi giydim. Bir yandan da doğumla ilgili bilgi alıyordum. "Ne zaman başladı doğum?" "Yarım saati geçti." "Kanama var mı? Buzağıyı gördün mü?" Hakkı amca gereksiz olduğunu düşündüğü ya da dikkat etmediği cevaplarla isyan etti. "Ne bileyim kızım ben. Ayakları var ama kafa yok ki." "Pekâlâ, sormuyorum bir şey." Ben kendimi kaptırmış doğum malzemelerini alırken bir an Cihangir dikkatimi çekti. Arabaya yaslanmış hayranlıkla beni izliyordu fakat ben birazdan gösterecektim ona hayranlığı. İntikamım acı olacaktı. "Cihangir yardım eder misin? Doğum krikosunu sen al." Pek hevesli olmasa da yardım istemiş olmam onu sevindirmiş olacak ki hemen yanıma geldi. "Tamam, hangisi?" Arabanın bagajında duran metal parçaları işaret ettim. "Şu metal parçalar." Haberi yoktu ama bu doğumu o yaptıracaktı. İstediklerimi almasıyla birlikte ahıra geçtik. Eldivenleri giyerken bir çift de ona verdim. Bu kadarını yapabilirdim. "Bunu ne yapacağım?" Huysuz tavrıyla şirince gülümsedim. "Bana malzemeleri verirsin." Derin bir nefes aldığında ortamın kokusuyla yüzü buruşurken ben oldukça eğleniyordum. "Hakkı amca sen hayvanı sabit tut, olur mu?" Hakkı amca beni onaylayarak baş kısma geçerken ben de arka tarafa geçtim. Dikkatle ilk başta buzağının geliş pozisyonunu kontrol ettim. Buzağıların doğumda ilk önce ön ayakları hemen ardından da başı gelirdi. Ön ayakların ikisi de kanala girmiş olsa da ne yazık ki baş içeride yana düşmüştü. Doğum iplerini alarak buzağının ön ayaklarına hızlıca geçirdim. "Cihangir şunu tutar mısın?" Bana şaşkın şaşkın baksa da el mecbur gelerek ipi tuttu. "Böyle mi?" Elinden tutarak geriye çektim. "Biraz gergin tut ve bırakma." Onu tembihlememin ardından hızlıca göz çengellerini aldım. Kanala girip buzağının göz çukurlarına çengeli takmış, başını da sabitlemiştim. İkinci ipi de Cihangir'e uzattım. "Bunu da tut bakalım." Diğer ipi de tutan Cihangir'le doğum krikosunu ineğe sabitlemiştim sonra da ayaklarını bağladığım ipi krikoya tutturdum. "Tamam. Şimdi bütün iş sende Cihangir. Krikoyla buzağıyı çekeceksin, ben de kontrol edeceğim." Gözleri gördüğü görüntüden memnun değildi. Suratı buruşmuş ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. "Ben mi? Emin misin? İnci bu hiç hoşuma gitmedi benim." Onun kaçışını engellemek adına çıkıştım. "Ne yapalım, ölsün mü buzağı?" Yanaklarını şişirerek sözümü dinledi. "Of İnci, of!" Benim kontrolümde rahat bir şekilde kanaldan çıkan buzağı, annenin ayakta olması sebebiyle yere düşmeden abartılı bir panikle Cihangir'e seslendim. "Cihangir çabuk tut buzağıyı, yere düşecek." Benim panik hâlimle hızla yavruya bir şey olmasın diye kucaklayan sevdiğim bilmeden asrın hatasını yapmıştı. Tulum bile vermediğim için giydiği kıyafetleri, üstü başı tamamen doğum suyu ve kan oldu. Buzağıyı bıraktığında yere çökerek durumunu kontrol ettim. Gayet sağlıklı görünüyordu. Başımı kaldırdığımda Cihangir kollarını iki yana açmış kendine bakarken, kahkaha atarak yerimde tepinmek istiyordum ama şu an bu mümkün değildi. "Ulan... Ulan şu hâlime bak." Eliyle üzerine yapışan tişörtünü üzerinden geriye çekti. "Leş gibi kokuyor." Dudaklarımı birbirine bastırarak kendimi sıkmaktan yanak kaslarım ağrımıştı. Gülümsememi gizlemeye çalışırken başımı kaldırdım. "Bence gayet iyi görünüyorsun." Keskin bakışları beni bulduğunda dayanamayıp kahkaha atmaya başladım. Hayvanı da korkutacaktım onun yüzünden. Bilerek yaptığımı anlamış olacak ki gözleri kısıldı. "İnci!" Hızlıca önüme dönüp buzağının göbek bakımını yaptım. Buzağıya bakarak şirince gülümsedim. "Hoş geldin yakışıklı." Hakkı amcaya dönerek buzağıyı işaret ettim. "Hakkı amca yavruyu annesinin yanına koy da kurutsun." "Tamam kızım." Hakkı amca dediklerimi yaparken ben de anneyi muayene edip malzemeleri topladım. Anne ve yavruya yaptığım bir iki enjeksiyonla da işim bitmişti. Ahırdan çıkınca Hakkı amcaya döndüm. "Geçmiş olsun Hakkı amca. Annesi kurutunca hemen sağıp doyurun yavruyu." "Sağ ol evladım, sen de olmasan... Allah razı olsun senden." Neşeyle gülümsedim. İşte benim mesleğimin en güzel, en sevdiğim yanı buydu. Bir cana yardım etmek, yeni bir canın gelişine vesile olmak. Bu paha biçilemezdi. "Senden de Hakkı amca. Ee buzağın erkek, ne koyacaksın adını?" Hakkı amca memnun tavırla gülümsedi. "Bunu da sen koy bakalım baytar hanım kızım." Beklediğim cevabı duyunca yanımda asık suratla duran Cihangir'e kısa bir bakış attım. "Bence ismi Cihan olsun. Ne de olsa onun doğumunu Cihangir yaptırdı sayılır." Gülerek söylediklerimle Cihangir yandan bakışlarını üzerime sabitledi. Ona yaptığım şeyi çoktan anlamıştı. Hakkı amca her şeyden habersiz onayladı. "İyi o zaman, adı Cihan olsun." Hâlâ suratı asık adama döndü. "Oğlum sen de böyle kötü oldun ama..." Cihangir'in şu an içinden geçenler farklı olsa da Hakkı amcaya karşı oldukça saygılıydı. "Sorun değil, biz gidelim artık." Hakkı amcayla vedalaşarak bahçeden çıktık. Arabaya ulaşınca her şeyi yerleştirip üzerimdeki tulum ve çizmeden kurtuldum. Cihangir tam arabaya bineceği sırada cırladım. "Dur! Öyle arabama binemezsin." Sinirle bana dönmesiyle yüzümü buruşturmadan edemedim. Gerçekten kötü görünüyordu. "Ne yapmamı istiyorsun peki İnci?" Masum bir şekilde gülümsedim. "Burada bir tulum daha var, onu giyebilirsin." Dudaklarını yalayıp gözlerini kapattı. Sakince yanıma adımlarken öyle sert bakıyordu ki beni korkuttuğu çok açıktı. Arabayla kendi arasında bıraktığı bedenimle dişleri arasından tısladı. "Demek bir tulum daha var." Zorla yutkunurken başımı aşağı yukarı salladım. "Yalnız çok yaklaşmasan, üzerin çok şey de... Bir de kokuyor, biliyor musun?" Elini arabaya yaslarken bana inat biraz daha yaklaştı. "Dua et ki bunu hak ettim İnci. Yoksa elimden kurtulamazdın." En azından hak ettiğini düşünüyor oluşu beni mutlu etti. Demek ki hatasının farkındaydı. Hâlâ geri çekilmeyerek gözlerimin içine bakarken tek gördüğüm saf aşktı. Bir süre birbirimize dalıp gitmişken yalvaran sesi kulaklarıma çalındı. "İnci'm... bak cezamı da çektim. Affet artık beni. Hatalıyım biliyorum ama kıskandım, çok kıskandım. Anla beni." Affetmeyi çok istiyordum ama içimde bir yerler fazla kırgındı. Beni kıskanması değildi problem, başka bir adamın yanında azarlaması çok zoruma gitmişti. Bir de bana imada bulunması berbattı. "Ben oradan bakınca, seni aldatabilecek bir kadın gibi mi duruyorum Cihangir?" İtiraz ederken pişmanlığı gözlerinden ses tonuna yansıyordu. "Hayır güzelim, asla... Hiçbir zaman böyle düşünmedim." Kırık sesimle mırıldandım. "Ama çok güzel ima ettin." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Etmedim. Sadece bir an düşünmeden konuştum ve seni kırdım. Amacım böyle bir şey söylemek değildi." Gittikçe kısılan sesimle alttan bakışlarımı gözlerine diktim. "Peki ya beni başkasının yanında azarlaman?" Acı çekercesine gözlerime baktı. Benim mavilerime çoktan sis bulaşmıştı. "Adam senin elini tutuyordu İnci. Ben haklıyım demiyorum ama beni de biraz anla." Gözlerimi kaçırarak başımı yana çevirdim. "Eve gitmek istiyorum." Geri çekilirken yüzünde daha önce görmediğim bir kırıklık vardı. Bir an kalbimde bir yerler sızlarken ona sarılmak istesem de şu an çok da doğru bir seçenek gibi gelmedi. Kırmıştı, çekinmedim ben de kırdım. Oysa o tamir etmeye çalışıyordu. "Tamam gidelim." Tekrar arabama yönelmesiyle yeniden cırladım. "Cihangir üstün..." Homurdanarak arabaya bindi. Benim güzel arabama o üstü başı doğum suyu olan hâliyle bindi. "Bu da senin cezan. Arabanı yıkattır küçük hanım." *** Yine aramız kötü bir şekilde ayrılmamızla Burçak'la biraz sohbet etmiş, saatin ilerlemesiyle de odama kapanmıştım. Şimdi yatağıma yatmış düşünüyordum. Kimi olduğu çok açık, sevdiğim adamı. Seviyordum işte... Her şeyden çok, herkesten çok. Nasıl bir aşka tutulduysam ona kızgınken bile bir adım uzağına düşemiyordum. Ben tutsaktım o adama. Beni nereye sürüklese gidebilecek durumdaydım. Mantığım bu durumu kabullenmese de kalbim çoktan kabullenmişti. Aşk ne güzel şeydi. Hele de Cihangir'le. İki gündür yeterince süründürmüştüm onu. Hele bugün yaptıklarım... Koskoca yüzbaşıyı ne hâle getirmiştim. Aklıma ellerini açmış üzerine bakarken ki hâli gelince yine kıkırdadım. Kıyamazdım ki ben ona. Hele sondaki bakışları içimi eritmiş, 'affet' demişti. Tıpkı ilk sevgili olduğumuz gün gibi. O zaman da kapıma dayanıp affet demişti. Ne güzel de alttan alıyordu zorda kalınca. Biliyordum kıskançlıktan yapmıştı her şeyi ama bana da yazık. Hak etmedim o sözleri. Telefonu elime alıp aptalca baktım bir şey var mı diye. Biliyordum mesaj atmazdı. Bugün yaptıklarımdan sonra da arayacağını sanmıyordum. Adamın burnundan getirmiştim. Fena da olmamıştı aslında. Benim işimi de öğrenmişti bu vesileyle. Hem de bir doğum yaptırmış, bir buzağıya ismini bile vermişti. Yine yüzümde büyük bir tebessüm meydana geldi. Onunla ilgili her şey beni gülümsetip mutlu ediyordu. Sakince Gölge'ye uzanıp kollarımın arasına aldım. Cihangir yerine ona sarılıyordum. Bir süre sonra sevdiğim adamı düşünerek kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım. Belki de sevdiğim adamı affedip ikimize de acı çektirmekten vazgeçmeliydim. Sabahın erken saatlerinde çalan kapıyla gözlerimi aralamak istesem de bir türlü yapamıyordum. Kapının tekrar çalmasıyla gözümü yarım bir şekilde aralayarak yatakta doğruldum. Saate baktığımda daha yeni altı olmuştu. Sanki biri kapımızı çalmak için tam altı olmasını beklemiş gibiydi. Üzerimdeki puantiyeli pijamalarımı umursamadan odadan çıkıp koridorda ilerlemeye başladım. Burçak'ın açılan kapısıyla ona dönerek yatmasını işaret ettim. "Sen dur, ben bakıyorum." Başıyla beni onaylamasının ardından tekrar önüme dönerek kapıya ulaştım. Bu saatte çalan kapıyla tedirgin olurken kapının minik gözetleme deliğinden kim olduğuna baktım. Cihangir'i gördüğümde çabucak kapıyı araladım. "Cihangir!" Sesi yorgun, bir o kadar da yıpranmış çıkıyordu. "İnci."
⭐️💛⭐️💛
İnstagram: soylumery |
0% |