@soylumery
|
Keyifli okumalar...🫶🏻 Günler beni buraya biraz daha alıştırıyor, işimde de giderek daha çok tanınmamı sağlıyordu. Aynı zamanda susmak bilmeyen telefonum, ailem ve sevgili(!) eski nişanlım tarafından fazlasıyla rahatsız ediliyordu. Bu durum için çözümü hattımı değiştirmekte buldum fakat benim üstüme olan bir hat maalesef ki bir işe yaramayacağı için Burçak'tan faydalandım. En azından bir süre daha bu durum onları oyalardı. Klinikte Yusuf'la yeni gelen ilaçları dizerken aynı zamanda da şarkı mırıldanıyordum. Yemek konusunda beceriksiz olsam da düzen konusunda oldukça iyiydim. Yani iyi olduğumu düşünüyordum. Gerçi eskiden temizlik işlerini bile yapan birçok çalışandan bana fırsat kalmıyordu ama şimdi her işi kendim yapmaya başlamıştım. En büyük yardımcılarım ise evde Burçak, klinikte ise Yusuf'tu. Yusuf'la aramız oldukça iyiydi. İşle ilgili her konuda birbirimize danışıp öyle hareket ediyorduk. Yaşı küçük olsa da buranın yerlisiydi ve akıllı bir çocuktu. Bana insanları anlatıyor, kime nasıl davranmam gerektiğini gösteriyordu. Zaten birçok müşteriyi tanıyor, onlar da Yusuf'u biliyordu. İlaç dizerken bana bakar, her ilacı benim gibi dizmeye çalışırdı. Belki basit gelecek ama ilaçlar da kendi içinde kısımlara ayrılır, her biri farklı bölümde yer alırdı. İlaçları dizerken Yusuf'a etkenlerini ve ne işe yaradıklarını tek tek anlatıp öyle diziyordum. Beni her seferinde can kulağıyla dinleyip ciddi bir şekilde başıyla onaylıyordu. Yedek anahtar Yusuf'taydı ve her sabah benden önce kliniği açıp çay koyuyordu. Evde ne zaman kahvaltı yapmasam, ki çoğu zaman ihmal ediyordum, mini buzdolabına koyduğumuz kahvaltılıkları hazırlar, simit alır ve çocuk gibi karnımı doyurmamı sağlardı. Her seferinde de "İnci abla, annem aç karnına kafan çalışmaz der. Sen veteriner hekimsin, aç olmaz," derdi. Bu durum beni gülümsetirken anneden farksız küçük Yusuf'un kahvaltı etmesine rağmen bana eşlik etmesi karşılığında teklifini kabul ediyordum. Boş zamanlarımızda ders çalışarak onun eksiklerini kapatmaya çalışıyorduk. Daha çok küçük olmasına rağmen sorumlulukları ağırdı. Aynı zamanda da ders çalışıyor, sınavlarını vermek için çaba harcıyordu. Kahvaltı yaparken mutlaka bana yapamadığı soruları sorardı. İşime dalmış devam ederken kliniğin kapısı açıldı. "Selam canım." Duyduğum sesle düşüncelerimden ayrılıp neşeli bir şekilde içeri giren Burçak'a döndüm. "Selam güzellik. Bu saatte çalışmıyor muydun sen?" Kısa bir sarılmanın ardından masamın önündeki karşılıklı koltuklara oturduk. Elindeki çantasını bırakarak saçlarını düzeltti. "Evet ama bu yakınlarda biraz işim vardı ve sana da uğramak istedim." İçten bir gülümseme sundum. "İyi etmişsin." İlaç dizmeye devam eden Yusuf'u buldu bakışlarım. "Yusuf, bize iki kahve yapar mısın? Orta olsun." Bize dönen Yusuf hemen hareketlendi. "Hoş geldin Burçak abla. Hemen hallediyorum." "Hoş buldum yakışıklı." Yusuf çıktığında bakışlarım tekrar Burçak'ı buldu. "Ee ne yaptın anlat bakalım." Arkasına yaslanarak derin bir nefes aldı. "Ne yapayım, aynı işte. Hastane çok yoğun, başımızı kaldırmaya fırsat olmuyor." Onaylarcasına başımı salladım. "Anlıyorum. Devlet hastanesinde çok normal." Bir kere Burçak'la ben de gitmiştim ve gerçekten de dediği kadar vardı. Benim işlerimden bile yoğun çalışıyordu. Tabii kendi işinin patronu olmak da ayrıcalıktı. "Aynen. Ee sende ne var, ne yok? Karşılaştınız mı yine senin yüzbaşıyla?" Burçak bıyık altından gülerken imalı bakışlarıyla surat astım. "Kaç defa söyleyeceğim, benim falan değil o. Hem en son seninle iki hafta önce görmüştük canım. O da tesadüftü zaten." Burçak kıkırdarken kahveler gelince susmak zorunda kaldık. Aynı anda kahvelerimizi yudumlayıp önümüzdeki sehpaya geri bıraktık. "Demek nişanlının arkasından gün sayar oldun. Kızım adam asker... Belki de görev çıktı. Hem alış bunlara gün gelecek bir ay gidecek sesini bile duyamayacaksın." Gözlerim kısılırken Burçak'ın saçını çektim. Koluma vurup başını tuttu. Suratı buruşmuştu bile. "Ne çekiyorsun be! Acıdı." Bana kızarken tıpkı onun gibi ben de yüzümü buruşturdum. "Kızım biz o ego yığınıyla nişanlı falan değiliz, beni delirtme! Sen o akşam arkadaşlarına yaymasan o konu çoktan kapanacaktı." Sırıtarak tekrar eline aldığı kahvesinden bir yudum daha içti. "Kötü mü yaptım? Ayrıca adam çok yakışıklı. Hem bütün saat Deniz'in sana asılmasını bir dakikada kesmiş olduk. Ayşe'yi düşündüm ben. Ayrıca dikkatini çekerim ki yüzbaşı da ses çıkartmadı. Hoşuna gitti sanırım." Fincanını bırakırken gülerek devam etti. "Tabii buldu Barbie bebeği, niye itiraz etsin ki?" Kaşlarım çatılmıştı. Elimdeki kahvemi bıraktım. Şimdi arkadaşım demeden yolacaktım kıvırcık saçlarını. "Saçmalıyorsun Burçak. Adam her seferinde ufaklık diye dalga geçiyor benimle." Bilmiş bir edayla arkasına yaslandı. "Aç biraz gözlerini. Madem ufaklık olarak görüyor, niye nişanlım diyor? Sadece seni sinirlendiriyor o kadar." Parmağını diline dokundurup önümüzdeki sehpaya sürdü. "İşte buraya yazıyorum, senden en fazla beş altı yaş büyüktür. Doktorum kızım ben." Şaşkınca Burçak'a baktım. Doktor olmasına nasıl bağlamıştı durumu merak ediyordum. "Sen kafayı yemişsin. Adam beni araştırmış, Tuna'yı bile biliyor. Neyi, nasıl bildiği de meçhul de neyse. Ayrıca hani aşk kadınıydın sen?" Saçlarını geriye attı. "Tabii ki aşk kadınıyım ve gelecekteki aşkı da pekâlâ görebiliyorum. Hem bırak da herkes öyle bilsin. Burası İstanbul değil küçük hanım." Kliniğin kapısı açılırken hızlıca konuştum. "Bence gelirken sıcak başına geçmiş senin. Hastaneye gidince bir baksınlar sana." Suratını buruşturan arkadaşımla gülerek ayağa kalktım. Kapıdan içeri giren adama dikkatimi vermiştim. "Buyurun, hoş geldiniz." Orta yaşlarda olduğunu anladığım yer yer kır saçları olan adamın elindeki kafeste muhabbet kuşu vardı. "Hoş buldum. Bizim kuşa bir şey oldu veteriner hanım. Kanadındaki bütün tüyler döküldü." Uzaktan kafese bir göz attım. Elimle muayene odasını gösterdim. "Bir bakalım isterseniz önce." Yusuf, adama öncülük ederken Burçak da ayaklanmıştı. "Sen işine bak. Ben gidiyorum." Arkadaşımı öperek yolcu ettim. "Tamam. Akşam görüşürüz." Muayene odasına geçtiğimde ellerime eldivenlerimi giydim. Üzerimde de beyaz önlüğüm vardı. Sedyede duran kafesin içindeki kuşa baktım bir süre. Başımı kaldırıp gülümsedim. "Erkek değil mi? İsmi ne?" Sahibi başını salladı. "Badem." Kafesi işaret ederek Badem'i gösterdim. "Elinize alır mısınız? Bir bakmak istiyorum." Kendim almak istememiştim. Çünkü muhabbet kuşları çok narin hayvanlardı ve onları korkutmak, aşırı heyecanlandırmak kalp krizine bile sebep olabilirdi. Bu yüzden en sağlıklısı onu sahibinin almasıydı. Adam, kuşu eline alarak bana doğru uzattı. Bir süre kanadını, gagasını, tüylerini, göğüs kısmını inceledim. "Başka bir sıkıntısı var mı?" Muayeneme devam ederken kuş hakkında da bilgi alıyordum. "Hayır." Başımı sallayıp Yusuf'tan tırnakları ve gagası için makas istedim. Yusuf'un vermesiyle gaga ve tırnak bakımına başladım. "Genel bir sıkıntısı yok gibi geldi bana. Gayet de canlı duruyor. Bu dökülme mevsimsel ya da eş isteğinden kaynaklı olabilir." Sözlerim biterken bakımı da bitirmiştim. "Ne yapmamız gerekiyor?" Kuştan aldığım bakışlarımı adama çevirdim. "Kafese koyabilirsiniz, işimiz bitti." Adam kafese koyarken devam ettim. "Önce vitamin desteği vereceğim ve bir yem önerim var. Ayrıca bence yanına bir eş alın." Muayene odasından çıkarak dolaptan vitamin ilacı aldım. Bizdeki kuş yemlerinden de bir tane verdim. Ödemesini yapan adamı yolcu ederek masama ilerlerken çalan iş telefonum dikkatimi çekti. Hemen masadan alarak açtım. "Buyurun İnci Veteriner Kliniği." Karşı taraftan telaşlı bir ses yükseldi. "Baytar yetiş! Bizim düve doğuruyor." Karşı tarafın telaşına karşın oldukça sakindim. "Tamam sakin olun. Adresi söyler misiniz?" Karşı tarafın söylediği adresi not defterime yazdım. Kapatarak Yusuf'a seslendim. Yine uzak bir köye gidecektim. "Yusuf ben doğuma gidiyorum. Beni bekleme, sen kapat kliniği." Muayene odasını temizlerken sesi geliyordu. "Tamam abla, merak etme." Çantamı alıp klinikten çıktım. Ne yazık ki gideceğim yer bayağı uzak bir köydü ve acele etmem gerekiyordu. Uzun ve hızlı bir yolun ardından arabadan inip beni kapıda bekleyenlere baktım. Yaşlı bir amca ve teyze beni bekliyordu. Üzerime tulumumu geçirdim. Çabucak malzemeleri de alarak ahıra girdim. Hayvanı muayene ettiğimde anladım ki buzağının pozisyonu normal olsa da oldukça büyük bir yavruydu. Yine de şansımı deneyip doğumu yaptırmak istesem de bir türlü başarılı olamadım. Kanal çok dardı ve düve doğumu olduğundan büyük olan yavru çıkacak gibi durmuyordu. Denemeyi bırakarak hayvan sahibine döndüm. "Buzağı çok büyük, anne düve olduğu için kanal çok dar. Bu şekilde doğum yapması çok zor. Yavruya da anneye de zarar verebiliriz. Fazlasıyla da zaman kaybettik." Yaşlı amca benden daha telaşlıydı. "Ne yapacağız peki baytar hanım kızım? Bizim tek varlığımız Boncuk." Düvenin adının Boncuk olduğunu duymak tebessüm etmemi sağladı fakat yeri ve zamanı değildi. Bozuntuya vermeden hasta sahibine döndüm. "Ben sezaryen öneriyorum. Şu an tek yapabileceğim bu." Ne yazık ki kabul etmekten başka çareleri yoktu. Anne ve yavruyu kaybetme ihtimalindense bu daha akıllıca bir seçimdi. "Bilen sensin baytar hanım kızım. Yeter ki zarar gelmeden kurtar ikisini de." Hemen arabama gidip operasyon malzemelerimi aldım. Kısa bir hazırlığın ardından hasta sahibinin de yardımıyla sezaryene başladım. Buzağıyı anne karnından çıkarmak bir miktar zor olsa da yine de amcanın yardımıyla başardık. Teyze, buzağıyla ilgilenirken ben de ineğin dikişlerini atmakla meşguldüm. Bitirdiğimde buzağının da bakım ve kontrollerini yaptım. Yalnız bu durum anlattığım kadar kısa sürede bitmemişti. Neredeyse iki, iki buçuk saat sürmüştü fakat sonuç başarılıydı. Doğan buzağının dişi olmasından dolayı adını İnci koyduklarında beklemediğim bir durumla karşı karşıya kaldım. Bu durum beni güldürürken oldukça da mutlu etti. İlk defa büyükbaş hayvanda sezaryen operasyonu yapıyordum ve yavruya benim adım veriliyordu. Buranın insanı fazla içten ve samimiydi. Her kasanın içinde çürük meyve olurdu fakat tamamına baktığınızda ne gördüğünüz önemliydi. Ben çoğunluğu iyi olan insanlar görüyordum. Bana kızları gibi ilgi gösteren Kazım amca ve karısı beni bırakmayarak ısrarla yemeğe kalmamı istemişlerdi. Saat geç olmasına rağmen yine de onları kıramadım. Buraya ait her yemek fazlasıyla güzel ve iştah açıcıydı. Zayıf bedenim, böyle yemeye devam ederse kısa sürede tosuncuk olabilirdi. Yemek ve çayın ardından saat epey geç oldu. Karanlık da bastırmaya başlamıştı. Kazım amcanın bu bölgenin çok tekin olmadığını söyleyerek beni defalarca dikkatli olmam konusunda uyarmasıyla oradan ayrıldım. Yolumun uzun olması sebebiyle biraz hızlı gidiyordum. Geç kaldığım için suratım asılırken ileride yolu kesen arabalar dikkatimi çekti. Bu saatte yolu kapatmalarına anlam veremesem de mecburen durmak zorunda kaldım. Araba durduğunda elinde kocaman silahlar olduğunu sonradan fark ettiğim adamlardan biri bana yaklaştı. Hâlâ ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Altında şalvar pantolonu, üzerinde gömleğiyle arabamın camına vuran adam elindeki silah yüzünden o kadar korkutucu duruyordu ki camı indirmek zorunda hissettim. "Nereye gidiyorsun?" Olağan bir şekilde yolu işaret ettim. "Merkeze." Arabanın içini gözetlerken sorularına devam etti. "Bu saatte, kadın başına nereden gelirsin?" İkinci soruya aynı sakinlikle cevap veremedim. "Bu ne biçim soru? Sizi ilgilendirmez." Bana ters bir bakış atıp yolu kesen arabaya baktı. Bir adam daha bize doğru gelirken tekrar bana döndü. "Kimliğini ver." İtiraz ettim. Daha neler görecektim. "Kimsiniz siz? Burada yol kesmiş hesap soruyorsunuz. Asıl sen kimliğini göster. Polis misin, jandarma mı? Ne hakla kontrol noktası gibi çevirirsiniz burayı?" Beni duymazdan gelerek arkasındaki adama döndü. "Bu karı çok konuşuyor. Dili fazla uzun." Diğer adamın sert bakışları üzerimde gezerken istemsizce yutkundum. O daha da korkutucu duruyordu. Yanıma yaklaşıp kapıyı açtı. "İn arabadan." Israrla beklemem üzerine kolumdan tutup aşağıya çekti. Canım acırken çırpınarak elinden kurtulmaya çalışsam da zorla indirip arabama yasladı. "Hem de inatçı. Çantasına bak hemen." Kaşlarım çatıldığında öfkeyle itiraz ettim. Bir kadının çantasının kurcalanmaması gerektiğini kimse bilmiyordu galiba. "Siz benim çantama izinsiz bakamazsınız." Başıma dayadığı silahla olduğum yere sinerken bir yandan da acıyan kolumu ovuyordum. "Bana bak. Belli ki buralarda yabancısın. Biraz daha söz dinlemezsen buraya sererim leşini!" Daha fazla konuşmanın bana zarar vereceğini anlayarak susup tedirgin gözlerle çantamı kurcalamalarını izledim. "İnci Sargın... İstanbullu bu." Kimliğime bakan eli silahlı adam diğer adama özet geçiyordu. "Demek İstanbullu..." Yanı başımdaki adam beni aşağıdan yukarı doğru sapık bir ifadeyle süzerken, dar kotum ve omuz dekolteli yarım kollu v yaka bluzumla kendimi çıplak gibi hissettim. Elim istemsizce yakama gidip kapatırken sırıtması midemi bulandırmıştı. Bana biraz daha yaklaşıp elindeki silahla saçlarımı geriye itti. Başımı istemsizce yana çevirdim. "Bugün bizim günümüz desene." İkisi de kahkaha attığında korkuyla bakıyordum onlara. "Bırakın beni." Güçsüz çıkan sesim başıma geleceklerin habercisi gibiydi. "Madem oralardan buralara kadar zahmet etmiş gelmişsin, boş göndermeyelim seni." Korkuyla gözlerim büyürken telaşla konuştum. "Ne yapacaksınız bana? Bırakın gideyim. Kimseye bir zararım yok benim." Beni umursamadan elini uzattı. Kaçacak yerim olmadığı için arabaya biraz daha yapıştım. "Sakın dokunma bana pislik herif." Yanındaki adama dönüp bir bakış attı. Diğer adam pis bir şekilde sırıtarak arkasını dönüp uzaklaşırken hâlâ anlamaya çalışıyordum. Etrafıma bakındığımda ne ev ne de araba görüyordum. Issız bir arazide bu pisliklerin eline düşmüştüm sanki. Daha ne olduğunu anlayamadan yanımdaki adamın beni bileğimden yakalamasıyla çığlığı bastım. "İmdat! Kimse yok mu? Yardım edin." Adamın beni arabamın arka kapısına yönlendirmesiyle başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Kontrolden çıkan kalp atışımla deli gibi çırpınıyordum. Tüm ayak diremelerim beni çeken yaratığa işlemezken boştaki elimle vurarak tekmelemeye başladım. "Bırak beni Allah'ın cezası! Sakın bana dokunmaya kalkma. Yardım edin! Beni duyan yok mu?" Ansızın yüzüme inen tokatla neye uğradığımı şaşırırken yüzümde oluşan sızı sersemlememe sebep oldu. Kulağımda yankılanan çınlama yediğim tokat yüzündendi. Gözlerimden süzülen yaşlar daha da arttı. "Çok konuşma lan karı, elimde kalacaksın. Boş yere de çırpınma." Arka kapıyı açtığında bütün uzuvlarımın titrediğini hissediyordum. Bedenimi saran korku beni başka bir boyuta taşımış, tek yapabileceğim çırpınma dışında çaresizliğim iliklerime kadar hissedilir olmuştu. Gözlerimdeki yaşlara engel olamazken tekrar çırpındım. "Yapma! Sakın dokunma bana. Allah belanızı versin sizin." Gözyaşları içinde sayıklarken bir anda ıslık gibi yayılan ses her şeyin durmasını sağladı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan havada uçuşan mermi sesleriyle sanırım ufak çapta şok geçiriyordum. "Lan baskın yedik! Asker burada." Diğer adam bağırarak haberi duyururken bir anda yüzümde beliren aydınlanmanın tarifi olamazdı. "Lanet olsun! Gebertin hepsini." Duyduğum kelimeler beynimde defalarca yankılanırken artan silah sesleri alışık olmadığım bir durumdu. Yanımdaki adam yere çökerek hızla beni de çekti. Bacaklarım titrerken uyuşan bedenimi arabaya yasladım. Ellerimle kulaklarımı kapatmış boş gözlerle sadece yere bakıyordum. Bir süre devam eden çatışma, tek tük gelen silah seslerinden sonra kesildi. Yanımdaki adam da ateş etmeyi bıraktığında başka ses kalmadı. "Teslim ol. Yoksa öleceksin." Gelen ses askerlere aitti. Yanımdaki adam beni tutarken ağzımdan kaçan çığlığa engel olamıyordum. Beni ayağa kaldırarak sırtımı kendine yasladı. En çok korktuğum silah yine başıma dayandı. "Sıkıyorsa ateş edin de beynini dağıtayım bu karının." Titreyen bacaklarıma inat ayakta durmaya çalışırken aynı zamanda da boğazıma bastıran adamla rahat nefes almak için çabalıyordum. Ellerimle boynumdaki kolunu tuttum. Gözümden akan yaşlar görüşümü bulanıklaştırıyordu. Karanlık yüzünden karşımızdan gelen askerleri net olarak seçemiyordum. Bize yaklaşmaları daha net görmemi sağladığında en önde gelen kişiyi tanımakta zorlansam da tesadüflerimin adamı olduğunu anladım. Yeşil kamuflajı yine üzerindeydi ve yine ihtişamlı duruyordu. Yine ve yine en zor anımda karşıma çıktı. Kendimin bile duyamayacağı bir şekilde fısıldarken onun bakışları da anlık dudaklarıma kaydı. "Cihan..." Sahi, bu tesadüflerin üzerinde bir tevafuk değil miydi? Gerçekten o benim koruyucu meleğim olabilir miydi? 💛💛💛 Instagram :soylumery |
0% |